Spritüalite

Elinden geleni yaparken karşı tarafa saygı duyacaksın

Yer gök karşılıklı nefret söylemleri ile dolu… Herkes diğerini ötekileştirmekle meşgul. Yok mu bunun daha huzurlu ve çözüme yönelik bir başka formülü?

Yazı: Yaprak ÇETİNKAYA

Gün geçtikçe daha fazla taraf oluyor ve bunu ülkemize karşı olan sorumluluğumuzun bir gereği olarak görüyoruz. İyi niyetliyiz, doğrusunun bu olduğunu düşünüyoruz. Ancak sorun şu ki bu kadar net şekilde taraflara ayrılmak ne ülkeye fayda sağlıyor ne de kendimize. Sinirleniyoruz, üzülüyoruz, kötü sözler sarf ediyoruz, huzursuz oluyoruz. Belki de artık “Ne olacak bu memleketin hali?” demek yerine önce kendimize dönmek en doğrusu… Metafizik eğitmeni Ali Erdinç Başaran, bir tanışma toplantısında, “O en kızdığımız lidere bile sinirlenmediğiniz bir hale gelmek”ten bahsetmişti. Kapısını çaldık ve sorduk: Nasıl olacak bu iş?
Taraf olmamayı başarmak mümkün mü?
Birileri gelip insanlara mutlulukla ilgili bedensel, ruhsal, psikolojik ya da ekonomik bir şey sunuyor. Ruhsal çevre için konuşursak burada yine hep şu var: Şunu yaparsan iyi olur, bunu da yapma. Ruhsal terminolojide bunun adı dualite, yani ikilik sistemi. Her şeyi; iyi-kötü, doğru-yanlış, gece-gündüz, siyah beyaz, aktif-pasif gibi ikili algılama hali var. Bizim gezegenimiz bir okulsa bunun içerisinde bu iki enerji eril ve dişil ve birbirinin içinde dönüyor. Erile verilen terbiye, “Sakın şunu yapma baban gelirse…”, “Üstünü giymeden çıkma hasta olursun”, “Emniyet kemerini tak, yaralanırsın” gibi hep kötü durumdan korumayı amaçlıyor. Benim mensubu olduğum anlatım tarzında ise ne oluyorsa tamamdır. Ancak ikili düşünmeye alışmış olan, sağlama alan, oyunu kuralına göre oynayan, önceden önlem alan insana, “Her şey Allah’tandır ve hepsi de tamamdır. Bunlar da senin ruhsal tekamülün içindir. Hayat sana ne getiriyorsa geldiği gibi yaşa. O seni zaten bir yere götürecektir” deyince hemen olmuyor.

elinden-geleni-yaparken-karsi-tarafa-saygi-duyacaksin-2Eril enerji direniyor mu?
Bir köpeği nasıl ki alıp karşına konuşamıyorsan insanlık okulunun ilk basamakları da o aşamada. Ancak zamanla vicdana oturuyor. O zaman ne kitaba, ne peygambere, ne hocaya ihtiyacı var. Artık yaptığı hareketin sonucunu görür, canı sıkılır ya da çok hoşuna gider, “İyi ki yapmışım” der. O da dualitedir ama en ince halidir. Benim tezgahıma da bu aşamadaki ruhlar geliyor. Onlara “Ne yapıyorsanız tamamdır” demek mümkün. Ama henüz bu aşamaya gelmemiş insana bunu söylemek işe yaramıyor ve zaten onlar da bize gelmiyor. Onlar başka sistemlerle, örneğin cehennemde yanma korkusu ile eğitiliyorlar henüz. İşte bu anlattığım sisteme “birlik farkındalığı” deniyor.

Size geldiler, “Her şey olduğu gibi tamam” dediniz. Ya sonra?
Demekle olmuyor. Benim yanımdan çıktığında taksi bulamıyorsa, bir otomobil üzerine su sıçratıyorsa başlıyor küfretmeye… Bu işin bir de işlem ve uyumlanma kısmı var. Önce tasavvuftan, Taoizm’den, Budizm’den, felsefeden, inançlardan, birçok başka kaynaktan derlenmiş bilgiyi veriyoruz. Zaten müdür aynı olunca eğitim sistemi aynı… İslamiyet’te, “Allah’tan başka Tanrı yok” deniliyor örneğin. Bu, ikinci bir tanrı yok demek değil, Allah dışında bir şey yok demek. Sen eski kocan dolayısıyla acıya da maruz kaldıysan, Allah sana anlatacağını kocan yoluyla anlatıyor, annen yoluyla anlatıyor. Ona da senin üzerinden anlatıyor. Onun eğitim sistemi böyle… Bunları anlattıktan sonra kişiyi dualite sisteminde tutan neler var bakıyoruz. En büyük korkunuz annenizin ölümü mü? Ya da bir kulağınız hala yıllar önce ayrıldığınız kocanın özel hayatında mı? Parayla ilgili endişeler mi var? Bu şekilde ana sütunlara bakıyoruz. O kişiyi bugüne kadar yaşadıkları ile hem sözle, hem onu soktuğumuz enerji alanı ile hem de o ruhu kendisine bağlayarak helalleştirmesi gerekiyor. Kalıpları temizleyip dualiteden kopunca her şeyde bir hikmet olduğunu anlıyorsun. İnsanın ancak acılarla piştiğini ve sevgiyi ancak böyle öğrendiğini… “Her şey demek bizim içinmiş” anlayışına kadar getirdikten sonra insanları çıkabildikleri yerlere kadar götürebilirsiniz. Söze dökülemeyen, her şeyin tanrı olduğunu hissettiğin an, Mevlana’nın “Ne olursan ol gel” dediğin seviyelere, kim kendisine doğru ne kadar uçabiliyorsa onu gerçekleştirdikten sonra artık kişi ne istiyorsa yapar. İster holding yönetmeye devam eder, ister istifayı basar yoga hocası olur, ister yıllarca tartıştığı kardeşi ile helalleşir ve yoluna gider.

Kimler geliyor size?
Bu yolun yolcusu ruhlar bu seminerlere çekiliyor. Dünya okulunun tekamülünden sorumlu sistem kitapçıdaki kitapları yolluyor, böyle seminerlerle kişiyi yakalıyor. Belli bir yaşa kadar gelip açılacak bir plan var. Hz. Muhammed nasıl sürekli Hira mağarasına çekiliyordu? Orada da plan devreye girmişti. Bir gün anladı nedenini…

elinden-geleni-yaparken-karsi-tarafa-saygi-duyacaksin-1

Siz nasıl çekildiniz?
İlk eşimden boşandım, elim ayağım titriyor. Yogaya başladım, birkaç yıl devam ettim. Orada tanıştığım birisi beni bir seminere davet etti. “Tarikat mıdır nedir?” dedim ama gittim. 27 yaşındayım. Baktım hoca hayatımı bana anlatıyor tahtada. Kendimi çok hazır hissettim, hızlandırmak istedim. Derslere devam etmemi söyledi. Ayda bir kez ders var, 30 gün geçmek bilmiyor. Okuyacak kaynak da yok. Dört yıl üniversite okur gibi gittim bu seminerlere, bilgiyi aldım. Beşinci yıl Vernon Frost’un geçen sayıda derginizde de yer alan Labirent seminerine gittim. Burada bana bir haller oldu. Anladım ki ben aileden gelen iş icabı tüccar falan değilmişim. 2,5 yıl da burada kendimi çitiledim. Annem şunu demişti, ağabeyim bunu yapmıştı, ilk eşim şöyleydi derken bütün olayları temizledim. Demek ki biz tekamüle geliyoruz, para kazanma işini kenara koyayım, nasıl olsa para bana gelecekmiş diye yavaş yavaş dümen kırmaya başladım. Arkadaşlarım da öğrendiklerimi anlatmam için baskı yapıyorlardı. Nereden toplandığını bilmediğim 25 kişi toplandı ve ders vermeye başladım. Bunların hepsi antrenmanmış. İkinci evliliğimi yaptım, İstanbul dar geldi. Kuşadası’na taşındık. Orada da çalışmalar yaptım. Gördüğüm, bildiğim hayatın dışında tekamülün püf noktalarını öğrendim. O plan da bitti ve ikinci eşimden de ayrıldım. O dönemde Kaz Dağları kamplarına da başlamıştım.

Karşı tarafın bakış açısına da aynı senin olduğun gibi saygı duymak zorundasın. Yani şimdi ağaçları mı keseceğiz? Hayır… Sen elinden gelen, inandığın şey uğruna gösterini yapacaksın. Ama karşı tarafın da bir şey yapmasına gıcık olmayacaksın. Sen böylesin, o da öyle.

Dümen kırdınız, aile işinden uzaklaştınız. Nasıl geçiniyordunuz?
Ailemden kalan gelirlerim vardı, yaşayacağım kadar para hep geliyordu. O zamanlar “Senin tuzun kuru” diyenlerle yıllar sonra karşılaştım, “Valla oluyormuş” dediler. İsa’nın bir sözü vardır: “Tanrı’nın krallığını içinizde arayın, diğer her şey size verilecektir.” Yani Allah 25 milyon spermden birini ilerletmiş, sizi buraya yollamış ama para vermeyecek öyle mi? Yok öyle bir şey.

Parayı biz mi engelliyoruz?
Engelleyemezsin. Ölmeyecek kadar herkes yaşar. Yaşayacağın gün, alacağın nefes zaten belli. Sadece herkesin stilleri var. Sen nasıl eğitilmen gerekiyorsa o bilinçle eğitiliyorsun, sonra bir geri çekilip “Her şey olduğu gibi tamammış” diyorsun. Büyük sisteme arkanı veriyorsun ve zaten her şey iyi gidiyor, dokunmaya gerek kalmıyor. Ama dualite dedik ya…Tahterevalli gibi… Sen ne tarafını bastırırsan diğer taraf yükseliyor, “Bak ben de varım” diyor. Mesela sen çok dürüstüm çok dürüstüm diye bastırıyorsun, bir gün bir bakıyorsun çok büyük yalanlar söylemişsin, farkında değilsin. Param var, param var diyorsun, bir bakıyorsun iflas etmişsin. Ta ki hayırlısı olsun demeyi öğrendiğinde, iki tarafı da bastırmadığında, işte o zaman tamamsın.

“Secret” kitabındaki kadar basit değil yani?
İlkokul öğrencisine “Secret” ile anlatılır, ortaokula başka, liseye başka türlü. İlkokul öğrencisi ile lise öğrencisine cinsellik dersi aynı anlatılabilir mi; tıpkı onun gibi… Herkes ne anlatıyorsa doğrudur, ona uygun insan çekiliyordur. Seminerlerde görüyoruz. Anlattığım şeye hazır olmayan ruhun bir gözü telefonda oluyor, arada çıkıyor, konuşup geliyor. Henüz oranın adamı değil ama ilahi akışta gelmiş. Alacağı bir şey mutlaka var. Belki üçüncü seminerde anlamaya başlayacak.

“Ol”mak bir ömür mü sürüyor?
Çocuk Tibet’te bir hocaya gitmiş, “Yetişmem kaç yıl alır?” diye sormuş. Hoca, 10 yıl demiş. “Çalışsam, gece gündüz meditasyon yapsam?” diye sorunca, “O zaman 20 yılını alır” cevabını almış. Öyle bir şey ki bu her şeyin Allah’tan geldiğini fark edip hepsine tamam diyebilme hali… Bunun peşinden koşturman mümkün değil ama uzak durman, geri kalman da mümkün değil. “Ay biz ekonomiye çok daldık, tekamül edemedik” diye bir şey yok. Ekonomi zaten büyük bir dergah. Para ile ölçülebilen bir sevgi türü. Hatta trafik de sabır dergahı. Filmler de sanat denilen bir dergah. Hepsi bir fark etme meselesi ve herkes de kendi geldiği yere göre bir üstünü fark etmek üzere bir eğitime tabi tutuluyor.

Seminerlerinizin de seviyeleri var galiba…
Var ama tam tutturamıyoruz, var bir hikmeti. Kimisi para yoluyla çekiliyor, kimisi komşu gitti diye geliyor. Kimisi de hastalığa düşünce… Bir de “Para verip seminere gidemeyince aydınlanamayacak mıyız yani?” diyenler var. Eğer sizin o seminerden rızkınız varsa o para size geliyor. Adeta başınıza düşüyor. Kişi niyet etsin, dua etsin, gitmesi gerekiyorsa para mutlaka geliyor. Sonra öğreniyor ki bu bir para meselesi değil. Tabii ekonomik hayattayız, parayı da kabul ediyoruz, bu da buranın gerçeği. Hiçbir şeyi dışarıda bırakmadan hepsinde yer açabilmek gerek.

Bu işleri para tuzağı gibi görenler, daha ucuz hatta parasız olmasını bekleyenler de var.
Bu işleri para için kullananlar da var ve onlara da buna uygun insanlar geliyor. Şöyle düşünün… Eskiden dergahlarda çile çektirilirdi, bugünün çilesi ise para. İnsanların putu para çünkü şu anda. Eskiden dervişleri görev olarak pazarda satış yapmaya yollarlarmış. Bir derviş için bu büyük bir şey. Şimdi de test para ile. Bazı insanlarda para oluyor, böyle bir seminere gelince yok diyor. Hakikaten yok olan da niyetliyse para başına düşüyor. Sen paran eksilmesin derdindeysen zaten bu tezgahta işin yok. Bu dervişin ilk sınavı… Ben bu işi parasız da çok yaptım. Ama parasız olunca bugün geliyor yarın gelmiyor, sonra bir daha geliyor, sonra yok oluyor. Bir oraya bir buraya gidiyor. Para o kadar işlemiş ki hücrelerimize… Yabancı bir uzman gelmiş ve çok para ödemişse günler öncesinden hazırlanıyorlar, 20 liralık bir akşam sohbetine gitmekten son anda vazgeçiyorlar.

Her şey olması gerektiği gibi oluyorsa ülkemizde durum nedir sizce?
Çocukluğumda bazı mahallelerin dip sokaklarında kalmış kişiler artık alışveriş merkezlerine girdi. Yin yang’daki karışım gerçekleşti. Bu çok güzel oldu. Ama bugüne geldiğimizde yine taraf olup, ikiye bölünme hali var. Oysa kimse kimseye bir şey dememeli, herkes nasıl istiyorsa öyle yaşamalı. Aynı hükümetin ısrarla bu kadar zaman seçilmesinde ilahi bir hikmet var. Bir kere iki enerjiyi birbirine karıştırıyor. Her şey gibi o da gelecek, o da geçecek. O da bir enerji, kişilere endekslemenin anlamı yok.

Bu gündemde taraf olmamak sorumsuzluk gibi geliyor insana…
Karşı tarafın bakış açısına da aynı senin olduğun gibi saygı duymak zorundasın. Yani şimdi ağaçları mı keseceğiz? Hayır… Sen elinden gelen, inandığın şey uğruna gösterini yapacaksın. Ama karşı tarafın da bir şey yapmasına gıcık olmayacaksın. Sen böylesin, o da öyle. Sen Fenerli’sin, o Galatasaraylı. Sen bu gezegene bunu savunmak için gelen adamsan savunacaksın ama karşı tarafa da “İnşallah kanser olur, ölür” demeyeceksin. İşte sevgisizliğin başladığı yer…

Televizyon ekranı karşısında sinirlenenler, bağıranlara ne söylemek istersiniz?
O duygular içine girmiş bir insana burada söyleyeceğimiz şey komik gelecektir. Önce kızması, sonra kader planında kızdığı partiye yakın bir şirkette çalışıp çok büyük para kazanıp “Allah razı olsun ondan” demesi, sonra elindekini bir nedenle kaybedip tekrar kızması ve üç beş kere taraf değiştirdikten sonra “Allah nasıl biliyorsa öyle yapsın” demesi deneyimle oluyor. “Şimdi nefes al ve onun da tanrının kulu olduğunu kabul et” demek havada kalıyor ve insanları kızdırıyor. O kişi kızmaya devam etsin, ona gereken gösterilecektir. Hayatınızda çok sinir olduğunuz insanlar vardır, bir gün bir yerde öyle bir yardımınıza koşarlar ki rezil olur kalırsınız, bir şey de diyemezsiniz. Bu, kader planında özellikle yapılır. Sırat köprüsü budur işte. Hiç kimseye bir şey demeden, inandığın şeyin arkasında durarak ilerlemek… Benim realitem bu ve bu hale geçmek bir deneyim meselesi. Söylenip de anlaşılacak olsa okul kitaplarına konulurdu. Şimdi çocuklar için yeni kitaplar çıktı. Bir taraftan okuyorsun üvey anne Pamuk Prenses’e kötü davranıyor. Diğer taraftan okumaya başlıyorsun, bu sefer de üvey annenin gözünden anlatıyor. Filmlerde de artık kötü karakter öyle bir duruma geliyor ki şaşırıyorsun. İnşallah dualite bitecek, birlik farkındalığına varacağız. İnsanlık artık buna odaklanıyor, bir tarafta durmanın alemi yok.

Ali Erdinç Başaran

Ali Erdinç Başaran

KAZ DAĞLARI’NDA RUHSAL YÜKSELIŞ
Metafizik eğitmeni Ali Erdinç Başaran, kendi gelişiminde de büyük payı olan Kaz Dağları’nda her yaz seminerler düzenliyor. Başaran, gerek kamp hayatını yaşamak, gerek doğayla kucaklaşmak, gerekse medeniyetten uzak kalmak sayesinde buradaki ruhsal gelişim seminerlerinin katılımcı üzerindeki etkisinin çok büyük olduğunu söylüyor. “Kaz Dağları seminerlerinde yakaladıklarını pratik hayatta korumak isteyen kişinin hayatında büyük kapılar açılıyor” diyen Başaran, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Aslında hayat da seminerlerle dolu. İlk eşimle olan semineri yaşamasaydım bu yola hiç girmeyecektim. Trafikte üç saat kalmak da bir seminer. Sonuç olarak bu hayatta sunulan formül; okulu bitir, evlen, çocuk yap, iyi bir işin olsun, torununa da miras bırak ve öl. Oysa böyle bir şey yok. Ortada seni kuşatan tüm şartlara rağmen mutlu kalabileceğin ya da hiçbir şey hissetmeden kalabileceğin bir hayat var ve buna bilgelik deniyor. Mevlana’nın, Ömer Hayyam’ın farklı şekillerde anlattıkları hayat bu. Hayat zaten insanı oraya doğru götürüyor. Ama bir gün bir kitap okuyarak, bir seminere çekilerek de bu yola girilebiliyor.”


Pozitif Dergisi 2014/04

Yorum Ekle