Kuantum

Evren kendine bizim gözlerimizden bakar

Evren kendine bizim gözlerimizden bakar

Fizikte tıkandığını hissettiği noktada kuantum fiziğiyle ve öncelikle bireysel hayatında özgürleşen bir bilim adamı Peter Stefany… Kuantum teorisinin, bütünsel beyin sistemimizin, ilham veren yaratıcı ve ruhsal yönlerine açıklama getiren tek teori olduğunu söylüyor.

PINAR GOGULAN

Peter Stefany ile dört sene önce, sonbahar renkleriyle süslenmiş bir Ankara’da tanıştık. Denge Merkezi’nde Erickson College International Türkiye Temsilcisi Zerrin Başer’den NLP eğitimi alıyorduk. Peter ile bir hafta boyunca pratik egzersizlerde eş olmuş, öğrendiğimiz teknikleri birlikte deneyimlemiştik. O bir fizikçi ve kuantum fizikçisiydi. Bir regresyon danışmanı olarak, görünenin ardındaki görünmeyen gerçekleri araştırmak yaşam amacım olmuştu, dolayısıyla paralel evrenler, kozmos, beyin kozmolojisi üzerine derin sohbetlerimiz oldu eğitim boyunca. Eğitim tamamlandıktan sonra, birkaç mail alışverişi yaptık, sonra da yollarımız ayrıldı. Ya da ben öyle sanıyordum. İki kuantum parçacığı olarak bir araya geldiğimizde, aslında hiç ayrılmadığımızı ve birbirimizle etkileşimimizin devam ettiğini Peter’ı rüyamda gördüğümde anladım. Beni İstanbul’da bir eğitim vereceği konusunda bilgilendirmişti. “Gelmelisin Pınar! Sorularının cevapları bende!” diye fısıldamıştı kulağıma. Eğitimin ilk günü bir araya geldiğimizde, kocaman bir gülümsemeyle karşıladı beni ve şöyle dedi: “Mesajımı aldın! Seni yeniden görmek güzel!”


Peter Stefany 15 senedir “Ben kimim?” sorusunun cevaplarını arıyor. Çocukluğumdan beri benim de sessizce kendime sorduğum bir soruydu bu. Aradığım cevapları, tamamlamaya çalıştığım yaşam yapbozunun eksik parçalarını, daha büyük resmi oluşturan küçük bileşenleri bu eğitimde bulabileceğimi sezinliyordum. Peter Stefany, fizik okumuş ve düşük ısı fiziği konusunda 12 sene araştırmalar yapmış bir bilim adamı. Her gün mikroskop ölçeğinde gizemli kuantum dünyası ile karşılaşmış ve dünyanın çok düşük derecelerde tamamıyla kuantumdan oluştuğunu gözlemlemiş. İngiltere’de bir proje sebebiyle, “evrenin karanlık maddesi”ni de arıyormuş. Sorduğu sorular, onu iş dünyasına, danışmanlığa, girişimciliğe, yöneticiliğe doğru getirmiş. “Ama bir şeyler hep eksikti” diyor. 15 sene boyunca olmayan şeyleri ve kim olmadığını araştırmış. En sonunda Dr. Marilyn Atkinson ile tanışmış ve “Dört Kadranlı Düşünme” isimli eğitimine katılmış. “Bu eğitimle her şey yerli yerine oturmaya başladı. Şimdi her şeyin bir anlamı var ve ben kim olduğumu biliyorum” diyor. Peter’ın hepimiz için de mesajları var…

Bu konuyu hiç bilmeyenler için “Dört Kadranlı Kuantum Düşünme Sistemi”nin ne olduğunu açıklar mısın?

Dört kadranlı düşünme birçok konseptte ve gerçeklikte anlatılabilecek, kullanılabilecek sistematik bir düşünme şeklidir. Ve tutarlıdır. Bir kere bu araçları öğrendiğinde, zihni bilimsel bir araç olarak kullanmak için güçlü bir teknolojiye sahip olursun. Çok düşünen varlıklarız ama hayal de kurarız. Bu sistemde bir düşünme makinası olan zihni üretken ve sistematik bir biçimde kullanmak için kontrol altına alıyoruz.

Peki neden dört kadranlı?

2 ile 2 matrislerde kullanıldığı gibi bazı derinlikler de içerir. Çok boyutlu zihnimizin projeksiyonları gibi… Metaforik olarak konuşmak gerekirse, sanki zihnin “selfie’sini” çekmek gibi bir şey. Böylece büyük bir ustalık ve kolaylıkla kendimize danışman olabiliriz. Dört kadranlı düşünce sistemi ile zihinlerimizden bağımsız, ikinci kişiye danışır gibi, objektif kalmayı başarıp daha net ve doğru kararlar alabiliyoruz.

Peki neden kuantum?

Bu, işin “sihirli” kısmı. Ben bu konu üzerinde çalışırken, bahsettiğimiz bu dört kadranın hala kullanılıp kullanılmadığını araştırıyordum. Benim zihnim, dış realitelerde, soyutlamalarda ve fizik realitesinde dört kadranı kullanıyor mu, evet kullanıyor. Fakat zihnin sistemik konseptini kullandığım zaman bir şey daha keşfettim: Zihinlerimizin belli nitelikleri ve belirli süreçleri var. Şaşırtıcı ama fizikte hiç analog yok, kuantum fiziğinde analog var. Zihnimdeki süreçler ve kuantum fiziğindeki süreçlerle olan bu benzerlik oldukça dikkat çekici ve beni çok heyecanlandırdığı gibi derinden tatmin ediyor. Çünkü klasik fizikte özgürlük yok. Bu sebeple bilim, bilim olduğu zaman, fizikten boşanması gerekiyor. Çünkü orda özgürlük yok ve birçok şeyi açıklayamıyor.

Biz zihnin bir kuantum partikülü gibi hareket ettiğini fark ettiğimizde, aslında kendimizi özgürleştiriyoruz. Düşünsenize, seçimlerinizi tekrar yapabilirsiniz. Kuantum fiziğini en basit şekilde nasıl tanımlarsın?

Görünenin ardındaki görünmeyen metaforu ile açıklayabiliriz. Kuantum partikülü görünenin arkasında garip bir şekilde hareket eder. Kimse bakmadığında buna izin vardır, ama perde açılınca ve gözlemci gözlem yapınca, bu gözlem kuantum partikülünü yeterli derecede etkiler ki o da gerçek yüzünü gösterir, “rolünü” seçer. Farklı bir parça gibi ortaya çıkar ya da ayrı bir parçacık niteliği olarak gözlemleriz. Bunun günlük yaşamla

ilgisi nedir?

İlgisi yok gibi düşünebilirsiniz. Ama bir de şöyle bakın, kuantum açısından partiküller çok küçük aslında. Ama büyük şeyler küçük şeylerden oluşur. Bu sebeple aslında birçok fizikçiyi ilgilendiren, günlük yaşama aktarılabilir teoriler bunlar. Küçük küçük partiküller, en küçük parçacıklar yaramazdırlar, kolay yakalanamazlar. Ancak odaklandığımızda, en küçük parçacıkların davranışlarını gözlemlediğimizde bütün daha iyi anlayabiliriz.

Peki bu, Dört Kadranlı Kuantum Düşünce Sistemi (DKKDS), görünen problemin ardında yatan görünmeyeni araştırmak ve çözmek gibi bir şey mi ?

Kesinlikle! Biz problemlerimizin ötesini görmediğimiz zaman, o problemin illüzyonu içinde sıkışıp kalırız. Ve problem daha da büyür. Bizim için global olarak “anthropocene (yeni çağ)”in sonuçları ile başa çıkmamız, gerçekliği görmemiz gerekiyor. Ne yaptığımızı açıkça görmemiz, doğru ve uygun aksiyonları tasarlayabilmemiz için ölçmemiz ve illüzyonun ötesini görmemiz gerekiyor. Einstein’ın ünlü bir sözü vardır: “Problemi yaratan düşünme şeklimiz, bizim problemden çıkmamıza yaramaz.” Bizi bu sorunlara getiren klasik, indirgemeci, sentetik düşünme şekli doğal olarak bizi bundan çıkarmayacaktır. Bunu şu şekilde ortaya koyalım, eğer biz sürekli, “Hadi daha iyi bir teknoloji geliştirelim, hadi daha iyi temizleme teknolojisi yapalım” diye düşünürsek, sadece aksiyonlarımızın istenmeyen sonuçlarını kaldırmaya çalışıyor oluruz. Belki de doğru olan “ne” ve “nasıl” olduğu ile ilgili tamamen yeni bir bakış açısı, yeni bir algıdır. Sonuçlara değil, kökteki sebeplere bakmamız gerekiyordur, kuyruğu kovalamamız değil.

Sorunun kökteki sebebine bakarken, bu iyi bir başlangıç noktası fakat problemin ötesini görmek için DKDS’de araçlar var mı?

Evet, ben kendimizle başlama yanlısıyım. Dış dünyaya karşı olan davranışlarımız, nasıl kendimizi ortaya koyduğumuz ile ilgili olarak kendi iç problemlerimizin kökteki sebeplerine bakabilirsek ve kendi iç problemlerimiz hakkında net olabilirsek, dış dünyayı da daha doğru sentezleriz. Kendimizle başlamak, kendi iç sorunlarımızın kökteki sebeplerine bakmak iyi bir başlangıç noktasıdır.

Öyleyse ne zaman bir problem varsa, onları çözecek araçları bulmak için kendi içimize bakalım. Doğru mu anlıyorum?

Evet.

O zaman bu durumda problemin çözümü için kaynaklarımız olduğunu iddia ediyorsun.

Evet, tüm kaynaklarımız var. Ben, modern medikal hipnozun babası Milton Erickson’ın şu sözünün savunucusuyum: “Her kişi sonsuz kaynaklara sahiptir, sadece onları kullanmak için araçlara ihtiyacı vardır.” Gezegenimiz kolektif bilincimizin bir yansımasıdır. Bunu dışsallaştırmayalım, problemler yalnızca içeridekinin yansımasıdır.

Bu bana Zero Limit’i hatırlattı. Dr Hew Len ve Ho’oponopono… Bunu duydun mu?

Hayır, ama bilmek isterim.

Bir psikiyatrist olan Dr. Hew Len’in Ho’oponopono adında bir tekniği var. Basitçe dört mantradan oluşuyor: Özür dilerim. Lütfen beni affet. Seni seviyorum. Teşekkür ederim. Kendisi sadece bu 4 mantrayı kullanarak, hiçbir psikiyatristin gitmek istemediği Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinin ağır suçluları ile bulunan bir koğuşta, tek bir hastanın yüzünü bile görmeden hastalarını tedavi ediyor. Dosyalarını inceleyip, tüm suçlarını içselleştirip, gün boyu bu mantrayı tekrar edip, aslında bir nevi kolektif temizlik yapıyor.

Muhteşem. Herkes kolektif olarak günde iki kez bu mantrayı dua olarak kullansa, dünyanın durumunu değiştirir, şüphesiz.


DKKDS insan davranışlarını ve insanlık tarihini bir bütün olarak ele alıyor ve bu sadece düşünmek ile ilgili değil, aynı zamanda insanların duyguları ve bu duyguların temelindeki aksiyonlarla ilgili.

O zaman bu sistem sadece planlama ile ilgili bir iş yaklaşımı değil…

Hiç değil. İnsan psişesini de içeriyor. Düşünme, vizyonlar, duygular, aksiyonlardan bahsederek, güçlendiren bir zincirde yumuşak bir biçimde, zinciri kırmadan; vizyondan, düşünmeden, duygulardan, aksiyonlara gitmek. Bu onun güzel tarafı ve bir tarafı ile soyut konulara da gidebilir ve sonra belirli aksiyonlara yumuşak bir biçimde aşağı da inebilir. Böylece ileri gitmemiz için enerjinin güçlenmesini sağlayabiliriz.

Dört Kadranlı Düşünme alışık olduğumuz, bilinen, klasik evrensel strateji metotlarından farklı olabilir diyorsun. Nasıl farklı?

Benim bakış açıma göre, bilinen reçete olarak sunulan strateji geliştirme yöntemleri temel olarak gelişmiş yemek kitaplarıdır.

Ve onlar genelde sıkıcı ve yaratıcılıktan uzak oluyorlar.

Sıkıcı evet, katılıyorum. Dört Kadranlı Düşünme’nin getirdiği şey, eldeki probleme göre düşünme tipini seçebilme yeteneğidir. Bu yüzden basit hedef belirlemek, zihnini ve uygun olduğunda hedefe ulaşmayı seçebiliyor olmak bir düşünme şeklidir ki buna bu sistemin dışında bir yenilik diyebiliriz. Bunu yapacak tekniği kullanmak veya bazı sistemlerin simetrisini takdir ederek bunun dışından yeni bakış açıları elde etmek, bazı aksiyonların etrafındaki tüm olasılıkları yeni metotlar kullanarak araştırmak ve hatta niyet edilmemiş sonuçları da hesaba katarak bu aksiyon planının ne kadar iyi olduğunu tahlil edebilir olmak, bu çok değerli.


ÇOCUĞUNU BÜYÜTMEK İÇİN KENDİNİ NE KADAR GELİŞTİRİYORSUN?


Peki bir anne olarak soruyorum, DKKDS ile bir çocuk yetiştirilebilir mi ?

Elbette! Dört kadranlı bakış açısı ile birçok realiteye bakabiliriz, şaşırtıcı holistik görüntülere ulaşabiliriz ve buna uygun bir şekilde hareket edebiliriz. Çocuk yetiştirmek buna çok iyi bir örnek. Özellikle insanların çocuk için maddesel koşullara odaklanmaya eğiliminin olduğu günümüz dünyasında…

Örneğin çocuk için bir okul düşünüyorlar. Peki çocuğun duygusal hayatını ne kadar düşünüyorlar? Çocuğun duygusal zekasının gelişimine ne kadar yardımcı oluyorlar? Çocuğun bu dünyanın, zihnin ve hayatın yapılarına alışmasına nasıl yardımcı oluyorlar? Diğer taraftan, ya çocuğun benzersizliği, eşsizliği, bunun farkındalar mı? Çocuk benzersiz olacak ve kendini ifade edecek, kararlar alacak, hatalarından öğrenecek. Peki ya çocuğun nasıl bir birey olacağına dair vizyonu ne kadar düşünüyorlar? Fakat bu hikayenin sadece yarısı, şimdi hikayenin diğer ciddi olan yarısı geliyor. Kendilerini çocuğun büyümesine izin verebilmek için ne kadar geliştiriyorlar?

Gelişim ve öğrenmek hiç bitmiyor desene…

Ebeveyn gelişmezse, çocuğun gelişimi üzerine cam bir tavan koymuş olur! Çocuk bunun üzerinden atlamak için zorluk yaşar ve bu tavanı aşmak için çok enerji tüketir. Cam tavan oldukça, çocuk büyürken cam tavan yükselir ve çocuğun içinde büyük bir boşluk oluşur.


“ Farkındalığımızda olmayan şeyin üzerimizde gücü vardır. Ne zaman farkındalığımızda olursa, o zaman o konu hakkında seçeneğimiz olur.”


Aslında yine aynı noktaya geliyoruz, dışarıyı değiştirmek istiyorsan, kendi içini değiştirmelisin. Dünyayı değiştirmek istiyorsan, kendi içinden başla, çocuğunun ilerlemesini istiyorsan, kendi içinde ilerlemeye başla.

İç dünya sahip olduğumuz tek şey. Dört kadranlı düşünmede iç realiteyi çok çalışıyoruz. Acı çektiğimiz illüzyonlara çalışıyoruz, birlikte yarattığımız iç realiteye, iç realitenin yapısına çalışıyoruz, bu bize güç veriyor. Genel kurallar vardır, çok saygı duyduğum, çağdaş psikologlar ve filozoflar da buna katılacaklardır: Farkındalığımızda olmayan şeyin üzerimizde gücü vardır. Ne zaman farkındalığımızda olursa, o zaman o konu hakkında seçeneğimiz olur. Bu zihnin özgürlüğüdür.


Eğitimde etkilendiğim noktalardan biri de insanları “problemin değeri” hakkında düşündürmekti. Sahip olduğum problemin benim için değerine odaklandığım noktada kurban psikolojisinden bağımsızlaşıyorum. Bu soru çok değerli, öncelikle teşekkür ederim. Burada dağ metaforunu kullanmak istiyorum. Problemi dağın en zirvesinde, bulutlar ardında saklı bir nokta gibi düşünelim. Görünmediği için ürkütücüdür. Dört kadran bakış açısı bize dağın yüksekliğini, fiziksel yanını, problemin duygusal yönlerini ölçmemiz, daha derin anlamı olan psikolojik yanını ölçmemiz için izin verir.

Özel bir düşünme formatı kullanarak, kişinin bu değeri bulmasına izin veririz. Bu da kişinin değişimini destekler, bir öğrenme deneyimi olur. Dağ bir yere gitmiyordur ama kişi bilgilendirilmiş kararlar alabilir. Dağa tırmanmalı mı, çevresinden mi dolanmalı, bot yapıp nehirle problemin nehirle çevresinde mi dolaşmalı? Biz evrim geçiriyoruz, hayat bir süreçtir ve biz problemler olsa bile ilerleriz. Sonuçta bu bir öğrenme deneyimidir. Ve bazen aslında problem öğrenme için bir giriş kapısıdır.

Bu tekniği öğrenmeye anaokulundan, ilkokuldan başlasak ne olurdu?

Tamamen farklı bir dünyamız olurdu. Örneğin madde tüketimi veya maddi büyümeye konsantre olmak yerine, ilişkiler alanında, bilgi alanında, bilgelik alanında derinleşirsek, kendimizi tamamen beklenmeyen çözümlerin içinde bulabiliriz. Bu gezegende yaşayanlar olarak kendimize ve çevremize herhangi bir zarar oluşturmadan, sonsuz büyüyebileceğimiz, gelişebileceğimiz çözümle.


“KUANTUM FİZİĞİNİN YAŞAMIMDA YARATTIĞI DEĞİŞİMİ GÖRDÜM”


Başarılı bir bilim adamı olarak fizik deneylerin ödül almış ve iş dünyasında kullanılıyorken neden kuantum fizikçisi oldun?

Antik Yunan tarihinden her zaman çok etkilendim. O dönemde fizik ve metafizik Platon’un elindeydi. Daha sonra bu ikisi boşandılar. Bugün dünyamızın durumuna baktığımızda çok açık ki daha da kompleks bir hale geliyor, yani karmaşık komponentler (bileşenler) içeriyor. Anlamak için bilimsel ve materyalist olmak yetmiyor. Daha derinine inmek, araştırmak, insanın deneyimsel tarafını ve duygusal zekasını da inceleyen bütüncül yaklaşımlara başvurmak daha doğru geliyor.


Fizikte sınırlandığımı ve tıkandığımı hissettiğim noktada kuantum fiziği beni birey olarak da bir bilim adamı olarak da özgürleştirdi. Bu fiziği reddediyorum demek değil, aslında bir nevi fiziğin sunduğu görünenin ardındaki görünmeyeni kuantum fiziğiyle gözlemlediğimde kendi yaşamımda, danışanlarımın ve öğrencilerimin yaşamlarındaki elle tutulur değişimi gördüm. Son 15 yıldır “Ben Kimim?” sorusunun cevabını arıyorum.
Bu soru “zihin /akıl /beyin nedir ve nasıl çalışabilir ve kendini anlar?” sorularıyla da yakından ilişkilidir. Bu sorulara anlamlı cevaplar bulabilmek için, nedenselliğin ötesine geçmek gerekir. Dünyada, bu sorulara kişisel/bireysel cevaplar vermek üzere programlanmış bir bilgisayar yoktur. Bu sorular, bizi bilinçdışı alanın karanlığında saklanan olasılıklı seçeneklerden oluşan bir yapıya, yani kuantumun sınırları içine götürür. Kendimize soru sormadıkça ve gözlem yapmadıkça, sonuçlar bizim için bilinmez kalacaktır.


GÖRÜLEN, EVRENİN KENDİ AYNASINDAKİ GÖRÜNTÜSÜ “KUANTUM FİZİĞİNİN YAŞAMIMDA YARATTIĞI DEĞİŞİMİ GÖRDÜM”


Kuantum akıl ve kuantum zeka; bunu nasıl açıklıyorsun?

Evrenin gelişimi bizi, hayat ve ölümle ilgili düşünmeye yöneltmiştir. Açık uçlu sorularımıza, beklenmedik cevaplar gelmiştir. Evren, kendine bizim gözlerimizden bakmaktadır. Görülen, evrenin aynadaki kendi görüntüsüdür. İlişkiler ve simetrilerdir. Hiçlik, hareket ve madde, uzayda ve zamanda evrim oyununu oynamaktadırlar.

Beyinlerimiz atomdan oluşmuştur ve atomlar da atomdan daha küçük zerrelerden meydana gelmiştir. Atomlar ve zerreler, kuantum fiziğinin emirlerine uyarlar. Beyin sistemimiz, istesek de istemesek de beynimize bağlıdır. Yaratıcı olabilir, umulmadık çözümler ortaya koyabilir. Sanat, müzik, kuantum fiziği alanlarında yaratıcı olabilir ve bütün sistemi anlayabilir. Önsezilerimizi kullanmamızı sağlar. Klasik bilgisayarlar bunların hiçbirini yapamaz, neye programlandıysalar onu yaparlar. Kuantum teorisi; bütünsel beyin sistemimizin, ilham veren yaratıcı ve ruhsal yönlerine açıklama getiren ve karşılaştırma yapabilen şu ana kadar ortaya çıkmış tek teoridir.

Yorum Ekle