Kitap

Yoga bedeni, Buda zihni, Mevlana yüreği

“Yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin” cümlesinin canlı kanlı bir örneği var: Mert Güler. 10 yaşında geçirdiği menenjit hastalığı, onun içsel yolculuğunu tetikleyen bir şans olmuş. Evet şans diyoruz çünkü yoga eğitmeni Mert Güler geçirdiği hastalıklar sayesinde beden-zihin-ruh üçlemesini köküne kadar sindirmiş. Böylece yoga bedenine, Buda zihnine ve Mevlana yüreğine sahip olduğunu söyleyen Güler, gelecek nesillerin de bu üçünün birleşimine sahip olacağını düşünüyor. Başından geçenleri anlattığı kitabı ‘Aşkla Gülümse’de içten, samimi tarzıyla okuyucuyla sıcak bir bağ yakalayan Mert Güler’i biraz yakından tanıyalım istedik.

Yazı:Deran Çetinsaraç

 

Ben biraz tersten başlayacağım; kitabınızın sonunda söylediğiniz ve vardığınız noktayı anlatan cümleyi sormak istiyorum: Yoga bedeni, Buda zihni, Mevlana yüreği! Bu cümle sizi mi anlatıyor?

Gerçek öğretiler üçe ayrılır; zihin, beden ve yürek. Sağlıklı bir beden, huzurlu bir yürek ve açık bir zihin olması gerekiyor. Önce bende çalışmayan şeyin beden olduğunu anladım. Dolayısıyla da vücudu çalıştıran sistemin ne olduğunu çok araştırdım. Yıllarca dans ve fitness eğitmenliği yaptım. Bedeni yogadan daha iyi çalıştırabilen bir sistemi ben daha görmedim. Bu kadar net söylüyorum! Önce beden diye girdiğim şeyin zihne de çok iyi geldiğini gördüm. Yine de tüm dünyada sakin zihni anlatan en iyi kişi belki de Buda’dır. Son olarak gönül gözünün açık olmasını da hiç kuşkusuz dünyada en iyi Mevlana Celaleddin Rumi anlatıyor. ‘Aşk’ın yanına en çok yakışan kişinin Rumi olduğu söylenir biliyorsunuz. Yeni gelen nesil veya insanlığın da bu üçünün birleşimine sahip olacağını düşünüyorum.

Geleceğin kusursuz insanının modelini çizmiş gibi mi oluyorsunuz?

Evet, öyle de diyebiliriz.

Sizin yolunuzu bu üçlemeyle kesiştiren başlangıcı biraz anlatabilir misiniz?

Görünenin dışında, görünmeyen bir dünyayı hissetmeye başlamanızla bir başlangıç yapıyorsunuz sanırım. Çok önem verdiğiniz şeyler bir anda geri planlara düşüyor. Benim de hayatta sadece sağlığa odaklandığım dönemim oldu. Ne spor, ne futbol, ne yaşam koşuşturmanız; bir anda tek önemli şey iyileşmek oluyor. İşte “Bu düşünceyi sağlıklıyken de yapabilir miyiz?” sorusundan yola çıktım. “Kaybetmişcesine bu kadar güzel etrafa bakabilir miyiz?” durumu çok küçük yaşta başıma geldi. 10 yaşında menenjit olmuştum.

Belki o yaşta menenjitin adını bile bilmiyordunuz…

Tabii ki, zaten iç konuşmalarımı bu sayede keşfettim.

İç konuşmalardan neyi kastediyorsunuz?

Mesela içimdeki konuşmalar “Ödevini yap, sinemaya git, geç kalma” diyordu. Menenjitten sonra bu konuşmaları kaça indirebilirim, neden bu kadar çok konuşma var diye sorgulamaya başladım. Üstelik bu iç konuşmalarını etrafımdaki herkesin yaptığını ancak kimsenin dışa vurmadığını da anladım. Küçük yaşta soru soranlara, büyüyünce cevaplar gelir derler… İşte benim de menenjit sayesinde çok özel bir yolculuğum oldu.

Küçük yaşta sizinki gibi ağır hastalık geçiren çocuklara “Aman dikkat edelim” gibi yaklaşımlarda bulunulur, çocuk büyüse de hep hasta, zayıf kalır. Sizde böyle bir durum yaşandı mı?

Benim babam da eğitmen, dolayısıyla kimse aşırı korumacı davranmadı. Bir de Doktor Recai’nin erken teşhis koyması ve ailemin özel bakımı sayesinde bu süreci çok iyi geçirdim. Ailemin burada tedavi şekline karar vermesi hepimiz açısından büyük bir teslimiyeti de simgeliyordu.

İlerleyen dönemde yine sağlık problemleri peşinizi bırakmamış. 

1990’lı senelerde batı egzersizleri yapıyordum ve çok fazla ameliyat oldum. Doğu egzersizleriyle birlikte bir bedenin gerçekten nasıl işleyebildiğini gördüm. Ben yogaya bedenden girdim, ilerleyen süreçte zihin kısmının da inanılmaz etkisiyle tanışmış oldum. Gözükenden, yani bedenimden başlayınca duygu, düşünce, enerji boyutuna tam kökten başlamış oldum. Aslında bu da benim şansım oldu. Hastalıklara hep şanssızlık derler, oysa ki bakış açınızı değiştirdiğinizde bunun çok güzel bir şans olduğunu anlayabiliyorsunuz.

Yoga sayesinde yolunuz Hindistan’a kadar uzandı. İlk giden biri için neler hissettiniz ve yaşadınız? 

Yoga, Kuzey Hindistan’da ortaya çıkmış, dolayısıyla bu ülke her zaman ilgi odağımdaydı. Başladıktan sonra hemen gidemedim ama gidince de inanılmaz etkilendim. Çok bütüncül bir yer olduğunu keşfettim. Bambaşka bir kültür; bana film stüdyosu gibi geldi. Sanki biri film çekiyor, ben de içerisindeyim. Bu kadar kalabalık olan bir yerde meditasyonu nasıl keşfeder insan diye düşünüyorsunuz. Ben soru sordukça Hindistan beni o kadar içine çekti ki! Sorularla birlikte Ganj’ın gizemi, Himalayalar’ın güzelliği, yoganın çıkış yeri olması, Hac yolları… Çok sahici, çok içsel bir yer.

Sizi orada en çok etkileyen insanlar kimlerdi?

Geçtiğimiz yıl 107 yaşında vefat eden Yogananda ile tanışma ve aynı masada sohbet etme şansı yakaladım. 90 yıllık yoga tecrübesi olan dünyadaki tek insandı. Himalayalar’ın Yogisi diye anılıyor. Tam yemek yiyorduk Yogananda da geldi. Beş-altı kaşık çorba içti, bir de meyve yedi. Bizim önümüzde pirinçler, sebzeler; tabii ayıp olur diye biz de yiyemedik. Tabağımıza bakıp “Hayatta iki şey yapacaksınız; bir az yiyeceksiniz, iki gülümseyeceksiniz” dedi. O sırada 106 yaşındaydı. Hep meyve yiyordu, sokaklarda dolaşıyordu ve 150 yaşı hedefliyordu. Onun için 107 yaşında görme, işitme, koku gibi duyu organları bu kadar iyi çalışan insan yok deniliyordu. Her sistemi yüzde 100 sağlıklı çalışıyordu.

Yoganın sizin bedeniniz üzerindeki etkileri nasıl peki?

1998 yılında yoga yapmaya başladım. Dizimde yaşadığım problemden dolayı 13-14 sene boyunca bağdaş kuramamış bir insandım. Bostancı-Kadıköy hattında eski Amerikan arabalarından sarı dolmuşlar vardı, hatırlar mısınız? Ben orta kısma oturduğum zaman ayağım uzun süre bükülü kaldığı için Caddebostan’da inmek zorunda kalırdım, Kadıköy’e kadar gidemezdim. Şimdi ise bağdaş kurarak saatlerce, günlerce oturabilirim. Eskiden vücudum sertti, şimdi çok rahatladı. Gerçekten şifa kelimesi çok özel bir tanımlama; yoga beni şifalandırdı diyorum bu yüzden. Hangi merkeze giderseniz gidin beslenmenizle, uyku düzeninizle, bedeninizle ilgilenmeniz gerekiyor.

Peki Hindistan’dan Konya’ya yolunuz nasıl düştü?

Kuzey Hindistan’da Türkler pek tanınmıyor. Bunun sebebi ülkenin kuzeyine bizden çok kişinin gitmemesi. Nereden geldiğim sorulduğunda ve Türkiye diye cevap verdiğim zaman, hemen peşine “Türkiye’de yoga yapabilecek misiniz?” sorusu geliyordu. Bir arkadaşım o sırada “Biz Türkiye diyoruz ama Rumi’nin diyarından geliyoruz aslında” deyince oradakilerin yüzüne muhteşem bir gülümseme yerleşti. İçeriden derviş fotoğrafları, dönen semazenler bile getirip gösterdiler. Nereye giderseniz gidin Rumi’yi tanımayan yok.

Hz. Mevlana’nın öğretileriyle yoganın ortak yanları var mı?

Hz. Mevlana’nın ‘Aşk’ın birliğini ‘Sema’ ile anlatması dünyada tek. O birlik anını bu kadar iyi anlatabilen başka bir şey yok. Bu yüzden içsel yolculuğunuzda belli seviyede çok özel bir aşk boyutu yakaladığınızı düşünüyorum. O aşk boyutuna gelindiği zaman ise Hz. Mevlana ile tanışmayan insan olmayacağına inanıyorum.

Bu boyuta yaklaşabildik mi?

Müthiş bir insancıl bakış açısı var: Ne olursan ol yine gel, ben ne doğudanım ne batıdan… 1200’lü yıllarda bu kadar merhamet, bu kadar hoşgörü çok üst düzey bir bakış açısını temsil ediyor. Hala daha bu bakış açısına sahip değiliz.

Şimdi günümüzde yaşadığımız olaylara ve ayrımcılığa bakınca, ne zaman kaybettik bu merhameti sizce?

Acaba Hz. Mevlana’dan sonra devam ettirebildik mi hiç? Yani aslında hiç kazanamamışız. Bilim ilerledikçe biraz daha bu bakış açısını anlamaya başladık ama hala hakim değiliz. O yüzden bu üçleme benim için çok önemli. Yine de kesinlikle bu yöne gittiğimizi düşünüyorum.

Kendimize nasıl sorular sormalıyız?

Ben sorulara çok önem veriyorum. Benim en önemli sorum şu: “Bu hayatta neye vesile olmak istiyorsunuz?” Bence bu sorunun cevabı hem hayatınızı hem de dünyayı şekillendirecek. Neye vesile olduğunuzu bulursanız orada bir olumsuzluk olmaz. İlk başta neye vesile olmak, neyi paylaşmak istediğimizi çözmemiz gerekiyor.

Siz bu soruyu kendinize sorduğunuzda cevabınız neydi?

Hastalandığım ve spor eğitmeni olduğum için herkesin bedeninin sağlıklı olmasını istiyordum. Ama bir süre sonra sadece sporun yetmediğini gördüm. Hatta o dönemlerde koşu bantlarının yan yana dizildiği salonların açıldığı zamandı. İnsanlar koşu bandı üzerinde hangi antidepresanı aldıklarını konuşuyordu. İnanamıyordum… Dolayısıyla yogayla birlikte işin düşünsel, duygusal tarafları da devreye girdi.

Sizin hayat amacınız da bu vesileyle yogayı yaygınlaştırmak, daha çok insana öğretmek oldu sanırım… 

Yoga stüdyosu açtım, çok fazla ders verdim, hep anlatmaya gayret ettim. Çünkü biliyorsunuz ülkemizde yogayı dinle karıştıranlar var. Büyükada’da da yer açtım ve ‘inziva’ kelimesini kullanmaya başladım. Biraz geriye çekilmemiz gerekiyor; hayattan, koşuşturmacalardan…

 

“İnsanların aşkının yani sevdasının olmasını ve gülümsemelerini istiyorum. Sevdası olan harika da sevdası olmayanın kavgası vardır. Sevdalanalım ve gülümseyelim.”

 

Hiç yoga yapmamış veya felsefesini okumamış bir insan bu inziva kamplarına katılabilir mi? 

Kesinlikle katılabilirler. Bir kere ben insanları gülümsetmeyi çok istiyorum. Kitabımın ismi ‘Aşkla Gülümse’ de zaten buradan geliyor. İnsanların aşkının, yani sevdasının olmasını ve gülümsemelerini istiyorum. Sevdası olan harika da, sevdası olmayanın kavgası vardır. Sevdalanalım ve gülümseyelim. Yeni başlayanlara göre meditasyonun, kampın seviyesini ayarlayabiliyoruz. Büyükada’nın ambiyansı da zaten çok güzel.

Kitabınızda Büyükada maceranızı ayrıca anlatmışsınız. Söyleye söyleye bu hayalinizi gerçekleştirmişsiniz. Hayalini gerçekleştiremeyenler sizce neyi eksik yapıyor?

Bence orada çaba eksik. Hz. Mevlana zikrettikten sonra tohum ekilmesini önerir. Pek çok kişi dilek kısmında kalıyor, oysa ki dileyenin emek harcaması gerekiyor. Beş sene boyunca Büyükada’da ev aradım, tüm emlakçılar beni tanıyordu. Hatta artık emlakçılar bile “Tutsun şu çocuğun dileği” diyordu… Evi bulunca benden çok ada halkı kutladı olayı. Bu süre boyunca adada başka yerlerde ders verdim, söylediğimin arkasında durdum. İkili ilişkilerde de ‘aşkım’ dedikten sonra o aşk için bir şeyler yapmak gerekiyor.

İstanbul’da birkaç yerde birden ders mi veriyorsunuz?

Haftanın günlerini bu merkezlere bölüştürdüm. Arada kurumsal şirketlere de yoga dersi veriyorum. Onları da gülümsetmeye çalışıyorum.

Kurumsal alan zor olmuyor mu?

Önce garipsiyorlar bu kadar çok gülümseyen bir adamı karşılarında görünce ama hoşlarına gidiyor. İki saatlik eğitimin ardından güzel bir teslimiyet oluyor.

Çok gülen bir insana toplumun bakış açısı nasıl?

Çok gülen bir insana kandırılacak adam olarak bakabiliyorlar. “Nasılsa gülüyor ya, ne söylersek yapar” diye düşünüyorlar. Tabii böyle bir şey yok. Bir insan güleryüzlü olup arkasında çok özel bir tavır da sergileyebilir.

Kitabınızın satışlarının çok iyi gittiğini biliyoruz. Okuyucular için ikinci bir kitabın müjdesini verebilir miyiz?

İlk kitabımda yaşadığım olayları paylaştım. Sanırım ikincisinde de benzer bir yol izleyeceğim. İnsanlar ahkam kesilmesinden hoşlanmıyor, daha çok yaşanmışlık okumak ve hissetmek istiyorlar. Bu sayede okurlarımla özel bir bağ kurdum ve bu durumdan çok mutluyum. Sonuçta benim de düştüğüm, tekrar ayağa kalktığım zamanlar oldu.

Böyle zamanlarda gülümsemeniz kayboldu mu?

Gülümsemelerim donuktu, gerçekten gülemiyordum. Bu beni çok etkiledi. Annem “Oğlum eskisi gibi gülmüyor” demişti. Bu laf hem beni hem annemi çok etkiledi. Annemin bu sözü bende büyük bir farkındalık ve sıçrayış yarattı.

Aile desteği çok önemli değil mi? 

İnanılmaz. Açıkçası “Ailem fakirdi, zor şartlarda yetiştim” gibi şeyler söylemeyeceğim çünkü böyle bir şey yoktu. Ailemin eğitim durumu ve bana yaklaşımı çok iyiydi. Babam zenci, annem beyaz; zaten Birleşmiş Milletler gibi bir aileyiz. Saçlarımın kıvırcık oluşu bana çok özel bir farklılık kattı. Ülkemde yabancı gibi görülmem, kolay hazmedilecek şeyler değildi. Bunları yaşarken, anlamaya çalışırken zorlandığım kısımlar oldu. Babam neden siyah, saçlarım neden düz değil gibi. Toplumdan baskı yiyorsunuz ama bu baskılardan gerçekten özgürleşebilmek için mutlaka bazı çalışmalar yapmalısınız. Kendiniz için, ülkeniz için doğru ne? Evrensel doğrular ne? Zaten buraya yapılan yolculuk bence en güzel yolculuk.  Yogaya ilk başladığımda “Şiddetsiz olun” denilmişti. Hatta yoganın ilk kuralıdır; şiddetsiz olmak. Henüz bunu hiçbir ülke beceremiyor. Dengesizliklerimizi aşırı spor yaparak, aşırı alışveriş yaparak veya aşırı gezerek dengelemeye çalışıyoruz. Birazcık sessiz kalıp, odaklanmamız gerekiyor.

Yorum Ekle