Röportaj

Barışa EVET!

Hepimizin hayattan beklentileri, umutları, yaşam amaçları, farklı inançları ve algı sistemleri var. Bolluk, bereket, sevgi ve barışın hakim olduğu bir dünyada yaşamak ise hemen hemen hepimizin ortak dileği ve hakkı. Peki barışı ve sevgiyi istemek, onu dilemek ama eyleme geçmeden beklemek bütüne ne kazandırıyor? Aslında bu soru “Barış için ilk adımı nasıl atabiliriz?” sorusunu da beraberinde getiriyor. Yanıt içinse Stefano D’anna’nın ‘Tanrılar Okulu’ kitabının kahramanı Dreamer’ın felsefesenin en özlü ifadesini hatırlamak yeterli: “Dünya sen böyle olduğun için böyledir.” Bu noktadan yola çıkarak Uzm. Psikolog ve Yoga Eğitmeni Özge Genlik ile dünya barışı için atabileceğimiz kişisel adımları ve içsel barışı konuştuk.

Savaşlar neden bitmiyor? İnsanlar oldukça savaşlar olacak mı? 

Beyin, insan varlığını fiziksel boyutta yaşamda var edebilmek anlamında sürekli negatife odaklanan, çevredeki tehlikelere karşı sürekli tetikte kalmamızı sağlayan bir organımız. Doğada ölümcül bir riskle karşılaşıldığında, beyin organizmayı tetikte tutabilmek adına bütün kanın kollara ve bacaklara pompalanmasını sağlar. Örneğin, ormanda yürürken bir aslan ile karşılaştığınızda beyin ‘savaş-kaç-don’ komutlarını verir çünkü karşıda bir tehlike vardır ve organizmanın hayatta kalmasını sağlamak beynin görevidir. Bugün ise karşınızda hararetle ve biraz öfke duygusu ile konuşan bir müşteriniz, arkadaşınız, bir akrabanız; beynin  aynı komutu vermesine sebebiyet veriyor. Yani beyin için karşınızdaki bir aslan ile çok stresli bir müşteri arasında en ufak bir fark yok, her ikisi de tehditkar bir uyaran. Bu bağlamda insanın doğasında kendi bütünselliğini hayatta tutabilmek adına işleyen muazzam bir mekanizma mevcut.

“Barışa evet” yerine neden “Savaşa hayır” diyoruz? 

Barışın karşıtı savaş. Biri olmadan bir diğeri de var olamaz. Peki biz özümüzde hangi ikilemler ile savaş halindeyiz? Düşünme merceğinizi bu alana yöneltmeyi denediniz mi hiç? Yüzümüzü, bacağımızı, ürettiklerimizi, bazen eşimizi, çocuğumuzun davranışlarını beğenmeyerek, kendi içsel sistematiğimizde yargılayıcı bir savaş alanı oluşturmuyor muyuz? Bizden farklı olana tahammül eşiğimiz ne durumda? Eğer barışın somut formlarını dünyamızda duyumsama niyetinde isek, önce öz benliğimizdeki savaş alanını fark etmeli ve her şeyi olduğu gibi kabul etme cesareti ile yaşam serüvenimizde yol alabilmeliyiz.

“Her nefesin bir fırsat olduğu bilinci ile her deneyime şükretmeyi başardığımız an barışta var olduğumuz andır. İşte o an ağzımızdan gerçek barış sözcükleri dökülebilir.”

Bunu nasıl başaracağız? 

Her nefesin bir fırsat olduğu bilinci ile her deneyime şükretmeyi başardığımız an barışta var olduğumuz andır. İşte o an ağzımızdan gerçek barış sözcükleri dökülebilir. Eğer özümüzde barış var olmuyor ise; “Savaşa hayır” demeyi tercih ederiz belki de farkında olmadan. Bu demektir ki özdeki savaş halen devam ediyor. Zihin-beden-ruh kopuk kopuk bir zeminde. Beden ve ruhta savaş var. Bir diğer deyim ile kabullenmeme, reddetme hali… Ancak zihin “Savaş istemiyorum” diye hayrıkıyor. Günümüzde birçok insanın beden-zihin-ruh dinamiği işlevsel olmayan bir mevcudiyette var olmaktadır. Beden-zihin-ruh ahenkle barış danslarını yaptıklarında zaten bireyin ağzından dökülen sihirli kelime “Barışa evet” olacaktır.

Barışı kendi özümüzde var etmek için neler yapabiliriz? 

Dışarıda gördüğümüz her şey, yüreğimizde var ettiğimiz resmin bir fotoğrafı. Özünüzde var olmayan hiçbir şeyi dışarıda görmeniz, duyumsamanız, temas etmeniz olasılık dahilinde değil. Bu gerçeklik zemininde, yaşam döngünüzde, her ne ile temas etmek istiyorsanız öncelikle onu özünüzde oluşturmanız gerekiyor. Örneğin şu an dünya genelinde barış zemininde rahat, huzurlu, mutlu bir biçimde yaşamayı, geleceğe umut ile yönelmeyi istiyorsak öncelikle barışı kendi özümüzde var etmenin yollarını keşfetmeliyiz. Bu keşif sürecinin ilk adımı ise, olanı olduğu gibi kabul etmekten geçiyor. Şu anda neyi deneyimlemekteysen, iyi-kötü, güzel-çirkin, olumlu-olumsuz ayırımı yapmaksızın her şeyin senin kendini hatırlamana vesile olan bir araç olduğunun farkında mısın? Ve başına her ne gelirse gelsin, her şey için şükredebiliyor musun? Yanıtın ‘evet’ ise özünde beyaz güvercini yaşatabilen dengeli bir insan varlığısın demektir.

Stresli anlarla, öfkeli insanlarla başa çıkabilmek ve kendi iç savaşımızı  bitirebilmek için bireylere önerileriniz neler? 

Öncelikle gerçeklikte kim olduğumuzu hatırlamaya yönelik bir adım atma cesareti gösterebilmeliyiz. Her birimiz kim olduğumuzu biliyoruz aslında, sadece unuttuk. Şimdi hatırlama, yeniden öze dönme zamanı. Dünyanın güzelliklerini görebilmek için, insan varlığı kendi özünün biricik güzelliği ile buluşmalı. Bunun için ilk adım, koşulsuz güven. Dünya gezegeninde varlığınızı sürdürmekte iseniz bunun bir nedeni var. Yaratıcı/Allah/Tanrı/Enerji…

Siz nasıl isimlendirmeyi tercih ediyorsanız, sonsuz ve koşulsuz bir sevgi ile bizleri yarattığını her daim hatırlayarak her solukta şükretmeli ve başımıza her ne gelirse gelsin bizim hayrımıza, iyiliğimize yönelik olduğu bilinci ile eylemde olmak öz güzelliğimiz ile ardından dünyanın güzelliklerini görmemize vesile olacaktır.

İçsel barış için affetmek önemli… Kimleri affetmediğimizi nasıl anlarız ve nasıl affederiz?

Bizler ile temasta olan, karşımıza çıkan her insan varlığı bizi bize aynalar. Karşılaştığınız her kişi bir anlamda sizsiniz aslında. Bir başka deyim ile eğer iş arkadaşınızın size yönelik çok agresif davranışları olduğunu düşünüyor ve ona sinir oluyorsanız, içinizdeki agresif tutumlardan arınmadıkça bilin ki karşınıza hep/daima sizde agresyonu tetikleyecek insan varlıkları çıkacak. Öfke duygusunu deneyimlemek istemiyorsanız öncelikle siz öfke duygusundan arınmalısınız. Aynı şekilde barış istiyorsak öncelikle kendi içimizde kabul etmediğimiz yönlerimizi olduğu gibi kabul ederek tüm hatalarımız ile kendimizi affetmeyi bilmeliyiz. Affetmek, özgürleşmektir. Kendi dönüşümüzü gerçekleştirebilmek için affedebilme eylemini gerçekleştirebilmek oldukça önemli.

“Seni affediyorum” demek ne anlama geliyor, insana ne gibi katkıları oluyor? 

Affediyorum diyebilmek aslında davranışların, düşüncelerin ve duyguların yolu ile “Benim öz benliğimi keşif yolculuğumda içselliğimdeki farkındalık zeminimi genişlettiğin için sana, bir diğer deyiş ile Yaradan’a teşekkür ediyor, şükrediyorum” diyebilmektir. Bir varlığı affetmeyi tercih ettiğinizde, affettiğiniz aslında kendinizsinizdir.

Çocuklar dünyayı sevgi yoluna döndürecek rehberler. Özellikle barış konusunda İndigo çocukların çok önemli bir misyonu olduğuna inanılıyor. Buna katılıyor musunuz? 

Çocuklar, dünyanın en yüce bilgeleri. Bir çocuğu gözlemlediğinizde sürekli olarak anda yaşamı deneyimlediğini görebilirsiniz. Düşünceye çok fazla odaklanmadan, tamamen duyguları ile hareket etmekteler. Bir zamanlar her birimiz bu şekilde duygularımız ile temasta kalarak eyleme geçmekteydik. Şimdi Dünya gezegeninde can bulmuş çok özel ruhlar var, bu ruhani varlıklara ‘indigo’ deniliyor. İndigo çocuklarının görevi her birimizin özündeki çocuk ile temasını yeniden yapılandırmak ve tamamen düşünce boyutu ile sınırlandırılmış olan Dünya gezegeninin tekrar sevgi boyutunda var olmasına destek olmak. İndigolar, şu anda hali hazırdaki dünya düzenini yıkmak, işlevsel olmayan her türlü boyuttaki eylemleri dönüştürmek için buradalar. Görevleri de sevgi düzeninde bir dünya oluşturmak için burada bulunan Kristal çocuklara yol açmak ve onlara rehber olmak. Kristal çocuklar, kendilerini bütünü ile duygusal boyutta var eden, empati yetenekleri oldukça gelişmiş olan çok değerli ruhlar. Kristal çocukların belirli bir noktaya odaklanmaları ve sürekli o hal içerisinde kalmaları oldukça güç. Çünkü duygular sürekli dönüşüm halindeler. Dolayısıyla  bu çocuklar da sürekli dönüşen duyguların izini sürerken; odaklanma güçlükleri çekebilirler ve oldukça hızlı eylemlerde bulunabilirler.

DOKUN, SARIL, YAVAŞLA

Cinayetler, çocuk katliamları, kadına şiddet… Bunlar devam ettikçe dünyanın güzelliğini görmek zorlaşıyor. Çevremizdeki insanların nefretle değil aşkla dolması için atabileceğimiz adımlar var mı?

Mevlana diyor ki; “Görevin aşkı aramak değil, ona karşı yarattığın engelleri kendi içinde arayıp bulmaktır sadece.”

Kendinizi bağışlayın: Her birimiz zaman zaman değer ve inançlarımıza uygun olmayan davranış örüntüleri sergileyebiliriz. Bunu her daim hatırlayalım ancak bu uygunsuzlukları düzeltmek için de her daim ikinci bir şans sunulur. İkinci şansları fark etmek için gönül gözünüzü açık tutun.

Dokunun: Önce kendinize sarılın, öpün kendinizi. Sonra bir ağaca, kediye, köpeğe, bebeğe, arkadaşınıza, dostlarınıza, ebeveynlerinize sarılın, kucaklayın.

Paylaşın: İç dünyanızı dinlemeyi tercih eden kişiler ile konuşun. Kendiniz ile yüzleşmeler yapın, kendinize randevu verin, geçin aynanın karşısına, yaşadıklarınızı değerlendirme toplantısı yapın. Bunları eyleme koymayı tercih etmiyorsanız; kağıda dökün tüm içsel yüzleşmelerinizi.

Yavaşlayın: Yaşam sonsuz bir serüven. Bu sebeple yaşamın her anında bir şeyler öğrenmeye çabalayın, her bir insanın sizi size yansıtan bir ayna olduğunu hatırlayın.

Anlam katın: Her gününüze bir anlam verin. Bunun için tablolar yapın, o güne bir isim verin, örneğin bugün günlerden ‘sürpriz’ günü olsun. Hem kendinizi hem de çevrenizdeki diğer insanları şaşırtacak eylemleri hayata geçirin, cesaretli olun.

Alma-verme dengesini iyi kurun: Yaşam düzeneği denge zemininde biçim/form alıyor. Her daim dengeli olmaya özen gösterin. Beslenme biçiminiz, uyku biçiminiz, düşünceleriniz, eylemleriniz, ağzınızdan dökülen kelimeler yerinde, zamanında ve ölçülü olsun. Yaşama ne sunarsanız ancak o kadar alabileceğinizi hatırlayın. Portakal ağacı tohumu ektiyseniz, ağacınız size portakal sunar, elma değil.

Kabul edin: Yaşamın sunduklarını ve kendinizi olduğu gibi kabul edin ve şükredin. Her şey her zaman tam da olması gibi, olması gerektiği zamanda meydana geliyordur. Boş vermek ya da üzerinde zihinsel oyunlar türetmek yerine olayların ardındaki bütünü görmeye çalışın. “Bu deneyimlediğim olay/durum bana ne anlatıyor, beni ne ile yüzleşmeye davet ediyor?” gibi sorularla, yaşamınıza ve size anlam katıcı ‘merak’ duygusu içeren anlam arayışlarında olun.

Harekete geçin: Hayat bir oyun ve bu oyun sürecinde birden fazla rolünüz oluyor. Roller geçici ancak özünüz mutlak ebediyete kadar sizlerle oluyor, bu nedenle bir an önce kim olduğunuzu bilin. Ve harekete geçin, biricikliğinizi ışıl ışıl yansıtın. Öyle bir yansıtın ki bir görenin yaşamına anlam katsın onun da yüreğinde bir ışık yaksın.

Yorum Ekle