Kitap

Dünya tarihindeki eksik Anunnakiler mi?

Dünya tarihindeki eksik Anunnakiler mi?

Sümer tabletlerindeki bilgiler, insanlık tarihindeki aydınlatılamamış her şeye ışık tutabilir mi? Bugün varlığı kabul edilmek üzere olan PlanetX tarihi yeniden yazabilir mi? Dünya tarihindeki eksik, bu gezegenin sakinleri Anunnakiler olabilir mi?
YAPRAK ÇETİNKAYA

İçinde yaşadığımız evren, üzerinde yaşadığımız dünya ve bedenimiz hakkında bildiklerimiz hala çok sınırlı… Bilim adamları bu bilinmeyen boşluklar hakkında kesin bilgiye ulaşmaya çalışırken bizler bunlar üzerine fazla kafa yormadan yaşamımızı sürdürüyoruz. Örneğin Mısır piramitlerini kim yaptı, gerçekten ne zaman yapıldı, uzayda başka uygarlıklar var mı, son 500 yılda insanlık nasıl bu kadar hızlı gelişti, DNA’mızın henüz keşfedilmeyen yüzde 97’lik kısmı ne işe yarıyor diye pek de düşünmüyoruz.

Bir de insanlık tarihindeki “eksik parça”nın Anunnakiler olduğunu öne süren araştırmacılar ve bilim adamları var. Onların teorisine göre kadim geçmişte insan suretinde betimlenen tanrı ve tanrıçalar aslında dünyaya gelmiş bir uzaylı türüydü; yani Anunnakiler… Güneş sisteminin en dış gezegeni olan, bugünlerde keşfedilmeyi bekleyen Niburu gezegeninden (PlanetX) geliyorlardı ve aynı tohumdan gelmemiz sebebiyle bizlerden uzun boyları ve uzun yaşamları dışında fiziksel olarak pek farkları olmayan Anunnakiler teknolojik olarak çok gelişmişlerdi. Sahip oldukları teknoloji onları tanrılaştırmamıza vesile olmuştu. Henüz çözemediğimiz tüm gizemlerin nedeni de onların bu ileri teknolojiyi dünyada kullanmış olmalarıydı.

Bu iddia bugüne kadar bize öğretilen ve inandığımız her şeyi derinden sarstığı için insan önce “Yok artık!” deyip geçmek istiyor. Ama bu teoriyi destekleyenler belgeleri ile konuşunca dönüp bakmamak olmuyor.
Gök Türk de onlardan biri… Yakın zamanda “Sümerlerin Göksel Ataları Anunnakiler” adıyla üçüncü kitabını yayınlayan, sık sık eğitimler düzenleyen ve gerek bilgisayar başında gerekse seyahat ederek aralıksız araştırma yapacak kadar bu işe gönül vermiş olan Gök Türk ile Anunnaki teorisini ve bu bilginin bizi neden ilgilendirdiğini konuştuk.

Bırakın gerçekleri gelecek söylesin ve herkesi eserlerine ve başarılarına göre değerlendirsin. Bugün onların olsun; ama uğrunda çalıştığım gelecek benimdir. Tesla

Anunnakiler’e ilginiz nereden doğdu?

Babam ve babaannem gizemli hikayeler anlatırlar, ben de çok büyük bir merakla dinlerdim. Sonra Ata Nirun’un yayın yönetmenliğini yaptığı Fenomen dergisi ile tanıştım. O günden bugüne de her türlü gizemi okudum, araştırdım. Ama bu gizemlerle ilgili cevaplara bir türlü ulaşamıyordum. Tamam Mısır piramitleri var, mükemmel yapılmış, çok detayı var, üzerine kitaplar yazılmış. Ama “Bunu Keops yapmıştır, mezar olarak yaptırmıştır” gibi açıklamalar bana yetmiyordu. Mısır biliminin bu kadar ileri olması mümkün değildi. 16 yaşından beri, oradan alıyordum, buradan alıyordum ama birleştiremiyordum. O kadar çok gizem vardı ki… 2008’de dil ve tarih uzmanı Kazım Mirşan‘ın Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nda Sümerce ile ilgili bir eğitimine gittim ve burada uzun uzun Sümerler’den bahsedilince ilgimi çekti. Sümerler’i araştırmaya başlayınca da Azerbaycan asıllı bilim adamı ve Sümerolog Zecheria Sitchin ile tanıştım. Onun aslında 1976’da yayınlanan ama bize o günlerde ancak ulaşan kitabı “12. Gezegen” kafamdaki bütün gizemleri bir yere bağladı.

Ancak bu kitabın dili çok ağırdı. Bu bilgilerin hikayeleştirilerek yazılması gerektiğini düşündüm. Üstelik sadece Sitchin’in dediği ile olmazdı, araştırmam da gerekiyordu. Şu an profesör olan genetik uzmanı bir arkadaşım öncelikle kitaptaki tüm tablet bilgilerini doğruladı. Yani Sümer tabletlerinde verilen DNA bilgilerini… Benim yazacağım kitabın danışmanı ve editörü olmasını rica ettim. Böylece “Amon Ra-Uzaylı Bir Prensin Yaşam Öyküsü” adlı ilk kitabımız insanlara gerçekleri aktarma amacıyla yazılmaya başlandı. Daha sonra “Son Çağrı-Anunnakiler ile Temas”ı yazdım.

Bu kitapları yazarken dayandığınız kaynaklar neler?

Temel olarak Sümer, Akkad, Asur, Babil, Mısır gibi uygarlıklardan kalan kadim tabletleri ve bilgileri, Heredot, Homeros gibi geçmişten gelen bilgeleri, kutsal kitapları ve geçmişe dair ne varsa her türlü bilgiyi kaynak olarak alıyoruz. Sonra da 21. Yüzyıl bilimiyle karşılaştırıyoruz. Mesela “Amon Ra” yı yazarken 1921’de bulunan “Marduk’un Otobiyografisi”ni temel aldık. Bu Asur’da bulunan bir tablet… Önce anlayamıyorlar ne olduğunu çünkü “Ben Tanrıyım” diye başlıyor, “Şuraya gittim, şunu yaptım, çok çile çektim, öldüm dirildim” diye devam ediyor. Bir tanrının bunu nasıl kendi kendine yazdığını anlayamıyorlar. Sonra yazanın İsa olduğuna karar veriyorlar. 5-10 yıl böyle devam ediyor. Ama tabletin en altında “Ben Marduk Ra’yım” yazıyor. “Kendi ülkemde Ra, Babil’de Marduk olarak bilinirim” diyor. Sonra İsa olmadığı kabul ediliyor. Temel olarak bunu aldık ve üzerine birçok tablet koyduk. Ama tabletler tekrarlardan ibarettir. Biz tekrarları çıkardık ve kurgu haline soktuk. Marduk’un Niburu’dan başlayan ve Babil’de son bulan öyküsünü o kitapta yazdık.

Teorileriniz ortalıkta çok konuşulmasa da bilim insanları ile işbirliğiniz var, doğru mu anlıyorum?

Evet. Akademi henüz bazı şeyleri kabul etmiyor, bunları konuşanları da dışlıyor. Benim koyduğum araştırmalar da akademiden dışlanmış profesörlerin, doçentlerin araştırmaları… Mesela Robert Schoch diye bir bilim adamı var; Mısır’daki Sfenks’in 5 bin yıldan eski olduğunu söylüyor. Onu da dışlıyorlar ama kendi doğrusunu takip etmeye devam ediyor. Ve hatta Sfenks’i çözer çözmez geldiği ilk yer Göbeklitepe oluyor. Ben bilimi eleştirmiyorum, hep bilimden yararlandım ama bilimin tutucu yanını eleştiriyorum. Söylediklerimiz tek tek ortaya çıktığında kim doğru yolda kim tutucu zaman gösterecek…

İkinci kitap geldi ardından..

Evet, ilk kitap bir özetti. Yüzde 90 tablet bilgisi, yüzde 10 da eksik tablet bilgilerinin sebep-sonuç ilişkisi ile kurgulanarak tamamlanması şeklinde… Dünya tarihçesini veren bir romandı… İkinci kitapta benim görüşlerim ön plana çıktı… Farklı iddialarım var. Son kitapta da bu iddialarımı dile getirmeye devam ediyorum. İddialarımın eşi benzeri yok, bunu söyleyebilirim. Üçüncü kitap bir bilgi kitabı. Dünyada Anunnakiler adıyla yazılan başka bir bilgi kitabı yok. Tabii ki birçok araştırmacıdan bilgi aldım, hepsini de belirttim. Ama temel olarak eşi benzeri olmayan konular. Şems, Mevlana, Amiral Byrd hakkında yazılanları başka kaynaklarda bulamayacağınızı söyleyebilirim. Tabii ki bunlar görüştür. Kesinlikle gerçeğe ulaştım diyemem.

Kimdir bu Anunnakiler?

Aslında bizim yıllardır Tanrı-Tanrıça olarak bildiğimiz grup. Annunnaki terimi 1958’de ortaya çıktı. Amerikan televizyonlarında kaynaksız bir metin yayınlandı. “Biz Annunnakiler, biz hep buradaydık” diye… İnsanlar sormaya başladı, kim bunlar diye… Kaynağını takip ettiler, ulaşamadılar. Ben de kaynağı olmadığı için bu metni kitaba koymadım. Sonrasında Annunnakiler’in Nordic Aliens (Nordik Uzaylıları) denilen bir grup olduğu ortaya çıktı. 1954’te Eisenhover, 1947’de Amerikan ordusundan Amiral Byrd’ın onlarla temasının olduğu iddiaları var. Anunnakiler’in Sümer Tanrıları olduklarını söyleyen ise Zecheria Sitchin oldu. Alakasız geliyor tabii; uzaydan gelenler nasıl Sümer tanrılarıyız diyebilirler? 1976’da büyük bir araştırmanın ürünü olarak Sitchin’in “12. Gezegen” kitabı yayınlandı ve çok ses getirdi. New York Times’ta çok satan oldu, 26 dile çevrildi. Ama Zecheria Sitchin günümüz ile ilgili bilgi vermiyordu, bize sadece geçmişi anlatıyordu. Onun düşüncesine göre M.Ö. 2023’te Anunnakiler zaten dünyadan gitmişlerdi. Benim iddialarım ise bambaşka. “Hala buradalar, tüm sistemin içindeler!” diyorum. Bu kitap da onun için yazıldı.

“Dünya tarihindeki eksik/değişken Annunnakiler” diye bir cümle var kitapta. Eksikten kastınız nedir?

Tarih biliminde olayları hep sebepsonuç ilişkisi ile bağlıyoruz. “Bu olduğu için şu oldu” diye… Ama bir değişken daha var.. Sadece sebep-sonuç ilişkisi ile Aztekler’in Avrupalılar ile karşılaştığında 168 İspanyol’un 80 bin yerliyi yenmesini açıklayamayız. Ama değişkeni koyup, “Giden tanrıları da sakallıydı. Gelen İspanyolları tanrıları zannettiler ve savaşmadılar” dediğinizde olay oturuyor. Tüm olaylar için bu böyle… “Şu olay nasıl gerçekleşti, imkansız görülen bir savaş nasıl kazanıldı?” diye baktığınızda hep bir eksik var. Bu eksik taraf bilimde çok ön plana çıkıyor mesela. Son 500 yılda nasıl bu kadar geliştik?

DNA’mızın çöp denilen yüzde 97’lik kısmı ne işe yarıyor mesela…

Tabii… İnsandaki hurda DNA’dan bahsetmiyoruz sadece, hayvanlarda da bitkilerde de var. İşin ilginç yanı müdahale edilmiş yani evcilleştirilmiş hayvanlar ve bitkilerde hurda DNA oranı çok yüksek. Ama hiç müdahale edilmemiş bazı bitkiler ve hayvanlar var dünyada, -zebra meselaonlarda hurda DNA oranı çok düşük.

O zaman şöyle diyebilir miyiz; dünyada önce Anunnakiler vardı.

Dünyada var olmadılar. Güneş sisteminin içerisindeki bir başka gezegenden, şu an Planet X diye bahsedilen gezegenden geliyorlar.

Hala orada olduklarını düşünüyor musunuz?

Evet.

Dünya ve insanlar ile bağlantıları nedir?

Aynı zamanda dünyadalar da… Hem oradalar hem buradalar hem Ay’dalar hem Mars’talar, arada üsleri var. Ama dünya sisteminin direkt içindeler. Yani yukardan gelip dünyada “Hey, dünyalı biz dostuz” demiyorlar. Dünya sisteminin içindeler, hep de öyleydi. Bunu böyle söyleyince biraz uçuk kaçıyor biliyorum. Ama kitaba koyduğum bilgilere ve kaynaklara bakınca daha net ortaya çıkıyor.

Dünyanın oluşumu veya insanlığın varlığı ile bağlantıları nedir?

Dünyanın oluşumu ile ilgili bağlantıları yok. Ama Babil Yaradılış Destanı’nda (Enuma Eliş) şu anlatılıyor: Güneş sistemi oluşurken toplam sekiz gezegen vardı. Nibiru’nun bir uydusu asıl gezegen Tiamat’a çarparak iki böldü. Yaklaşık dört milyar yıl önce Mars ile Jüpiter’in arasında bulunan Tiamat’ın yarısı Dünya olurken diğer yarısı parçalandı. Ay aslında Tiamat’ın bir uydusuydu… Bu göksel çarpışma neticesinde Nibiru bizim sistemimizin son üyesi oldu. Bir sonraki geçişinde de yeniden çarparak Dünya ve Ay’ı birlikte şimdiki yerine fırlattı. Tiamat’tan arda kalanlar ise hala Mars ile Jüpiter arasında asteroid kuşağı olarak duruyor. Ay’ın bir uydu olarak Dünya’ya oranla bu kadar büyük olması da o yüzden. Ama bu sistemin oluşumunun Anunnakiler ile bir ilgisi yok. Annunnakiler bizim gibiler. Ortada ilahi bir şey yok. Amerika ile Sudan arasındaki teknoloji farkı gibi onlarla aramızdaki fark. Ancak bu çarpışma sırasında Nibiru’daki yaşam tohumu Dünya’ya düştü ve ilkel oksijensiz yaşam başladı.

İnsanlıkla ilgileri nedir peki?

Kadim Astronotlar Teorisi denilen bu teoriye göre M.Ö. 250-300 bin dolaylarında Homo Erectus’a Anunnakiler tarafından dışsal bir müdahale yapılmış ve primatın genleriyle oynanarak tüp bebek yöntemine benzeyen bir yöntemle Homo Sapiens ortaya çıkmıştı. Sümerler’e bu müdahaleyi yapanlar göre ”Anunnakiler”di.
Yani Homo Erectus dediğimiz varlığın onlarla birleşiminden oluşuyoruz. Bu evrimi yok sayan bir yaklaşım değil. Darwin’in evrim teorisinde bir hata yok. Ben de Darwin’e katılıyorum ama öte yandan Homo Sapiens’in geçmişi, atası yok. Homo Erectus’tan Homo Sapiens’e geçiş için ara form yok. Hayvanların ve bitkilerin evriminde ise böyle bir müdahale yok. Sadece son 13 bin yıldaki evcilleştirme çalışmaları var.

Anunnakiler bambaşka bir varlık mı?

Hayır, Anunnakiler de aynı soydan geliyor. Dünya ile Tiamat’ın uydusu çarpışınca oradaki yaşam tohumu buraya akmış. Tek fark; onlar bizden önce gelişmişler. Aynıyız, sadece farklı bir gezegende yaşadıkları için boyları uzun ve uzun yaşıyorlar. İnsanlar ise güneşe yakın oldukları için farklılar. Ama temelde aynıyız. O nedenle iki türün birleşiminden bir varlık ortaya çıkacağını düşünmüşler.

Amaçları ne?

Nibiru gezegeninin atmosferinde bizim ozon tabakasının delinmesine benzer bir sorun ortaya çıkmıştı ve gezegenin geleceğini tehdit etmeye başlamıştı. Bu sorun, Dünya’da çokça bulunan altın madeni sayesinde çözüldü. Tablete göre dünyadaki altını almak için geliyorlar ve o altını çıkarıp toplayacak bir güce ihtiyaçları var.

İşçi sınıfı yani..

Evet… Amaçları bu. Altın madenlerini çıkarmak için Dünya’da bir koloninin kurulması gündeme geliyor. Atra Hasis metinlerinde o dönem isyan çıktığını ve ani müdahale gerektiği yazıyor. Anunnakiler isyan ediyor, altın madenlerini yakıyor, liderlerini esir alıyorlar. O an müdahale edilmesi gerekiyor. Muazzez İlmiye Çığ da bunu Atra Hasis metninden çok güzel açıklar. Bunun üzerine bir Anunnaki olan EA/Enki geliyor ve “Dünyada böyle bir varlık var. Biraz bilinç verelim ve gücünden faydalanalım” diyor. M.Ö 300 binler… Kendi içlerindeki felsefi tartışmalar bile yazıyor tablette. Bir grup karşı çıkıyor, “Onun yerine robot yapalım” diyor. Bir başka grup “O kadar zamanımız yok” diye itiraz ediyor.

Önce erkek spermini Annunnakiler’den, kadın yumurtasını Homo Erectus’tan alıyorlar ama olmuyor. Sonunda bir dişi Anunnaki olan Ninmah, kendi rahmini sunuyor. Bir Homo Erectus’tan alınan sperm ile bir Anunnaki kadınından alınan yumurta Ninmah’ın rahmine veriliyor. Adamu doğuyor. Enki’nin eşi Ninki’den ise Tiamat doğuyor. Sorun şu ki üreyemiyorlar. 50 bin yıl kadar çalışıyorlar ama başarılı olamıyorlar. Sonunda kendi DNA’larını Adamu ve Tiamat’a direkt veriyorlar. Başarılı oluyor ve üreme başlıyor. Sadece bununla da kalmıyor, 23 kromozom ile artık bir bilgeliğe de ulaşıyorlar çünkü özellikle dişiden gelen X kromozomda milyarlarca bilgi var. Artık birer Anunnaki oluyorlar. Davranışları değişiyor, örtünme ihtiyacı duyuyorlar. Bunlar MÖ 250 binde Tanzanya Olduvai vadisinde gerçekleşiyor. “İşçi sınıfı yaratacakken kendimiz gibi bir ırk yarattık” diye itiraz eden karşı grup var. Tanrıcılık oynamak olarak değerlendiriliyor.

Şimdi klonlamaya karşı çıkılması gibi…

Aynısı evet… Ben de örneği hep öyle veriyorum. İlk tüp bebeği yapan doktor (Sir Robert Edwards) bebeği eliyle kaldırıp “Başardım” demişti. Aynısı tabletlerde de var, bir Anunnaki ilk bebeği eliyle kaldırıp “Onu ellerimle yarattım” diyor. Çizimi var. Yapılan işlem bu, ilahi hiçbir şeyden bahsetmiyoruz. Sonrasında defalarca müdahaleler oluyor. Zaten ilk doğurgan ananın Afrika’dan çıktığını artık bilim de doğruluyor.

Altın meselesine dönersek…

Onunla ilgili net bilgi yok ama Sitchin’in iddiası kendi ozon tabakalarındaki bir deliği kapatmak için olduğu yönünde. Başka araştırmacılar altının monoatomik, boyutlar açan özelliğinden yararlanmak istediklerini söylüyor. Ama altın için olduğu net. Hala da aldıklarını düşünüyoruz. Dünyada tartışılan bir konu var: Bu büyük altınlar nerede? Dünya kapitalizmi olmayan altınlar üzerinden mi yürüyor? Yeraltında, büyük depolarda, bankalarda saklanıyor gibi bir izlenim var. Ama yok! Parasal karşılığı üzerinden bir sistem mi yürütüyoruz, bilmiyoruz. Dünya şu an hep kazılıyor. Hiç bu kadar kazılmamıştı. Benim bir iddiam daha var. Altın madeni olarak Türkiye’de kazılan üç dört bölgeyi biliyoruz. Kalan yerlerin de başka madenler adı altında ama aslında altın için kazıldığını iddia ediyorum. Dünyada da aynı şekilde kazılıyor ve bulunan altın nereye gidiyor belli değil. Ülkelerin gelirine bir katkısını en azından ben göremiyorum.

Altını onlara aktaran kim?

Dünya sistemi. Bizler alıp veriyoruz. Balık çağında, son 2 bin yıllık dönemde insanlar altını derelerden toplayıp tanrılara sunuyorlardı.

Onlarla bağlantılı bir grup var o zaman..

Evet.. Dünya sisteminin onların bir sistemi olduğunu ve hala burada olduklarını iddia ediyorum.

İnsan görünümündeler mi yani?

Yarı insan yarı tanrı mevzusuna bakmak gerekiyor. Biz yarı tanrıları kendisinin ilahi olduğunu iddia eden firavunlar, İskender, Gılgamış gibi algıladık. Oysa onların iddia ettiği başka bir şeydi. Gılgamış destanında açık açık söyler; “Annem bir Anunnaki, babam bir insan. Üçte iki oranında Anunnaki genine sahibim. Neden uzun yaşamıyorum?” “Ben üstünüm” demiyor, “Neden uzun yaşamıyorum?” diyor. İskender’e de “Sen Ra’nın çocuğusun” diyorlar. O zaman Amon Ra’yı bulmak gerek diye İssos’ta (İskenderun) koskoca Pers ordusunu deviriyor. Persliler geriye kaçarken onların peşinden gitmiyor, Mısır’a yönleniyor çünkü hedefi Amon Ra. Ona ulaşıp “Ben niye uzun yaşamıyorum?” diyecek.

Bu bilgiyi bilmek bugün bizim ne işimize yarar?

Geleceği görürsünüz. Kitaplarımda yazdım. Önümüzdeki beş seneyi de yazdım. Bazılarını da eğitimde veriyorum. Çok basit bir örnek, 17 Aralık 2017’den önceki son iki eğitimde İran’ın karışacağını söyledim ve karıştı. Şimdi Pakistan’ı söylüyorum.

Bu bilgiyi, tarihsel döngüyü izleyerek mi görüyorsunuz?

Siyasetle, partilerle ilgilenmiyorum. Ama M.S. 1704’ten beri süren bir süreç var. Isaac Newton dünyanın iki numaralı fizikçisi. Benim yaptığım araştırmaları yapıp Daniel kitabını inceliyorsa (Tevrat’ın 27’nci kitabı) ve sonunda “Papalık’ta 2060’da bazı değişimler olacak, dünyada yeni bir çağ başlayacak” diyorsa, “1704’te Yahudiler kendi topraklarına geri dönecekler” diyorsa ve 1948’de İsrail kuruluyorsa burada başka bir değişken var. Newton’a bilgiyi veren bir üst grup var. 1987’de Filistin’de İntifada başladığında olanları biliyoruz. 2000- 2005’teki İntifada’yı biliyoruz. Şimdiki İntifada’dan neden cevap alınamadığını kanıtları ile koyuyorum. Önümüzdeki süreçte olacakları da söylüyorum.

Neler olacak peki?

Dünya çok daha güzel bir yer olacak, benim iddiam bu. 2060’ta dünya hiç olmadığı kadar özgür ve barış dolu olacak diyorum. Bunun için birçok kaynak koyduk. Farklı bakış açıları olabilir. Bu benim görüşüm. İçsel olarak böyle hissettim demiyorum. Bu şekilde söyleyen arkadaşlarımız da var ama ben araştırmacıların vardığı sonuçları ortaya koyuyorum. 2060 tarihini kendim buldum, Kova Çağı’nın başlangıç tarihi yani. Katılmayanlar olacaktır çünkü farklı görüşler var.

Ne zaman başlayacağından hiç kimse emin olamaz. Ben de dahil… Ben Isaac Newton’u temel aldım, araştırmalarımla da uyumlu olduğu için. Kova Çağı’na geçişin etkisi son bir derecede yani 1988’de başladı dedik. Dünya inanılmaz bir değişim yaşayacak dedik. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile öyle bir hızlandı ki… Sistem subliminal şekilde bizi değişimi fark etmemeye alıştırıyor. “Şu an iki insan Mars’ta” desem ve kanıtlarını koysam 30 saniye şaşırırsınız sonra günlük hayatınıza devam edersiniz. O kadar hızlı gidiyor ki her şey… Bu akıllı telefonlar falan mucizenin eseri aslında ama biz mucize olarak görmüyoruz. 7 milyar insana bu kadar hızlı bir değişim hissettirilmiyor, yediriliyor adeta.

Yediriliyor deyince negatif bir his veriyor insana…

Hayır… Negatif bir şey anlatmıyoruz. Kitapta bahsettiğim gibi iki ayrı prosedür var: Görenler ve görmeyenler. Görenler her şekilde görüyor ve görenlerin yolu da açılıyor. İşaretler gelir ve doğru yorumlarsanız, farkındalıkları yaşarsanız, yolunuz açılır. Herkesin yolu farlı, herkesin gerçeği farklı… Ama genlerin uyanışı başladığında durdurulamıyor. Ama saptırılabiliyor. Saptırılmaması için bilgi kirliliğinden uzak durmak, tarikatlaşmamak lazım.

Kişi kendi yolunu seçmeli, özgür olmalı, etrafına bilgi yaymalı, ışık yaymalı, pozitif olmalı. Pozitif olmadıktan sonra bilgi de bilim de hiçbir işe yaramaz. Ben bilgiyi veririm, alan alır almayan almaz, hazmeden hazmeder diye bir şey yok. Bilginin sorumluluğu var. Büyük üstatlar, evliyalar bunu öğrettiler. Binlerce yıldır konuşulan dil avam için farklı oldu, üstatlar için farklı oldu. Mevlana’dan Şems’ten bugüne bakın… Şems çıkıp herkese seslenmedi. Bilgi vardı ama o bilgiye ulaşmak isteyen İngiltere’den çıkıp İsfahan’a kadar yolculuk ediyorlardu. Şimdi de Google’ı açıp sabahlara kadar bu konulara bakmak, gökyüzünü incelemek aynı şey. Bilgi ortada ama yiyebilen kaç kişi var?

İnsanlık olarak manipüle ediliyor muyuz?

Orası kesin.

Ama olumsuz bir şey değil bu öyle mi?

7 milyar insanın bir düzene ihtiyacı var. Her olayın yüzde 50 negatif yüzde 50 pozitif tarafı var. Her olayın… Asla onlar kurtarıcılarımız ya da bizi yok etmek isteyenler değiller. Siz bulunduğunuz yerden onlara bakabilirsiniz. Pozitifseniz pozitif taraflarını görürsünüz, negatifseniz negatif taraflarını görürsünüz. Dünya gibi.. Yukarısı nasılsa aşağısı öyledir. Ama yeni sistemde dünyada bir ilerleme var. Kadınlar özellikle… Bir kadın olarak siz bundan 150 yıl öncesi ile şu anı kıyaslayamazsınız. Şu anda bir kadın dünyanın yüzde 95’ine rahatlıkla gidebilir. Ama “Dünyada kaos var, yaşayamıyorum, özgürlük yok, şiddet var” diye bakmak da sizin seçiminiz. 200 sene önce prensesler derelerden taşınan sularla yıkanıyordu. Şimdi her kadın bir prenses. Evine gidiyor, ışığı yakıyor, suyu açıyor, duşunu alıyor, çamaşır makinesini, bulaşık makinesini çalıştırıyor. Yani ilerlememe mi var, gerileme mi? Bu açıdan bakmak lazım. Bilgi anlamında da son 500 yıldır hızlı bir ilerleme var.

Astronomik olarak dünyadan açıldık, kendimizi uzaydan görebiliyoruz. Yazı dili olarak gerçek tarihe ulaştık. Anunnakiler’i eleştireceğimiz bilgilere bile tabletleri çözerek ulaştık. O bilgi bile bize verildi. Manipüle edebilirler miydi, bize kendilerini kurtarıcı gibi sunabilirler miydi? Her tablette “Anunnnakiler melektir” diyebilirler miydi? Evet.. Ama onlar olduğu gibi verdiler; hatalarını da amaçlarını da… Ama sonra bize nasıl hizmet etmeye başladıklarını da verdiler. M.Ö. 3800’den sonra dünya dünyalılarındır deyip tamamen sistemi bizim üzerimize kurduklarını da söylediler.

 

David Icke, “İnsanoğlu Ayaka Kalk” kitabında sürüngenler/reptilyanlar olarak bahsediyor bu ırktan…

Başka isimler de var. Bu yaklaşımların hepsi Sitchin merkezlidir. Tabletlerden ve tarihlerden değil, kurgudan beslenirler. İnanmaya meyilli insanlar da var ama benim alanıma girmiyor. Önüme kanıt konulsun diyorum. Ben kanıt koyuyorum.

“İlahi değiller” dediniz… Onlar neye inanıyorlar peki?

Onlar da tek tanrılı dine inanıyorlar. İnançta aynı noktadayız.

Belli bir zamana kadar biz onları görüyormuşuz. Ne zaman görmemeye başladık ve nasıl görmeyebiliyoruz?

Kayıtlara baktığımda M.Ö. 300-500’e kadar görülebiliyorlardı. Sonrasında kayıt yok ama rüyalar aracılığı ile görüşüldüğü anlaşılıyor. M.Ö. 3800’de karar almışlar, “Dünya dünyalılara aittir” diye. “Bir düzen kuracağız, sonra kendimizi yavaş yavaş unutturacağız” diyorlar. Göz önünden uzaklaşınca da insanlar tarafından putlaştırıldılar.

Gelecekle ilgili konuşalım biraz da… Kova çağı, Balık çağı dediğimiz nedir, önce onu anlatır mısınız?

Çok uzun bir konuyu kısaca özetleyeyim. Zodyak’ta 30 derece güney paralel ile 30 derece kuzey paralel arasında gökyüzüne baktığımızda 12 takım yıldızı vardır. Günümüzdeki takımyıldızlardan bahsetmiyorum. Bilim dünyasının yüz yıl önce sunduğu 88 takımyıldız var. Orada bizim zodyağımıza 13 takımyıldız giriyor. Bundan bahsetmiyorum. Kadim bilgiden bahsediyorum. Bizim güneş sisteminin bu 12 takım yıldızının etrafında dolaşması 25 bin 920 yıla tekabül ediyor. Dolaşırken belli süreler her bir takımyıldızına yakın oluyoruz. Çok basit anlatıyorum şu an.

Ve 360 dereceyi 25 bin 920 yılda tamamlıyoruz. Bunu da 30 dereceye böldüğümüzde 2 bin 160 yıl… Yani her takım yıldızının önünde 30 derece yani 2 bin 160 yıl kalıyoruz. Hangi takım yıldızının önünde olduğumuz öğrenmenin yolu da ekinokslarda güneşin doğumundan tam yarım saat önce güneşin arkasında hangi takım yıldızının göründüğüne bakmaktır. Hangisi görünüyorsa o takımyıldızın presesyonundayız diyoruz. Şu an Balık ile Kova’nın arasındayız. Ancak sınırı bilmediğimiz için geçip geçmediğimizi bilmiyoruz. İngiltere’deki Stonehenge antik bölgesine 21 Mart’ta giderseniz orada ritüeller yapıldığını görürsünüz. Bazıları Kova Çağı’na geçtiğimiz söylüyor. Ben 2060 diyorum ama bunlar bilimin bize verdiği rakamlar değil bakın.

Her takımyıldızın bir lideri mi var?

Avrupa Birliği dönem başkanlığı gibi düşünün. Şimdi Bulgaristan’a geçti, onun inisiyatifinde yönetilecek ama genel kurallar aynı. Burada da bir lider var, onun yöntemi ile dünya yönetiliyor. Geçmekte oluğumuz Kova Çağı’nın lideri de Enki… Enki’nin yöntemi bilim…

Hangi bilim?

Tamamen açık bilim… Bilim adamlarının bakış açıları da değişiyor artık. Planet X yakında ilan edilecek. NASA’nın üç büyük astronomundan biri olan Mike Brown bas bas bağırıyor “Bir gezegen daha var” diye. 2006’da Plüton’u gezegenlikten düşüren kişi de o. Çünkü Sümerler on gezegen olduğunu yazmışlardı. Sümerler’in yanıldığını öne sürüp zaman kazanmak istediler. Gidilmesi mümkün olmayan yıldızlardan hayatlardan yavaş yavaş bahsediyorlar.

Mars projesi için ne düşünüyorsunuz?

Kitapta da yazdım. İnsanlığın yaşamını uzatma projesi diye düşünüyorum. Tablet bilgilerinde Annunnakiler’in en dış gezegenden geldiği ve 3600 yılda bir yaş aldıkları yazıyor. Bilim adamları bunu araştırdılar ve dediler ki güneşten uzaklaştıkça insan yaşam süresi uzayabilir. İnsanın yaşlanma süresini ele alalım. Bizim 365 gündeki yaşlanmamız Mars’a gidince 687 güne yayılacak. En basit tabirle… Bu bir bilimsel iddia…

Yani Mars’a gidenlerin telomerleri mi uzayacak?

Aynen öyle.. Ben kısaca anlatıyorum ama bir sürü değişken var. Kesinleşirse insan Mars ile yetinmeyecek. Jüpiter’in uydularına gidececekler ki ben bunun da Anunnaki projesi olduğunu düşünüyorum. Bizi uzaya açıyorlar.

Sizce uzaylı nedir?

Biz de uzaylıyız. Anunnakiler dışında dünyayı ziyaret eden varsa da ben rastlamadım. Ama o kapıyı açık bırakıyorum. Benim alanım bu değil… Ben kadim tabletlerden günümüze bilgi taşıyorum.

“Seçilmişler” diye bir tanım kullanıyorsunuz. O ne demek?

Olayı hep analitik olarak açıklarım. Enok’un kitabını baz alıyorum. Enok’un kitabında üç tür insandan bahsediliyor. Ulular, seçilmişler, adil olanlar. Ululardan kasıt Anunnaki genine yüksek miktarda sahip olan, o ailelerden gelenler. Mesela Japon kraliyet ailesi Amaterasu’dan geldiğini iddia eder. Dışarıya kız alıp vermedikleri için de genlerini çok yüksek oranda saklı tutmuşlardır.

Seçilenler ise bizim insan-ı kamil dediğimiz, dünyada o bütünlüğe ulaşabilen insanlardır. İnsanın bir yolu var, her dinde bu yol verilmiş. Budist de olsanız Müslüman da olsanız bu yoldan ilerleme, İnsan-ı kamil olma şansına sahipsiniz. Ama çok farklı yollara da gidebilirsiniz. Zirveye ulaşıp hiç de olursunuz, tasavvufu kullanıp hiçbir şey de olmayabilirsiniz. “Milyonlarca dolarım var” diye seçilmek değil yani. Adil olanlar ise hiçbir bilgisi olmayan, dünyada bu konuları hiç bilmeyen ama yüzde yüz insan olabilenler. .. Örneğin Kazdağları’ndaki Sarıkız Efsanesi…

Mevlana bir seçilmiş mi oluyor bu durumda?

Bence öyle. 800 yıl sonra dünyanın felsefesini veriyor hala. 2060’da olacak olan dünyanın birleşmesi. O yolda gidiyoruz. Yüzde 5’lik dilim hariç dünya birleşiyor. Kültürümüz tek; AVM kültürü. Şu kahveyi istediğiniz yerde aynı tatta içebilirsiniz. Her türlü siyasi görüşe sahip insan aynı AVM’de buluşuyor, Dünya tek bir dile odaklanmış durumda. Hepimiz önce İngilizce diyoruz.

Bu iyi mi, kötü mü?

Dünya birleşiyor. Dünyada benim çocuğum savaş istemiyor. Gerçekten eline silah alıp da bir başka ülke vatandaşını öldürmek istemiyor. Yeni çağın çocukları olaya bambaşka bakıyor. Savaşlar bitecek, dünya tek olacak iddiasında bulunuyorum. Tek dünya devleti kuruyorlar demiyorum. Ortak bir din kuruluyor dünyada, adı ılımlı din. Neye inanırsan inan ama ılımlı ol! Radikalizm çökmüş durumda. Önümüzdeki 10 yıl içinde Japon turistler Kabe’de fotoğraf çekebilecekler diyorum. Türkiye’de dişil uyanış başlıyor. “Kadınlar eşitlenecek” demiyorum, “Öne geçecek” diyorum.

Bizim bu gün bu dergi için konuşuyor olmamız bir işaret mi?

Evet. Dünyada bireysel farkındalıkla, evrensel farkındalıkla ilgilenen herkesin uyandığını iddia ediyorum ama uyanmak yetmiyor. Uyanıştan kasıt genlerin uyanması, blokajların atılması. Akıl, zeka, mantık, dürüstlük, sevgi, insanları ve hayvanı sevmek. Biri eksik oldu mu zincir tamamlanmıyor. Bunun için bir sürü yol var. Bilgi kirliliğini aşmak, negatiften uzaklaşmak, pozitife odaklanmak, pozitif enerji yaymak gerek. Uyanan insanın etki alanı daha büyüktür. Pozitifte kalması etrafındaki büyük kitleye pozitif enerji aktarmasını sağlar.
Yapamayanlar, her olayda negatifi görenler ise destek alabilir. Birçok yol var.

“İşaretleri okumak” dediniz. Çanakkale gezisi fotoğraflarınızı gördüm, size de bir işaret mi geldi?

Bir şey diyemem… Gözümle görmedikten sonra “Gördüm” diyemem. Ama herkesi şaşırtan bir deneyimdi. 12 dakikalık bir çekim yaptım Sarıkız’a çıkarken. Bulut yoktu tepede… “Buraya bulutlarla gemiler gelmiş” diye videoda anlatırken, tepeye bir çıktık ki içinde bir gemi varmış gibi bir bulut.. Biz gidene kadar ayrılmadı oradan. 15 yıldır orada rehberlik yapan bir kişi, “Ben böyle bir şey hiç görmedim” dedi. Bulut dediğin gelir, toplanır, dağılır. Ama bu bulut durdu. Ama tabii UFO’dur diyemem.

ANUNNAKİLER’İ ÖĞRENMEK NEDEN ÖNEMLİ?

1800’lerden beri arkeologların elde ettiği bulguları, tabletleri doğru yorumlayan ülkeler bugün birer süper güç haline dönüşmüşlerdir. Tabletlerde ne açığa çıkmıştı ki Osmanlı’nın kadim şehirleri büyük devletler arasında apar topar paylaşılmıştı? Tarihin akışını değiştiren şehirlerden Babil’i Ruslar kazarken, Musul’u İngilizler, Khorsabad’i niçin Fransızlar kazmıştır? Niçin bu ülkeler birbirlerinin kazı alanlarına karışmayıp, elde ettikleri bulguları hep kendilerine saklamışlardır? Bu kadim şehirlerin talanından 150 yıl sonra bile neden 2003’te ABD Irak’ı işgal ettiğinde yaptığı ilk işlerden biri Bağdat Müzesi’ni basıp 15 bin parçayı götürmekti? Çoğu Sümer tarihini anlatan en az 6 bin yıllık çivi yazısı tabletlerin tamamı neden çalınmıştı? Anunnakiler’in bilgisini, kronolojisini anlatan metinler ve Büyük Tufan’ı anlatan hikâyeler neden bu kadar önemliydi? Bu soruları sormak bu konunun önemini fark etmek için yeterli sanırım.

Yorum Ekle