“Beyazlar içindeki genç adamdan yayılan spiritüel titreşimleri hissedebiliyordum. Etrafı besleyen manevi bir kaynak gibiydi. Kimdi önümde beyaz ipek elbisesi ve altın şalıyla oturan bu adam? Daha önce böyle gülümseyen birini hiç görmemiştim; rahatsızlığı, karanlığı ya da acıyı anında silen ışıltılı bir tebessüm… Ona sadece Babaji deniliyor. Ve Maha Avatar olarak biliniyor -dünyanın en büyük koruyucusu ve en yüksek spiritüel vibrasyonların taşıyıcısı. Yaşayan bir Tanrı’nın ayak ucunda oturabildiğime inanamamıştım…”
Donald Schnell’in bu unutulmaz buluşmayı, şiirsel bir ifadeyle kaleme aldığı, The Initiation (İnisiyasyon) adlı kitaptan akan sevgiyi hissetmeme rağmen, anlatılanların gerçek olup olmadığını sorgulamaktan kendimi alamamıştım. Aşkla sıralanmış cümlelerin akışına kapılarak, tüm tecrübelerin birdenbire anlam kazandığı, acıların artık hatırlanmadığı, ruhun anlatılamaz bir coşkuyla yükseklere tırmandığı, sonu asla gelmeyecek gibi görünen arayışların hedefe ulaştığı o sihirli ana eşlik etmek çok güzeldi. Ama çağlar boyunca ortaya çıkmaktan hep imtina etmiş efsanevi bir üstadın sessizliğini bozarak bizle konuşması olası mıydı? Akla izana sığmayan, mitoloji kitaplarına yaraşır bir hikayesi var Babaji’nin… Onun akıllara durgunluk veren kimliğini ve yaşamını sizlerle bir önceki yazımda paylaştığım Yogananda’nın büyülü dünyasında keşfettim. Tıpkı milyonlarca insan gibi. 1800 yaşında ve ölümsüz bir bedene sahip olduğu iddia edilen Babaji, M.S. 203 yılında, Hindistan’ın Güneydoğu kıyısında her sene kutlanan ‘Işık Festivali’ sırasında doğmuş. Beş yaşındayken dilenciler tarafından kaçırılmış. On iki yaşında aydınlanmış, on altı yaşında da ölümsüzlüğe ulaşmış. Ve kendisini bu mertebeye getiren Kriya Yoga bilgilerini öğrencilerine aktararak gelecek nesil yogilerin yetişmesini sağlamış. Yürüdüğü yerde iz bırakmayan, gölgesi olmayan, yemek yemeye ihtiyaç duymayan, istediği insana istediği kılıkta gözüken ve genellikle yirmi beş yaşındaki haliyle görünen Babaji’nin, insanlığın gelişiminden sorumlu olduğu söyleniyor. “Yaradan gibi” diyor Yogananda, “Babaji, karanlıkta tevazuyla çalışan mutlak ama sessiz bir güç.”
Tanrı’nın ışığını dünyaya yansıtan, aşkıyla insanlığın içini ısıtan, titreşimini yükselten, nice üstada üstatlık yapan bu ölümsüz ermişin spiritüel seviyesinin anlayışımızın ‘çok ötesinde’ olduğunu söylüyor, üstat Sri Yuktesvar. 19 yüzyılın ikinci yarısında yazdığı kitaplarla Batı ruhsallığında yepyeni bir çığır açan Madam Blavatsky ise, onun şekil değiştirmesine rağmen özünün hep aynı kaldığını; ‘ışığın eşiğinde oturarak’ insanlığa son güne kadar kılavuzluk yapabilmek için kendini bir anlamda feda ettiğini vurguluyor. Şimdi sözü, onu tüm dünyaya tanıtan, öğretisini Batı’ya taşıyan eşsiz Yogananda’ya bırakıyorum: “Badrinarayan yakınındaki Kuzey Himalayalar’ın sarp ve kayalık uçurumları, hala Lahiri Mahasaya’nın gurusu Babaji’nin canlı varlığıyla kutsanmaktadır. Dünyadan elini eteğini çekerek münzevi bir yaşam süren usta, fiziksel şeklini yüzyıllardır, belki de binlerce yıldır korumaktadır. Ölümsüz Babaji, bir ‘avatar’dır. Bu Sanskritçe kelime, ‘iniş’ anlamına gelir. ‘Ava’, aşağı ve ‘tri’ geçmek anlamına gelir. Hindu yazıtlarında ‘avatara’, İlahî Vasıf’ın inerek insan bedeni şekline bürünmesi anlamına gelir. Bir avatar her yerde var olan Ruh’ta yaşar; onun için bütün uzaklıkların karesi bile büyük bir mesafe sayılmaz. Dolayısıyla, Babaji’nin fiziksel bedenini yüzyıldan yüzyıla saklamasının sadece bir sebebi vardır: İnsanlığa kendi içinde yatan imkanların somut bir örneğini verebilmek arzusu. Eğer insanlığa, Tanrısal olanı bedenlenmiş bir halde bir an için görmek ihsan edilmeseydi, kendi ahlakını yüceltemeyeceği şeklindeki ağır maya yanılgısının baskısı altında kalırdı.”*
Babaji, din ve ırk ayrımı yapmadan, tüm insanlığı çocuklarıymış gibi kucaklayan; ona ulaşmak için sarsılmaz bir aşk ve özlemle Tanrı’yı aramayı şart koşan; nice inisiyasyonlardan geçip bir an için bile olsa onun ışığı ile yıkanmayı delicesine arzulayan her aşığı, her zaman ağırlamaya hazır mutlak bir güç… Lahiri Mahasaya’nın dediğine bakılırsa, onun ismini bir an saygıyla anmak dahi kutsanmaya yeterli. Donald Schnell’e şöyle bir izahta bulunuyor Babaji: “Bu beden, tıpkı televizyon ve radyo gibi benim sevgi istasyonuma kendilerini ayarlayanlara hiç durmadan spiritüel dalgalar gönderiyor. Batılılar, ruhsal antenlerini temizlemek mecburiyetindeler. İlk önce doğru besin ve yaşam ve düşünceyle.” Zihnin gevezeliğini susturarak, kalple beyni uzlaştırmamız gerektiğini; bunu başaramadığımız takdirde Tanrı’nın ‘kalp atışlarını’ duyamayacağımızı vurguluyor. Ve insanın içini yakan, yüreğindeki ateşi canlandıran benzersiz bir şefkatle şunları ekliyor: “Zihin sessizleştiğinde artık Tanrı arayışı yoktur. Tanrı seni (böyle) bulur… ‘Premananda’, bütün üstatların yaşadığı en yüksek katman, aşkla dolu bir cennettir. Ruhanî arayışın bitip Tanrı’yı hissedişin başladığı, en yüksek mutluğun diyarıdır.” Babaji gibi bir varlığın dünyada olduğu varsayımı bile insanın içini ümitle doldurmaya yetiyor. Anlatılanlar gerçek üstü görünseler bile, ben onun karanlıkta elimizi sımsıkı tuttuğuna inanıyorum. Tüm kalbimle. * Yogananda, Paramahasa; Bir Yogi’nin Otobiyografisi; çev.: Sayat Arslanoğlu, Hasan Tümerkan, Harutyan Arslanoğlu; s. 333-337; Klan Yayınları; 2004.
Bir hikaye…
Haşmetli Himalayaların eteğinde, Dyola adındaki küçücük bir köyde yaşarmış Gumani. Okuma yazma bilmezmiş. Çiftçilik yaparak geçinirmiş. İlk çocuğu doğduktan kısa bir süre sonra, içindeki Tanrı özlemi, direnemediği bir tutku haline gelmiş. Bakmış ki dayanamıyor, kimseye haber vermeden, hislerini bile dile getirmeden, kaçmış evden… Hardvar kasabasında ermiş olduğu söylenen bir bilgenin aşramına sığınmış. Örnek bir sadakat, tevazu ve açık kalplilikle oraya gelen hacılara hizmet etmeye başlamış. Aylar sonra, hacılardan biri Gumani’yi tanıyarak ermişe anlatmış onun kim olduğunu, yokluğundan kedere boğulan karısının çiftliğe bakacak birini bulamayıp darda kaldığını. Durumun ciddiyetini anlayan ermiş, Gumani’yi yanına çağırarak: “İbadetine evinde devam etmelisin artık,” demiş, “Zamanı geldiğinde gerçek üstadınla orada tanışacaksın.” Ve bir gün, evinin yakınındaki bir ağacın gölgesinde tanımış onu. Orta boylu, açık tenli, yüzü garip bir ışıkla parlayan, gözleri alışılmamış bir huzurla bakan yabancıyla karşı karşıya geldiğinde, “Maharaj, kimsiniz siz? Ne yapıyorsunuz orada?” diyebilmiş yutkunarak. Göz göze geldiklerinde, birden ermişin sözleri çınlamış beyninde. Hemen saygıyla eğilmiş ve oracıkta kendini üstadına teslim etmiş… Adı Babaji olan guruya, ilk önce cahil ve deli gözüyle bakmış köy halkı. Sonra da ondan yayılan enerjinin kutsallığına kapılarak, Gumani’nin onun için inşa ettiği kulübeye akın etmeye başlamış. Gelenlere içtenlikle kapısını açan Gumani, sakınmadan, usanmadan yemekler hazırlamış. Elde avuçta ne varsa harcayarak, bütün erzakını tüketmiş. Buna dayanamayan karısı, evi terk ederek çocuğuyla beraber baba evine geri dönmüş. Aradan bir sene geçmiş. Babaji, çok sevdiği öğrencisinden ayrılmak zorunda kalmış. Her şeyini yitiren Gumani, bütün zamanını meditasyon yaparak geçirmeye başlamış. Derken bir gün, sırtında sabanla dolaşan bir adama rastlamış. Artık herkesin yüzünde Tanrı’yı görebildiğinden, saygıyla eğilmiş adamın önünde. Şaşırarak kendisine, “Bana niye böyle hürmet ediyorsunuz ki? Ben fakir, yeri yurdu olmayan, sıradan bir işçiyim,” diye itiraz eden yabancıyı evine davet etmiş hiç düşünmeden… Ona olan şükran borcunu tarlasını sürerek ödemiş adam. İşi bittiğinde de haber vermeden kaybolmuş ortadan. Hasat zamanı geldiğinde, topladığı buğdayın geçen yıllara oranla elli kat fazla olduğunu görmüş Gumani. Ve anlamış gerçeği. Meğerse Babaji değil miymiş, kılık değiştirerek ona şükran borcunu ödemeye gelen…
Pozitif Dergisi 2015/05