“Ben yaptım”, “Ben seçtim” dediğimiz her an bir yanılgıya mı düşüyoruz? Yoksa her bir seçim, aslında onu oluşturan milyarlarca şartı barındırarak çok önceden zaten belli mi?
Burcu Öztınaz Kömürlü
“Kaderimde ne varsa onu yaşayacağım, hayırlısı ne ise o olsun” cümleleri hepimizin sık sık söylediği cümleler. Ancak klişeleşmiş bu ifadeleri kullanırken onların içimizde hangi bilinç seviyesinde hakikat bulduğu aslolan. Hayırlısını isterken, sonucun bizim istediğimiz gibi olmasını da alttan alttan istemiyor değiliz.
Hem “Hayırlısı olsun” diyoruz hem de belirleyici biz olalım istiyoruz. “Kaderimde varsa yaşayacağım” deyip, bazen de şuursuz bir eylemsizlik ve sorumsuzluk tutumu içine girebiliyoruz. İkilem, seçim anı geldiğinde başlıyor. Seçimlerimizin, eylemlerimizin tüm akışı değiştireceğini varsayarak doğru kararı verebilmek adına çelişkiye düşüyoruz.
Peki neyi biz seçiyoruz, neyi seçmiyoruz? Özgür irade gerçekten var mı? “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” ifadesinin altında kavranması gereken başka bir hakikat olduğu ve bunun üzerine düşünmek gerektiği açık. Bu, külli iradenin cüzzi iradeyi içereceği ve zaten içermek zorunda olduğu anlamına geliyor.
Yaratıcı tarafından olması planlanan her şey aynen gerçekleşiyorsa bizim buradaki rolümüz ya da fark etmemiz gereken nedir? Bu sorular zor sorular elbet, fakat belki de kelimelerle kavranması mümkün olmayan bir başka hali tarif ettiği için herkese göre başka idrak seviyelerini içeriyor.
Anlatılamayanı yine de ifadelere dökmeye çalışmaktan öte aktarılabilecek bir şey yok. Parçalı bulmacanın birkaçını dahi olsa yerine oturtabilmek için sorularımızı Işık Yazan’a yönelttik. 1989 yılından bu yana da “Bilgelik Bilinci-Mutluluğun Eğitimi” adlı eğitimler veren Işık Yazan, 34 haftalık eğitim boyunca bilgi ve içselleştirme çalışmaları ile fark edilen bu kavramların bir dergi röportajına sığamayacağını söylediyse de, İstanbul’da 15 ve 21 Ekim tarihlerinde başlayacak olan eğitimlerin öncesinde biz perdeyi ucundan da olsa aralamak istedik.
Kader nedir? Özgür seçim hakkımız gerçekten var mı?
Kader bilgisi bir insanın hakikatin farkındalığına açılması için çok önemli ve çok kritik bir bilgidir. 30 yıldır verdiğim ve 34 çalışmada tamamladığım bilgelik eğitiminin dördüncü haftasında anlatırım kaderi. Çünkü kader farkındalığı olmadan bilgelik başlamaz.
Bilgelik denen şey insanın mutluluğudur, özgürleşmesidir, huzurudur. Teslimiyet denen hal ise kader farkındalığı ile mümkündür. Teslimiyet bilgeliğin başlangıç halidir. Sonra daha da gelişerek seni başka bilinç sıçramalarına götürür.
İnsan her karar anında iki yol ayrımındadır. Bir özgür iradesi vardır şeklinde algılar. “Senin özgür iraden var, kafanı çalıştır, ahlaklı ol; doğruyu seçersen sonucu iyi olur, olumsuzu seçersen sonucuna katlanırsın” şeklinde anlatılır herkese. Sanki bir özgür irademiz varmış gibi…
İnsan da her seçimini kendisinin yaptığını düşünür. Ancak iş öyle değildir. Çünkü yaşadığımız dünyada determinizm, yerçekimi gibi bir kanundur. Determinizm, “sebep-sonuç kanunu” demektir, nedensellik demektir. Her şeyin bir önceki sebepten dolayı bir sonraya geçiş yapmasıdır. Sen bir seçim yaptın zannederken aslında onu oluşturan milyarlarca şart vardır içinde.
Dün akşam yediğin yemekten, ayın sana tesirinden, senin cinsiyetinden, almış olduğun tahsilden, yaşamış olduğun aileden gelen ve daha birçok etken senin bir sonraki durum karşısındaki şartlarını seçer. Senin seçimin, senin sayısız şartının bir bileşkesi olarak kaçınılmaz olarak olur.
Dolayısıyla sen bu şartları bilemezsin. Bu şartlar senin doğumunla, hatta doğumundan önce anne-babanın tanışmasıyla başlar. Senin hiç bilemeyeceğin kadar çok bileşkeni içeren ve dolayısıyla yaptığın seçimi “ben yaptım” zannettiğin ve sana da “Ben bu seçimi özgür irademle yaptım” dedirten bir hissiyattır. Fakat işin hakikati bir mekanizmadır.
Bu mekanizmada senin önüne çıkan sayısız olgunun içinde sana hangi şartın geleceği ve senin hangi seçimi yapacağın bellidir. Ki başka türlüsü de çıkamaz, çünkü sebepsonuçlar dıştan da ilerler. Sebepsiz hiçbir şey yapılmaz ve senin önüne gelen olay da sebepsiz olmadığı için önceden bellidir.
Nobel ödüllü Hollandalı fizikçi Gerard Hooft, kaderin varlığını bilimsel olarak da ispatlamıştır. Bir atom parçacığının nerede olacağını 43 saniye önceden tespit eden bir model geliştirmiştir. Bu teori bilim dünyasında çarpıcı bir etki yaratmış ve semavi dinlerin savunduğu kader inancının bilimsel olarak ispatı şeklinde ifade edilmiştir.
“ Her şey senin en yüksek hayrına, tanrısal bir kader planıyla yürümektedir.”
Bu bilginin bilgelik penceresinden daha yüksek ifadesi nedir? Yani bir kaderin varlığı inancı bize hangi farkındalığı sağlamalı?
Bunu fark edebilecek realitedeki, yani ruhsal olgunluk seviyesindeki kişi şunun bilincindedir: “Her şey senin en yüksek hayrına, tanrısal bir kader planıyla yürümektedir.” Varoluşun tüm olguları tanrısal aklın ürünüdür ve tanrısal aklın ürünü olan bu yaşam, herkesin bir sonraki daha yüksek gelişmiş farkındalığa geçmesi içindir.
O halde biz sadece bunu fark etmekle mi yükümlüyüz?
Burası; reenkarnasyon ile, insanların her seferinde biraz daha farkındalığının yükseldiği -ki buna ruhsal olgunluk seviyesi diyoruz- 7’nci çakrada insanlıktan mezun olunan ve daha yüksek boyut farkındalıklarına geçilen bir aşama. İnsan, hayvandan ileri, insanüstünden geri ara bir aşamada; burası bir okul. Dolayısıyla senin buradaki bütün yaşamın fark etmek, fark etmek, fark etmek üzerine kurulu.
Neyi fark etmek? Biraz daha açarsak…
Sokrates’in “Kendini bil” ifadesi, Hz. Muhammed’in “Kendini bilen Rabbini bilir” ifadesi… Hermetik bilgelikte de tapınaklarda yazan aynısıdır. İnsanın kendini bilmesi ilk adımdır. Kendini bil, sen nesin? Sen bu beden misin, yoksa bir fark ediş misin?
Bedensen somutsun, nesnelsin. Bir fark ediş isen soyutsun, öznelsin. İşte insan sadece bir fark ediştir, bu beden değildir. Sen bu bedenin içinde de değilsin, çünkü bir şeyi fark edebilmek için içine de girmezsin. “Fark ediş” bu bedene odaklıdır sadece. Doğarken odaklanmıştır ve bir ömrü bu bedene odaklı sürdürür. Hiçbir yerde olmayan varlıktır farkındalık, en yüksek hakikattir. Fark ediş dozunun yükselmesidir hakikati fark ediş. Daha yüksek hakikatler var.
Neden özgür seçimimiz olduğu fikrine sahibiz peki?
Kaderi fark edemeyecek realitede olanların “kendi seçiyor, kararları kendi alıyor” zannetmesi gerekmektedir. Yani bir gerekçe olarak, bir zannediş olarak. Çünkü o öyle biliyor, daha ötesine zaten realitesi el vermiyor. O kadar çok “Her şeyi özgür olarak yapıyorum” duygusunda ki, fark edebilecek olgunlukta değil. Böyle olduğunda o insan egosunun kontrolünde yürür.
Kader konusunda konuşunca Levh-i Mahfuz’a değinmemek olmaz. Levh-i Mahfuz’u nasıl yorumluyorsunuz?
Senin de farkındalığını içine alan, giderek mutlak farkındalığa yükselen bir farkındalık sisteminin tamamına “Tanrı” deriz. Sen de bunun bir dozundasın. Sen de onun bir dozusun, mutlağı değil. Mutlağa varmak mümkün değil, varılamayacağı için mutlak zaten.
Bu tanrısal sistemin içinde senin farkındalığın yükseldikçe özgürleşiyorsun. İnsanlık planında 7 çakranın 7’incisine kadar gelmek mümkün.
Levh-i Mahfuz; bu tanrısallığın senin realite seviyeni, ruhsal olgunluk seviyeni biliyor olup, senin bütün ihtiyacın olanları sana olaylar, fark ettirişler tarzında yaşamına kader planı olarak koymasıdır. Senin değil, varoluşun bildiği plandır.
Hepsi yazılmış bitmiştir. Senin doğduğun günden öleceğin güne kadar bir an bile şaşmayan ve sebebinin de başka türlüsü mümkün olmayan, kaçınılmaz şekilde andan ana geçiş, sebep sonuç sistemidir bu. Önceden her şey bellidir.
“ Kader planında olumsuz yoktur, acıtan vardır.”
Bu tanrısallığı bilmek, kendini bilmekse; nasıl bir bilinçte yaşamalıyız?
Bilgelikte esas teslimiyettir. Teslimiyet hiçbir şey yapmadan beklemek değildir.Dinamik ya da aktif teslimiyet denir buna. Mesela senin tanrısal bir kader planının olduğunu bilişin ama kaderinin ne olduğunu bilmeyişin… Yaşamdaki olaylar zaman zaman da acıtır.
Olumsuz yoktur kader planında, acıtan olay vardır. Acıtır ama olumsuz değildir, acıtır ama onun en yüksek hayrınadır. Bu kader planının olduğunu biliyorsun, her şeyin en yüksek hayrına olduğunu biliyorsun ama biraz sonra ne olacağını bilmiyorsun.
Mesela çocuğunu imtihana hazırlıyorsun. İmtihanın öncesinde bir anne olarak sana düşen çocuğunun hazırlanması için gayret etmen, çaba göstermen ama şunu da biliyor olman gerek: “Kazanamazsa onu bekleyen başka yüksek bir hayır var, bu okul değil onun hayrına olan”. Kazanırsa da “Ne güzel, tam da istediği ve onun hayrına olan oldu” dersin.
Daima onun hayrına olan olacak. Bunun öncesinde de sonrasında da teslimiyet vardır. Öncesinde huzurlusun, biliyorsun sen elinden geleni sonuna kadar icra edeceksin, çocuğunu moral olarak, gıda olarak, disiplin olarak “elinden geldiği kadar” hazırlayacaksın.
Senin yeterliliğin neyse çocuğun şartı da odur. Ama sonunda kazansa da kazanmasa da bileceksin ki, olan onun en yüksek hayrına olacak. Bütün şartları hazırlayan tanrısal plan. Dolayısıyla “en yüksek hayrına olan şartların yürürlüğe girdiğini” bilmek, sende hiçbir tedirginliğin olmaması demektir. Her an tam da olması gerektiği ve tam da ihtiyacın olan oluyor. Kaderin ifadesi bu cümlede gizli.
O halde “Tüm bunlara neden ihtiyaç var?” sorusu akla gelmiyor değil. Neden bu fark edişe gerek var her şey belirli ise?
Bu sorulmayacak soru. Neden sorulmayacak soru? Çünkü nedensellik bu 3’üncü boyut; madde, mekan, zaman evreninde akılla yürüyen bir şeydir. Hakikatte nedensellik yoktur. “Neden yaradılış oldu?” sorusunu soramayız. Bizim üzerimize düşen fark etmek.
Doğu bilgeliği insanın aklına yatacak kadar şöyle cevap veriyor: “Tanrısal varoluş o kadar ihtiyaçsız, o kadar mutlak, o kadar muhteşem ve o kadar mutlak mutluluk içinde ki oyun oynuyor.” “Leela” der buna doğu bilgeliği. Onun oyunu! Mutlak farkındalık.
Akla göre bir izah yapmak gerekirse; bu bir oyun. Biz Tanrı’nın neden yarattığını ve neden böyle yarattığını sorgulayamayız. Buna lüzum yok ve yararı da yok. Bizi ilgilendiren, bizi rahatlatacak, huzur verecek hakikati fark etmek. Bize düşen görev bu.
“ Bilgelik bilgi değildir, bilgililik değildir. Daha yüksek gerçekleri fark etmektir.”
Bilgelik eğitimleriniz bu fark edişi sağlamak üzerine kurulu. Peki bilgelik ya da mutluluk eğitimle, öğrenmeyle varılacak bir şey ya da yer mi?
Bilgelik 5’inci çakrada kader farkındalığı ile başlar. Teslimiyet peşinden kaçınılmaz olarak rahatlatıcı faktör olarak gelir. Hz. İsa’nın “Gerçek sizi özgür kılar” sözüyle örtüşür şekilde, sen hakikati fark ettikçe daha mutlu olursun. İnsanı mutlu kılan daha çoğuna sahip olmak değildir.
İnsanı mutlu kılan sadece fark ediştir. Hint bilgeliğinin 7 çakrası, 7 realite seviyesi anlamına gelir. Aynı şekilde tasavvufta da 7 nefs merkezi vardır. 7 farkındalık aşamasında 5’inci çakrada ya da 5’inci nefs merkezinde başlar bilgelik. 6’ncı çakrada daha yüksek bir farkındalığa geçer. 7’nci çakrada daha da yüksek.
Bizim 34 haftalık çalışmanın arkasından yaptığımız ve Satsang dediğimiz içselleştirme çalışması bu çakralardaki hakikati fark ettiren ve içselleştiren bir çalışma. Bilgelik bilgi değildir, bilgililik değildir. Daha yüksek gerçekleri fark etmektir. Fark ettiğin zaman, yaşadığın huzur ve mutluluk, senin etrafına enerji olarak yayılır. Seni bir halin içine sokar. İnsan daha yüksek hakikatleri fark ettikçe daha yüksek frekansa geçer.
Eğitimde olmazsa olmaz bilgiler var. Kader anlatımı bir bilgidir, ama teslimiyet yaşanan bir haldir. Dolayısıyla bilgelik eğitiminin bazı bilgileri vardır, bilgiyle başlar ama bilgiyle ve akılla yürümez. Fark ediş senin bilincine, varlığına aittir ve onun da realitesi, seviyesi vardır. Bilgeliği yürüten akıl değildir. Mevlana der ki, “Senin aşkınla bilgiyi hata bildik.”
Yani tanrısal aşk içine doğduğu zaman bilgiyi unutmak istersin. Hakikati fark ettikten sonra bilgiye gerek yoktur artık. Fark ettiğin şeyi de kimseye bilgiyle, kelimelerle anlatamazsın. Bu kalbin açıklığıyla sevgiyle aktarılacak hakikattir. Akıldan akla bilginin aktarımı için sevgiye ihtiyaç yoktur, fakat yine de öğrenilir. Ancak yüksek hakikatin fark edilmesi için sevgi gereklidir. Bu bilgi işi değil bir fark ettiriş meselesidir