Şehir hayatının kıskacında kadın olmanın güzelliklerinin, kendi hemcinsleriyle iletişim kurmanın, onlardan beslenmenin öneminin unutulduğunu düşünen bir grup kadın bir araya geliyor, enerjilerini paylaşıyor, kadın olmanın tadını çıkarıyor…
Yazı: Aytaç ÖZKARDAŞ GOZZI
Fotoğraflar: Ozan KUTSAL
Yaşadığımız dönem ve içinde bulunduğumuz sistem, kadın olarak sahip olduğumuz kaliteleri unutturmakta. Bizler için kadın olmak, bir çeşit eşitlik koşuşturmacası ve gündelik yarışlardan ibaret hale geldi” diyor Eylem Çeliker, namı diğer Prem Devi “Kadın olmanın tadını çıkarmak” isimli grup çalışmasının tanıtımında. Aslında gittikçe daha fazla kadının hatta erkeğin şikayet ettiği bir olgu bu; şehir hayatının iki cinsi aynılaştırması, hemcinsleri uzaklaştırması ve birbirinin rakibi haline getirmesi… Bu ilgi çekici çalışmayı daha iyi anlayabilmek için Eylem Çeliker ile Zekeriyaköy’de yeşillikler içinde bir villada hizmet veren Aletya’da buluşuyoruz. Dersler dönem dönem burada ya da Beyoğlu’ndaki Kırım Kilisesi’nde yapılıyor. Peki, neler oluyor bu çalışmada ya da kısacası “kadın olmanın tadını” nasıl çıkarıyorlar?
Böyle bir grup çalışması fikri nasıl ortaya çıktı?
Bu biraz kendi ihtiyaçlarımızdan ortaya çıktı. Şöyle ki; içerisinde bulunduğumuz sistem, şehir hayatı, yaşam şartları içinde biz hem karşı cinsi hem de hemcinslerimizi birer yarış arkadaşı gibi görmeye başladık. Diğer kadınlar bize bir şey ifade etmiyor, sadece yarıştığımız, aynı kulvarda koşan birileri. Ama bizim hemcinsimizle iletişim kurmaya ve oradan beslenmeye ihtiyacımız var. Yaptığımız çalışmada kadın olmanın ayrıcalıklarını ve sahip olduğumuz güzellikleri hatırlamak, eğlenmek ve birbirimizle paylaşmak üzere bir araya geliyoruz.
Neden kadın kadına bir iletişimin altını çiziyorsunuz?
Kadınlar Venüs’ten erkekler Mars’tan gelme sözü aslında çok doğru. Çok basit ve pek çok şeyi anlatan bir söz. İki karşı cins bir araya geldiği zaman pozitif anlamda bir şekilde karşılıklı konuşuyor. Bu karşıtlıkta içgüdüsel olarak merak, cezbetme, cezbedilme var… Fakat bir başka gerçek de var, Venüslüler ve Marslılar aynı lisanı konuşmuyor. Ama iki Venüslü bir araya geldiğinde aynı lisanı konuşuyor, aynı ihtiyaçları, aynı duyguları paylaşıyor. Kadınlar arasındaki bu iletişim çok besleyici. Üstelik insanlığın başlangıcından itibaren bu dayanışmayı, bir arada olmayı görüyoruz. İçgüdülerimiz de böyle, kadınlar doğurur ve besler; erkekler eve yemek getirir, ev için savaşır vs… Geleneklerimizde de bu var. Kadınlar bir arada yemekler yapar, günler yapılır, kına gecelerinde sadece kadınlar bir aradadır… Buna ihtiyacımız var. Aynı şey erkekler için de geçerli. Onların da hemcinsleriyle -günümüzde avlanmak değil belki ama- vakit geçirmeye kahveye gitmeye, maç seyretmeye ya da birlikte bira içmeye ihtiyaçları var.
Kendi cinsinden beslenmek neden bu kadar önemli?
Çünkü kendi hemcinsinle aynı lisanı kullanıyorsun. O da senin gibi doğurma kabiliyetine sahip, o da senin gibi besliyor, kırılıyor, bütün dünyayı tek başına yüklendiğini sanıyor. Kendi hemcinsinden beslenmen gerekiyor ki, karşı cinsin karşısına çıktığında çok daha dişi, özgüvenli ve sakince kendin olabilesin. Bu arada yanlış anlaşılmasın, dişilik derken görsel bir seksilikten bahsetmiyorum… Hemcinslerinden beslendiğinde, bu tarafını tatmin ettiğinde, karşı cinse kendini olduğun gibi ifade edebilir, kendi ihtiyaçlarını, kendi taleplerini en doğru biçimde dile getirebilirsin. Aksi takdirde kız arkadaşlarınla yapamadığın ve beslenemediğin tarafını karşı cinsten talep ediyorsun. Ama o sana onu veremez, anlayamaz bile… Bizim grup çalışmasında yapmaya çalıştığımız da bu; tamamen kadın kadına bir grup ama erkeklere asla ve asla karşı bir grup değil. Tam tersi, erkeğin karşısına daha dişi, daha ayakları yere basan, daha tatmin olmuş bir şekilde durabilmeyi hedefleyen bir grup.
Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
Şehir hayatında giydiğimiz bazı maskeler, kıyafetler var. Onlardan arınıp kadın kadına bir araya geliyor, çeşitli oyunlar, egzersizler ve enerji çalışmaları yapıyoruz. Bu maskeleri çıkarıp karşındakini dinlediğinde onun da aslında senin gibi olduğunu görüyorsun. Sen gerçekten birini dinleyebildiğinde o zaman seni de dinleyen birine kapı açmış oluyorsun. Bu da güveni getiriyor. Güvendiğin zaman beslenebiliyorsun ve rahatlıyorsun. Bu böyle zincirleme gidiyor. Rahatlamış bir enerji ile dışarı çıktığında karşındaki erkek de bunu algılıyor. Gidip erkek arkadaşına ya da eşine “Niye maç seyrediyorsun?”, “Niye erkek arkadaşlarınla takılıyorsun?” demiyorsun. Rahatlamış, beslenmiş bir kadın var karşısında. O zaman o da seninle daha rahat iletişim kurmaya başlıyor. İşin özü bu aslında.
Ama biz de kız kıza dışarı çıkıyoruz…
Tabii ki insanlar arkadaşlarıyla dışarı çıkıyor, alışverişe gidiyor, yemek yiyor… Çok da keyifli oluyor. Fakat benim gözlemlediğim, orada bile bir rekabet söz konusu. Seninle bir şeyini paylaşıyor ama sen onu kalbinle dinlemiyorsun; ondan bir havadis alma, başka bir tarafa iletme amacıyla, daha önemli ne duyabilirim diye dinliyorsun. Kız ya da erkek fark etmiyor, o senin için bir rakip. Dolayısıyla dinlerken de daha saldırgan ve emen bir enerji ile dinliyorsun. Öyle de dinleniyorsun ayrıca! Dolayısı ile kalp kırıklıkları, güvensizlikler başlıyor. İnsanın kendi hemcinsine güvenememesi çok zor bir durum aslında. Kadınlar birbirine güvenemediğinde ne kadar tehlikeli ise kadın, güvendiği zaman da o kadar kuvvetli olur ki, bu gruplarda muazzam bir güç çıkıyor ortaya.
Pratikte neler yapıyorsunuz, dersin ortamı nasıl?
Bu bir enerji çalışması, enerji çalışmalarıyla ilgili bir tarif yapmak pek doğru değil. Çok deneyimsel bir şey, herkesin deneyimi kendine ait. Beni çok etkileyen, çok içime dokunan bir nokta, başka birini çok etkilemeyebiliyor. Dinamik Osho meditasyonları, aktif Osho meditasyonları, meditatif nefes çalışmaları paketin içerisinde yer alıyor. Bunlar sayesinde katılımcılar kolaylıkla açılıyor, rahatlıyor. Çeşitli oyunlar oynuyoruz ki bunlar günlük hayatta yapmayı unuttuğumuz şeylerle ilgili. Kadınlarla birlikte vakit geçirmek ile alakalı… Mesela iki saatlik gruplarda herkesin sevdiği bir objeyi yanında getirmesini istiyoruz, insanların kendilerini açmasını sağlayan objeler aslında bunlar. Bu objeler vasıtası ile kişi kendini anlatmaya başlıyor. Aslında katılımcıların enerjisi de içeriği belirliyor. Daha uzun gruplarda bazen resim yapıyoruz bazen dans ediyoruz. Ben de yönlendirmeler yapıyorum, “öfkenle dans et” gibi. Mesela iki kadın göz göze bakarak dans edebiliyor. Çünkü biz aslında göz göze de bakmıyoruz. Herkes rakibinden gözünü kaçırıyor. Ama böyle göz göze bakabilmek bile insanı derinden etkiliyor. Bakmadan göremezsin.
Gündelik hayatta sürekli birilerinin gözünün içine bakarak yaşayamayız ama değil mi?
Keşke bakabilsek… Gözler kendimizi en açık, gerçek halimizle ifade eder. İçinde bulunduğumuz şehir ve sistem çok güçlü, dolayısı ile kendimizi savunabilmek için bu maskeler, koruma mekanizmaları gerekli. Ama kalpten iletişim kuracağın birilerine de ihtiyacın var. Göz kontağı kuramadan nasıl kalpten bir iletişim kurabilirsin? O seçtiğin insanlarla doğru iletişim kurmak, o özetlediğin insanlardan beslenmek… Sadece dışarı çıkıp yemek yemek değil, sadece beraber içmek değil, tabii ki bu da var ama beraber olduğun zamanın kalitesini besleyici bir şekilde dönüştürmek gerekiyor. Birlikte zaman geçirmek birbirimizi beslemek anlamına gelmiyor. Daha birbirini görerek, daha birbirinin içinde olarak, farkında olarak dinlemek ve paylaşmak…
PREM DEVI (EYLEM ÇELİKER)
Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Bale Bölümü’nü bitirdi. Aktif dansı bıraktıktan sonra kişisel gelişim ve meditatif çalışmalara ağırlık verdi; Osho terapileri konusunda ilerlemeyi tercih etti. Bu konuda yurt içi ve yurt dışında birçok eğitim ve çalışmaya katıldı. Halen pilates ve yetişkin bale dersleri vermekle birlikte, yurt içi ve yurt dışında çeşitli meditatif terapi, meditasyon, dans ve çocuk grupları düzenliyor.
Dostluklar kırılgan, arkadaşlıklar zor sanki biraz artık…
Herkes birbirini rakip gördüğü için ve şehir hayatında egolarımızı ister istemez daha çok öne çıkarmak zorunda kaldığımız için böyle oluyor. Şöyle açıklayayım; “Ben dünyanın yükünü kaldırabilirim, her işimi kendim yapıyorum ama diğer kadınlara bak…” diyelim ki böyle bir düşüncem var benim. Bu şekilde cümleler kura kura muazzam bir ego ortaya çıkarıyorum. Aslında karşındaki de böyle düşünüyor. Ben ve sizler oluyor. Dolayısıyla “sizlerle” iletişim kurmak istemediğini ifade etmiş oluyorsun. Sen o kadar eğitimli, bilgili, o kadar hiç kimse gibi değilsin ki bilinçaltında o küçük insanlarla iletişim kurmamaya kendini hazırlamış oluyorsun.
Bu bahsettiğiniz şey daha çok şehirli kadının meselesi değil mi?
Evet, kırsalda aslında çok şahane bir hayat var. İmece var, her şey birlikte yapılıyor, çocuklar bile birlikte büyütülüyor, tarlaya gidiliyor. O yüzden o kadınlar birbirlerinden çok besleniyor. Aslında bizden çok daha fazla kendilerine güvenliler. Bizim karşımızda bütün korkularımızı yaratan büyük bir finansal düşman var. Şehir para üzerine, finans üzerine kurulu bir sistem. Paran olmazsa, hasta olsan kimse sana bakmaz. Bu büyük bir korku. Ama köyde yan komşu çorba getirir veya çocuğuna bakar. Bu bilinçaltında büyük bir güven sağlıyor. Biz korkular içinde yaşıyoruz, o yüzden kapanıyoruz. Şehirde yaşıyorsan, bunu değiştirmene ya da Donkişotluk yapmana gerek yok aslında… Sadece kendini doğru bir şekilde koruman ve beslemen lazım.
Seanslarda yaptığınız biraz bunu hatırlatmak galiba…
Evet, bunu hatırlatmak; aslında hemcinsine güvenmek o kadar da zor bir şey değil, o kadar da kötü değil ve buna ihtiyacımız var. Bu grup çalışmasının sonunda kız kardeşini bulmuş gibi sarılıp ayrılmak istemeyen kişiler oluyor. Hepimiz çok açız buna.
Yaşam enerjinizi artırın
Eylem Çeliker, 10 dakikanızı ayırarak yapacağınız basit bir meditasyon tekniğini şöyle anlatıyor: “Kök çakra kanalı ile burnumuzdan nefes alıp tüm bedenimize bu enerjiyi yaymayı ve ağzımızdan bırakmayı deneyimleyeceğiz… Sessiz ve rahatsız edilmeyeceğiniz bir yerde omurganızın dik olacağı rahat bir oturma pozisyonunda -tercihen bağdaş kurarak yere- oturun. Boynunuz dik ve başınızı bir yere yaslamadan durun. Üzerinizde sizi sıkmayacak kıyafetler olsun. Hafif bir müzik size eşlik edebilir. Kök çakra yaşam enerjisini temsil eder, bizi köklerimize bağlayan ve oradan gücümüzle iletişime geçmemizi sağlayan ana kanaldır. Düz bir zemine oturduğumuzda kalçanızın yerle temas ettiği noktada iki oturma kemiğimizi hissederiz, kök çakra kabaca bu iki kemiğin ortasındadır. Gözlerinizi kapatın, burnunuzdan derin bir nefesle aldığınız güçlü yaşam enerjisini dilediğiniz bir renkte imgeleyerek tüm omurga kanalınız boyunca yukarı taşıyın ve ağzınızdan nefes vererek serbest bırakın. Bu nefes şeklini yaklaşık 10 dakika uygulayabilirsiniz. Bu sırada araya düşünceler girebilir, onlarla kendinizi özdeşleştirmeden, fark ettiğinizde dikkatinizi tekrar nefes vererek devam edin. Hayal ettiğiniz rengi omurga kanalından yukarı doğru çekerken tüm bedeninizi bu renge boyadığınızı hayal etmek ve bu rengi omurga kanalıyla tüm sisteme yaydığımızı imgelemek sizi düşüncelerinizden de uzaklaştıracaktır. Egzersizi bitirdiğinizde ise kendinizle baş başa sessizce kala.ileceğiniz bir beş dakika ayırmaya çalışın.”
Pozitif Dergisi 2014/01