Bilinçaltı

Değişim&Dönüşüm Sanatı:Matrix Energetics

“Kalbe in, niyetini koy ve bırak.” Alman bir bilim adamının yaratmış olduğu sistem, sahip olduğumuz duygu-düşünce kalıplarından ve zaman-mekandan koptuğumuzda bedenimizin hafifleyeceğini söylüyor. Matrix Energetics adlı bu sistemde tüm bu kalıplardan kurtulan zihin, iyiye doğru değişim ve dönüşümü başlatıyor…

Yazı: Deran ÇETİNSARAÇ

erkes bir değişimden, dönüşümden bahsediyor. Hayatımızda sorunlara yol açan ya geçmişten gelen bilgiler ya da algılama şeklimiz deniliyor. Eğer daha iyi hissetmek istiyorsak bu kalıpları değiştirmemiz gerekiyor. Peki ama nasıl? Bu değişimi gerçekleştirmemiz için yardımcı olacak sayısız metot ve yöntem var artık çünkü herkes bu konuya kafa yoruyor. Yeni sayı için araştırmamızı yaparken bu konu üzerine çalışıp kendi sistemini geliştirmiş Alman bir doktor karşımıza çıktı. Doktor Richard Bartlett’in yaratmış olduğu sistemin adı Matrix Energetics. İnternette yayınlanan videolarında Dr. Bartlett’in ayakta duran insanları el hareketleriyle düşürebildiğini görünce merakım daha da arttı. Türkiye’deki az sayıda uygulayıcılarından biri olan Tuğçe Tekmen’in kapısını çaldık ve dönüşüm sanatını ondan dinledik.

degisim-donusum-sanati-2Matrix Energetics sistemi nedir? Sistemi kim buldu?
Sistemin yaratıcısı Doktor Richard Bartlett, Matrix Energetics’i değişim/dönüşüm sanatı ve bilimi şeklinde tanımlıyor. Ya da kitabına verdiği isim olan “Mucizeler Bilimi”ni kullanıyor. Almanya’da aldığım eğitimde, Doktor Bartlett, sistemin bir şifa tekniği ya da teşhise dayalı bir terapi olmadığını yüzlerce kez tekrar etti. Uygulayıcı olarak yapmamız gereken, düşünceyi ve mantığı (yani sol beyni) susturmak ve çalıştığımız insanlara olabildiğince yargısızca bakabilmeyi öğrenmekti. Hatta Doktor Bartlett, eğitim esnasında, “Sol beyninizi sadece espri yapmak için kullanın” demişti. Ben de güncel hayatımda bunu sık sık deniyorum ve çevremdeki olayların nasıl bir anda değişebildiğini gözlemliyorum. Dolayısıyla ME, düşüncelerle ve duygularla oluşturduğumuz kalıpların dönüştürülmesi şeklinde özetlenebilir. Ancak sistem zaman ve mekan dışı çalıştığından paralel evrenlerden geçmiş yaşamlar olarak ifade edilen, günümüzde hala tam olarak açıklanamamış fenomenleri de kapsıyor.

Bu sistem hangi sorunlara çözüm buluyor?
Açıkçası ben şu an için genel bir kabul görmediğinden bu terimleri kullanmaktan kaçınıyorum çünkü çalışma esnasında “sorun” diye algılanan kalıbın kaynağı (algılasam dahi) beni çok ilgilendirmiyor. Çözüm bulmak bu sistemin yaklaşımı değil. Önemli olan kişinin taşıdığı ağırlıktan ayrışması (eski yazılımların çökmesi) ve bedenin hafiflemesi.

degisim-donusum-sanati-3

Çalışmada neler oluyor?
Matrix’te bir kişi bana geldiğinde, öncelikle “Neye bakmak istiyorsunuz? Neleri değiştirmek istiyorsunuz?” diye sorarım. Sadece bir-iki cümleyle kişi bana durumunu anlatır. Kişiyi yargısızca izlerken durumunu özetleyen bir kelime çıkarırım. Bu, onun dönüştürmek istediği duygusudur. İşin daha da ilginç tarafı bazen kişi olayını anlatırken zihnimde bir görüntü beliriverir ya da bir ses duyarım. Kişinin alanından gelen bu bilgi aslında bakılmayı bekleyen bölgedir. Bir keresinde bir danışan, depresyonda olduğunu belirtmişti. Ancak bunu anlattığında gülümsüyordu. Matrix Energetics’in ana konusu “Farklı olanı fark et” ilkesidir. Kişinin kendine olan bu yaklaşımının çene bölgesinde kilitlenmiş bir duygu durumu olduğunu fark ettim ve elimi çenesine koyduğum anda kişi geriye doğru düşüverdi. Çalışmada kalıplar dönüştüğünde kişiler geriye doğru çekilir. Ya da bedenlerinde birtakım başka hareketler olur. Benim en sık rastladıklarım: Geriye doğru vakum gibi çekilmek, ileriye doğru adım atmak, kolların bacakların gerilmesi ya da esnemesi şeklindedir. Bu tarz beden hareketleri olabileceğinden, danışanın arkasına rahatlıkla çöküvereceği yumuşak bir yatak koyup üzerine yastıklar diziyorum.

“İyi bir Matrix uygulayıcısı her zaman en içten şekilde ‘Bilmiyorum’ demeyi beceren kişidir. Öğrenilmişliklerin hepsi (bu aileden ve kültürden alınan verileri de kapsar) bizim için tuzak. Karşınızdaki kişiye yargısızca bakabilmenin yanı sıra, onunla empati dahi kurmadan daha farklı bir yerde (ruhunun kıyısında) durmayı becerebilmelisiniz. Bu çok ince bir çizgidir ve şu an uygulanmakta olan diğer alan çalışmaları için de geçerlidir. Uygulayıcı karşısındaki kişiyle düşünce, duygu ve enerji düzleminde bir alışveriş yapmaz; o gözlemcidir.”

Kişiler nasıl böyle bir anda geri düşebiliyor veya sizin deyiminizle çekiliyor?
Beden, kişilerin yaşanmışlıklarını okumak için en iyi veri kaynağıdır. Özellikle kaslar ve iskelet sistemi tüm sıkışmış duygularımızı tutan yapılar. En basit bir örnek ile kasılmış omuzlar, fazladan alınmış sorumluluğun ifadesidir. Tabii ki genelleme yapmak doğru olmaz ama konuya biraz açıklık getirmek için bir örnek vermek istedim. Geriye doğru çekilmek gibi, istemsizce gerçekleşen hareketleri vücut, kendini doğru hizalanmaya getirmek için yapar. Aynı refleks gibi düşünce ile bağlantılı değildir, otomatik olur. Ben danışana sadece iki noktadan dokunurum ve “alanın” getireceklerine kendimi açarım.

degisim-donusum-sanati-4ME bilinci nasıl kullanabiliyor; insanın bilincine nasıl erişebiliyor?
Sistemin yapısını anlamak için gözle görünmeyen enerji alanlarını, farkındalığın ne olduğunu ve odaklanmış niyet üzerine yapılmış çalışmaları bilmek gerekir diye düşünüyorum. Mesela, görünmeyen enerji alanları beş duyumuz tarafından (genel olarak) algılanır güçler değil. Ancak doğaya baktığımızda birçok canlının bu güçlerin izini sürdüğünü ve yaşamlarını bu akış doğrultusunda sürdürdüğünü görüyoruz. Kuşların göçleri, balina ve yunusların dünyanın manyetik alanını hissetmeleri gibi… İkinci unsur olan farkındalık ise bence görünmeyen güçlerden daha da kompleks bir konsept. Şu ana kadar konu hakkında birçok yazı yazıldı ve üzerine düşünceler üretilip araştırmalar yapılmıştır. Ancak benim ilgilenenler için önereceğim tek şahıs var ve o da Jiddu Krishnamurti’dir. Kendisi hayatı boyunca hiçbir öğretiye, dine ya da herhangi bir şartlandırmaya dahil olmamış ve dinleyicilerine her zaman dualitenin içinde var olmaya çalışan zihin mekanizmasının çok ötesinden bir bakış sunmuştur. Diğer yandan da ünlü kuantum mekaniği fizikçisi David Bohm’un yakın arkadaşı. Bohm da fizik alanında çığır açan “Quantum Theory” adlı kitabında, parçalar yerine bütüne dikkati çekiyor. Bohm kuramlarını oluştururken Krishnamurti’den etkilendiğini belirtiyor. Kendisinden anladığım kadarıyla farkındalık denilen husus bizim sol beynimiz ile yaptığımız “bilme” eylemi değil. Yani doğrusal düşünce ile ortaya çıkan diyalektik sanatına benzemiyor. Kişilere bu şekilde anlattığımda “O zaman meditasyonla farkındalığa ulaşılabiliyor ama değil mi?” gibi sorularla karşılaşıyorum ancak hayır; farkındalık bir süreç ya da ulaşılacak bir nokta değil. Meditasyonda hala bir amaç ve doğrusal olan zaman etkeni bulunuyor.

Peki bu farkındalık nasıl kazanılıyor?
Aslına bakarsanız, biz zaten her an farkında olan varlıklarız çünkü hayatın kendisi yaşayan bir bilinç. Öğrenilmişliklerimizi ve şartlanmışlıklarımızı bıraktığımızda elimizde kalan tek şey farkındalık. Sorunlara edilgen bir şekilde yargısızca bakmayı daimi hale getirebildiğimizde olayları kökten değiştirmeye başlarız. Fakat, çoğumuz bu süreci hakkıyla yürütemiyoruz. Nedeni ise sonuca odaklı düşünmemiz, yani, sorulardan yanıt bulacağımızı düşünmemiz. Zaten bize doğduğumuzdan beri öğretilen, bir soru varsa bunun bir cevabı olduğu. Kaldı ki, cevaplar da önceden biliniyor. Biz sıkıntımızı bir arkadaşımıza anlatırken genellikle, “Nasıl çözeceğimi biliyorum ama bir türlü yapamıyorum” şeklinde bir ifade kullanırız. Derdimiz para kazanmaktır ve biz “Çok çalışmazsam, para kazanamam bunu biliyorum” deriz. Dolayısıyla sorunlar yenilense bile çözüm kalıbımızı (yaklaşımımızı) değiştirmeyiz. Farkındalığın ilk basamağı olan edilgen ruh haline varabilmek için öncelikle edilgen olmadığımızı, tepkisel olduğumuzu görmemiz gerekiyor. Zihnin (sol beynin) bunu anlaması zordur, o çatışmaya alışıktır. Ancak esnek olan sağ beynimizi şuurlu bir farkındalık için kullanabiliriz. Zihnin anda kalması imkansızdır çünkü o geçmiştir, gerçek değildir. Anda kalmak ve gerçeği görmek için zihnin nasıl çalıştığını önce zihnimize öğretmemiz gerekir diye düşünüyorum. Zihin kendini anladıktan sonra bilinmeyene açılmaya hazır olabilir.

Sistemin söylemeye çalıştığı şeyi bir cümleyle açıklayacak olsanız bu ne olurdu? Sistemin söylediği çok net: “Kalbe in, niyetini koy ve bırak.”

Çok sayıda kişisel gelişim tekniği bulunuyor. Matrix Energetics’i diğerlerinden ayıran nedir?
Öncelikle ME bir kişisel gelişim tekniği değil, bu önümüzdeki yüzyıllarda daha da geliştirilecek olan yeni bir tıp yaklaşımı bence. 1900’lü yılların başında insanların algısını daraltmak üzere bilhassa yaratılmış ve ardından tüm eğitim sisteminin içine yerleşmiş olan “Scientific Methodology” adı verilen yapı şu an çöküyor ve yerine insana yaklaşımı çok daha bütüncül olan yeni sistemler ortaya çıkıyor. ME bana sorarsanız bu konuda en ileri seviyede bir holistik algı yaratıyor. Sistemin güzelliği, uygulayıcıdan bağımsız olması. Uygulayıcı eğer “Ben bu işi yapıyorum” gibi bir düşünce taşıyorsa, mekanizma otomatik olarak işlemiyor. Yani para kazanmak için ME uygulamak artık konu dışı, sistem kendi içinizde taşıdığınız en ufak bir egoya dahi izin vermiyor. Biz uygulayıcılar olarak hiç durmaksızın kendimizdeki kör noktaları çıkarıyoruz ve bunların dönüşümünü izliyoruz.

Bir de niyet meselesi var değil mi?
Üçüncü unsur olarak bahsettiğim odaklanmış niyet ise şu dönemde oldukça çarpıtılmış bir konu haline geldi. Yeni bir realite oluşturmak için önce niyet ederiz. Ancak kilit nokta yeni bir algı yaratmak olmalı; yeni bir araba istemek değil. Odaklanmak bir yaratım sürecidir ve bunun için duygularımızla temasa geçmemiz gerekir. Biz, kendimizi yeni ve farklı bir realiteye taşımak için önce duygumuzu değiştirmeye hazır olmalıyız.

ME’in üzerinde hangi düşünce tarzı veya tekniklerin etkilerini görebiliriz?
Bilim dünyasına baktığımızda ME’i açıklamakta olan bazı kuramlarla karşılaşıyoruz. Rus bilim insanlarının 1980 senesinde ortaya attığı Torsion Field Teorisi, burgu şeklindeki iki noktanın etkileşimi ile madde ve enerjiye gerek kalmadan bilginin transfer edilebileceğini öne sürüyor. Dahası, bu etkileşimin çok küçük kütlesi ve yüksek enerjisi olan nötrinolar tarafından sağlandığı söyleniyor (Nötrino, Beta radyoaktif ışıma sırasında elektronla aynı anda yayılan, sıfır veya çok küçük kütleli yüksüz taneciklere deniyor). Nötrinolar maddeyle etkileşime geçmese bile üretilebilir ve saptanabilirler. Bedende var olan bazı alanlardan bilginin boşluktan geçerek, bedene temas etmeden ona tesir ettiği düşünülüyor. İkinci bir diğer bilgi de, Matrix için en temel buluşlardan biri olan Morfik Alanlar. İngiliz biyolog Rupert Sheldrake tarafından geliştirilmiş olan morfik rezonans ve morfik alanlar teorisi, evrenin bir hafızası olduğunu öne sürüyor. Kendisi yıllar süren araştırmalardan sonra bitkilerin gelişimini anlatmak için morfogenetiğin, genlerin ve gen üretiminin yeterli olmadığı sonucuna varıyor. Morfogenetiğin de daha başka alanlara bağlı olduğunu düşünerek çalışmalarını devam ettiriyor. Bunun da en net tespitini “100 Maymun Deneyi”nde yapabiliyor. Kısaca bir adada yaşayan bir grup maymunun süreç içinde değiştirdiği davranışlarının, o ekip ile hiç etkileşime girmemiş (hatta kilometrelerce uzak adalarda yaşayan) başka maymunlarda da gözlemlenmesi şeklinde özetleyebilirim. Sheldrake bunu “Organizmalar arasındaki esrarengiz telepati ve türler arası müşterek hafızalar” şeklinde ifade ediyor. Morfik alanlar insanlar için de geçerli olup, davranışsal, sosyal, kültürel ve zihinsel kalıpları kapsıyor. Bizi saran görünmeyen hafıza alanları zaman içinde bizim de davranışlarımızı değiştiriyor. Bunun dışında, yakınımızda bulunan kişilerle beş duyumuz dışında daha derin iletişim şekilleri oluşturabildiğimiz de kanıtlanmıştır. Beyindeki ayna nöronlar sayesinde karşımızdaki kişiyle empati kurabiliyor ve davranış ve düşünce modellerini kopyalayabiliyoruz.

Hangi sebeple insanlar ME çalışmalarına gidiyor?
En sık karşılaştığım konular duygusal temaları içeriyor. Yaşamla tam bir bağ kuramamak, çeşitli psikolojik rahatsızlıklar ya da ilişki problemleri gibi. Bunların dışında (kas ya da kemik sorunları gibi) fiziksel sorunları için görüşmeye gelenler de oluyor. Açıkçası sebepler benzer gibi görünse de, her kişi farklı bir evren ve ortaya çıkanlar hep birbirinden çok farklı görüntüler. Depresyon sorunu, kişi daha doğmadan önce, annesinin karnındayken annesinin yaşadığı bir sıkıntının etkisinden kaynaklanabiliyor. Bir başka kişide, aynı sorunun nedeninin yıllar önce yaşanmış bir trafik kazasından ötürü olduğunu görebiliyoruz. Kaldı ki, hep söylemeye çalıştığım gibi aslında bir kaynak yok, çalışma sırasında bazı bilgiler ortaya çıkıyor ve ben danışana bakıp “35 yaşında ne oldu?” gibi bir soru yönelttiğimde, kişi o anda, farkında olmadan alanında bakmayı reddettiği noktaya odaklanıyor ve o bölgenin şuurlanmasını sağlıyor. Beden o kadar inanılmaz bir mekanizma ki, bizden istediği tek şey gözlemlenmesi, gerisini zaten kendi kendine yapıyor.

Eski enerji kalıplarını çökerterek yeni enerji kalıplarına erişim sağlanıyor. Ayrıca Matrix Energetics enerji dönüşüm seanslarında “Kişinin zihinsel, fiziksel, duygusal boyutta hızla iyileşmesi ve dönüşümü için kuantum seviyede realite dönüştürülür ve yeni sonsuz olasılıklar yaratılır” deniyor. Bunlar ne anlama geliyor?
Yukarıdaki bilgilerden devam ederek açıklamaya çalışacak olursam, kuantum düzeyinde gözlem yapmak veya ölçümlemek elektronun veya kuantum parçacığının yolunu değiştirmektedir. Bağlantı kurmadan gözlem yapamayız. Bağlantı kurunca da kaçınılmaz olarak dönüşüm oluyor. Rahatsızlık verdiği zannedilen duygu bedende parçacık halinde duruyor. Dolayısıyla ben orayı gözlemlediğimde, eski realite çöküyor ve yeni bir olasılığa sıçrama yapılıyor. Bu her zaman daha üst seviyeye doğru ilerliyor. Frekansın artması ile gerçekleşen kuantum sıçrayışı, daha üst bir şuurun kazanılmasını sağlıyor, dolayısıyla aynı yerde duruyor olsak bile olaya bakışımız artık bambaşkadır. Çalışma tam bu noktada bayağı ilginçleşebiliyor. Değişimi yaşayan insanlar sıkıntı çekmek yerine kahkaha atmaya başlayabiliyor.

Herkes bu değişimi yaşayabiliyor mu?
Kendini hissetmeyen bir insan, yani kendi derinliğine inmeyi talep etmeyen bir kişi zaten sıkıntı çekmiyordur. Dolayısıyla niyetsizce sadece “Denemeye geldim” diyen bir insana benim yapabileceğim hiçbir şey yok. Sıkıntı çekmeye başlamış olan insan, benliği ve içindeki boşluk arasında çelişki yaşıyor. Boşluğu hissetmek, zihin için çok büyük bir çatışma. Fakat yine de faydalı. Gelinen noktada zihin deli bir arayışa giriyor ve otomatik olarak korku üretiyor. Benim işim korkunun temelini bulmak ve çözmek kesinlikle değil. Aslına bakarsanız bu durumdaki en büyük tehlike, kişinin kendi çatışmasına çözüm bulmak için bir rehbere başvurmuş olması. Geleneksel bir terapist çözüm odaklı olacağından kişiye, dilediği şekilde ve miktarda yönlendirmeler yapabiliyor. Aslında bu, zihin için daha da karmaşa anlamına geliyor. O kişinin ne olacağı sadece terapistin ağzından çıkana bağlı. Tanı, teşhis gibi yollarla da çözümler bulunmuyor mu? Bulunuyor. Ancak benlik ile boşluk arasındaki çatışma asla sonlanmıyor. Tedavi kelimesi var olduğu sürece hasta da olacaktır. Dolayısıyla dozu arttırılan ilaçlar veya bağırma seansları ya da sempatik hayvanlarla etkileşime geçmek ancak kendi boşluğumuzu inkar sürecinde işe yarayacaktır.

İçimizde hissettiğimiz boşluğu kabul mu etmeliyiz?
Biz öleceğimizi bilerek yaşıyoruz, bunu görmemek için dünyanın canına okuyup şehirler inşa ediyoruz. Oysa acı çekmek esas rehberimizdir. O, içimizdeki boşluktan gelen “Uyan” mesajıdır. Boşluğu kabul etmezsek yücelemeyiz. İronik olan, boşluktan kaçmamızdır. Görmezden gelmeye çalışmak yerine onu kucaklarsak, içimizin genişlediğini ve sorun diye bir şeyin zaten olmadığını görürüz. “Ben” diye bir kavram üretmişiz ve şimdi onu silmeye çalışıyoruz. Ayrışmaya gerek yok. Bu da bir süreç. Ancak her zaman “Bilmiyorum” diyebilmek önemli. Demek istediklerimi formülleştirirsek sonuç şu olur: Bilirsek benliği besleriz, bilmezsek boşluğa açılırız. Benlik zihindir ve yakın zamanda saniyede sadece üç-beş bayt algıladığı da tespit edildi.

Kimler uygulayabiliyor bu tekniği? Uygulayanlarda ne gibi özellikler olması gerekiyor?
Uygulayıcı olmak için Doktor Bartlett’ın birinci ve ikinci seviye eğitimlerinin ardından uygulayıcı eğitimini de almak gerekiyor. Burada belirtmem gerekir ki, dünyada ME eğitimini veren sadece kendisidir. Yakın zamanda bazı merkezlerde Matrix eğitimlerinin verildiği bilgisiyle karşılaştım ve şaşırdım. Çünkü Doktor Bartlett bu konuda çok kesin, kendisinden başka birinin eğitim vermesi yasak ve bu bir alan çalışması olduğundan, böyle bir işin yapıldığını öğrendiği anda kişileri sistem dışı bırakabilir. Dünya çapında yetiştirmiş olduğu binlerce uygulayıcı mevcut. Uygulayıcı olmak için herhangi bir ön eğitim gerekmiyor. Bu uygulama herkese açık. Ancak iyi bir uygulayıcı olmak istiyorsanız bildiklerinizi unutmaya hazır olmalısınız.

Siz eğitimde neler yaşadınız?
Seminerde ilk gün Doktor Bartlett, şu cümleyi kurmuştu: “Bu bildiklerinizi unutma süreci olacak. Hazır mısınız?” Böyle bir cümle bazıları için kafa karıştırıcıydı. Hatta o 300 kişilik salonda en çok kafası karışanlar konularında uzman doktorlar ve bilim insanlarıydı. Uygulama esnasında kendileriyle konuştuğumda hepsi gayet dürüst bir şekilde, uzun yıllar boyunca aldıkları eğitimlerde hep kavramlar ve şartlanmalar dünyasında çalıştıklarını belirtti. Bu anlamda Almanya’da yaşadıklarım benim için çok değerli. Almanlar’ın böyle bir konuya ne kadar büyük bir hassasiyetle yaklaştıklarını görmek oldukça öğreticiydi. Ben 31 yaşındayım ve 15 yaşımdan beri birçok seminere ve eğitime katıldım ancak maalesef Türkiye’de hepimiz çok biliyoruz. Dolayısıyla yeniye açılacak kadar boşluk yaratamıyoruz. Orada ünlü üniversitelerden gelen profesörlerle ve doktorlarla tanıştım. Her biri sanki yeni bir lisan öğreniyormuşçasına anlatılanları dinledi.

Pozitif Dergisi 2013/03

Yorum Ekle