Kitap

Niyet, hayata can katmaktır

Tek bir niyet bir insanın hayatını değiştirebilir. Yeter ki niyetin sahibi gerçekten ne istediğini bilsin, niyeti kalpten gelsin ve içinde duygusu olsun.

Yazı: Yaprak Çetinkaya

Olur mu olmaz mı? Niyet ettim niye olmadı?
Bu yaşadıklarıma ben niyet etmiş olamam! Meltem Güner, yıllardır danışanlarından dinlediği bu sorulara bir kitapta yanıt verdi ve ortaya ‘Niyet Defteri’ çıktı. Kendi kitap olsa da adı defter çünkü yazar okuyucularına bu kitapla başlanan yolda kendileri için yepyeni bir hayat yazabileceklerini anlatmak istiyor.

Niyet kelimesini çok sık kullanmaya başladık. Duadan ya da dilekten farkı nedir niyetin?
Dua, istek, dilek ve niyet karıştırılıyor. Dua aslında bir yakarıştır, bir talep etme halidir ve içinde bir temenni, bir lütuf isteği vardır. Bu talebi ederken bir hırs değil bir teslimiyet vardır. Özellikle kendimizi çok aciz hissederken daha güçlü dualar ederiz. İfadelerimiz daha yumuşak olur. Semavi dinlerde bilmediğimiz ifadelerle, tekrarlarla dualar okuyup üzerine “Amin” diyoruz ya da sadece o duayı okuyunca ‘olacağına’ inanıyoruz. Belki inanınca oluyordur ancak okuduğumuz frekans acaba o mu? Örneğin Fatiha suresinde “Sadece senden yardım ister, sadece senden talep ederim” diyoruz. Aslında manası çok derin ama biz anlamadan farklı bir frekansla tekrarlıyoruz.

Dilek dilemek daha mı hafif bir hal? Dilek daha yumuşaktır. O da temennidir. Dilek hep iyi enerji hallerinde dileniyor. Yıldız kaydığında, gökkuşağı çıktığında, doğum günü pastasının mumları üflendiğinde ‘şöyle şöyle olsa’ deyip suya bırakıyoruz adeta. Ama niyet nettir! Bir yolculuk biletinin her detayıyla yazılmış halidir. Nereden nereye gideceksin bellidir. Farkındalık vardır, olduğun hali kabul vardır. Zaten kabul varsa dönüşümün kapısını da açarız. Kabul, dönüşümü başlatır. Diyelim ki işinizi değiştirmek istiyorsunuz, işinizde mutsuz olduğunuzu kabul etmekle başlıyorsunuz. Bir yola çıkma, kendi hayatının dümenine geçme isteği var. Zaten niyet de çıkmaktır ve çıktığın yolda nereye varacağını bilmektir diyorum ben. Duada ve dilekte bir bekleme hali varken niyette çaba ve çabalamayı kabul etme vardır.

niyet-hayata-can-katmaktadir-2Niyet ettikten sonra harekete geçmek de gerekiyor o zaman?
Biz insanlar kuantum felsefesinden ‘işimize geleni’ öğrendik. Dileyelim, isteyelim olsun, çağıralım gelsin sandık. Zengin olmaya, evlenmeye, iş bulmaya odaklandık. Aslında hayat bunların bize ne hissettirdiği ile ilgili ve biz hissedişi bilemedik. Örneğin gerçekten zengin olmak isteyip istemediğimize bakmadık. Zenginlik nedir, fakirlik nedir, sorgulamadık. O zengin adamın yerinde olmak istiyor muyuz bilmedik. Çünkü biz nerede olduğumuzun tespitini yapmadık. Kitapta anlattığım en önemli konu bu işte. Öncelikle “Ben neredeyim?” Almak mı hoşuma gidiyor, vermek mi? Ben zengin miyim, fakir miyim? Belki para zenginiyim ama sağlıkta fakirim. Yani biz çağırdığımızın bizi çok mutlu edip etmeyeceği ile ilgilenmedik. İkincisi, aslında bunun için çaba göstermeye niyet etmedik. Oysa ki bakın birçok holding sahibi paraya ihtiyacı olduğu için çalışmıyor. Birçok danışan, “Benim çalışmaya ihtiyacım yok” diyor. Üretmiyor aslında, çabalamaya ihtiyacı var. Çabalamayınca, enerjiyi durdurunca hayatla alışveriş de duruyor. Bu alışverişi durdurduğumuzda diri değiliz artık, tadımız yok, canlılığımız gidiyor, durmuş su gibi oluyoruz. Biz hareket edersek, hayata katılırsak varız. O nedenle bence niyet hayata katılmaktır, can katmaktır.

Bu çabanın kapsamına neler girebilir?
Öncelikle niyette samimi olmak. Gerçekte neye niyet ettiğini, neyi engel olarak gördüğünü kabul etmek. Ev istiyorum ama engel olarak gördüğüm para ise aslında ben ev istemiyorum, para ile ilgili sorunum var, önce bu halletmeliyim. Ya da ev istiyorum ama o evin tapusu illa benim üzerime olmak zorunda mı? Yoksa ben huzurla içinde yaşayacağım bir ev mi istiyorum? Belki çok büyük kazancım olacak, kirada oturacağım ama çok huzurlu olacağım ve hiç düşünmeyeceğim tapusu kimin üzerine diye. Oysa biz “Evin tapusu benim olsun” diye düşünüyor, içinde ne hissedeceğimize bakmıyoruz. “İşimi severek yaptığım, ürettiğimin insanlara fayda sağladığı ve kazanç elde edeceğim bir işim olsun” demiyoruz, sadece iş istiyoruz. İşi nedeniyle en sonunda hastalanan ve aslında bu işi yapmak istemediğini anlayan biriyle konuştum. Ne kadar ağır bir fatura… Öncelikli isteği bedeni ve ruhu bir konforda yaşatmak olmamış, kendi sesini kısmış. Birçoğumuzun en büyük problemi kendi sesimizi kısmak. Eğer samimi isek, -mış gibi yapmayı bırakıyorsak cennetin kapısı açılıyor. Ama birçoğumuzun net nokta atışı yok; evlilik, para, iş diyor bırakıyoruz.

Kendi sesimiz yerine kimi duyuyoruz?
Dışarıdan dayatılmış istek listesi var. İlişki potansiyeli taşıyan kişinin işini, eğitimini, tipini, ekonomik durumunu beğenmiyoruz mesela, bana göre değil diyoruz. Oysa bunların hepsi değişebilir. Biz eklenebilir ya da çıkartılabilir olanlara kıymet verdikçe eklenti gibi ilişkiler yaşıyor, eklenti gibi işlerde çalışıyoruz. Sonra “Kariyerimi bıraktım, yoga hocası oldum” diye hikayelerimiz oluyor. Oysa ki en baştan duysak bu sesi o zaman ruhu özgürce hareket ettirme gücümüz olacak. Şu anda gerçekten ne yapmak istiyoruz, samimiyetle sorup yanıtlamalıyız. Bugün hemen işten ayrılmak zorunda değilsiniz ama bir gün o işten ayrılmaya niyet edebilirsiniz

Başka nelere dikkat etmeliyiz niyet oluştururken?
Niyette önemli olan ortada bırakmamak. Bir sorun varsa dön bak, niyette bir problem olabilir. İşten ayrılmaya niyet ettiniz ama sonra ne olacak? Ayrıldın, niyet gerçekleşti. Dedin ve oldu. “Bu iş yerine şöyle şöyle bir işte çalışmaya niyet ediyorum” diyebilirsiniz. Belki o zaman sıkıntı olarak gördüğünüz iş ne yapmak istemediğinizi öğretir. Deneyimi yaşayarak öğrenirsiniz. “Ay ne iyi yapmışım da bu işe girmişim, artık ne istemediğimi biliyorum” dersiniz. Ardından ne istediğinize geçersiniz. Sabah erken kalkmak istiyor muyum, evet ama belki trafiğe girmek istemiyorum. Bunları tek tek yazmalısınız. Peki yeteneklerim neler? Çok mu iyi konuşurum, çok mu iyi yazarım. Bunları da yazar ve hepsini toplar, “Bunları güzelce hayata geçireceğim bir işte çalışmak ve kazancımla hayatımı idame ettirmek istiyorum” dersiniz. “Hatta öyle güzel olsun ki düşündüğümün ötesinde harika deneyimler yaşayayım” deyip teslim olursunuz. O boşlukları da kainatın tamamlamasına izin verirsiniz. Ama o arada bir çaba vardır. Yolculuk gibi… 45 dakikalık uçak yolculuğu için bile erken hareket ederiz, iki saat önce havalimanında oluruz. Buna itiraz etmeyiz çünkü otobüsle dokuz saat gitmek yerine uçakla 45 dakikada gideceğizdir. Ama siz niye bu kadar erken gitmek gerekiyor diye şikayet ederseniz bu bir anlamda hayatla itişmedir. Biz bir yerden bir yere varmak için niyet ederiz, bir halden bir hale geçmek, bir durumu bırakmak ve yeni bir durumla kucaklaşmak için… Çıktığımız yerin ve çıkışımızın kabulünde olup varacağımız yer için çaba göstereceğimizi bilelim. Aslında vardığımız nokta ile buluştuğumuzda da şükrederek hayatımızı anbean değiştirme gücüne sahibiz.

Her niyet gerçek olur mu?
Kötüsü iyisi yok, hepsi gerçek olur. Ama kainatın çok kadim yasaları var. Bir ‘kendiliğinden’ var, onu çok seviyorum. En sevdiğim kelime. Çünkü burada hem çaba hem teslimiyet hem şükür var. Bir şeyin akışta olması… Orada bir alışveriş oluğu için kainat senden ekstra bir çaba almıyor, kolaylıkla oluyor.

Zaten bazen kendiliğinden olur niyetler ve biz bunu biliriz. Mesele bunu hayatın her alanına yaymak galiba.
Evet, çocuk gibi isteyince çok kolaylıkla oluyor. Olmayınca da itiraz etmemek gerekiyor. Olmadı, demek ki burası değilmiş. Belki burada bana bir şey söyleniyordur. Eğer niyette zaman belirtiyorsak tempo yükselebiliyor. Zaten hayatınızda bir konuda bir hız varsa ve bu sizi rahatsız ediyorsa, rüzgarda savruluyor gibi hissediyorsanız durup düşünün. Belki de bir şeye niyet ettiniz, yakın bir zaman söylediniz ve kainat sizi yetiştirmeye çalışıyor. Oradaki eforu siz sipariş ettiniz. Ya da belki şart koştunuz, bedel söylediniz, “Benim olsun da ne olursa olsun” dediniz. Onu da veriyor fakat o zaman bir takas yasası devreye giriyor. Durup düşününce hepimiz yaşadık bunu. Sınıf birincisi olmak, yarışmayı kazanmak, işe girmek gibi biraz hırsla, ihtirasla istediğimiz, emir kipini kullandığımız niyetleri de veriyor ama sizden ‘tadı’ alıyor. Bugün iyi noktada birçok insana bakın, hayatının tadı yok.

Evliliklerde görüyorum. Düğüne öyle odaklanmış ki, öyle bir gelin olmak istemiş ki hepsi olmuş ama evliliği düşünmemiş. Çift bir araya gelmiş, ne olursa olsun gelmiş ama arada his yok.

Hiç olmayan niyetlere
‘hayırlısı değilmiş’ diye mi bakılmalı? Uzun yıllardır dinleme halinden öğrendiğim şu ki bir şeye niyet ediyoruz ve sonra da “Hayırlısıysa olsun” diyoruz. Bu söz bütün parametreleri elden geçiriyor ve bizim için hayırlı olmadığından niyet gerçekleşmiyor. Birçok kez bunu unutup istediğim olmadı diye duaya, niyete tepki duyuyoruz. Oysa istediğimiz verilmiyor çünkü hayrımıza değil. Hayırlısı olsun demek niyetim olmayacak demek değil. Ama olmuyorsa bilin ki hayırlı değildi, korunuyoruz. Burada da şükretmeliyiz. Nasıl her şey yolundayken şükrediyorsak olmadığında da ‘burada benim hayrıma bir şey var’ diye şükretmek gerekiyor.

“Başka şey istesem olacakmış” hallerimiz var bir de…
“Beklenti denizinde yüzen hayal kırıklığı limanında boğulup gider” diyorum hep. Çevreden edindiğimiz bilgiler, doğru zannettiklerimiz, onay beklediğimiz haller bir beklentiye sokuyor bizi. Bir de hiç beklentisiz olduğumuz alanlar var. Oradaki niyetlerimizin çabucak olması bize şaşırtıcı geliyor ve “Bu hakkımı keşke başka yerde kullansaydım” diyoruz. Halbuki o hak her alanda açık.

Verileni beğenmemiş oluyoruz o zaman değil mi?
Bu biraz insanoğlunun kibri… Kibrin en büyük günahlardan sayılmasının nedeni bu. ‘Ben bilirim’ var kibrin içinde. Ben biliyorum ki ancak bu kadarı gelir, tesadüftür. Oysa tesadüf yok, sipariş var. Bir de ‘vere vere bunu mu verdi’ var. Halbuki anbean o kadar çok şey veriyor ki…

Piyango, loto kazanıp parayı kısa sürede kaybedenlerin durumunu hep merak etmişimdir.
Evet, herkesin takıntısı loto… Loto demişken; belki küçük denemeler yapabilir insanlar. Hayal ettikleri en imkansız her ne ise niyet etmeden önce o hayalin içerisinde imajinasyonlarını canlandırsınlar. Mesela loto çıktı, çok zenginler ve ne yapıyorlar? Ya da evlenmekse istedikleri, evlendiler ve ne yapıyorlar? Bir bakacaklar ki lotoyu kazanmışlar ama para gelir gelmez dağıtıyorlar. Burada paranın yarattığı hal harcama duygusu. Onların kodlarında harcama var. Bir milyon lira da olsa harcayıp yok edecekler. Parayı alıp kabul etmeyecekler, harcayacaklar. Oysa ki para geldikten sonra ne yapacaklarını da görmeliler. İlişkide de karşı cinsin fiziksel özelliklerini, kazancını değil ilişkiyi hayal etmelisiniz. Genellikle insan kendini görmüyor orada, karşı tarafı görüyor. El ele tutuştuğunda ne hissettiği yok. Bu ne demek? Karşı cinsi bulacak, kendini ona adayacak ve sonuçta hiçbir şey hissetmeyecek. Bu önemli bir tüyo bence kendine samimi olmak konusunda.

Lotoya geri dönersek, talihli nasıl çekiyor peki o parayı?
Öyle bir niyet etti ki o para ona geldi. Ama o sadece gelmesini istedi, sonrasını düşünmedi. O parayla bir şeyler satın alacak, onun aracılığı ile paranın dağıtalacağı insanlar olacak. Kendisi adeta bir kablo gibi o parayı alıp diğerlerine aktarıyor. Parayı çekme enerjisi vardı ama tutma enerjisi yok. İkramiye, işi gücü olan kişiye çıkınca o kişi yatırım yapıyor yine, para yine üretime dönüyor. Ama ikramiye çıksa da fabrika kursam, şu kadar insan çalışsa, onların çocukları okusa diyeni duymadım daha. Herkes ev, araba, tatil diyor. İkramiyelere harcama enerjisi yükleniyor. “Haydan gelen huya gider”i hep birlikte ispatlamaya çalışıyoruz. Para aslında geri dönüyor, orada üretim yok ve hak etmişlik duygusu yok. Bu mirasyedilerde de var. Birçok köklü zengin ailenin paraya ihtiyacı olmadan çalışan bireyini tanıyoruz. Bugün çalışmasa belki kaç kuşak paraya ihtiyacı yok ama para için değil, üretim için çalışıyorlar. Mirasyedi dediğimiz grupta tüketim enerjisi var, isterse milyar dolar var, saçıyor ve saçmalıyor.

Niyet deyince para, mal, mülk geliyor insanın aklına…
Dilediklerimiz sadece maddi dünya ile ilgili olursa maddenin yüzeyi gibi sert, katı, sadece dokunulunca hissedilen bir hale geliriz. O zaman da en çok dokunulmaya ihtiyaç duyarız. Günümüz insanı samimi bir sarılma, gerçek bir sohbetin peşinde koşarken diğer yandan birbirine benze, genç kal dayatmasını yaşıyor. Az şeye sahip olmak yok, sahip olduklarının sana hissettirdikleri var bence. Mal mülk hepsi istenebilir, bunlar için de kainatın kapısı açık bizlere ama öncelikle nasıl hissettiğimiz kısmı önemli.

Sabah niyetlerinin öneminden bahsediyorsunuz…
Sabah uyanış anı önemli. Gözümüzü açar açmaz nasılız; yorgun mu, tatsız mı, iyi mi? O uyanışa bir selam vermek lazım. Kalpten akan, ‘güzel bir gün olsun, mutlu, huzurlu, keyifli bir gün olsun’ demek yeterli. O gün proje tesliminiz var diyelim, “Bugün bana sunumumda yardım edilsin” gibi net bir niyet olabilir. Böylece güne önce kendimize selam vererek başlıyoruz. Canı sıkkın bir arkadaşımızı görünce, “Gel sana bir kahve yapayım” der, onun o halini dönüştürme çabasına gireriz ya. Başkasına gösterdiğimiz duyarlılığı kendimize de gösterdiğimizde hayat şahane olacak.

İstedik, oldu ama pişmanız…
Önce kendi seçimimiz olduğunu samimiyetle kabul edelim, kandırıldım demeyelim. Ama fark ettiniz ki istediğiniz bu değilmiş ya da o gün istediğiniz buymuş; kararlarınıza sahip çıkın. Bütün kişisel gelişim çalışmalarında hep söylenen bu, geçmişinle barış, kararlarına sahip çık. O kararı sen verdin, kurban falan değilsin. Şimdi de yeniden başka bir hal için ‘ol’ demek hakkın var. Bunu kabul etmezseniz kabınız dolu olur. Kabı boşaltın ki yenisi gelsin.

Bazen de niyetlerimiz oluyor ama olacağına hiç inanmıyoruz. O zaman ne yapmalı, nereden başlamalı?
Öğrenilmiş çaresizliklerimiz var. Engel diye gördüklerimizle yüzleşmek için yazmak çok kıymetli. Kitapta da buna dair tablolar yaptık. Yıllar içinde fark ettik ki insanlar hem istiyor hem de ‘ama’ diyor. Seyahat etmek istiyor ama karşısına hemen param yok yazıyor. Bedel koyuyor. ‘Bedel’le ‘eder’i karıştırıyoruz. Hep karşılığında para var. Oysa ben en güzel seyahatlerimde hep misafir edildim. Şurada olsam dediğim yerde misafir edildim, misafir eden de ben de çok keyif aldık, şükrede şükrede döndüm. Bazen de gitmek istiyoruz ama çalışmak zorundayım diyoruz. Aslında “Ben kimim ki bana versin” diyoruz. Ama sen bir dile, bir çıksın senden… Bambaşka bir şekilde gideceksin belki.

Örnek bir hikayeniz var mı bu konuda?
Bir danışanım var, en büyük hayali Hindistan’a gitmekti. Bir aşramda 15 gün kalmak istiyor ama çok borcu ve izin alma sorunu vardı. Hep ince hesaplar yapıyordu; gidersem şunu öderim, buradan alır buraya koyarım… Çalışmaya Hindistan’dan değil, para ile ilgili blokajlarından başladık. Zamanla önce işi değişti, geliri değişti, şu an ev satın almaya hazırlanıyor. Yaklaşık iki yılın sonunda o artık Hindistan hayalini bile unutmuştu. Hatta patronu iş için Hindistan’a yönelmesini istemiş ve meğer kendisi bunu yapmamış. Ben hikayenin başlangıcını hatırlatınca konuyla ilgilendi. Şimdi Hindistan’ın en iyi acentesi onu davet ediyor. 15 gün aşramda kalmaya razıyken şimdi Tac Mahal’de güneşin doğuşunu seyredip Himalayalar’da bir spa’da ağırlanacak. Bu hikayede Hindistan bir amaç değil, bir hediyeydi. O yaratıcılığını ve yeteneklerini hesapsızca kullanmaya başladı sadece. Biz bir amaç uğruna zamanımızı, sağlığımızı satıyoruz. Oysa kendiliğinden olan öyle güzel şeyler var ki. Bir anda bir yunus atlıyor ya denize bakarken, nasıl seviniyoruz. Oradan da göz kırpıyor hayat, “Bak senin baktığın boşluğun içinde neler var?” diyor.

Bedel ve eder kavramlarını açalım mı?
“Her şeyin bedeli var” diye bir kalıp var. Bu bir ‘eder’dir ve karşılığı illa ki üzerinde birtakım devlet adamlarının bulunduğu kağıt parçaları olmak zorunda değil. Bazen bir emek, bir paylaşım, bir çaba, ayrılan zaman olabilir. Değer ile paha da karıştırılıyor. Bağdat Caddesi’nde bir ev gözümüzde ‘değerli’ olabilir. Ama bunun parayla ilgisi yoktur. Para bizim kafamızdaki bir ‘gidememe kalıbı’dır; “Zaten ben o evi alamam ki.” Oysa bir eve aşık olabilirsiniz, onun Bağdat Caddesi’nde olması ise önemli olan, siz o kalıba takılırsınız. Ama o eve aşıksanız bir gün o evde yaşayacaksınız. Akışta size öyle bir anda verilecek ki… Belki de sırf o evi alabilmeniz için müthiş işlerin içine girecekseniz. O evle buluştuğunuz gün şükürdeyseniz her şey coşarak yukarı çıkacak. Ama o evde sırf yeri nedeniyle oturmak için hırsa giriyorsanız bedeli olur. Hakkını vermediğimiz her şeyin içinde de hakkımız yenir. Zaman kaybederiz, yanlış yollara girip doğru yolu bulmak için çaba harcarız.

Rüyalara niyet…
Diyelim ki zor bir dönemden geçiyorum ya da bir şey olacak mı olmayacak mı merak ediyorum. Yatarken niyet ediyorum. Rüya, ruhumun bana yazdığı bir mektuptur. O mektuba bir konu atfediyorum; “Niyet ettim, niyet eyledim, bu gece rüyamda şu niyetimle ilgili bana aktarım yapılsın. Ben bu rüyayı hatırlayayım ve hatta anlayayım. Dönüştüremediğim bir konu varsa rüyamda dönüştüreyim.” Başucumda bir rüya defterim var, kalkar kalkmaz her detayı yazıyorum. Ufacık bir tesir bile olsa yazıyorum. Eğer bilinçaltım izin vermediyse ve yanıt gelmediyse “Cevabı bir sohbette bir dostum bana anlatsın” diyorum. Hepimiz yaşarız bunu; “İnanır mısın şimdi bunu düşünüyordum, cevap senden geldi” dediğimiz durumlar olmuştur.

Küçük niyetlerle başlayın
Hayat bize diyor ki “Nedir niyetin, ne yapmak istiyorsun?” Düşünün, bir ordu var bizden komut bekliyor ve komut gelmedikçe onlar savuruluyor. Sonra da kızıyoruz niye savruluyor diye. Oysa bir gün için küçük şeylere niyet ederek başlayabilirsiniz. Sabahları o gün için kolaylık, iyi hissetme niyetlerinde bulunun. Aynı şekilde akşam şükürleri de çok önemli. Düşünün çocuğunuza yemekler yapıyorsunuz. Yiyor ve gidiyor içeri. Sizin beklentiniz ise o yemeğin tadını aldığını söylemesi, ifade etmesi. Çok beğendiğini söylese bir dahaki sefere daha da özenli yapacaksınız. Biz de bize verilene şükrettikçe kainat coşuyor.

Arınma niyeti
Niyet Defteri kitabından…
Geçmişin beni kısıtlayan hallerinden Bırakamadıklarımdan, affedemediklerimden Hellalleşemediklerimden özgürleşiyorum. Hayatımın, bedenimin, iç sesimin, benden yansıyanların Herhangi bir yerde bilemediğim tıkanmış, beni benden alan, Özümden uzaklaştıran tüm tıkanıklıkları açıyorum. Sevgi enerjisini buraya gönderiyor, sevgiyle şifalıyorum.


Pozitif Dergisi 2015/05

Yorum Ekle