Terapi

Kendinizi nasıl görüyorsunuz?

Kendimizi ve hayatımızı çoğunlukla, dışımızdaki aynalara bakarak değerlendiriyoruz. Bu aynalar kimi zaman anne babamız oluyor, kimi zaman da arkadaşlarımız. Onlardan gördüğümüz yansımaların doğruluğu ne peki? Ya lunaparktaki “şakacı” aynalara benziyorlarsa ve bizim görüntümüzü bozuyorlarsa? Bize kendi içimizi gösterecek “ayna”lara bakmayı nasıl başaracağız? Discovery, Mastery ve Yansımalar seminerlerinin eğitmeni, Kişisel Dönüşüm Koçu Mehmet Bayramoğlu ile dosdoğru kendimizi gördüğümüz, kendimize yöneldiğimiz süreçler hakkında konuştuk.

Yazı: Halime SÜREK KAHVECİ

Savulun, korkularım, endişelerim, üzerimdeki kat kat giysiler: Ben geliyorum!” demiştim. Az bile söylemişim… Discovery (keşif) ve Mastery (ustalık) seminerlerinden oluşan Integrity (bütünlük) eğitimi ile Yansımalar seminerinin ardından tek söyleyebileceğim şu; kendimi ters yüz olmuş bir eldiven gibi hissediyorum. Meğer benim dışım, içimde gizliymiş… Onu ortaya çıkarmadan ne parlamam mümkünmüş ne de vücudumun, ruhumun ve zihnimin uyumu… Hepsini aynı ay içerisinde uygulama fırsatı bulmak, benim şansım oldu. Hepsine birden gitmek gibi koşul yok elbette. Zaten her şeyin bir zamanı var, öyle değil mi? Şimdilerde beni gören herkesin “Ne oldu sana, acayip kilo vermişsin! Bir başkasın sanki!” türünden sözlerini gülümseyerek kabul ediyorum. Az buz değil, bu bir ay içinde tam altı kilo verdim. Çünkü artık canım abur cubur atıştırmak istemiyor, önümde bir kilo baklava olsa bile bir dilim alıyorum sadece, o da ısrar üzerine oluyor. Daha da güzeli, aman yemeyeyim, kilo vereyim diye iradi bir çabam yok. Bunları anlatıp “Tamam, oldu bu iş!” diyecek değilim elbette. Bu çalışmaların bir “süreç” olduğunu ve insanın kendisiyle çalışırken attığı en ufak çentiğin günlük hayatında taşları yerine oturtan bir kasırgaya yol açabileceğini öğrendim. Daha atılması gereken pek çok çentik olduğunu da… Epey geniş bir giriş yazısı oldu, “Bize bilgi lazım” diyorsanız, buyurun sizi bu seminerleri veren Kişisel Dönüşüm Koçu Mehmet Bayramoğlu ile tanıştırayım.

Mehmet Bayramoğlu

Mehmet Bayramoğlu

Bir zamanlar öfkeliydi
Bayramoğlu, okumayı yazmayı kendi kendine öğrenen, bu nedenle sınıf atlayan belki bundan sebep hep “Her şeyi herkesten önce öğrenmem lazım!” diye düşünen bir çocukmuş. Her şeyi en önce yapan olmak istiyormuş, hep başarılı olmak… O dönemlerde kendini nasıl hissettiğini sorunca, “Öfkeli” diye cevap veriyor. Hatırlayabildiği kadar geriye gidip “5-6 yaşından 30’uma kadar böyleydim” diyor ve devam ediyor: “Hayat benim için tamamen bir yarış gibiydi. Oysa bu yarışın içinde kendimi geçemiyordum ve kendimle yarışıyordum. Yani kuyruğunu yakalamaya çalışan köpek yavrusu gibiydim. Dışarıdan bakıldığında her şey çok güzeldi şekil olarak. Herkesin imrendiği bir hayatım vardı, gençtim, çok başarılıydım, Amerika’da lüks bir hayatım vardı. İşletme eğitimi almıştım, 30’undan önce üst düzey yönetici olma amacıma ulaşmıştım. Ama bu hayatın içi, tamamen boş ve acı doluydu benim için. Çok fazla stres ve iş yükü vardı. 1996’da artık patlama noktası oldu. 28 yaşındaydım, her şey durma noktasındaydı. Hayatıma şöyle bir dönüp baktığımda ‘Bu ne ya?!’ dedim.” O yıl Amerika’dan Türkiye’ye dönme kararı almış, dört yıl sonra da dönmüş. Bu süre boyunca da karşısına çıkan her atölye çalışmasına gitmiş neredeyse. Merkaba meditasyonu, Rainbow, Prizma, Labirent, Etkin İletişim Teknikleri ve Yaşam Koçluğu Liderliği bunlardan bazıları… “Önüme gelen her şeye dalıyordum” diyen Bayramoğlu, kendindeki “niyet ve yaratım gücü”nü keşfetmiş, belki de “yeniden keşfetmiş” demek daha doğru. 2001 yılında Türkiye’ye döndüğünde “İşte aradığım bu!” dedirten “Discovery” semineri olmuş. “O güne kadar okuduğum, biriktirdiğim bir dünya bilgi, o kadar birbirine geçmişti ki kafam aşure kazanı gibiydi. Discovery ve Mastery’den sonra bir şeyler yerine oturdu” diyor. Ona “İşte aradığım bu!” dedirten seminerlerin katılımcısı olmak yetmemiş, 2003’ten itibaren bu seminerleri Türkiye’de veren ekibin içinde eğitmen yardımcısı olarak yer almış. 2006’dan bu yana da tek başına verdiği bu seminerler için “Ben aslında hiçbir şey yapmıyorum. Sadece farklı olasılıklar olabileceğini göstermeye çalışıyorum. Bundan kim, ne kadar almak isterse alıyor” dese de, dört günlük bir eğitim sürecinin, birbirini sıralı vagonlar gibi takip eden süreçlerini oluşturan “oyun”lar, katılımcılara yepyeni pencereler açıyor. Bayramoğlu, seminer boyunca kişinin mevcut hayat kalitesini, hayatını üzerine oturttuğu rutinlerin aslında neye mal olduğunu, güven ve zaman kavramlarını, varsayımlar ve yargılar nedeniyle ödediğimiz bedelleri, açık ve dürüst iletişimin kazançlarını, istemediğimiz şeyleri yapmak zorunda kaldığımızda karşımıza çıkan duygusal faturaları bir bir önümüze koyuyor. Yetmiyor, çocukluğumuzu, anne ve babamızla olan ilişkilerimizi hatırlatıp belki de bunca zamandır yolunda gitmeyen kimi durumları yeniden rayına oturtmamızı sağlayacak ipuçlarını görmemizi sağlıyor.

Hayatın neşesine kavuşmak
Seminerler sırasında ve sayesinde hayatın neşesini yeniden hissetmek, duyguların, hayal gücü ve yaratıcılığın birer kavram olmaktan çıkıp günlük yaşamda kullanabileceğimiz birer araca dönüşmesi de cabası. Üstelik bu yorum sadece bana ait değil, diğer katılımcılarla yaptığımız sohbetlerin ortak paydası diyebilirim… Çünkü bu oyunların her biri “ayna” oluyor katılımcıya. Pasif durumdaki dinleyici konumundan çıkıp interaktif bir sürecin parçası olan katılımcı, hayatının gerçek aktörü haline geliyor. Sadece oyunlar değil, her katılımcı diğerine ayna oluyor. Bayramoğlu, “Herkesin bu seminere katılması için ‘doğru bir zamanı’ var. Kişi zorlama ile değil, kendi istediği zaman geliyor. Bir arkadaşım ‘Sizin bu yaptığınız saçmalık!’ diyerek geçirdiği 10 yıldan sonra geldi seminere. Onun doğru zamanı oydu. Üstelik herkes kendi grubunu buluyor” diyor. Katılımcıları birbirlerine bağlayan “görünmez” ipler ortaya çıkıyor belki de. Kim bilir! Discovery benim için aynı zamanda çokça meditasyon yaptığım ilk seminer oldu. “Dinamik meditasyon şahane bir şey! Daha ne isterim?” demek için erkenmiş. Yansımalar’ı beklemem gerekiyormuş. “Dinamik meditasyon”un yani hareket ve dans ağırlıklı çalışmaların çokça yer aldığı bu seminer, beden hafızamızda tuttuğumuz kalıpların çözülmesi, blokajların açılmasını amaçlıyor. Ama önce “zihin, beden, ruh” saç ayağını hatırlamalı. Çünkü yaşanan her şey zihin filtresinden geçiriliyor ve duygu yaratılıyor. Bu duyguya bedenin verdiği tepkiler de kaydediliyor ve beden hafızası oluşuyor. Bayramoğlu, zihnin kontrolü ele alması durumunda sürekli yeni olasılıklar üreterek bedeni hareketsiz hale getirdiğini söylüyor. Böylece belli duygular ve düşünce kalıpları bir süre sonra beden hafızasında blokaj oluşturuyor. Sonuç mu? Bu blokajlar neticesinde ya bedenin belli bölgelerinde araz çıkıyor ya da kütlesel olarak büyümeye başlıyorsun. Bu öyle bir süreç ki nasıl hareket edeceğine sadece beden karar veriyor. Bir oda dolusu insan olsa da dakikalar boyunca kimseye çarpmadan dans ediyorsun; üstelik gözlerin kapalı olduğu halde. Bayramoğlu, “Herkes gözleri kapalı dans ederken öyle bir enerji oluşuyor ki birbirine çarpmak üzere olan katılımcılar hafifçe yana kayıyor, biri diğerine yol veriyor. Bunu hiç görmeden, sadece hissederek yapıyor. Korku enerjsiyle hareket etmediğinde hiç kimseye çarpmıyorsun! Bedensel tutulumlar kırılmaya başladığında hayat enerjisi tekrar hızla akmaya başlıyor. Ondan sonra yere yatıp sakinleştiğinde gözünü tekrar açtığında farklı bir frekansa uyanıyorsun. Artık titreşimin aynı titreşim olmuyor.”

kendinizi-nasil-goruyorsunuz-2Duvara çarpmış gibi oldum
Dinamik meditasyon, bedensel enerji temizliğinin çok önemli bir parçası. Bayramoğlu, bu temizliğin aynı zamanda zihinsel olarak rahatlatan meditatif süreçlere geçişi kolaylaştırdığını belirtiyor. Şimdi de sıra, her şey bu kadar iyi ve yolunda giderken bana hayatımda “sorun” olduğunu düşündüğüm her şeyin aslında kendi davranış kalıplarımın eseri olduğunu, kendimi ve sevdiklerimi koruma adına yaptıklarımın -hadi kendimi geçtim- en çok sevdiklerime zarar verdiğini gösteren Mastery’ye geldi… “Saatte yüzlerce kilometre hızla giderken bir duvara çarpmışım da paramparça olmuşum gibi” oldum. Sonra o minik minik parçaları topladım… Dört günlük Mastery seminerinin hemen ertesinde yaptığımız görüşmede Bayramoğlu’na, “Bugüne kadar doğru bildiğim tüm davranış kalıpları elimden gitti. Yeni kalıpları nasıl geliştireceğim?” diye sordum. Bayramoğlu’nun kısa cevabı “Kalıp oluşturmana gerek yok!” oldu. Cevabın ayrıntısı ise şöyle: “Öncelikle davranış kalıplarının nasıl oluştuğuna bakmakta fayda var. Kalıp haline gelmiş davranış, bir inançtan ya da tavırdan yola çıkılarak gelişiyor. Bu da geribildirimler sonucu oluşuyor. Yani eğer bir davranış kalıbı varsa, o kalıbın kırılması gerek. Çünkü bu senin otomatik davrandığını gösteriyor. Kendini farklı olasılıklara kapatıyorsun. Oysa bizim yapmaya çalıştığımız duruma ve zamana göre gelişebilen ya da değişebilen, kendine özgü davranışın sergilenmesi. Kalıp olmuş davranışları kırmak için kendinle ilgili inançlarına, kendi yetersizlik inançlarına geri gitmen gerekiyor. Nereden karar verdin yetersiz olduğuna? Hayatında kaç deneyim yaşayarak belli bir şeyleri yapamayacağına karar verdin? Şöyle bir örnek vereyim, eğer çocuklar yetişkinlik çağındaki yetersizlik hissiyle dünyaya gelseydi, yürümeyi başarabilen bir elin parmağı kadar insan olurdu. Bir grup insan ‘Denedim, olmadı. Hep düşüyorum. Ayağa kalkmayı denedim, yuvarlandım’ diyecekti, başka bir grup da ‘Herkes yuvarlanıyor. Denemeye ne gerek var?’ diyecekti. Bu da öğrenilmiş çaresizlik zaten. Çocukken böyle bir yetersizlik inancı olmadığı için çocuk denemekten vazgeçmiyor ve yapıyor. Yürümeyi, konuşmayı ve daha birçok şeyi beceriyor.”

“İNSANLARIN YADIRGAMASINA HAZIRLIKLI OL!”
Mehmet Bayramoğlu, hayatımıza “yeni”yi kabul edebilmek için ona yer açmak gereğinin altını önemle çiziyor. Kullanılmayan giysilerin, eşyaların “dönüşüm” sayesinde ihtiyacı olanlarla buluşturulması gerektiğini söylüyor. İşin içine kitaplar da girince benden şiddetli bir itiraz geliyor. “Ama kitaplar! Nasıl olur?” diyorum. O kaldığı yerden devam ediyor: “Evinde tuttuğun bütün eşyaların hem kendi enerjisi var hem de senin onlara yüklediklerin. Zamanında onu alırken enerjin neydi? O eski enerji, sen ayağındaki taşlardan kurtulmak isterken sürekli seni o eski ruh haline getirmeye çalışır. O nedenle evdeki enerjinin ferah olmasını istiyorsan cesurca elinden çıkaracaksın. Her şeyi, özellikle kitapları… Etrafımı onlarla çevirmek niyetinde değilim. Çünkü kitap okunmak içindir! O kitabı tuttuğun sürece aynı enerjiyi evinde tutuyorsun. Bu biriktirme her zaman eşya ile sınırlı değil. Vücutta yağ olarak birikiyor bazen de. Sen evindekileri çıkarıp orada bir boşluk yarattığın zaman evin içindeki dolaşımla oraya yeni bir şey geliyor.”

Pozitif Dergisi 2014/03

Yorum Ekle