Röportaj

Aşk mı,başarı mı?

“Aşk sıradan insanın kahramanlığıdır. Başarı büyük insanların aşkıdır” diye cevap veriyor bu soruya yazar Mümin Sekman ve ekliyor: “Başarı kitlelerle yaşanan aşktır, aşk bir kişinin tüm kitlesi olmayı başarmak.” Siz hangisini seçiyorsunuz?

YAZI: MÜRSEL ÇAVUŞ

Aşk ve başarı insan beyninde sürekli rekabet halinde mi? Hayatın olmazsa olmazı bu iki kavram birbirinin yerine ikame edilebilir mi? Başarı ve aşk bize nasıl algı operasyonları yapıyor? Aşkta ve kariyerde mutluluk nasıl kalıcı hale getirilebilir? İşte başarı uzmanı ve yazar Mümin Sekman’ın perspektifinden aşk ve başarı! “Hayatta dört işlem var; başarı insanı toplar, başarısızlık eksiltir, aşk çarpar, ayrılık böler. Geriye sadece sen kalırsın!” diyorsunuz. Aşk nasıl çarpıyor? Başarı nasıl topluyor? İnsan hayatının merkezinde iki büyük değer var; aşk ve başarı. İnsanlığın neyin peşinde koştuğuna bakın; bir grup başarı peşinde aşkla koşanlar, diğer grup aşkın peşinde başarıyla koşmaya çalışanlar. İnsanlar ya iş ya da ilişki merkezli. İnsanı çözmek aşkı ve başarıyı anlamaktan geçiyor. Yeni kitabımda aşkla başarıyı karşılaştırırken aklıma geldi bu cümle. Aşk ve başarı insan beyindeki iki büyük rakip. Başarının en büyük rakibi başarısızlık değil, aşktır. Çünkü her ikisi de iç dünyamızda bize algı operasyonları yaparak beynimizin odağına yerleşmeye çalışıyor.

“Aşkta kamu yararı yok, yani bencil bir şey, iki kişilik. Başarıda ise kamu yararı var; kitlelerin beğeneceği bir film yapmazsanız, seveceği gofretleri üretmezseniz size talep göstermezler. Bu yüzden kitleler aşka biraz daha düşmanca bakabiliyorken, başarıya karşı hep promosyon vardır.”

Peki insanlar bu algı operasyonlarıyla nasıl başa çıkıyor?
Burada iki grup insan çıkıyor karşımıza. Bir grup daraltılmış tek odaklılar. Bunlar aynı anda iki top çeviremiyor. Aşk veya başarı arasında seçim yapmak zorundalar. Birinde iyiyse, diğerinde vasat oluyor. Geniş odaklı insanlar ise iki top çevirebiliyor, hem aşkta hem kariyerde bir şeyler yapabiliyor ama bazıları ikisinde de orta seviyede kalabiliyor. Ellerinde iki top çevirebiliyor ama ikisini de çok yükseğe fırlatamıyorlar. Aşkı ve başarıyı en yüksekte yaşayanlar, ikisini iç içe geçirebilenler. Mesela Angelina Jolie-Brad Pitt çifti gibi, Sartre ile Beauvoir çifti gibi kariyerleriyle aşkları iç içe geçmiş olanlar. Aşk ve kariyerleri simbiyotik bir şekilde, birbirinden besleniyor, birbirini besliyor. Hem imaj olarak, hem de zihinsel gelişim olarak.

İnsan beyninde, uyuşturucu madde alındığında, aşık olduğumuzda ya da riskli karar alırken aynı nokta harekete geçiyor. Aşık olanlar bu yüzden cesur. Beynimizdeki bu değişim hayatımıza nasıl yansıyor?
Beynimizde aynı metro hatları gibi nöral raylı sistemler var. Bu rayların üzerinde neyi daha fazla çalıştırdığınız önemli. Sık kullanılan aktif raylar kimliğinizi üretiyor. Sinir sistemini kimi aşk üretmek kimi başarı üretmek için kullanıyor. Bunların hepsi duygularımızı yöneten araçlar. Aşık olarak veya başarılı olarak, tabiri caizse kendi içimizde gönül eğlendiriyoruz. Tabii ikisi arasında yapısal farklar var. Aşkta kamu yararı yok, yani bencil bir şey, iki kişilik. Başarıda ise kamu yararı var; kitlelerin beğeneceği bir film yapmazsanız, seveceği gofretleri üretmezseniz size talep göstermezler. Bu yüzden kitleler aşka biraz daha düşmanca bakabiliyorken, başarıya karşı hep promosyon vardır. Bunu yaparken tabii kitleler kendi çıkarını düşünüyor.

Aşkla başarı arasındaki farklılıklar ve benzerlikler neler?
Aşkta önce ödülü alırız, ayrılınca bedelini öderiz. Başarıda ise tam tersi önce bedel öderiz, sonra ödülü alırız. Her iki ödülün de ‘hedonik adaptasyon’ tarafından eritiliyor olması dramatik tabii.

Hedonik adaptasyon ne demek? Mutluluğu nasıl etkiliyor?
Bize yüksek düzeyde sevinç, neşe, coşku veren olaylar yaşadığımızda, bu duygularımız önce yukarı çıkar, bir süre orada kalır ve sonra ortalamaya geri döner. Hepimizin ‘mutluluk fabrika ayarlarımız’ var. Başımıza gelen güzel şeyler bizi bir süre bu genetik mutluluk bandımızın dışına çıkartıyor ama 6-12 ay içine geri bandın içine dönüyoruz. Piyangodan para çıkmasının verdiği mutluluk da bu kadar sürüyor, kaza geçirenlerin yaşadığı üzüntü de… Hedonik adaptasyonun bir nedeni, büyük zevkleri algıladıkça zevk çıtasının yükselmesi. Piyangodan para çıktığında kişinin beğeni çıtası öyle yükseliyor ki, küçük mutluluklar o kişiyi tatmin etmiyor. Küçük şeylerden mutlu olamadığında ise can sıkıntısı başlıyor. Araştırmalara göre her mutluluğun bir son kullanma tarihi var. Mesela evlilikte hedonik adaptasyon süreci iki yıl. Piyango çıktıktan bir yıl sonra herkes mutluluk fabrika ayarına geri dönüyor. Bir şeye sahip olmaya dayalı mutluluklar, havai fişek gibi, gözümüzü boyuyor ama kalıcı mutluluk getirmiyor. Kendini gerçekleştirmeye dayalı başarının getirdiği mutluluk daha sürdürülebilir ve kalıcı.

Başarı mantıkla yürüyebilen, belli planlamalar gerektiren bir yapı. Aşkta ise kontrol edilemeyen bir süreç yok mu? Kime aşık olacağınıza karar veremediğiniz bir durum…
Beynimizde üç katman var. En üstte mantıksal düşünen korteks, ortada duygusal düşünen limbik merkez, en altta da içgüdülerimizin olduğu kısım. Büyük bir aşk da büyük bir kariyer de bu üç katmanı aynı anda tetikler. Üç katta da ışıklar yanmıyorsa, ruhunuz uyarılmamış demektir. Sanılanın aksine, aşıkken beynimizdeki akıl nöronları daha çok çalışır. Sadece nöronlar işe değil, kişiye odaklanmıştır. Günde 70 bin düşünce geçiyor aklımızdan. Bunun 50 biniyle işinizi düşünürseniz Steve Jobs, sevgilinizi düşünürseniz ideal aşık olursunuz! Ortalama insan kendine uygun birini arar, büyük ruhlar ise kendini inşa eder. Efsanevi işler başarmış, epik sonuçlar almış kişiler başarıyla aşk yaşar. Akıl, tutku ve içgüdüleri bir hedefe saplanmıştır. Bu müthiş bir entelektüel sadakat ve muhteşem bir beyinsel zevk demek. Başarı kazanmak aşk duygusunun başka araçlarla üretilmesi aslında. Başarı kitlelerle yaşanan aşktır, aşk bir kişinin tüm kitlesi olmayı başarmak.

Böyle anlatınca cazip geliyor. Oysa uzaktan aşk sıcak, kariyer soğuk geliyor insana…
Türkiye’deki insanların çoğu sevmediği işi yapıyor. Bu ‘kariyer fahişeliği’ni yaygınlaştırıyor. Kariyeri fahişelik olanlar sevmediği işi, sevmediği insanlarla para karşılığı yapar. Kariyer fahişeliği ise sevmediğin bir işi, sevmediğin insanlar için yapmaktır. “Fahişenin bedenine dokunuyor ama benim bedenime dokunmuyor” diyorlar. Oysa bu da bir tür ruhsal tecavüz. Üstelik kırk yıl sürüyor. İnsanların çoğu işini sevmediği için kariyerinde yaşadıkları acıları aşkla telafi etmeye çalışıyor. Bu nedenle aşkta çok talepkarız. İşinde başarılı olanlar, daha minimalist aşklar yaşar. Kariyer başarısı olmayanlar, hayata dair tüm taleplerini aşk üzerinden karşılamaya çalıştıkları için, ellerinde beş prizle sevgilisine yanaşıp onun da duygusal trafolarını patlatıyor.

ask-mibasari-mi-2

Aşkı ve başarıyı karakter nasıl etkiliyor? Mesela iş adamları hayata pragmatist bakıyor ve karşısındakine vereceği değeri bile ölçümleme ihtiyacı hissediyorlar.
Bir insanı değerlendirmek, doğru kredi notunu vermek bir beceridir. Ülkeler kendi kredi notunu öğrenmek için milyonlarca dolar harcıyor. Değerleme bir sanat ve bunun fark yarattığı alan iş adamlığı. Neden? Çünkü aşk gerçeğin üzerine büyü serpmek demek, kişi kendi kafasındaki imgeye aşık oluyor. Aşk gerçeğin sıkıcı ve sıradanlığından kaçmak için icat edilmiş bir büyü. Aşk gerçekliğin üzerine zihinsel ‘photoshop’ yaparak üretilir. İş başarısı ise büyülerden arınıp gerçekliği berrak görme becerisi üzerine kurulu. İnsan iş dünyasında gerçeklikle sınanıyor. İş adamının ‘görüş keskinliği’nin güçlü olması, olanı olduğu gibi algılaması gerekiyor. Bu da büyülenmeye, etkilenmeye karşı bağışıklık sistemini geliştiriyor. Hayran olma yeteneklerini kaybediyorlar. Aşk büyülü gerçeklik yaratışıyla sanata benziyor. İş başarısı ise tersine kendi gözündeki büyüyü bozup, başkalarının gözünü kamaştıran işler yapmak.

Özünde bunları neden talep ediyoruz?
Herkesin temelde bazı ihtiyaçları var. Özel olduğumuzu bilmek, güvende olduğumuzu hissetmek, sevildiğimizi bilmek, sıcak-samimi duygu alışverişinde bulunmak istiyoruz. Bunu bazılarımız aşk, bazılarımız başarı üzerinden karşılıyor. Bir kişi tarafından milyonlar içinden seçilip sevilmek mi, bir milyon kişi tarafından sevilmek mi? Ben ikincisini tercih ediyorum. Kabiliyetim üzerinden sevilmeyi, sadece kişiliğim üzerinden sevilmekten çok seviyorum. Romantik değil ama bu daha zor olduğu için bunu seçiyorum.

Bir milyon kişi size değer atfedip kitabınızı alıyor ama iki saat sonra yoklar.
Bir milyon kişiyi ikna ediyorsanız, bir kişiyi ikna etmeniz zor olmaz, zor olan bir milyona ulaşmak. Aşkı bulmuş insan sayısı ile başarıyı bulmuş olan sayısı aynı değil. Herkes bir şekilde biriyle hayatını geçiriyor. Toplumun yüzde 80’i evli ama yüzde 80’i de başarısız. Kendi beyanları üzerinden söylüyorum bunu. Başarı daha nadir. Tabii çoğu insan başarıaşk rekabetinde başarının yüceltilmesinden hoşlanmaz. Türkiye’nin az gelişmiş kalma nedeni bu bence. Kendi varoluşumuzu başarı değil aşk, kariyer değil evlilik, işini iyi yapma değil ilişkisini iyi tutma üzerinden kurarak varoş toplum yaratıyoruz.

KADINLARDA SUÇ ORTAĞI
Toplumun, “Erkek evlensin, özel hayatı düzene girsin ki işine daha kolay konsantre olsun” yaklaşımı erkeğe başarı getiriyor, kadın evlendiğinde ise iş hayatı çoğunlukla bloke olabiliyor. Kadın nasıl başarılı olabilir?
Evlilik, dağınık erkekleri toplayıp başarısını artırıyor ama derli toplu erkeklerin üzerindeki sistemik yükü artırıp, başarılarını azaltabiliyor. Türkiye’de kadınlar daha ilişki merkezli, erkekler daha iş merkezli. Biri iş üzerinden, diğeri ilişkiler üzerinden temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. Bu da kadını erkeğe bağımlı kılıyor. Buna üzülüyorum. Az gelişmişlik işareti bunlar. Üniversiteye hazırlıkta istatistiklere göre kızlar daha başarılı. Adil rekabet şartlarında kadınlar erkekleri geçiyor. Okul hayatında kadınlar öndeyken hayat okulunda böyle olmuyor çünkü kadın asist rolleri benimsiyor. Başarı kültürünü erkekler kurmuş olabilir ama devamı için gönüllü destek veren kadınlar da bu anlayışın suç ortağı.

Nedeni toplumun kadına biçtiği başarı kriterlerinin bir erkeği nikah masasına oturtmak, evli kalabilmek, anne olmak olmasın?
Bunlar bir başarı değeri taşımıyor. Gözlemlerim bana şunu öğretti; bu ülkede kutsallaştırılan her şeyde kafesleme söz konusu! Çok çalıştırılıp az para verilen bütün görevler kutsallaştırılır. Evlenip çocuk yapanlar bunu başarı sayıyorsa o başarının kitabını yazsınlar, bakalım kim okuyor? Yüz büyük Türk yalanından biri bu. Annelik kariyer değil. Ev kadınlığı hiç değil.

“Kadın hakları savunucularına ‘Kadınların önündeki dış engeller kadar, kadınların zihnindeki iç engeller üzerine de çalışmalısınız’ diyorum. Kadınların kariyer merkezli olması dünyayı daha iyi bir yer yapar.”

Kadınların mutluluk anlayışı ile erkeklerinki arasında nasıl farklar var?
Erkekler başarıyı iş hayatına, mutluluğu özel hayata ait bir kavram olarak görüyor. Bence bu doğru bir beklenti. Böylece iş hayatında mutsuz olsa da kendini sorgulamıyor, sabote etmiyor. Çoğu kadın ise özel hayatını başarı alanı, iş hayatını mutluluk alanı olarak tanımlıyor. Beklentilerini hatalı yapılandırıyor. Özel hayat gibi değişken, duygulara dayalı, yapısı itibariyle kırılgan, istikrarlı olması zor bir alanı ‘başarı alanı’ olarak görünce de enerjisini boşa harcıyor. Histerikleşiyor. Kadınlar şunu bilmeli; özel hayat başarı alanı değildir. Aristo’nun ne kadar başarılı filozof olduğuna karısına sorarak karar verilmiyor. Erkekler için resim net. Olimpiyatta yüz metre rekoru kırmış adam başarılıdır, skor tabelasıdır belirleyici olan, gidip onun sevgilisine sorarak madalya verilmez. İlişki notu değil, iş notu başarıyı belirler.

ask-mibasari-mi-3

KADIN KARİYER DÜNYASININ YUMUŞATICISIDIR
Erkek çalışıp geldiğinde ev işi yapması opsiyonel, kadın için zorunlulukken bunu nasıl aşacağız?
Rol dağılımını yeniden düşünerek… Birincisi geleneksel, ikincisi modern iki davranış seti var. Bizdeki sorun geçiş döneminde olmamız. Şu anda ‘kimin gücü kime yeterse’ diye bir rol dağılımı söz konusu. Bence modern kalıplarla hareket edildiğinde kadının erkeğe bağımlılığı da ortadan kalkacak. Bu toplum için de gerekli. Kariyer yapan kadın suçluluk duymamalı. Araştırmalar gösteriyor ki, kariyer yapan kadınların çocukları, ev kadınlarının yetiştirdiği çocuklardan daha gelişmiş ve başarılı. Ev kadınlarının çoğu mide merkezli. Bizim mide değil, beyin merkezli annelere ihtiyacımız var. Kadın hakları savunucularına “Kadınların önündeki dış engeller kadar, kadınların zihnindeki iç engeller üzerine de çalışmalısınız” diyorum. Kadınların kariyer merkezli olması dünyayı daha iyi bir yer yapar. Erkeklerin otoriter, vahşi başarı kültürünü de yumuşatır. Kadınlar kariyer dünyasının yumuşatıcısıdır.

Başarıda çalışarak belli bir yere geliniyor. Aşkı da çalışmak gerekiyor mu?
Aşkta da kariyerde de doğal uyum teorisine inanıyorum. Çiftlerin birbirini tavlamaya çalışmasına karşıyım. Birkaç görüşmeden sonra doğal uyum varsa o ilişkiye zaman, enerji ve odak katabilirsiniz. Aşkta da, kariyerde de insanlar yapılarıyla, yatkınlıklarıyla uyumlu olmayan seçimler yaptığında ‘ikna etmek’ zorunda. İkna varsa orada yapay bir şey vardır. Kariyere mi, aşka mı yatkın olduğunuz da genetik faktörlerle açıklanabilir. Atatürk gibi biriyseniz kadınların dünyasında iz bırakmak isteseniz de hayatınızı bunun üzerine kurmazsınız. Tarihe geçtiyseniz dünyanızın ağırlık merkezinde aşk küçülmeye başlıyor. Aşk sıradan insanın kahramanlığıdır. Başarı büyük insanların aşkıdır. Başarıda daha büyük bedeller ve daha büyük ödüller var! Aşk büyük başarı getirmiyor ama büyük başarı aşkı getiriyor. Başarılı olduğunuzda görünürlüğünüz arttığı için benzer ruhlu insanlar gelip sizi buluyor. Bir de yakışıklı doğmamış erkeğin, güzel kadınlara ulaşmak için son şansı başarısıdır.

Sonuç olarak sizin seçiminiz başarı mı, aşk mı?
Sonuçta dünyada cevabını aradığımız tek soru; şu hayatı nasıl yaşamalı? En büyük müfredat bu. Sınırlı miktarda enerjimiz, sınırlı miktarda odağımız, sınırlı miktarda zamanımız var. Madencinin kafasındaki ışığı düşünün, ışık nereye odaklanırsa orası aydınlanıyor, gerisi karanlıkta kalıyor. Bilincin ışığı, aklımızın odağı sınırlı. TÜİK rakamlarına göre 75 yaşına kadar yaşıyoruz. 47 milyon dakikamızı aşka mı, kariyere mi adamalıyız? Yüzde 75’ini kariyere, yüzde 25’ini aşka mı? Doğru cevap bir değeri dayatmak olur, neye inanıyorsanız o sizin için doğrudur. Benim derdim, insanların sonuçlarını bilerek seçim yapmalarını sağlamak.

MUTLULUK KALICI OLABİLİR Mİ?
Bu konuda araştırmalarıyla ünlü Profesör Martin Seligman’ın vurguladığı üç tür mutluluk var. Biri ‘roller coaster tipi’ mutluluk; yani hızlı yükseliş, bir süre sonra düşüş. Arabasını yenilemek, güzel bir tatil, hoş bir konser deneyimi bu gruba giriyor. İkincisi ‘başarıyla gelen mutluluk’. Karakterimizle uyumlu bir kariyer tasarlayıp varoluşumuzu anlamlı bir başarıyla gerçekleştirince hissettiğimiz mutluluk. Buna ‘akış deneyimi’ deniyor. Hem para kazandığımız hem genetik olarak yatkın olduğumuz hem de severek yaptığınız işleri yaparken bu akış deneyimi yaşanıyor. Üçüncüsüne ise Rahibe Teresa tipi mutluluk; ‘başkalarını mutlu ederek mutlu olmak’. Bencil davranmamak, bir su damlası olmayıp denize katılmak, kitleler yararına çalışmak bu tip insanları mutlu ediyor. Bu üç mutluluk ekolü de kişiye göre değişiyor. Üçünden karma yapmak da mümkün. En hızlı mutluluk birinciden, en sürdürülebilir mutluluk ikinciden geliyor.

Pozitif Dergisi 2015/04

Yorum Ekle