İlişki

Mutluluğun sırrı: Eril-dişil enerji dengesi

İlişki Koçu Seda Diker, yıllardır köşe yazısı yazıyor, imza günlerine ve televizyon programlarına katılıyor ama bir süredir ortada görünmüyordu. Yeni kitabı “Haz”ı tamamlayabilmek için inzivaya çekildiğini öğrendik. Bizi kırmadı ve Pozitif dergisi için kadın-erkek ilişkileri ile evliliği anlattı.

Yazı: Yaprak ÇETİNKAYA

mutlulugun-sirri-eril-disil-enerji-dengesi-4Evleneceğimiz erkekleri nasıl seçiyoruz?
Kadınlar genellikle deliler gibi aşık oldukları erkeklerle evlenmeyi çok isteseler de korkuyorlar ve nikah masasına onlarla oturmuyorlar. Güvenli limanı seçiyorlar. Aşık olup, acı çekip, sürüm sürüm sürünüp, aldatılıp, üzerine soğuk su içip ardından güvenilir, beyefendi, ailesi iyi, kariyeri olan bir erkek seçiyorlar. Zannediyorlar ki böyle bir erkek hiç aldatmayacak. “Tekdüze olsun, seks de az olsun ama huzur bulayım, hayatım böyle geçsin” diyorlar. Eğer bu erkek yakışıklı ise, kariyeri iyiyse, parası varsa bu evlilik ekstra başarılı görülüyor. Parmaklarındaki yüzük “prestij” oluyor. Oysa bu evliliğin altı boşalıyor ve kadın “zannettiği” şeyi bulamıyor.

Nerede hata yapılıyor?
Kime aşık olduğumuza bilinçaltımız karar veriyor. Evlenmek için kimi seçersek seçelim aslında hep bilinçaltı devrede… Her kadının ve her erkeğin iki parça enerjisi var; dişil ve eril… Dişil enerji, duygularına göre hareket ediyor, duyguları mantıktan önde tutuyor. Duyguların ise artı ve eksi iki kutbu var. Kadın yani dişi eksi ile artının arasında gidip geliyor. Mesela çok mutluyken bir anda canı sıkılıyor, ya da bir şey hoşuna giderken birden huysuzlanıyor. Hedefi yok, kafası net değil ve duygularına kapılmış durumda oluyor. Ama aynı zamanda bir liman arıyor, güven arıyor. Duyguların iki ucu arasındaki bu gezinti içinde, kendini kaybetmişliği ve teslimiyeti içinde bir kadın kime teslim olmak ister? Kafası net, hedefini bilen, alan tutan, kararlı adımlarla gelip onu alabilen avcı tipli erkeğe güvenmek ister. Kendi huysuzlukları içinde kaybolmayan bir erkek ister. Alan tutmak, erkeğin orada sapasağlam durması demek…

“Bir dişinin en derin fantezisi (cinsel fanteziler bir kenara) boşluk kalmayana kadar sevilmek, doldurulmaktır.Erkeğin fantezisi ise özgür olmaktır.Düğünlerde parlayan damat gördünüzmü hiç? hep gelin parlar çünkü onun fantezisi gerçekleşmiştir. Erkek ise yakalanmıştır.”

mutlulugun-sirri-eril-disil-enerji-dengesi-6Dişil ve eril enerjiyi nasıl tanırız?
Eril enerji hedef belirler, nettir, zihinseldir ve yapar. Dişil enerji ise duygu belirtir. Dişi konuşmaz, emretmez, direkt davranmaz. Biz kariyer kadınları hep eril davranıyoruz çünkü iş hayatında bunu öğreniyoruz. Sonra gidip bunu ilişkimizde kullanmaya çalışıyoruz. Eril kontrolcüdür. “Bu böyle olmalıdır” der. “Ben bu kadını istiyorum” diyorsa bu kadının en ufak hareketini, kaçışını, uzaklaşmasını takip eder, uygun değilse, kadın gidiyorsa kontrolcülüğü ortaya çıkar, koşar peşinden, “Nereye gidiyorsun?” der. Olayı kontrol etmek ister. Ya da röntgencidir; bakar, seyreder. Gözüyle tahrik olur. Dişi ise göstermeyi sever, görülüp beğenilmekten hoşlanır. Teşhirci olduğu için duygusunu da teşhir eder. “Hava soğuk ceketini bana verir misin?” diye direkt söylemez de “Üşüdüm” der, erkek ceketini o zaman verir.

Seda Diker

Seda Diker

“İLIŞKININ PATRONU KADINDIR; KARŞINDA ERIL ENERJISI YÜKSEK BIR ERKEK ISTIYORSAN SEN DE DIŞIL ENERJINI YÜKSELTECEKSIN.”

Eril ve dişil birbirinden ne bekler?
Erkek dişiden kendisine teslim olmasını, güvenmesini, kendisine olan sevgiyi akıtırken güvende hissetmesini ister. Bir erkek kadını tam doyurursa yani sadece fiziksel olarak değil, sevişirken de flört ederken de, oturup konuşurken de duygusal olarak da, zihniyle de, ruhuyla da kadını fethederse bunu gören kadın erkeğin isteğini yapar. Erkek onu doyurduğu zaman hayır duasını verir ve dişi “Özgürsün, git şimdi hayatını deneyimle” der. Erkek kadını ne kadar fethediyorsa hayatı da o kadar fethedecektir. Kadın ile hayat aynıdır onun için. Kadın tüm frekansların tuttuğunu görür de doyarsa erkeğe “Sen nereye gidiyorsun?” diye sormaz bile çünkü bilir ki erkek zenginleşip kendisine geri gelecek ve enerjisini ona akıtacak, ona nüfuz edecek. İşte biz bu sarmalı istiyoruz oysa şimdi erkekler dişil enerjide ve netlikleri yok.

mutlulugun-sirri-eril-disil-enerji-dengesi-3Günümüzde evliliklerin enerjisi nasıl?
Çalışan kadınlara soralım; hangi kadın kendinden emin, hangi kadın duygularının içinde gidip geliyor, hangi kadın erkeğine tam güvenip kendini yaslıyor? Biz kadınlar tam tersine telefonları kontrol etmekle meşgulüz. Bir kadının dişilliği güdük, erilliği büyükse; istem dışı olarak böyle bir frekansı evrene yayar ve tam karşılığında erilliği güdük, dişilliği büyük bir erkeği çeker. Bundan kaçış yok. Böyle bir çekimde karşımıza gelen kişi ile önce gerçekten birbirimizi beğeniriz, bir heyecan duyarız ve yatakta birbirimizi isteriz. Küçücük de olsa eril ve dişil zıt kutuplardır ve birbirini çeker. Sekste en mutlu olduğumuz anlar kadının büyük dişilde, erkeğin büyük erilde kaldığı anlardır. Ama sonra güven kaybolmaya başlar çünkü kadın tam dişil enerjideyken yani duygular arasında salınırken, kafası karıştığında ve sevilme ihtiyacı duyduğunda dırdır yapmaya başlar. Ülkemizdeki evliliklere bakın, genelde kadın kendini huzursuz hissetmeye başlar. Bilinçaltında bir eşiğe gelir ve tetiklenir. O tetiklendiği andan itibaren erkeğe “Ben senin beni sevdiğini duymak istiyorum, bana iyice gelsene” demez de onun yerine “Onu yaptın, bunu ettin” diye eskilerden başlar anlatmaya ve erkeği duygusal gelgitlerinin içinde aptal eder. Türk erkeği bu durumda ya olayı kişisel algılar, ödü patlar ve şalterleri indirip kaçar. Ki bunu yapmak çok dişil bir şeydir çünkü savaş meydanında bir gerçek erkek gibi durmayı beceremez, kadının fırtınasını dindirecek liman olamaz. Erkek bilmez ki gerçek güveni aslında durup savaşarak kazanacak. Kadın ise bu aşamada saygısını yitirir ya da öfkelenir. Erkeğin ikinci tercihi ise kadın ne derse desin, yeter ki sussun diye düşünerek “Tamam” demek. O zaman da kadın eril tarafa geçmiş ve erkeği yenmiş oluyor. Kadının kendi erili kocaman, karşısındaki eril küçücük oluyor ve kadın erkeğe saygısını yine yitiriyor.

“ERKEĞIN HASI BEDENIYLE, GÖZÜYLE, RUHUYLA SEVIYORUM DIYEBILEN ERKEKTIR. KENDINI ÖVEN ERKEK ISE DIŞIL ENERJIDEDIR.”

Oysa ne yapmalı erkek?
Böyle bir durumda kadının güvenmesi için erkek gelecek, “Sen ne diyorsun? Seni seviyorum, gel buraya” ya da “Sen nasıl bir kadınsın? Seni nasıl seviyorum sen biliyor musun?” diyecek. Bunları beden diliyle de anlatacak; sarılacak, öpecek. Zihnini, duygusunu, ruhunu, özelini açacak kadına. O zaman kadın hemen susar, tüm dırdırlar biter. Kadın hemen güvenir, “sağlam yerdeyim” der. Erkeğin alan tutmasından kast ettiğim bu işte. Türk erkeği çocukluktan itibaren otoriter anneler ve zayıf babalar tarafından dişi büyütüldüğü için bu alanı tutamıyor. Oysa bunu başaran erkek kazanıyor. Kadın ona saygı da gösteriyor, sevgi de… Mutfakta da yatakta da en iyisi oluyor. Erkek kadından ne isterse alabiliyor, kadın erkeğe akmaya başlıyor.

Evlilikte ve yatakta işler iyi gitmediğinde kadın neden hep kendini suçluyor?
Çünkü kadına çocukluktan itibaren “Yuvayı dişi kuş yapar, fedakarlık yapacaksın. Kocan geldi, kalk kapıyı aç. Sen iyi davranmazsan başka kadınlara gider” deniliyor. Gitmek erkeğin hakkı gibi düşünülüyor, kadının gideceği ise hiç akla gelmiyor. “Kadın doyuyor mu?” diye sorgulanmıyor. Başında erkeğin varsa, parası varsa, sana iyi davranıyorsa hiç şikayet hakkın yok, susup oturacaksın. Yatakta çok mutsuz olan kadınlar var. Herkes “Belanı mı arıyorsun?” diyecek diye boşanmaktan korkuyorlar. Oysa kimse bilmiyor ki bu kadın dişi olmak istiyor ama karşısında ihtiyacı olan eril yok.

Böyle bir evlilikte erkek hep başkasına gidiyor mu?
Erkek de gidiyor kadın da… Ama kadınınki duyulmuyor çünkü kadın çok güzel gizliyor. Kadının kapasitesi daha fazla. Kadın doyurmayı bildiği, daha duygusal olduğu ve duygularına hakim olduğu için iki değil beş erkeği idare eder, hiçbirinin ruhu duymaz. Ama erkek ikinci kadını bulur bulmaz birinciden enerjisi çekilir, iki kadını birden doyuramaz. Erkeğin içi boşaldığı anda ise kadın hemen anlar ve dedektifliğe başlar. Kanıt bulur; ya razı olur ve belki kendi de aldatmaya başlar ya da olay çıkarır ve evliliği bozar.

Aldatılan kadının affetmesi zayıflık olarak görülüyor? Kadın mutlaka boşanmalı mı?
Hayır. Uzun evliliklerde aldatılan kadın “Ben aldatıldım, başka bir kadın var”a kafasını takmayacak. Buna takılınca kaybediyor çünkü. 10-15 senen birlikte geçtiyse burada birlikte yaşanmış güzellikler de var. Çocuk varsa daha da büyük güzellikler yaşanmış demektir. İlişki için harcadığın emeğin var, maddi manevi birlikte ürettiklerin, sahip oldukların var. Bunların karşılıklı olarak kıymetlendirilmesi lazım.

mutlulugun-sirri-eril-disil-enerji-dengesi-5Bu kadın evliliğini nasıl kurtarabilir?
Aldatılan kadının önce öbür kadınla çok büyük derdi oluyor ve iki kadın savaşmaya başlayıp erkeği pinpon topuna çeviriyorlar. Bir o kadın, bir bu kadın derken erkek ne yapacağını bilemiyor. Burada çok önemli birkaç faktör var. Öncelikle ikinci kadının da hakkının yendiğini kabul etmek lazım çünkü erkek kendi cinsel talepleri için gidiyor onun duygularını kaşıyor ve sonra ya şak diye onunla ilişkisini bitiriyor ya da yarım yamalak bir ilişki devam ediyor. İkinci kadın da beklentiye giriyor. Evet, en baştan girmemesi lazım ama yine de onun için de haksızlık bu… Erkeğin iki tarafa birden vebal borcu oluyor. Evli kadın içinse kaybedecekleri diğer kadından daha büyük. Yaşanmışlıklar ve gelecek için umutlar var. Burada yapılması gereken “O kadınla bunu mu yaptın, o daha mı güzeldi?” laflarını bir kenara bırakması. Kadının özdeğerini kazanması ve topraklanıp bu işin içinden çıkması, sonra da erkeğine, “Gel buraya kocam… Benim dişim bu kadar, senin erilin bu kadar… Ben bunu bunu istiyorum senden. Bunu yapmaya gönlün, hevesin var mı?” diyecek. Erkek “Var” diyorsa, “O zaman benim için rekabet edeceksin. Ben istersem dışarı çıkıp flört edebilirim. Sen ediyorsan ben de edeceğim. Beni başkalarına kaptırmadan bakalım diğer kadınlara yaptığın flörtlerde bana ne yapıyorsun göster. Bakalım beğenecek miyim?” diyecek.

Bir erkek bunu kabul eder mi?
Erkekler aslında bunu o kadar istiyorlar ki! Cinselliğin ayağa kalkması için de bu önemli. Kadının başkaları ile yatağa girmesine gerek yok. Hiçbir şey yaşamasına bile gerek yok. Akşam eve geç gelip ne yaptığını söylemeyebilir. Erkeğe, “Hiç detay sormayacaksın. Ne olduğunu görmen, sonuç yaşaman için bunu yapıyorum” diyecek. Ama benim önerim kadının gerçekten flört etmesi, kadınlığını hatırlaması. Birilerinin onu tetiklemesi lazım. Ancak o zaman erkek heyecanlanıyor. Avcılık başlıyor, tekrar rekabet başlıyor ve erkek maharetlerini döktürüyor. Kadın bir bakıyor ki erkek daha önce ona bunları yapmamış, hep öbür kadınlara yapmış. Bunlar dökülüyor ortaya. Bunlarla yüzleşilecek, eksikler görülecek. “Ben böyle öpülmek istiyorum” diyecek kadın mesela. “Böyle öpülmediğim evlilikte kalmam ben” diyecek. İşte burada ben devreye giriyorum.

Kadının kullanım kılavuzu doğada gizli
Yeni kitabını sadece kadınlar değil erkekler için de yazdığını söyleyen İlişki Koçu Seda Diker, kadınları anlamakta zorlanan erkeklere şöyle bir ipucu veriyor: “Kadının döngüleri tıpkı doğa gibidir. Erkek kadının verici olduğu ilkbahar-yaz döneminde onu durdurmayacak, önünü kesmeyecek. Yoksa kadın çok öfkelenir. O dönemde erkek alacak, alacak, şükrederek alacak. Kadın geri çekilmeye başladığında yani sonbahar-kış dönemi geldiğinde onu nadasa yatıracak, besleyecek, suyunu verecek, bakımını yapacak, peşinde koşacak. Bu kadar… Ama evliliklerde bu bilinmediği için, erkek eril olamadığı için kadın kendini güvende hissetmiyor. Erkek kadının neden güvenmediğini hiç anlamıyor. Kadın direkt erile geçiyor, erkeği kontrol etmeye başlıyor. İlişkiyi kontrol ediyor, duygu belirtmiyor, dırdıra başlıyor, emir veriyor, huysuzlanıyor. Sonra erkek bakıyor ki kadının erilinin karşısında küçük kaldı, kendini iyi hissettiği, büyük olan tarafına yani dişile geçiyor. Ve dişi erkek kadını eleştirmeye başlıyor. Kadının en güçlü en kuvvetli zamanını görüp bastırmak istiyor. Ya da sırt yaslıyor, ‘Git para bul’ diyor. Evde oturuyor, işine fazla asılmıyor, hedeflerinin peşinde koşmuyor ya da net hedefi olmuyor. ‘Çocuğu sen hasta ettin’ diyor ya da evin temizliğine takılıyor, yemekleri beğenmiyor. Böyle bir ilişkide cinsel çekim de kalmıyor, böyle bir evlilik için haftada bir cinsel ilişki çok iyi bir rakam oluyor.”

Siz ne katıyorsunuz bu aşamada? Topraklanmaktan bahsettiniz…
Beş kök korkumuz var; değersizlik, kaybetme, yüzleşme, yaşam-ölüm ve kızgınlık. Yaşam korkusunda “Hayatta her şey iyi giderken her an kötü bir şey olabilir, ben güvende değilim, kontrolde değilim” düşüncesi var. Oysa teslimiyet içinde olmak gerekiyor. “Yaratıcı bana en güzelini, en tatlı şekilde verir”i bilmek, idrak etmek gerekiyor. Aldatılmada değersizlik ve kaybetme korkusu ön plana çıkıyor. Bir de kök korkuların getirdiği egosal taktikler; küsmek, tehdit etmek, laf çarpmak, iğnelemek, duyguyu bastırmak, saklanmak, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak ya da sürekli kendinden fedakarlık etmek gibi… Bu taktiklere her girdiğimizde başka negatif duygular üretiyoruz; suçluluk, vicdan azabı, utanç, pişmanlık, kendine acıma, öfke, kin, nefret, intikam, aşırı kontrolcülük gibi. Her bir duygunun zıt kutupları var ve kutuplar birbirinden ne kadar uzaksa o kadar büyük bir manyetik girdap oluşturuyor. Yani zihninizle doğrusunu bilseniz bile o duyguya çekiliyor aksini yapamıyorsunuz. Topraklama çalışmasında tüm bu duyguların iplikleri tek tek bulunuyor, intikamcı kadın, aldatılmış ezik kadın, suçlayan kadın, suçlu kadın gibi sahte kimlikler oluşturuluyor ve negatif duygu hissettiğimiz kimler varsa onları hayalimizde canlandırıp tüm bu kimliklerle onlarla konuşup kendimizi ifade ediyoruz. Yani danışanı o duygunun içine sokuyoruz, konuyu adeta kaşıyoruz ve manyetik alanın içine girdiği anda otomatik olarak kişi konuşmaya başlıyor zaten. O konuşurken bedeninin de ihtiyacını karşılıyoruz. Öfkeli ise ve vurma ihtiyacı varsa bir yastığa vurduruyoruz. Saklanmak istiyorsa üzerine örtü örtüp oradan konuşturuyoruz. Bağırmak istiyorsa bir yastığa yüzünü kapatıp bağırtıyoruz. O duygunun kişideki ilk anısının ne olduğunu soruyoruz. Doğum anı mı, annenin kucağı mı? Oraya götürüyoruz, bebek pozisyonu aldırıyoruz ya da kırmızı bir örtünün içine alıyoruz.

Bir trans halinden mi bahsediyoruz?
Hayır, kişi o sırada kendinde oluyor. Bu çalışmada zıt kutupların her birinin iyileşmesi tabii ki iki saatlik bir seansa sığmıyor. Ev ödevleri veriyoruz. Sonra tekrar geliyor ve çalışıyoruz. İkinci adım ise regresyon. Burada kaybetme korkusunun ve değersizliğin ruhen en köküne iniyoruz. Geçmiş yaşam hikayeleri çıkıyor. Atlantis’lere, Lemurya’ya kadar gidiyoruz. Ortaçağlar, karanlık çağlar… En kuvvetli damga hangisi ise oraya kadar gidiyoruz. Benim için önemli olan bunların hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğuna bakmak değil. Bunların içinde dönüşmeye başladığınız anda gölge yaşamlar, gölge uçlar ortaya çıkmaya başlıyor. Yani sadece mağdur değil, kötü rolünü oynadığımız yaşamlarımız da çıkıyor. Bu zıt kutupları tamamlanmış olan kişileri; ruhun, yaratıcının huzurundan kopup cenine ilk düştüğü andaki duygusuna götürüyoruz. Kişi burada Yaratıcı ile barışıyor. Ama bu da yetmiyor. Tekrar yeryüzüne indiğinde dört duyguyu kalpten hissetmesi, gönül gözünün açılması lazım. Birincisi beklentisizce sevmek birini… Mesela aldatan bir kocayı beklentisizce sevmek, onun iyiliğini isteyebilmek. İkincisi hiçbir savunma mekanizmasına, egosal taktiğe başvurmadan güvende olduğunu hissetmek, Yaratıcı’ya başvurmak. Üçüncüsü koşulsuzca şefkat almak, almanın hazzını hissetmek ve şefkat vermek… Dördüncüsü ise huzur içinde kalmak. Bu dört duyguyu aynı anda kalpten yayabiliyor olmak lazım. Sonuç olarak teslimiyete adım atmış oluyoruz. Ondan sonra ego taktiklerini bitirerek hangi alan çıkıyorsa, kişinin hayatına bakarak ilerliyor ve teslimiyete doğru gidiyoruz.

Teslimiyet kavramını nasıl tanımlarsınız?
Teslimiyet, sonsuz derecede güvende olduğumuzu ve yaratıcı tarafından çok sevildiğimizi her an hissetmek ve dolayısı ile kendi egomuza, zihnimizin kirli egolarına saplanmadan kendimizi savunmadan ona bırakabilmektir.

Bu çalışmaların sonunda nasıl bir insan çıkıyor ortaya?
Artık uçabilirsiniz. Bu çalışmaları yapan bir kadının dişiliği çıkıyor ortaya. Kadın kendini büyütüyor da büyütüyor. Korku olmayınca bütün erkekler sizin artık, siz seçin. Giden erkek diye bir şey yok. Rahmani denen ışığa sahip, kalbinde gönül gözü olan size geliyor. Evliyseniz eşinizin gönül gözü de açılmaya başlıyor.

Bir evliliğin toparlanması için kadının değişmesi yetiyor mu?
Yeterli oluyor. Benim gözlemim böyle, kendi evliliğimde de böyle oldu. Siz ışığınızı her ne olursa olsun kabul ve sevgi ile verirseniz, canınız acısa bile, hem sizin gönül gözünüz açılıyor hem onunki… Düşündükleriniz o an olmaya başlıyor. Cinsel hayatınız harika oluyor. Arzu ettikleriniz size geliyor. Büyük bir güven hissi duyuyorsunuz. Problemler olsa da eskisi kadar sarsılmıyorsunuz. En fazla bir-iki gün… Sonra yaratıcıyı tekrar hatırlıyorsunuz ve konuyu ona sunuyorsunuz. Hemen, hiç kimseyi acıtmadan düzeltiyor. O kadar şefkatli bir yaratıcı var ki. Öyle güzel, öyle sevecen, öyle bırakmayan… Yaratıcı’ya kendini böyle teslim eden kadın, erkeğin iki dudağı arasından beklentisini çekip, gerçek mutluluğun Yaratıcı’nın kalbindeki varlığı olduğunu fark edince, onunla bağ kurduğunda karşısındaki erkek ile gerçek bağı o zaman kuracağını fark ediyor.

 

Pozitif Dergisi 2014/01

Yorum Ekle