Alternatif

“Merak etmeyin iyi olacaksınız”

Hastalıklarınıza bir ceza değil, bir mesaj olarak bakmaya, onların kaynağını önce ruhunuzda aramaya başladığınızda içinizdeki hekime çalışması için izin vermiş oluyorunuz. İşte o zaman Yeniçağ tıbbının mucizesi de başlıyor. Çünkü şifa hekimden, hastaneden önce aslında bizde!

Yazı: Yaprak Çetinkaya

İçimizdeki hekim herşeyi orjinal fabrikasından alıyor, biz hekimler ise yan sanayi ile çalışıyoruz.” Bunu söyleyen bir tıp doktoru… Bugünlerde Şifa Sende adlı kitabının ikincisini yayınlayan Dr. Erhan Özer, bugünkü tıbbın güven kaybettiğini ve gün geçtikçe iflas ettiğini söylüyor ve ekliyor:
Geleceğin tıbbı Kuantum Tıbbı olacak!

Bir doktorsunuz ve bugüne kadar duyduklarımızdan çok farklı konular anlatıyorsunuz. Nereden çıkıyor bu fark? İşin özünde tıp dünyasının ruhu bir bilime oturtamaması, röntgenini çekememesi, laboratuvar tahlili yapamaması var. Böyle olunca insanın esas özelliği olan ruh-zihin-beden bütünlüğünde, ‘ruh’ diye bir alan yok sayılmış oluyor. Ruh hastalıkları diye bir bölüm var ama o da hastalık olarak ele alıyor ki zaten aslında ruhla değil zihinle ilgileniyor. Oysa benim ve benim gibi düşünen hekimlerin vurgulamak istediği bu değil. Söz konusu olan duygu ve düşüncelerimizle hayata yansıyan ruhumuz. Kısacası asıl olan biz. Hastalıkların birincil kaynağı burasıdır. Bütün problemin, insanların ve modern tıbbın hastalıkların gerçek sebebini göz ardı etmek olduğunu söylüyoruz. Ne zamandır böyle bu durum? Hipokrat’tan önce tıp kilisenin elindeydi. Bu dönemde hastalıkların kaynağı olarak kötü ruhlar gösteriliyordu. Daha sonra Hipokrat hastalıkları bilimsel formata dönüştürdü. 2500 yıl önce bunu yapan ve pozitif bilimin babası olarak kabul eden Hipokrat, yine de ruhu bedenden ayırmıyordu. Hatta, “Hastalıkların tedavisinde en büyük yanlış vücut için başka, ruh için başka bir doktor olmasıdır, oysa bunlar birbirinden asla ayrılamaz. Ana hedef, vücudunuza kendi kendini tedavi edebilme yeteneğini tekrar kazandırmak olmalıdır” diyordu. Hipokrat’tan sonra zamanla tıp cerrahi ve dahiliye olmak üzere başlı başına iki branşa ayrıldı. Şu anda 50’ye yakın branş var ve branşların içinde de branşlar oluştu. Bu branşlaşmalar sonucunda ruhtan tamamen uzaklaşıldı, sadece bedensel formata dönüşüldü. Bu nedenle şu anda yaşadığımız en büyük kaos diyabet, kanser, hipertansiyon gibi uygarlık hastalıkların kesin nedeninin hala bulunamaması ve yok sayılması. Hal böyle olunca tek çare olarak psikosomatik tanısı konularak semptomatik tedavi edilmesi kalıyor.

Genetik, yanlış beslenme, olumsuz çevresel koşullardan ibaret değil mi yani?
Geleneksel tıp her şeye bilimsel format altında moleküler seviyeden, biyokimya üzerinden bakıyor. O yüzden ruhun ne kadar etkili olduğunun farkında değil. Oysa artık günümüzde bu geleneksel modern tıbbın bakış açısının çok derinine inmiş durumdayız. Kuantum fiziği sayesinde atom ve atom altı seviyesinden, frekanslarla taşınan in-formasyon üzerinden bakabiliyoruz. Bu derinlikte tamamen bilimsel. Gözümüzü ele alalım. Göz aslında sadece bir kamera. Bu kamera elektromanyetik frekansları alıp iletme özelliğine sahip. Bir ağacı düşünelim. Güneş ışınları yani fotonlar önce ağacı uyarıyor (ışık olmadan göremeyiz). Orada bir elektromanyetik titreşim meydana geliyor. Biz de göz sayesinde o titreşimleri alıyoruz. Bu frekanslar beynimizin arka (occipital) bölümüne intikal ettiriliyor. Orada evrensel tüm kayıtlar var. Göz aracılığı ile gelen frekanslar burada mevcut kayıtlarla rezonansa giriyor. Bu kayıtlar bizim ‘kuantum alan’ dediğimiz evrensel enformatik alandan geliyor. Makrosistem, mikrosistem evrensel yasası gereğince ‘yukarda nasılsa aşağıda da öyle’dir. Bu gerçekler doğrultusunda göz aracılığı ile asıl gören ruhumuz. Benzer şekilde kulak aracılığı ile etraftan aldığımız ses frekanslarını beynimiz aracılığı ile duyan ruhumuz. Dokunma, koku, tat alma gibi diğer duyu organlarımızdan gelen in formasyonları değerlendiren yine ruhumuz. Bu nedenle her şeyin ve konumuz gereği hastalıkların asıl kaynağı ruhumuz. Genetik, beslenme ve olumsuz çevresel faktörler ikincil neden olarak değerlendirilmelidir.

Yani ‘kuantum alan’ bizim ruhumuzdan mı oluşuyor?
Cevap vermeden önce ruhumuzun beden üzerine ne derecede etkin olduğunu biraz daha aydınlatayım. Ağzımızdan çıkan kelimelerin nasıl çıktığını modern tıp bilimsel olarak izah edemiyor. Söyledikleri şu; moleküllerin birleşmesiyle moleküler bağlar oluşuyor, bunlar protein sentezine neden oluyor. Oluşan proteinler hücre membranında bir takım iyon alışverişlerine neden olarak ‘aksiyon potansiyel’ oluşturuyor. Aksiyon potansiyel sayesinde kas-sinir kavşağında asetil kolin gibi birtakım salgılamalar oluşuyor ve bu da kasları uyarıyor. Sonucunda akciğerlerden gelen hava ve ses tellerinin devreye girmesiyle ile ağzımızdan sözcükler çıkıyor. İşte bu aşamada kendimize sormamız gereken soru şudur: Peki bu olağanüstü olguyu oluşturan moleküller seviyedeki hareketin kaynağı nedir? İşte kuantum fizikçilerin bulduğu sonuç şu; her şey atom seviyesinde gerçekleşiyor. Molekülden bir alta indiğimiz zaman atomlarla karşı karşıya kalırız. Sistemimiz atom üzerine oluşur. Moleküler bağların oluşumu ise atom çekirdeğinin etrafında dönen elektronların spin (devinim) hareketi üzerinden gerçekleşiyor. Biraz daha ileri gidip “Peki bu elektronların hızını kim değiştiriyor?” dediğiniz zaman karşımıza atomun çekirdeği ile etrafında dönen elektron arasındaki boşluk çıkıyor. ‘Hiçlik’ olarak tanımlanan bölüm. Kuantum fizikçileri buraya virtüel (oluşturulabilir) enerji ve potansiyel ‘in formatik’ alan olarak tanımlamaktadır. Bu derinlikte artık atom altı seviyesinde yani kuantum alanıyla bütünleşiyoruz. Ruhumuzun bulunduğu asıl yer burasıdır. Madde mekan, zaman dışında olan bu alan içindeki ruhumuz, atomun kütlesi arasındaki boşluk üzerinden bedenimize hükmetmektedir. Şimdi gelin atomun kütlesi (elektron, proton, nötron) ile boşluk arasındaki oranı tespit edelim. Bu bilgiyle ruhumuzun beden üzerinde ne kadar etkin rol oynadığını daha net anlamış olacağız. Bunun için atomun çekirdeğini bir an için 20 cm çapında bir futbol topu büyüklüğünde olduğunu düşünelim. Bu durumda çekirdek etrafında dönen elektron 10 km uzakta kalmaktadır. Böylece iki tane atom çekirdeği arasındaki mesafe 20 km oluyor. Boşluk ile kütle arasındaki oran tespit edildiğinde ise çok ilginç bir gerçekle karşılaşıyoruz. Yüzde 99.9’u boşluk! Ruhumuzun şah damarımızdan daha yakın oluşunun bilimsel izahı işte budur. Boyumuzun 2 m uzunluğunda olduğunu düşünürsek aslında kütlemiz 20 mikrometre. (ancak mikroskopla görebiliriz). 300 metrelik bir Eyfel kulesi uzunluğunda olduğumuzu farz edersek 3 mm lik bir pire kadarız. İşte bütün sır (secret) burada…

Ne var o boşlukta?
O boşluğun içinde ne olduğunu araştırdıkları zaman burasının oluşturulabilir. enerji ve potansiyel enformatik alan olduğunu söylemiştik. Moleküler bağları oluşturan elektronların spin hareketidir. Bu da boşluktan (ruhumuzdan) gelen in formasyon üzerinden gerçekleşir. Yeniçağ tıbbı olarak nitelendirdiğimiz ‘Enformatik tıp’ da buradan geliyor zaten. In formation, Latince ‘informare’den gelir. Form içine girmek anlamındadır. Buna göre yaşadığımız hayatın temel amacının ‘in form’ yani form içine girmek olduğu anlaşılıyor. İnsanların aslında forma girmek için bu dünyada realitenin içinde olduğu tespit ediliyor. Evrensel yasaların emrettiği form! Bu enformasyonun geldiği yer de kuantum alanı. Evrensel enformatik alan ya da sonsuz farklı bir fiziksel anlayışın var olduğu ve polaritenin olmadığı bir yer. Din adamları tanrısallaştırıyor bu alanı. İşte ruh burada!

‘Kuantum alan hayatımıza nasıl etki ediyor?
Anlam ve ifade edebildiğimiz gözlemler ve duyularla oluşan inançlarımız, atomun içindeki boşluğa gidiyor enformasyon olarak. O da atom çekirdeğinin etrafındaki spin hareketi meydana getiriyor. Bu hareket moleküler bağları oluşturuyor, ardından protein sentezi ve hücresel olaylar meydana geliyor. Buradan, enformasyonun ve düşüncenin hücrelerimize nasıl etki ettiğini anlıyoruz. Düşüncenin gücünü, her şeyin düşünceden ibaret olduğunu görüyoruz. Burada Mevlana’yı anabiliriz: “Sen düşünceden ibaretsin/Gerisi et ve kemik/Gülü düşün gülistanlık olsun/dikeni düşün dikenlik.’ Dikkat edin, düşünceleriniz olumsuz olduğunda da gerçekleşiyor.

Siz bu anlayışa nasıl geldiniz?
Bir hekim oğluyum. Rahmetli babam dahiliye uzmanıydı. Üst katımızda Nermin teyze otururdu. Ne zaman migren atağı gelse imdat diye babamı çağırır, babam ilaç verir, ağrılarını keserdi. Ailecek çok mutlu olurlardı o zaman. Ben de babama, “Baba, Nermin teyze hiç iyileşmiyor ki!” derdim. Sonra tıp fakültesine girdim. Anestezi uzmanlığına başladığımda ameliyatlara giriyor ve cerrahların insan bedeninde yarattıkları dramatik olaylara şahit oluyordum. Kesiyor, yakıyor, harap ediyorlardı. Ameliyattan sonra gidip hastaya bakardım, hakikaten yaşıyor mu diye. O hastalar bir hafta sonra hiç bir şey olmamış gibi ayağa kalkardı tabii. O zaman şunu anladım; içimizde inanılmaz bir tamir sistemi var. Kuantum alanından kaynaklı bir formatla her şeyi orijinaline dönüştürebiliyor. Bu sisteme, “İçimizdeki hekim” dedim. Biz bunu göz ardı edemeyiz. Sonrasında araştırdığımda baktım ki vücudun etrafında ‘eterik beden’ dediğimiz bir enerji alanı var. Burada her şeyin kopyası var ve yine in formatik alandan besleniyor. Fizikçiler bu alana mavi kopya adını veriyor. Buradaki enerjinin açık mavi renk oluşundan dolayı.

‘Kopya beden’ nedir?
Eterik beden… Kuantum alandan baktığımız zaman bedenimiz yedi ayrı elektromanyetik alandan oluşuyor. Yedi tane katalizör –ki bunlar hormonal bezlerüzerinden enerjimizin hızı gittikçe yavaşlıyor ve en sonunda madde formatını alıyor. Ruslar, Kirlian fotoğrafçılığı ile eterik bedeni görüntülediler. Bunun üzerinde diğer enerji alanları oluşuyor; duygusal beden, düşünce beden, spritüel beden diye devam ediyor. Bedenimiz etrafındaki enerji katmanları yükseldikçe frekans hızlanıyor. Işte bu bedensel alan, mental alan ve spritüel alan aslında bizim ruhumuzun katmanlarını oluşturuyor ve fiziksel bedenimizin 2’nci, 3’üncü ve 4’üncü elektromanyetik alanlarıyla çakralar üzerinden rezonans halinde. Chakralar, enerjilerin bedenimize giriş kapılarıdır. Biz buraya günümüzde ‘üst benben- alt ben’ ya da ‘üst bilinç-bilinç-bilinçaltı’ diyoruz. Sonuçta her şey ile bütünüz. Bu nedenle sadece ‘beden’den bakınca çok şeyi atlamış oluyoruz.

Doktorluğunuz sırasında dönüm noktanız olan olaylar var mı?
Anestezi uzmanlığım sırasında bir hasta geldi. Dosyasını incelediğimde anesteziyi kaldıramayacağını gördüm. Hocam, “Madem ki durumu acil akupunktur ile yapalım” dedi. Çok şaşırdım çünkü bizim eğitimizde böyle bir şey yoktu. Kendisi Almanya’da eğitim gördüğü için biliyordu. O hastaya akupunktur iğneleri ile anestezi yapıldı. 1,5 saat süren ameliyat boyunca hasta bizimle konuşabiliyordu ve hiç acı duymuyordu. Buna da şahit olunca “Demek ki ağrı için sadece ilaca gerek yok. Başka yöntemler de var” dedim. Sonunda ağrıya yöneldim ve algoloji (ağrı bilimi) uzmanlığını da aldım. Ağrı tedavisi ile ilgili bütün invazif yöntemleri öğrendikten sonra yine bir eksik olduğunu gördüm: Ruhsal alan… Bu arada akupunkturu öğrendim. Hocam dedi ki, “Öğren ama bunu atlas bilgisi olarak öğrenme, felsefesini öğren.” Felsefenin içine girince büyük bir ufuk açıldı önümde.

Bu yeni bakış açıları doktorluğunuzu nasıl etkiledi?
15 yıl akupunktur uyguladım ve çok güzel sonuçlar aldım. Ama burada da bir eksik hissettim. Hastalar bir iki sene sonra tekrar geliyordu. Onlar memnundu, ilaçla yaşayacaklarına birkaç yılda bir akupunktura razıydılar. Eksikliği dolduracak konuyu İsviçre’de buldum. Almanya, Avusturya ve İsviçre’de ‘radyonik tıp’ denilen bir bakış açısı var. Türkiye’de de biorezonans tedavisi ile yayılmaya başladı. Burada frekans üzerinde yoğunlaşılıyor. Frekanslar ‘information’ taşıyor. Bu yöntemle kişinin frekans alanına giriliyor ve rezonans yasası sayesinde ruhsal alana da ulaşılabiliyor. Burada evrensel yasaları kullanıyoruz.

Hangi yasalardan bahsediyorsunuz?
Evrensel yasalardan dört tanesi bizim için çok önemli. Birincisi her şeyin tekten oluştuğunu söyleyen ‘teklik yasası’; ikincisi makro sistem ve mikrosistem yani ‘yukarısı nasılsa aşağısı öyledir’ ve üçüncüsü ‘frekans ve rezonans yasası’. Burası çok önemli. Bir odanın içindeki bir piyanonun la tuşuna vurduğunuzda çıkan titreşim aynı odadaki bir gitarın la telini de titretiyor. Buna göre biz de bir frekans olduğumuz için sürekli kendi bilinçaltımızdaki problemlerle rezonansa giriyoruz. Tüm bu gerçekleri ‘network’ ağına benzetebiliriz. Birtakım olayları ve kişileri rezonans sayesinde çekim alanımıza sokuyoruz. Dördüncü yasa polarite yasası. Her şey polariteden oluşuyor. Sıcak-soğuk, pozitif-negatif, ıslak-kuru, yin-yang misali. Bu yasa sayesinde polaritelerimizden kurtulup nötrde kalmayı öğreniyoruz. İn form temelindeki gerçek budur. Nötr de kalmayı öğrenmek zorundayız. Bunun için dünyaya geldik ve bu sayede farkındalığımızı yükseltebiliyoruz. Bu dünyadan tek götürebileceğimiz hazine yükselen farkındalığımızdır. Her şey bizden kaynaklanıyor. O yüzden de kitabın adı “Şifa Sende”. Bilinçaltımızdan gelen polarite frekansları nedeniyle sürekli rezonansa giriyoruz. Pozitif pozitifi, negatif negatifi çekiyor. Bizleri hasta eden negatif frekanslardır. Bedenimize ters gelen frekanslar. Bu negatif frekanslardan kurtulmak için hastalanıyoruz. Sağlığımızı ararken gerçekleri öğreniyoruz. Bu durumda hastalıklar yol gösterici. Özellikle bilinçaltında size ters gelen negatif frekanslardan kurtulduğunuz zaman var olan hastalıkları bile tedavi edebiliyorsunuz. İçimizdeki hekim devreye giriyor ve mavi kopyadan tamiratı gerçekleştiriyor. Hücrelerinize yansıyan dezinformasyonlardan kurtulduğunuzda aynı zamanda sürekli karşınıza çıkan benzer olumsuzluklardan da kurtulmuş oluyorsunuz. Ünlü fizikçi Fritz Popp, hastalık ların, hücreye yansıyan informasyon ve komünikasyon problemlerinden kaynaklandığını söylemektedir. Frekans tedavisi benim için büyük bir uyanış oldu. Artık ruhsal alanla temas etmiştim. Onun için kitabımda da şunu söyledim: bütün hekimler bir araya gelse içimizdeki hekim kadar kudretli olamaz. Çünkü o her şeyi orijinal fabrikasından alıyor, biz hekimler ise yan sanayi ile çalışıyoruz.

Ruhsal alan ile teması biraz daha açıklar mısınız?
Ruhsal alanın tedavisi için akupunkturdan öteye gitmek gerekiyor. Hastalıkların asıl kaynağı olan bilinçaltını olumsuz frekanslardan temizleyebilmem için bu şart oldu. Araştırmalar ve arayışlar beni sembol dünyası ile buluşturdu. 1991 yılında Alp dağlarında buz adam Ötzi bulundu. Bedenini 5 bin yıl öncesine ait olduğu anlaşıldı. Enteresan olan üzerinde 40’ın üzerinde sembol olmasıydı. Bu sembollerin onun bugüne kadar kalmasında bir rolü olduğu yazılıyordu makalelerde. Diğer yanda sembollerle tedavi konusu şamanların ve kızılderililerin son derece başarılı oldukları tarihi bir gerçekti. Sembollerle ilgili derin ve modern bilgilere sahip olmam İsviçre’de yaşayan şifacı Ursulla Sommer sayesinde oldu. Gerçekten ruhsal alanla bütünleşme konseptinde en büyük devrim bu oldu. Akupunktur iğneleri yerine semboller kullanmaya başladım. Akpunktur iğneleri ‘mavi kopya’mız ile iletişime geçmede birer anten görevi görürler. Doğru enformasyonlar sayesinde iyileşme gerçekleşir. Semboller de biyolojik anten görevi görmektedir. Semboller belirli frekanslardan oluşmaktadır ve evrensel haberleşme görevi görürler. Vücudumuzdaki blokajları ortadan kaldırdıkları gibi bilinçaltımızdaki duygusal çatışmalarımızı oluşturan kayıtlarımızı da yok edebiliyorlardı. Bu kayıtlar genetik olabilir, toplumsal inançlar olabilir, dini inançlar olabilir, yaşadığınız hayat içinde oluşturduğunuz kayıtlar olabilir, anne karnındayken annenimizin yaşadığı duygusal problemlerle ilgili olabilir. Bu semboller bu kayıtlarla rezonans yasası gerçeğinde iletişime geçebiliyor ve blokajları böylece kaldırabiliyoruz. Erich Körbler sayeside 1980’lerde (Ötzi bulunmadan önce) sembollerle tedavinin kullanılmaya başlanıldığını öğrendim. Buz adamın ortaya çıkması da bu öğretinin 5 bin yıl öncesine dayandığın gösterdi. Körbler bir elektronikçiydi. Kızının tedavisi için tıptan yarar göremeyince konuyu elektronik açıdan ele almış ve sembollerle kızını iyileştirerek çok değerli bir hazineyi tekrar gün ışığına çıkarttı.

merak-etmeyin-iyi-olacaksiniz-2Bu blokajlarımız neden var?
Blokajlar sistemimizin kullandığı bir sigorta sistemi. Sistem, bir şeyi uğraşıp düzeltemediği zaman daha fazla uğraşıp enerji kaybetmemek için sigortaları indiriyor. Amaç biyolojik yaşamın sürdürülmesini sağlamak. Ve biz orada artık bir blokaja sahip oluyoruz. Bu blokajlar biriktikçe bir hastalık ortaya çıkıyor ve blokaj kaldığı sürece de kendi kendine iyileşme gerçekleşemiyor. Sembollerin ruhsal alana etkisini anlamak bizler için biraz zor… Dünya atmosferinde her şey polarize oluyor. Elinizde tuttuğumuz bir kalemin bile bir ucu pozitif diğer ucu negatif. Aynı şekilde herhangi bir sayfaya bir çizgi çizseniz bir tarafı negatif, bir tarafı pozitif polarize oluyor. Bu, dünyanın şu andaki kutupsal formatından, elektromanyetik alanından kaynaklanıyor. Yani bu çizgiden yayılan elektromanyetik bir dalga oluşturuyorsunuz. İki çizgi çizerseniz elektromanyetik alan daha da büyüyor. Bu sayede blokajları yani bedenimizdeki bozulmuş elektromanyetik hareketleri tekrar düzeltebiliyoruz. Cildimiz üzerinde doğal olarak milyonlarca sembol var. Hepsi de evrensel frekanslarla rezonans halinde. Akupunktur noktalarına iğne takmak yerine hastalıklı bölgedeki blokajı oluşturan ters frekansı düzeltmek için ilgili noktaya sembol çizebiliyoruz. Bu sayede blokaj anında açılıyor ve enerji akışı tekrar sağlanıyor. Böylece içimizdeki hekim devreye girerek tekrar onarıma başlayabiliyor. Dünyadaki her şey bilgi taşıyan bir titreşimden ibaret. Çevremizdeki her şeyle frekans üzerinden iletişime geçiyoruz. Bir insan düşünelim; karşısında da bir ağaç var. Ağacın yaydığı elektromanyetik dalga ile insanınki uyum içindeyse sorun yok. O zaman bu ağaç bu insana iyi geliyor, enerjisini artırıyor. Ama aynı insan kediden hoşlanmıyorsa aralarında ters titreşim var demek. Bu durumda o kedi enerjisini düşürüyor. Bu örnekleri genişletip her şeye yayın. Çevremizdeki her insanla, canlıyla, aldığımız her gıdayla, taşlarla bu şekilde bir ilişkimiz var. Gıda intoleransı, alerji; depresyon, ağrı hepsinin temel sebebi bir nedenle oluşturduğumuz frekans uyumsuzluğu (ters frekans).

Bu yeni bir bilgi mi?
Hayır. Binlerce yıllık bir öğreti… Uzakdoğu anlatmış, Ruslar anlatmış, Hawai’de HUNA öğretisi var. Ama şimdi ABD’de çok güzel gelişmeler başladı. Amerika yeni bir şey gibi anlatılıyor ama olsun. Biz ancak ABD’ye inanıyoruz. O nedenle “İyi ki varsın” ABD diyorum. Artık ‘Fonksiyonel Tıp’ adı altında hastalıkların gerçek sebebini bulmaya yönelik bir akım başladı orda da.

Geleceğin tıbbı kuantum tıbbı mı olacak?
Kesinlikle! İstediğimiz kadar itiraz edelim, bağıra bağıra geliyor. Bugünkü tıp ise iflas ediyor, güven kaybediyor. İnsanlar da artık fark ediyor. Hastalıklarını, nedenlerini, tedavi yollarını araştırıyorlar. Ve hatta tedavi oluyorlar.

Kime tedavi oluyorlar peki?
En çarpıcı gerçek hekim dışı şifacıların artışı… Bu insanlar tıbbın boş bıraktığı ruhsal alanla ilgileniyorlar. Yaptıkları tekniklere etkisiz demiyorum, çok etkili ama orada da bir bilgi birikimi gerekiyor. İnsanları bilinçaltındaki negatif sonuçlarla yüzleştirirken çok daha olumsuz sonuçlar ortaya çıkabiliyor. İnsanları korkutup tekrar sempatik faza (vücudun savunma hali) sokabiliyorlar. Bu da yine hastalığa neden oluyor. Bu nedenle bu konuda işlenmeli. Bu iş bu kadar basit olmamalı. Bir tıp hekimi altı senede bir yere geliyorsa, bir öğreti ile kısa bir süre çalışan kişi her şeyi tedavi edemiyor olmalı. Hepsi bir bütün. Bir tarafta ilaç da gerekebilir, operasyonda.. Bir geminin kaptanı olabilmek için uzun bir eğitimden geçerek yıllarını veren biri ile kısa sürede sertifika alarak sadece gemiyi kullanmayı öğrenen biri arasındaki farkı siz düşünün.

Bir hasta size geldi, şikayetini söyledi. Sonra?
Kuantum alanına girince artık hasta ile konuşmaya bile gerek kalmıyor aslında. Rezonansa giren frekanslarla haberleşebiliyorsunuz. Hasta öyküsünden daha derin bakmak zorundayız konuya çünkü hastanın bile farkında olmadığı sebepler var. Hasta anne karnındaki kayıtların farkında değil örneğin. Önce vücudun akupunktur noktalarından bir prop yardımıyla ölçüm yapıyoruz. Bunun için software programlar var. Ölçüm noktalarının her biri bir organla uyumlu. Her organ bir duyuyu yansıtır. Bir nokta akciğeri ölçerken yanındaki kalbi ölçüyor örneğin. 12 noktada enerjiyi ölçüyoruz ve büyük bir bilgi veriyor bu ölçüm bize. Enerji seviyesi normal mi değil mi, enerji dengesi nasıl, sağa sola, aşağı yukarı kayma var mı diye bakıyoruz. Karın bölgesini orta nokta kabul ederek, enerji yukarı kayarsa stres ve gerilim, aşağıda yoğunlaşırsa sinirsel yorgunluk, sağ ve sol dengesizliği varsa içle dışın uyumsuzluğunu anlıyoruz. Bunun dışında her organın bir duyguyla rezonansa girdiğini biliyoruz artık. Burası çok önemli. Akciğer enerjisinde bir uyumsuzluk varsa temelinde üzüntü var. Üzüntüden verem oldu denirdi eskiden. Kalınbağırsaklar dogmatizm, bir şeyleri bırakamamak, bağımlılık, tutkuyla bağlantılı. Pankerası bozan aşırı takıntı, dert etmek, yaşamdan tat alamama ve değer arayışları oluyor. Meme ruhumuzla bağlantılı bir alan ve bu dünyada ruhumuzu yüzde yüz tam olarak bedenle bütünleştirmediğimiz zaman bu alan bozuluyor. Çünkü ruhsal tekamülümüz duruyor. Kendimize her şeyden çok değer vermek ve olduğumuz gibi görünmek zorundayız. Endişeler, korkular, kendinden önce başkasını düşünmek, ruhu geri plana çekmek evrensel bir kural hatası ve karşılığında mutlaka hastalık geliyor.

merak-etmeyin-iyi-olacaksiniz-3

Enerji şifası tek başına iyileşme yaratır mı?
Tek başına enerji vermek temel sebebi yok etmez. Bilinçaltı negatif kalıpları ortadan kaldırmazsanız masaj gibi rahatlatır ama iyileştirmez. Kişi kendini korumak için blokajını tekrar oluşturur. Hatta alttaki tuğlayı çektiğiniz zaman kişiye daha olumsuz etki bile yapabilir.

merak-etmeyin-iyi-olacaksiniz-4

Bir ceza mı bu?
Ceza değil yol göstericidir. Hastalıktan hatanızı göreceksiniz. Hastalığın haritasını bu şeklide çıkarıyoruz. Diyelim ki kişinin ana problemi fazla bağımlı olmak ve duygularını ifade edememek. Bu duyguların oluşturduğu blokajları, sembolleri kullanarak açıyoruz. Önce biyotensör dediğimiz bir alet kullanıyoruz. Bu alet kas testine yani kinesiyolojiye dayanıyor. Aletin dönüş hareketlerinden blokajın olduğu yeri saptıyoruz ve derecesini saptıyoruz. Diyelim ki beşinci dereceden bir blokaj var. Oraya uygun sembolü çiziyoruz. Anında etki ediyor. Seans sayısı kişiye göre değişiyor. İyileşme kendiliğinden içimizdeki hekim sayesinde gerçekleşiyor. Ve adım adım gidiyoruz, en alttan bir tuğla çekerek değil, üstten temizleyerek ilerliyoruz. Bedensel blokajları kaldırdıktan sonra bilinçaltındaki negatif düşünce kalıplarını da bulabiliyoruz. Bilgisayarda mevcut frekanslarla rezonansa giren frekansı eşleştirerek yapıyoruz bunu. Hastalar da şaşırıyorlar buna. Bu frekansları da yine sembollerle tersine çeviriyoruz. Burada suyu kullanıyoruz.

Su nasıl bir görev görüyor?
Japon doktor Masuru Emoto suyun bu gücünü çok güzel anlattı. Suya olumlu mesajlar verdiğinizde suda oluşan kristallerin yapısı son derece zarif tıpkı kar taneleri gibi şekillenmektedir. Olumsuz mesajlarda ise şekillerin yapısı bozulmaktadır. Biz de önce suya semboller sayesinde sağlıklı informasyonları özel yöntemlerle yüklüyoruz. Su bir hafıza oluşturuyor. Kişi o suyu yani informasyonları belli bir süre içiyor. Vüzudumuzun 2/3 ü sudur. Bu sayede yeni informasyonu alan suyumuz üzerinden DNA larımız bilgilendiriliyor. Olumsuz duyguları oluşturan bilinçaltı kayıtları böylece hücre üzerinden temizlenir. Bilinçaltı temizliği böyle gerçekleşir. Bir anlamda bilinçaltına format atıyoruz.

Herkes bu şekilde iyileşebilir mi?
Hayvanları düşünün, onlarla konuşmadan tedavi edebiliyor veterinerler. Çünkü onlar sistemle bütünlük içindeler, tıpkı çocuklar gibi. Yetişkinlerdeki sorun, düşüncelerimizle yarattığımız negatiflik. “Bu bana yaramaz” dediğinizde iyileşmek istemiyorsunuz demektir. Hasta kendi inanarak gelirse tedaviye devam ediyor, birinin zoruyla gelince sorun yaşıyoruz. Hepimizin yaşam sınavları var. Buna karışamıyoruz, karışmamalıyız da. Siz iyileştirseniz bile kişi tekrar bozuyor veya bozmak istiyor. Kişi iyileşmek istemiyorsa, o hastalık sayesinde örneğin prim yapıyorsa ya da o hastalık sürecinde öğrenecekleri varsa ve bitmemişse olmuyor. Çocuklar hemen izin veriyor ama yetişkinlerde bazen sorun çıkabiliyor.

Çocuklar neden hastalanıyor, daha anne karnındayken bile?
Yaydığımız negatif enerjinin evimizdeki çiçeği bile ne hale getirdiğini biliyoruz. Anne ile birebir titreşen bir bebek, annenin tüm duygu ve düşünceleriyle frekans dünyasında sürekli rezonansa giriyor. Anne korkuları ile baş edebilirken çocuk baş edemeyebiliyor örneğin. Sonucunda da o frekanslar hangi organla ile titreşiyorsa bebekte ilgili hücreleri bozuyor.

Bu bilgi anneler için çok ağır değil mi?
Evet ama ortada da bir gerçek var. Bunu öğrenmek zorundayız. Hatalarımızı ne kadar çabuk fark edersek o kadar çabuk iyileşiriz.

Son sözünüz?
Ruhsal tekamül çok önemli. Durdurduğumuz zaman hastalanıyoruz. Her hastalık bize mesaj olarak geliyor. Bu durumda ilaç ve cerrahi son çare olmalı (cephede savaş). Hasta organı cerrahi yolla almadan, hormonu yok etmeden önce içimizdeki hekimin önünü açmalıyız ve güvenmeliyiz. Hormonal bezler ve organlarımız, ruhsal gelişimimiz için çok önemli. Bu dünyaya geliş amacımız ruhsal farkındalığımızın gelişimi. Hekimlik anlayışımız, insanların ruhsal tekamül yolunu yeniden açacak formatta olmalı. Hipokrat ne demiş? Ölümcül hastalığa yakalanmış bir hasta iyileşeceğine inanan bir hekimin yanında tamamen iyileşebilir. Bu satırları okuyanlara sesleniyorum; merak etmeyin, iyi olacaksınız.


Pozitif Dergisi 2015/03

Yorum Ekle