Röportaj

Farkındalık yolunda bir yolcu

Böyle tanımlıyor Dr.İzzet Memi,’Açık Ruh ameliyatı’adlı kitabında kendi.Harekete geçmeyen her insan gibi kısırdöngünün içinde tutsak olduğundu fark ettiğinde düşünmeye başlıyor. Sonra da hissetmeye… Ve ardından aksiyon geliyor.Özgürlük için,sevgi için,farkındalık için,büyümek için ve en önemlisi kendisi için…

YAZI:YAPRAK ÇETİNKAYA

Açık Ruh Ameliyatı çok samimi bir itirafla başlıyor: “Aynada kendimi göremiyorum. Ben ne zaman kendimi göremeyecek kadar başkası oldum? Halbuki ne kadar sevecen, cana yakın bir görüntüm var. Çevreme göre ben herkesle iletişime geçebilen, sevgi dolu bir adamım. Peki ya bu çevrenin merkezi olan ben, böyle hissediyor muyum? Yüzümdeki maskeyi bir tek ben mi görüyorum? Herkese takındığım bu gülen surat da neyin nesi? Neden insanları kaybetmekten bu kadar korkuyorum?” İşte bu cümlelerin ardından maske çıkıyor ve kahramanın kendi bedenindeki yolculuğu ve ‘öz’ü ile sohbetleri başlıyor. Bir doktor bu sefer bambaşka bir amaçla organlara dokunuyor. Ameliyat bittiğinde ise maskenin üzerine basıp geçerek yoluna devam ediyor. Ta ki bir sonraki ameliyata kadar. Siz bir doktorsunuz ve “Açık Ruh Ameliyatı” adlı bir kitap yazdınız. “Sen şimdi o kadar tıp okudun, ne işin var bunlarla?” diyenlere ne cevap veriyorsunuz? Şu ana kadar kimse bana bu şekilde bir cümle kurmadı. Harika! Tıp okudunuz ama doktorluk yapmadınız. Nasıl aldınız bu kararı? Fakültenin son senesinde mesleği sorgulamaya başlamıştım; hem bana uygunluğunu hem de sistemin uygunluğunu. Mezun olduktan sonra bir sene boyunca da Bilim Üniversitesi’nde okudum ve aynı vakıf çatısı altında olan hastanede kat hekimi olarak organ nakli bölümünde çalıştım. Böbrek ve karaciğer nakli maalesef hasta kaybının çok yaşandığı alanlar. Bu hasta kayıpları olunca, sorumluluk olarak piramidin en altında olmama rağmen çok kötü hissettim. “Acaba ne yapabilirdim?” diye düşünmekten uykularım kaçtı ama zaten yapabileceğim birşey de yoktu. Üst üste geldikçe, “Bu meslek bana göre değil’ dedim. “Niye onca yılımı verdim bu eğitime” dediniz mi? Okumaktan hiçbir zaman pişman olmadım çünkü çok keyifliydi. Vizyonumu değiştirdi. Vücudu tanımak, bu mucizeyi ayrıntılarıyla öğrenmek çok güzeldi. Ardından bilimsel araştırma yapmak üzere yurt dışına gittim. Bir sene sonra dönüp askere gittim. Artık sağlıkla ilgili her şeyi aklımda bitirmişken ilaç firmalarında medikal direktörlüğünü düşünüp düşünmediğimi sordular. Olur mu, olmaz mı derken 2009 Aralık’ta bir firmada başladım. Başka firmalara geçtim derken aslında bir sene hiç çalışmadan geçti. Zaten bütün o yüzleşmelerim, aslında kitabın altyapısı olan geçmişi temizleme, sevgi nedir gibi konularla ilgilenmeye başladım. Gelecek kaygılarından arınmaya çalıştım. Fakat para kazanmıyordum. Dedim ki “Tamam artık yüzleştiğin, hayata dön.” Aralık 2012 ile Kasım 2013 arası böyle geçti.

farkindalik-yolunda-bir-yolcu-2

“Ben teoride birkaç şeyi düşününce, kitap yazınca ‘oldum’ sanmışım. Ama seminerde tokatları yiye yiye anladım. Ve dedim ki “İzzetciğim düşünmek iyi güzel de harekete geçmeden hiçbir şey olmuyor.”

Aralık 2012’de başlaması çok anlamlı olmuş!
Evet, çok inanırım! Yani büyük bir saygıyla inanırım. Ve zaten şu an etrafınıza baktığınızda çok uzağında olan insanlar bile artık bu konuları konuşmak istiyor, araştırıyor. Sosyal medyada insanların paylaştıkları, beğendikleri fotoğraflardan bile anlıyorsunuz. Zaten Maya Takvimi’nin de söylediği buydu; yeni bir dönem başlıyor.

Kendimle yüzleştim dediğiniz süreçte bir kitap mı, bir insan mı çıktı karşınıza? Ne oldu?
İnişli çıkışlı, bir hafta iyi bir hafta kötü günler yaşıyordum. Ama niye iyiyim, niye kötüyüm belirsiz. “İzzet çıkalım mı?” diyorlar. “Yok ya…” “İzzet şunu yapalım mı?” diyorlar, “Yok ya…” Yani hep böyle aksi, lanet bir adam… Sonraki hafta bu sefer ben herkese, “Haydi ne yapıyoruz?” demeye başlıyorum. Bu sırada Secret’ı izledim. Çok hoşuma gitti. “Güç sende. Sen kendi dünyanı yaratabilirsin, bu gücü kullan” diyordu.

Secret bunu en basit şekilde anlatır…
Evet, gayet basit… İnsanın gerçekten kendi hayatını yaratabileceğine inanıp bunu kullanması gerektiğini düşünüyorum hatta kullanmadığı her gün kendine ihanet ettiğini bilmeli. Bunu fark edince dedim ki, “Bu hayat keyifli olmalı.” Uykularımı kaçıran, savaştığım, kızdığım, pişman olduğum olaylarda ne yapabilirdim diye düşünmeye başladım.

Bu süreçte bir koçunuz, rehberiniz oldu mu?
Hayır. Hiçbir teknik, hiçbir koçluk, hiçbir destek almadım. Demek ki böyle de olabiliyormuş… Şöyle ki, çok zamanım vardı. Boş adamın da düşünmeye çok vakti olur. Böyle böyle İzzet’i sevmeyi öğrendim çünkü ben o İzzet’i sevmiyordum.

O zamanki halinizi, “Çok dramatik olaylar yok ama yine de mutlu değil” gibi görüyorum.
Ne büyük acılar, ne felaketler; hayatımda bunların hiçbiri yok. Ama en kötüsü var: Sevgisizlik! Ondan daha büyük acı var mı, bilmiyorum. Tabii ki insan kalbini açınca evren buna hemen cevap veriyor, karşınıza ona göre insanlar çıkartıyor. Çevrem bu süreci çok hızlandırdı, çok güzel bir sene geçirdim. Sonra işe döndüm, reel hayatın içine girdim. Tekrar para kazanmaya başladım ve rahatladım. Ama bir süre sonra tekrar sıkıştırmaya başladı; “Gerçekten istediğin bu mu?” diye. Yine inişler çıkışlar, sabırsızlıklar…

Yazma fikri nereden geldi?
Bu arada 2013’ün ortasında iki olay yaşadım. Bir gün yolda yürürken, çöp toplayan bir adam ateş istedi. Tam onun sigarasını yakarken alev sönmesin diye elimin pozisyonunu değiştirdim. O da sandı ki onun eline değdim diye çekildim. “Pardon” dedi hemen. O bir saniye ömür gibiydi. Adamın kendini konumlandırdığı yer ve bunu kabullenmesi çok ağır geldi bana. Bunu üzerine bir yazı yazıp paylaştım. Çok ilgi topladı, güzel yorumlar aldı. Ondan sonra düşündüğüm her şeyi yazmaya başladım. Sonra bunları kitaplaştırma fikri doğdu. Bu arada daha önce ablamın rahatsızlığı sırasında yazdığım 10 sayfalık bir yazı vardı. Editör bir arkadaşıma en klasik şekilde, “Abi, elimde yazılar var, bunlardan kitap olur mu?” dedim. “Bakarız” dedi. O ilk on sayfada vücudumun içine girip kendimle yüzleşiyordum. Ama hep beynimle konuşuyordum. Kalbi, mideyi, ayakları katalım derken 2014’e geldik. Bu arada kitabı yazdığımı duyurmuşum, herkes iyi niyetle “Kitap nasıl gidiyor?” diyor. O soru insanın üstüne on ton ağırlığında çöken bir sorudur. Bu sırada karşıma bir başka iş fırsatı çıktı. İş değişikliği sırasında sakin geçen 2,5 haftada kitabı toparladım. Ardından fikrine güvendiğim on kişiye yolladım. İyice içime sindikten sonra yayınevi dolaşmaya başladım. Bu arada da bir seminere katıldım, ‘Essence’ semineri…

Bu seminerin de kitaba kattığı birşeyler oldu mu?
Benim için seminerlerin zirvesidir. Kitabın arkasında da yazan, “Oldum diye yazdım sandım, yazdım diye oldum sandım”ı idrak ettim. Ben teoride birkaç şeyi düşününce, kitap yazınca oldum sanmışım. Ama seminerde tokatları yiye yiye anladım. Ve dedim ki “İzzetciğim düşünmek iyi güzel de harekete geçmeden hiçbir şey olmuyor.” Yani bizi biz yapan ne düşüncelerimiz ne hislerimiz; bunları sadece aktarabildiğimiz hareketlerimiz. Ben sizi hareketlerinizle tanırım, içinizi bilemem. Zaten farkındalık denen de farkına vardıklarınızın harekete geçmiş halidir. Yani ben farkındayım, fark ettim. İyi güzel de ne yapıyorum bununla ilgili? Hiçbir şey yapmıyorum ama farkındalığım yüksek sanıyorum. Maalesef değil. Bunu fark edince kitaptaki yolculuk tepeden tırnağa oldu ve ayak bölümü yazıldı. Güzel bir aksiyonla bitti, benim içime de çok sindi. Ancak bu işi yaparken çok önemli bir şey vardı benim için, orijinal olmak… Stüdyoya girdim, kitabı seslendirdim, bir de arka plana özel bir müzik besteledim. Bu kitabın kurgusu ile çok uyumlu, çok sesli bir beste türü olan füg… Birinci ses konuyu belirliyor, ikinci ses ona cevap veriyor; yani aynı benim içimde, içimdeki ikinciyle yüzleşmem gibi. Ben konuyu belirliyorum ve o bana cevap veriyor. Sonra atışma şekline dönüyor.

Kitapta beyin, kalp, mide ve ayakları ziyaret ediyorsunuz. Neleri sembolize ediyor bu organlar?
Aslında hepsinin başlangıcı beyin. Yani benim ilk taslağım beyinden çıktı ve kitap başta şöyle diyor: “Daha farklı ve daha iyi düşünebilmek için daha farklı bir beyne; daha çok sevebilmek için sağlıklı bir kalbe ve bunun ikisini hazmedebilmek için sağlıklı bir mideye ihtiyacın vardır.” Her şey beyinden, yani düşünerek çıktı. Beyine girdiğim zaman mantık var… Mantık da bir yere kadar… Sonra sevgi, yani kalp. Peki bu ikisini kim dengeleyecek? Hazmetme organı mide. En sona da sürpriz olarak ayağı ekledim. Yani; güzel düşündüm, hissettim, dengeledim, sırada harekete geçme kısmı var.

Harekete geçmek çok geniş bir kavram… Neyi kastediyorsunuz orada?
Harekete geçmek, eskiden yapmadığın bir şeyi hayatına katmaktır. Davranış da olabilir, bir alışkanlık da. “Hayır” demeyi katabilirsiniz, “evet” demeyi katabilirsiniz. Daha önce söylediklerinizi söylememeyi ya da söylemediklerinizi söylemeyi katabilirsiniz. Bunlar da bir gelişmedir ve aslında hareket budur; özüne yaklaşmadır. Ama tabii en zoru da hareket…

Neden zor?
Fark ettiklerini hayatına hemen katabilmek zor olabiliyor. Örneğin kişi bir korkusunu fark ediyor. Korkmamak için ne yapması gerektiğini fark ediyor. Ama artık bunu bildiği için sinirlenebiliyor çünkü harekete geçmekten korkuyor bu sefer. Aslında sadece fark etmiş olması bile çok büyük bir adım. Fark ettikten sonra zamanla bir şekilde harekete geçiyorsunuz aslında.

Kitapta “Farkındalığın girişi var, çıkışı yok” diyorsunuz. Kasttettiğiniz bu herhalde…

Aynen öyle… Bu biraz zehir gibi.. Bu yönde düşünmeye başladığınız zaman dönüşü yok.

İnsanın harekete geçmesiyle birlikte fırsatların da önüne çıkmaya başladığına inanıyor musunuz?
Kesinlikle… İnsanın bir adımına evren on adımla cevap veriyor. İnsan kalbini açtığı zaman yaydığı enerji o kadar fırsatlar yaratıyor ki ve evren, ‘”Burada kal ve ben seni destekliyorum. Bir adım gelip tesadüf diye düşünme” diyor. O kadar güzel kurgulanmış ki her şey. Ama işte bunu fark edip uygulamak gerekiyor.

Kitabın kahramanı sizsiniz ve içeride biriyle konuşuyorsunuz. Kim o?
Birçok farklı adı olabilir ama ‘öz’ümle diyeyim. Belki özümle değil, özüme daha yakın olan, beni benden daha iyi tanıyan, benden önce karar veren ve bilen ‘ego’, ‘üst benlik’, ‘alt benlik’ de olabilir. İçimdeki ikinci. Aslında benim arkadaşım ancak en yakınımdaki olduğu için isyan ettiğimde hep onu bozuyorum.

‘Öz’ dediğiniz nedir?
Gerçek ben. Yani toplumun yaratmış olduğu ben değil. Çünkü yüzleşmede şunu fark ettim ki ben kendi hayat oyunumu oynamıyorum. Başkaları tarafından tutuşturulmuş bir senaryoyu oynuyorum, orada da yardımcı oyuncuyum. Başkaları ise aile, öğretmen, komşu, patron; sizin dışınızdaki herkes. Yani aslında seçemediğiniz herkes. Zaten seçme dönemine geldiği zaman öyle bir etki gördüğünüzde uzaklaştırıyorsunuz.

“Kendimi göremeyecek kadar başkası olmak’’ diye bir sözünüz var. Başkası olmak çok ağır bir durum aslında değil mi?
Çok ağır. Yani o aynaya baktığınızda, “Sen kimsin?” diyorsunuz ve cevap “Bilmiyorum.” Şu an söylerken bile içim acıyor yani.

Kitapta bir de “Kalbimin içinde sıkışan bedenim” diyorsunuz. Kalbim sıkıştı deriz ama aslında olan nedir?
Aslında kalbimiz bütün dünyayı alacak kadar büyük; biz onu açarsak. Açmayı tercih etmezsek bedenimiz küçücük oluyor, enerjimiz o kadar düşüyor ki içinde böyle sıkışan küçücük biri haline geliyoruz. Ama bir açarsak kalbimizi, o zaman bütün dünyayı sığdırabiliriz oraya, sevgi gibi. Kalbi açmak ne demek peki? İlk önce kendini açmak, kendini olduğu gibi kabul edip sevmeyi tercih etmek. Çünkü sevgide hiçbir neden yoktur; ya seversiniz ya sevmezsiniz. Eğer şu varsa, “Ben seni seveceğim ama benim farkına varırsan, ben seni seveceğim doğum günlerimi unutmazsan.’’ Böyle alışverişlerde tüccarlık var. Sevgide böyle bir şey yok. Sevgide sadece tercih etmek var. Seni sevmeyi tercih ediyorum. Neden? Çünkü istiyorum. Hiçbir şey yapmana gerek yok seni sevmem için. İnsanın kendini sevmesi için de öyle. Kendini kabul edersin, olduğun gibi.

Aslında bu yüzyıllardır söylenen bir şey. Ama bizim tekrar tekrar yeni versiyonlarını yeni ağızlardan duymaya ihtiyacımız var herhalde.
Aynen öyle. Sohbet ediyorum insanlarla, seminerlere gidiyorum. Neredeyse herkesin içinde değersizlik hissi var. Bu değersizlik hissiyle zaten sevgiyi ortaya çıkarmak mümkün değil. Kendini değersiz hissederken insan nasıl sevebilir ki kendini?

Ayrışmanın arttığı bir dönemdeyiz. Sevgiye dair umudunuz var mı?
“Daha farklı ve daha iyi düşünebilmek için daha farklı bir beyne; daha çok sevebilmek için sağlıklı bir kalbe ve bunun ikisini hazmedebilmek için sağlıklı bir mideye ihtiyacın vardır.”

Ben buna şahit olur muyum bilmiyorum ama bu enerji hakikaten saracak dünyayı, herkes bir olacak. Zaten öyle de, gerçekten ‘bir’ olacak. Bu ne zaman olur onu bilemiyorum ama olacak.

‘Korkuların illüzyon olma hali’nden bahsediyorsunuz. Parasız kalmak, aldatılmak, çocuğunun başarısız olması… Herkesin böyle korkuları var.
Bunlar hep bir varsayım aslında ve gerçekten var saymak yok saymaktır. Mesela sizinle ilgili bir şey düşünüyorum, bir şekilde var sayıyorum. “Herhalde böyledir’’ diyorum. Ben bunu dediğim andan itibaren sizin gerçekliğinizi yok sayıyorum. Çünkü benim hiçbir bilgim yok aslında. Korkular da varsayımlardan ibaret. Bunlar hep olmamış olaylara kaygılar. Şimdi tabii bahsettiğim tehlike değil. Yani bir kafeste aslanla birlikte kalırsanız, orada zaten korkmalısınız. Ama “Acaba böyle olur mu?” diye korkmak bir varsayımdır. Acaba buradan dışarı çıktığında yaşayacak mısın? Onu bile bilmiyoruz. O zaman bunlar tamamen bizim beynimizin, algımızın yarattığı, yine geçmiş tecrübelerimizden bu günümüze taşıdığımız illüzyonlar. Beyin diyor ki, “Bak İzzet, geçmişte şu olayla ilgili şunu şunu yaşadın. Şu anda da yine aynı olaydasın, dikkatli ol” Tamam, ‘dikkatli ol’u aldım ama “Öldüm bittim, ne olacak?” dediğin an gelişmek mümkün değil. Burada kıstas kıyaslamayı bırakmak. Bir olay geldiği zaman başımıza, ona iyi, güzel, kötü, çirkin sıfatı veriyoruz. Bunu verebilmek için diğer tecrübeleri kullanıyoruz. Ama bu yeni bir olay. Geçmiş bitti, gelecek yok; bu yeni bir olay. Sadece olay eskimiyor, biz de eskiyoruz. Her yeni an başka biri oluyoruz. O olaydaki İzzet’le şimdiki İzzet bambaşka. Bunu böyle değerlendirmek lazım diye düşünüyorum.

Geçmişten de hiç ders almayacak mıyız?
Bunu vicdan zaten belirliyor. Vicdan diyor ki, “İzzetciğim, bu olayla ilgili iyi misin?” “Değilim” diyorsam bir daha başıma gelirse neyi farklı yapacağımı düşünebilirim. Ama bahsettiğimiz konuda kontrol bizde değil. “Bana bunu yapar mı? Bana şunu yapar mı? Şu olur mu? Şu gelir mi başıma?” diye endişelenip duruyorsun ama bilmiyorsun ki ne olacak. Diyelim ki başına geldi korktuğun şey. O zaman artık korku falan kalmaz, düzeltmek için uğraşırsın. Madem uğraşacaktım, buraya kadar geçen güzel zamanı niye kaygılarımla boşuna geçirdim? Daha da kötüsü o olay hiç gerçekleşmeyebilir de… O zaman yine güzel zamanını kaygılarla geçirmişsin. İkisi de aslında zaman kaybı. Bundan sonra neler yapmayı planlıyorsunuz? Var olan işimde çalışmaya devam ediyorum. Seminerler devam ediyor bir yandan. Farklı bir kitap projesi üzerinde bir arkadaşımla beraber çalışmaya devam ediyoruz. Kadın ve erkek ilişkileri üzerine olacak. ‘Açık Ruh Ameliyatı’nı da başka bir formata taşımaya hazırlanıyorum.

‘Açık Ruh Ameliyatı’ yapmak ya da yaptırmak isteyenlere ne önerirsiniz?
Bir kere bunu kendileri istemeleri gerekiyor. İstemeye ceraset ettikten sonra birinci adım dürüst olmak. Hangi seminere giderseniz gidin, hangi kitabı okursanız okuyun hangi terapiyi alırsanız alın, insan kendine dürüst olmadıktan sonra hiçbir işe yaramaz. Çünkü insanı en iyi bilen kendisidir. Dertlerini, sıkıntılarını, neşesini, coşkusunu…O yüzden dürüst olsun. Dürüst olmak için de gerçekten geçsinler aynanın karşısına ve sorsunlar; “Sen kimsin, nelerden hoşlanıyorsun?” Bir arkadaşla sohbet eder gibi. Gerçekten birçok bilgi çıkacaktır. Sorular ve cevaplar sınırsız.

Bu ameliyatın belli bir süresi yok anladığım kadarıyla…
Ta ki bir sonraki ameliyata kadar. Hep bir ameliyat, sonra nekahat dönemi, ameliyat, nekahat dönemi diye devam ediyor. Yaralar kapanıyor ama bir parçası hep kalıyor. O da hatırlatmak için. Bu yolun tuzaklarından biri hemen olmasını istemek… Hemen olmuyor. Kimse kendini bu nedenle dövmesin. Bu kadar senenin alışkanlığı ile yaralar bir günde kapanmıyor. Ama insan yine aynı şeyi yaşasa da –bu yaşananı bir tünel varsayalım- tünellerin boyu kısalıyor, sıklığı azalıyor.

farkindalik-yolunda-bir-yolcu-3Manevi hayata maddiyatla yolculuk
Bu sektörde çok yüksek paralar da konuşuluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ne yaparsam yapayım, belli aralıklarla hiç ücret almadan yapacağım, isteyen kutuya para atacak diye düşündüm. Fakat bu işi profesyonel olarak uzun süredir yapan birkaç kişi bu işin öyle olmadığını söyledi. “Birincisi Tanrı’yı oynama, ikincisi eğer sen paraya değer vermezsen o para sana hiçbir zaman gelmeyecek” dediler. Zaten benim hayatımda hep böyledir. Para gelir ve akıp gider elimden. Sadece parası olanlar mı aydınlanacak peki? Hayır tabii. Sonuçta bu işin bir dengesi olmalı. Bir değer konulmalı ve ama çok uçuk rakamları doğru bulmuyorum. Manevi dünyaya maddiyatla yolculuk… Çok çelişkili bir konu. İçimde hala sorguluyorum bu konuyu.


Pozitif Dergisi 2015/03

Yorum Ekle