Eğitim

Nasıl fark yaratılır?

Dünyaca ünlü filozof Alain de Botton’un kurmuş olduğu The School of Life’ın (Hayat Okulu) İstanbul ayağı geçtiğimiz yıl Santral İstanbul’da açıldı. Kişinin kendisine ayna tutmasına yardımcı olan ve kişiye bu dünyada yalnız olmadığını hissettirmeyi amaçlayan okulda verilen dersler arasında “Nasıl fark yaratırız?”ın kapısını sizin için araladık.

Yazı: Deran ÇETİNSARAÇ

Temelleri İngiltere’de atılan The School of Life, kuruluşundan bu yana tam 70 bin kişiye ulaştı. “Daha iyi yaşam” vadeden kültürel bir girişim olan The School of Life’ta yaşamı felsefe, edebiyat, psikanaliz ve sanatla zenginleştirmek amaçlanıyor. Yani özellikle bireyin hayatı, işini, ilişkilerini veya kendini sorguladığı noktada cevabını bulabileceği bir okul sunuluyor. Bu okulda belli başlıklar altında insanlar sordukları sorulara yanıt bulmaya çalışıyor. İngiltere’den sonra dünyaya açılmaya karar veren Alain de Botton’un ilk uğradığı duraklar arasında İstanbul da bulunuyor. Santral İstanbul’da hayata geçirilen bu okulda ders verenler arasında Mehmet Emin Adanalı, Pelin Batu, Sami Bugay, Ayşem Burhanoğlu, Zeynep Çatay, Zeynep Evgin Eryılmaz, Alper Hasanoğlu, M. Serdar Kuzuloğlu, Elvan Omay, Murat Paker, Bülent Somay, Ece Temelkuran, Pelin Turgut, Yankı Yazgan, Serra Yılmaz gibi psikoloji, tiyatro, tasarım, medya ve farklı alanlardan tanınmış isimler var. Biz de en çok ilgi gören programlardan biri olan “Nasıl fark yaratırız?”ı Itır Erhart’la konuştuk. Bilgi Üniversitesi’nde dersler veren Erhart, Türkiye’nin ilk yardımseverlik koşusu oluşumu olan Adım Adım’ın kurucuları arasında.

Itır Erhart

Itır Erhart

Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
13 yıldır Bilgi Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi’nde toplumsal cinsiyet, insan hakları ve spor gibi konularda dersler veriyorum. Esas alanım felsefe; yüksek lisansımı ve doktoramı felsefe üzerine yaptım. Felsefeyi daha uygulamalı alanlarda çalışmak istediğim için tercihim iletişim fakültesi oldu. Bu sayede felsefede edindiğim düşünme biçimiyle, iletişim dünyasının uygulamalı konuları üstünde çalışıyorum. Bu konuların arasına insan hakları ihlalleri gibi alanlar giriyor. Aslında topluma daha fazla fayda sağlayacak bir şey yapmak istemiştim. Bir yandan da üniversiteden beri gönüllü çalışmalar yapıyorum. Uzun yıllar sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalıştıktan sonra 2004 yılında ABD’deyken bir lösemilenfoma derneğinin koşu takımıyla çalıştım. Bu olay hayatımda çok ciddi bir dönüm noktası oldu. O güne kadar sivil toplumun içindeydim ama tam da içime sinen bir şey bulamamıştım. Bu insanlar hem koşuyordu hem de farkındalık ve kaynak yaratıyorlardı. Onların koşu takımına girdim ve bu sayede bireyin fiziksel olarak harekete geçmesiyle birlikte toplumsal fark yaratmasının bir arada ne kadar güzel örtüştüğünü gördüm. Sonra Türkiye’ye dönünce uzun süre bu konuda neler yapabileceğimi araştırdım. Altı arkadaşımla birlikte Adım Adım’ı kurduk ve 2008 yılından bu yana spor aracılığıyla farkındalık ve kaynak yaratmaya çalışıyoruz. School of Life’da anlattığım şeyi yani fark yaratmayı buradaki hayatımla paralel yürütüyorum. İnsan hiçbir zaman “Ben fark yaratanım” demez, birileri sizin için bunu derse gerçek olur zaten. Benim de öyle oldu, Sabancı’nın “Fark Yaratanlar” programı vardı ve aday gösterildim. Sonra da “Fark Yaratan” olarak seçildim. O zaman düşünmeye başladım; fark yaratan ne demek, toplum için bir şey yapmak nasıl oluyor gibi…

Nasıl fark yaratılır?
Pek çok fark yaratma şekli var. Mesela Nelson Mandela gibi göz önünde, milyonların hayatını etkileyerek bir fark yaratabilirsiniz. Bir ülkenin ırkçılığa karşı politikasını değiştirmiş, dünyaya model olmuş bir insan olabilirsiniz. İçtiğiniz zaman soda şişelerini çöpe değil de geri dönüşüm kumbarasına atarak da fark yaratabilirsiniz. Günlük hareketlerle de çok büyük fark yaratabilirsiniz. Düşünsenize bir davranışı milyonlarca kişi yapsa ne büyük değişimler yaşanır… Mandela gibi sıra dışı insanlara odaklanırsanız soda şişesini geri dönüşüme atan insanı görmezden gelmiş olursunuz. İkisinin de payı çok değerli.

Derse neden geliyorlar?
Genelde derse gelenler hayatlarında şu tarz bir dönüm noktasında oluyor: “Ben hayatta istediğimi yaptım, toplum için ne yapabilirim?” sorusunun cevabını bulabilmek için geliyorlar. Toplum için ne yapabilirim sorusunu sormaya başladıkları noktada geliniyor. Mesela bir tasarımcı gelmişti, çok iyi tasarımlar yapıyor ve iyi de bir geliri vardı. “Engelli gruplar için ürünler tasarlamak istiyorum, bu noktaya nasıl geçebilirim” motivasyonuyla gelmişti. Bu kişinin isteği veya yapmak istediği kafasında epey şekillenmişti; bazılarının ise tamamen belirsiz oluyor. “Ben bir şey yapmak istiyorum ama ne yapacağımı bilmiyorum” diye gelenlerle de birlikte nasıl fark yaratılır diye düşünüyoruz. Fark yaratma biçimleri ve her birimizin fark yaratmak için farklı motivasyonları, tarzları var. Kimilerimiz adrenalinle motive oluyoruz. O kişiler bir işi fiziksel bir aksiyona dökerek ya da çok uzak bir yere giderek yapabilir. Dağa çıkılması, çok uzun mesafeyi yürümesi vb. gibi durumları sosyal amaç için yapanlar adrenalinle motive olanlardır. Caroline Casey diye görme engelli bir kadın, filin sırtında Hindistan’ı görme engellilerin sorunları için geçti. Böyle bir şey sizi motive ediyor olabilir. Kimisini de en imkansız ortamda bile doğruyu söylemek motive eder. Rosa Parks’ı da burada örnek verebiliriz. Siyahilerle beyazların otobüste ayrı oturduğu ve beyazların geldiğinde siyahilerin kalkması gerektiği halde o “Kalkmıyorum” dediği için bir sosyal değişime neden oldu. Doğruyu yüksek sesle söylemek kimilerinde böyle bir fark yaratabilir. Hayatta bizi motive eden şeyler toplumsal faydaya dönüşebilir.

Nasıl bir yol izliyorsunuz? Mesela size gelen birine önce hedef mi belirleniyor yoksa “Ben neyim, ne yapmak istiyorum” sorularına cevap mı aranıyor?
Önce kişiyi neyin mutlu ettiğini buldurmaya çalışıyorum. Mesela kimi insanı yemek yapmak çok mutlu eder. O zaman toplumsal bir fayda için yiyecek geliştirip, bu proje satılabilir. Severek yapılan bir işten başlamak doğru bir çıkış olabiliyor. Jamie Oliver’ın anaokullarında sağlıklı yemek vermeye çalışması gibi. Spor yapmayı çok seven birine de aynı şekilde bunu toplumsal bir faydaya dönüştürmesini öneriyorum. Ya da karşısındakilere bir şeyler anlatmayı çok seven birine gönüllü ders vermesini tavsiye ediyorum. Uyguladığımız bir egzersizde kişiden aktivite yaparken mutlu olmasının nedenini sorgulamasını istiyoruz. Sonrasında bunu toplumsal faydaya dönüştürebilecek bir şey yapmamız mümkün mü diye bakıyoruz. Fark yaratmanın biçimleri var; imza atmak, protesto gösterisine katılmak, ürün tasarlamak vb. Kimisi Greenpeace gibi kendini zincirleme taraftarıdır, kiminin ise bu yöntemler kişiliğine uygun değildir. Bazı insanlar gönüllü çalışmayı severken bazıları kendi projesini yaratmak ister.

Kişi sadece adının duyulmasını ve böyle fark yaratmak istiyorsa ne öneriyorsunuz?
Bu çok yanlış bir çıkış noktası. Fark yaratmak denince toplumsal faydanın ön planda olması gerekiyor. Fark yaratmak için programlar olmaya başladıkça insanlar fark yaratmış olmak için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Burada hep Mandela’ nın Ubuntu felsefesinden bahsediyorum. İnsanın toplum için bir şey yapmadığında kendini kötü hissediyor olması gerektiğini savunan bir felsefedir. Ego ve bencilliğin çok geri planda olması, bireyin toplum için ne yapılabileceğini sorgulaması gerekir.

Bazıları da iyiliği sırf söyleyebilmek için yapıyor, bu fark yaratma mıdır ego mu?
Maddi olarak bir destek verdiği için bu da bir fark yaratmadır. Bunu söylemesinin iki nedeni olabilir; birincisi takdir toplamak ve ne kadar iyi bir insan olduğunu göstermek, ikincisi de örnek olabilmek içindir. Kendi özünde bir yere bağış yapıp bunu söyleyenlerin bencillik yaptığını düşünmüyorum. The Giving Pledge diye bir şey var ABD’de; 1 milyon doların üzerinde serveti olan pek çok kişi öldüğü zaman paralarının büyük bir kısmını bağışlamayı vadediyor. Bağış yaptığını belirten kişinin hikayesinin paylaşılması pek çok kişiye örnek olacaktır. Ama kişinin motivasyonu sadece sırf insanlar beni takdir etsin diye düşünülüyorsa bu sefer bencillik ön planda oluyor.

Ice Bucket olayında paylaşımın gücünü de gördük. Siz bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben ona katıldım, ALS hastalığı için Alper Kaya ile ortak projeler yaptık. Çok önemli bir farkındalık olduğunu düşünüyorum. Ama bir noktadan sonra ALS hastalığı geri planda kaldı. Çekilen görüntülerin artık ne için yapıldığı bile bilinmeden paylaşıldığı duruma geldik. Bir de kişiye challenge (meydan okuma) geldiğinde kovayı dökmezsen 100 dolar, dökersen 10 dolar bağışlıyordun. Bu durum da çok güzeldi. Ama yine bir süre sonra bağış yapılmamaya başlandı. Yine de sonuca baktığımızda ALS hastalığını duymamış pek çok insan bu sayede duymaya başladı.

nasil-fark-yaratilir-3Sınıfınızda kaç kişi var ve katılanların profili nasıl?
Ekim ayında başladık ve ayda bir-iki kere yapılıyor. Her derse genelde 15 kişi geliyor. Çoğu gerçekten bir şey yapmak isteyen, eğitimli bir kitle geliyor. Kadın ve erkek bu derste eşit. Bir de yine The School of Life’ta aşkı sürdürmek ile ilgili bir ders daha veriyorum. O dersimde kadınlar ağırlıklı. Bu derste nasıl fark yaratılabileceği, kişiye neyin uygun olduğunu vb. konuları hep birlikte düşünüyoruz. Çoğu da taslak biçiminde ortaya çıkıyor. Üniversite öğrencisi bir genç vardı. Eğitimle ilgili bir proje yapmak istiyordu, onu Toplum Gönüllüleri Vakfı ile tanıştırdım. Başka bir katılımcıyı motive eden de yemek yapmak. Mutfak üzerine bir şey yapmak istiyordu, onu da Buğday Derneği ile tanıştırdık. Engelliler için tasarım yapmak isteyen bir katılımcı vardı. Onu da tasarımcılarla tanıştırdım. Sponsorluk üzerine de konuşuluyor.

Bu söylenenler sınıfta ortak mı konuşuluyor?
Birey kendi çalışıyor. Tek yapılan, iki kişiyle yapılan egzersizler de var. Sonrasında kişinin yapacağı projeye kimlerin destek olabileceğini konuşuyoruz. O bağlantıyı kurmak da çok önemli. Şu an yürüyen üç tane proje var.

nasil-fark-yaratilir-4

Daha mücadeleci bir insan mı olmak gerekiyor?
Bir şeyleri değiştirme hissi duymak ve bunun için motive olunması çok önemli. Umutsuzluğa kapılmak ve pasif durmak yerine daha aktif ve sorgulayıcı olmak gerekir. Fark yaratmanın ilk çıkış noktası budur. Sonrasında aksiyona geçilmesi gerekiyor. Telefonla bile aktif olunabilir. Olan bir kampanyayı paylaşmak da bir fark yaratmaktır.

Derslerinizde en çok anlattığınız örnekler neler?
Mandela’yı çok anlatıyorum. Türkiye’den de Halil Savda, Roboski’den Ankara’ya barış için yürüdü. Onun hikayesi çok hoşuma gidiyor. Tara Hopkins de sıklıkla verdiğim örnekler arasında.

Gelelim hayvan haklarına; özellikle ülkemizde bu konuda fark yaratılması gerekiyor değil mi?
Hayvanlar için yürüyüş yapmak isteyen gruplar var. Bilgili Hayvan Dostları diye bir ekibimiz var. Onlar hayvan hakları için koşu, yürüyüş yapmak istiyor. Burası bir atölye aslında. Toplum için bir şey yapmayı isteyen kişileri buraya bekliyorum. Mesela iş alanında değişiklik yapmak isteyenlere ancak toplumsal fayda sağlamak için gelirlerse fikirler veriyoruz. Kişinin uzmanlık alanını sosyal projede kullanmak için onlarla konuşup karar verebiliyoruz. Bir kanayan yaramız da kadına şiddet. Ülkemizde yumruk yemeyen kadın şiddet görmediğini söylüyor. Yani şiddetin fiziksel olarak tanımlanması bir sorun bence. Her yıl kadınlar gününde mor göz görmekten sıkıldık; bence kadına yapılan şiddeti çok daha güzel anlatabiliriz.

Sizin fark yaratmak adına projeleriniz var mı?
Ermenistan-Türkiye dostluk koşusu yapmak istiyorum. Barış için bir koşu hayal ediyorum. Hrant Dink Vakfı ile çalışıyoruz. Sporun sosyal amaçlı ve barış için kullanılmasına yönelik çok sayıda hayalim ve projem var. Yapabilirsek gerçekten çok güzel olabilir. Şu anda izinlerin alınma aşamasındayız. Ayrıca Adım Adım projesini Afrika’ya götürmek de yine hayallerimin arasında yer alıyor. En çok kızdığınız şey nedir? Vakit ayıramıyorum denmesi. Eğer karar verilirse part-time da olsa fark yaratılır.

Hayat okulu’nun kuruluşu
The School of Life’ın direktörü Elvan Omay, okulun kuruluş aşamalarını, vizyonunu ve yeni eklenen dersler hakkında bilgi verdi.

The School of Life İstanbul nasıl hayata geçti?
Gazetecilik geçmişimin üzerine çeşitli kurumlarda pazarlama ve halkla ilişkiler yaptım. Alain de Botton’la tanışmam ise 30’lu yaşlarıma dayanıyor. School of Life’ı da o zamandan beri takip ettim. Üç-dört senedir bunu Türkiye’de de hayata geçirmeyi düşünüyordum. Doğru zaman geçtiğimiz yılmış; onlar da genişlemeye karar verdiler. Dünyanın her tarafından isteyenler için Londra’ya çağrı yaptılar. Bu çağrıya 70 kişi kadar cevap vererek toplandık. Tam o dönemde Bilgi Üniversitesi’ne de açtım. Bu okulun bünyesinde School of Life’ı hayata geçirebilir miyiz diye konuştuk. Başından itibaren de projemi desteklediler. Bu toplantının ardından ilk planlamada Paris, Amsterdam, Brezilya, Belgrad olmak üzere ilk grup hayata geçti, bu ilk grubun son üyesi olarak İstanbul da 13 Ekim’de başlamış oldu. Daha fazla ülkede ve şehirde bu okullar açılmaya devam edecek.

Müfredat hep aynı mı yoksa bulunulan ülkeye göre bazı değişiklikler var mı?
Aslında bir havuz, belli başlıklar ve School of Life metodolojisi var. Bu başlıkları büyük oranda herkes kullanıyor. Her ülkedeki kullanılan programın en az yarısı müfredattan oluşuyor. Bunun yanı sıra İstanbul’da olduğu gibi lokal içerik oluşturulabiliyor.

Bu okul katılımcılarına ne sağlıyor?
Katılımcılar aslında biraz kendilerini anlamaya çalışıyor. Hayatınızın hangi döneminde, hangi arayışta olduğunuza bağlı olarak dersler ayna tutuyor. Kendinizi yalnız hissetmeyeceğiniz, bir parçası olarak görebileceğiniz bir ortamda yeni sorular sorabileceksiniz.

Hangi dersler var?
20 programla yola çıktık, yeni yıl itibariyle eklediğimiz programlarla 30’u bulacağımızı düşünüyorum. Hafta sonu dersleri çok keyifli oluyor çünkü Santral İstanbul gerçekten doğru bir yer bizim için. Hatta kış boyunca Kadıköy’den sabah buraya gelen, akşam da dönüş seferini yapan bir vapur olacak. Yine kış boyunca dersler için Kuruçeşme’de bir mekanımız hizmet verecek. Programlar belli temalarda hazırlandı; • İç dünya-birey • İş hayatı • İlişkiler • Sosyal hayat-kültür

nasil-fark-yaratilir-5

En çok hangi derse talep oluyor?
Katılımcılar, ağırlıklı olarak 30-45 yaş arası, eğitimli, kendine vakit ayıramayan ancak hayatının belli döneminde buna zaman yaratmak isteyenlerden oluşuyor. Sayı olarak kadınlar biraz daha fazla. En çok rağbet gören dersler arasında “Sakin kalmayı nasıl başarırız?”, “Kendine güven nasıl sağlanır?” ve “Sevgili nasıl seçilir?” gibi dersler var. Alper Hasanoğlu’nun “Aşkın Halleri” ismiyle yaptığı atölye de oldukça popüler. Yankı Yazgan’la çocuktan sonraki hayatın nasıl devam ettiği de talep gören dersler arasında.

Sizce bu okul, bulunduğu şehre veya ülkeye nasıl katkı sağlayacak?
Sosyal bir toplumuz ama gerçekten konuşmak istediklerimizi konuşuyor muyuz diye bir soru sormak isterim. School of Life’ın yapmaya çalıştığı şey biraz ayna tutmak ve insanlara yalnız olmadıklarını göstermek. Okulun işe yaraması için bireyin etkileşime geçmesi gerekiyor. Bu okulun en büyük amaçlarından biri üniversite öğrencilerine ulaşmak. Farkındalığı ne kadar erken yaratırsanız topluma o kadar faydanız olur. Hatta gelecek projelerimiz arasında Anadolu’daki öğrencilere School of Life’ı götürmek var. Yeni programlarımız arasında şubat ayında Betül Mardin’le “İyi yaş almak” üzerine özel bir seans yapacağız, hatta evinde olacak.


Pozitif Dergisi 2015/01

Yorum Ekle