Bu kitap 54 sene önce yazıldığında ne zaman yayınlanacağı bilinmiyordu! Bedri Ruhselman’ın kaleminden çıkan ve yayınlandığı günden beri çok satanlar listesinde yer dolduran “İlahi Nizam ve Kainat’ kitabının esrarı ve Ruhselman hakkında merak edilen her şeyi özel röportaj ve araştırmalarımızla derledik.
Yazı: Özgü ELVAN YILMAZ
İlahi Nizam ve Kainat” kitabını elime aldığımda beni bambaşka bir enerjinin içine çekti; kuşatılmıştım. Bu hal daha önce yaşadığım deneyimlerden farklı olmasına rağmen, asla rahatsız edici değildi, huzurlu, mutlu bir çocukluk hali yaşıyordum. Sanki okuyucunun isteğine, iradesine bırakılmıştı; “Sen neyi ne kadar almak istiyorsan o kadarını al” diyordu kitap. Korteksiniz yani gündelik zihniniz şaşırsa da zaman zaman, yüksek bilinciniz layığını bulmuş edasıyla koltuğuna bir güzel yerleşiyordu gülümseyerek. Satışa çıktığı ilk gün koşarak almaya gittim. Varlığını Bedri Ruhselman’dan günümüze dek -kadrolar ve isimler değişse de- sürdüren MTİA Derneği ve BilYay Vakfı insanlığa sunulan eser için bir “tanıtım etkinliği” düzenlemişti. O günün Hürriyet Gazetesi’ne verilen bir ilanla kitabın insanlığa sunuluş vaktinin geldiği duyurulmuştu. BilYay Vakfı’nın Başkanı Cemal Gürsoy yaptığı konuşmada kitaba dair bazı ipuçları vermiş ve bekleyenlerin heyecanını daha da artırmıştı. Konuşmacı ve davetlilerin duyguları yükseliyordu ve nihayet tanışma anı gelmişti. Spiritüel camiada 54 yıldır merakla beklenen “İlahi Nizam ve Kainat” artık kendini insanlığa açmıştı. Rastgele sayfalardan ilgi çeken bölümler okunuyordu önce. Kolaydı okunması, çok kolaydı. İnanması da kolaydı. Zihin kuşku hamlelerini atıyordu: “Nasıl inanırsın? Nasıl sorgulamazsın? Nereden biliyorsun bu okuduklarının doğru olduğunu?” Beyhude çırpınışlardı bunlar. İster yüksek benlik deyin, ister öz benlik -ki kitap ‘varlık’ diyor buna- çoktan koltuğuna yerleşmiş keyif kahvesini yudumluyordu. Okuduğunuz bir bilgi ‘oluş’unuzun yüksek zincirlerine bir halka atıyor ve sizi doğrudan oraya bağlıyordu. Kitap önünüzde açık kalmış halde dururken, siz kim bilir hangi enginlere açılıyordunuz. İşte böyle bir şey “İlahi Nizam ve Kainat”. Bazen de okunmuyordu. Varlığınıza işleniyordu. Lezzetli bir sofranın zengin çeşitlerinden tatmak gibiydi. “Hiç bir detayı kaçırmak istemiyorum”, dedirterek kitap sırasıyla, baştan sona okunmaya karar verdiriyordu. Tanımlar çok fazlaydı ilk bölümlerde, yeni kavramlarla tanıştırıyordu. İlk defa gördüğünüz birini tanımaya çalışır gibi bakıyordunuz kavramlara; neyi, nasıl tarif etmiş, bu tanım nereye kadarını içeriyor, nereye dokunmayıp da dışarıda bırakıyordu, ölçüsü neydi? Zihin zorlanıyordu, deposundaki eski dosyalarla tarifleri kendi biçimlerine dökmek istiyordu. Zihin neden ısrar ediyordu, kendi sözcükleriyle anlatmaya? Bırakılıyordu kitap. Ara verildiğinde; rüyalarınızda, konuştuğunuz insanlarda, izlediğiniz herhangi bir şeyde, okuduğunuz bir sözde, dinlediğiniz hikayede karşılaştığınız benzetmeler ve mizansen ile zihin de anlıyordu. Dedik ya, bir kere zincirin yükseklerine bağlandı halkalar, diye. Siz anlamak istedikçe, her surette anlatılıyordu. Kolaydı anlaşılması, çok kolay. Uyanış çağına geçilmişti artık!
ÖNCE KEMANINI SONRA DOKTOR ÖNLÜĞÜNÜ BIRAKTI
Yeğeni anlatıyor: “Bedri Dayım tıp fakültesini bitirdikten sonra uzun yıllar hekim olarak Anadolu’da ve yurt dışında görev yaptı. İmkansız şartlarda vazgeçmeden hastalarına bakmaya devam etti. Hayatlar kurtardı. Ege Bölgesi’nde görev yaptığında, bir gün hekim olan bir arkadaşı ona yıllardır baktığı bir hastasını göndereceğini söylemiş. Muayene etmiş dayım, uzun yıllar tedavi edilecek bir hastalığı yokmuş. Basit bir müdahale yeterliymiş. Bedri Dayım hekim arkadaşına durumu anlatmış. Söylendiğine göre arkadaşı ona: ‘Biliyorum ciddi bir hastalığı olmadığını ama adam çok varlıklı. Sorunun çözülemez olduğunu söyleyip tekrar bana yolla. Böylece çok para kazanırız’ demiş. Dayım prensiplerine sadık biriydi. ‘Eğer hekimlik böyle bir iş ise ben hekimlik yapmam’ deyip işi bırakmış. Rahmetli annemden duymuştum bunu. Ailemizde müziğe karşı bir yetenek vardır. Bir kısmı müzisyen, bir kısmı doktor, bir kısmı da asker olan bir aileden geliyoruz. Bedri Dayım’ın yeteneği apayrıydı, dönemin en iyi öğretmenlerinden dersler aldı. Yurt dışındaki eğitimi burslu olarak yapmıştı. En iyi keman virtüözleri arasında parmakla gösteriliyordu. TBMM’nin yaptığı İstiklal Marşı beste yarışmasına katılması için bizzat meclisten davet aldığını biliyorum. Bir gün bir kutlama tertip edilmişti ve dayımın da orada keman çalması istendi. Sahnenin önünde balon kovalayıp, koşuşan çocuklar vardı. Aileleri öylece bakıyordu. Sanata yapılan bu saygısızlık üzerine kemanını bıraktı ve bir daha da çalmadı.”
Türkiye’de ruhçuluk akımının gelişmesinde öncülük etti
Bedri Ruhselman, henüz çocukluk yıllarındayken ruh konusuna ilgi duymuş ve ailesinden gizli kitaplar okumaya başlamıştı. İstanbullu bir ailenin oğlu olarak 1898 yılında Fındıklı’da dünyaya gelen Bedri Ruhselman Çerkesler’in Şapsığ boyundandı. Gençliğinde müzikle meşgul olan ve yurt dışından davetler alan Ruhselman’ın bir keman virtüözü olduğunda dahi bu merakı devam ediyordu. Müzik alanındaki başarısı onun bir prensesin himayesiyle Meister Schule/ Prag’a gitmesine vesile olmuş ve orada bulunduğu yıllarda -deneysel ruhçuluk da denilen- “Spiritizm”in kurucusu Allen Kardec’in kitapları ile tanıştı. Aynı zamanda bir tıp hekimi olan Ruhselman ruhçuluğun birtakım deneylerle geliştirilebileceğine inanıyordu. Türkiye’ye döndüğünde deneysel ruhçuluk alanındaki çalışmalarına devam etmiş; bulduğu/ geliştirdiği yeni kavramlar ile yeni deneysel ruhçuluk anlamına gelen “Experimental Neo-Spiritüalizm”i ortaya koydu. 1946 yılında ruh, dünya, uzay, bitki, hayvan, insan, yaşam gibi konuları açıkladığı “Ruh ve Kainat” kitaplarını üç cilt olarak yayımladı, ardından ölüm sonrası bu hayattan göçen “ruhlarla diyaloglar”ı aktardığı “Ruhlar Arasında” (1949) kitabını da yine İstanbul’da yazdı. Ruhselman, 1950 yılının mart ayında, ülkemizin ilk spiritüel derneği olan ve günümüze kadar varlığını sürdüren Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneği’ni (MTİA) kurarak bu alana bir imza daha attı. Spiritüel yayıncılığın öncüsü olan Ruh ve Madde Yayınları bu cemiyete bağlı olmakla birlikte, ilkler arasında sayabileceğimiz diğer bazı yayınevlerinin patronlarının yolunun da bu cemiyetten geçtiğini belirtmekte fayda var. Bu arada Ruhselman “Allah” (1950) eserini yazdıktan sonra, cemiyet IFS (International Spiritualist Federation) üyesi oldu. 1951’de Stockholm’de düzenlenen Uluslararası Spiritüalizm Kongresi’ne gönderdiği, medyumluğun ve ruhlarla irtibatın neo–spiritüalist görüşle açıklanmasını konu alan ve İngilizce olarak hazırladığı 61 sayfalık rapor, kongrede hayranlık uyandırdı ve büyük bir yankı yaptı. Rapor daha sonra, Türkçe olarak, “Medyumluk” (1952) adıyla kitap olarak yayınlandı. Eserde medyumluk türleri, yöntemleri, tehlikeleri ve operatörün önemi denenmiş örneklerle ve izahatlarla sunuldu. Ruhselman, üniversitelerin ruhçuluk üzerine araştırmalar yapmasını ve bu konuda derslerin verilmesinin gereğini anlattığı yazısını da Milli Eğitim Bakanlığı’na yollamıştı. Üniversite kürsüsünde konular bir süre anlatılmaya devam etse de, kalıcı bir sonuca varılamamıştı. Çalışmalarına ara vermeden devam ederken, nefis denetlemesi, iç muhakeme gibi konuların ele alındığı “Mukadderat ve İcabat” (1952) eserini de aynı sene tamamlayıp yayınladı. Altı yıl gibi kısa bir sürede yazılan bu yedi kitap Türkiye’de ruhçuluğun ana kaynağını oluşturdu ve ilk başvurulan bilgi haline geldi.
“İLAHI NIZAM VE KAINAT” NASIL HAZIRLANDI?
Celselerin tüm zorluklarını, püf noktalarını, ayırt edici unsurlarını ve dikkat edilmesi gerekenleri çok iyi bilen Ruhselman, operatörlük yaparak çeşitli medyumlarla, ruhsal celseler düzenledi. Nihayetinde bir arkadaşı onu genç ve oldukça meraklı olan Atilla Güyer ile tanıştırınca aradığını bulmuştu. Daha önceki çalışma arkadaşlarına verdiği eğitimleri bu yetenekli gence verme gereği duymadı ve vakit kaybetmeden onunla çalışmaya başladı. Tarih 1 Eylül 1958’i gösterdiğinde “Büyük Vazife Planı”ndan Önder Tebliğleri alınmaya başlamıştı bile; “İlahi Nizam ve Kainat” kitabı bu tebliğlerle var olacaktı! 1959 temmuz ayına kadar, tam 10 ay boyunca, Bedri Ruhselman operatörlüğünde ve Atilla Güyer medyumluğunda bu tebliğlerin alınması devam etti. Hiç ara vermeden, günde 20 saat çalışıp sadece dört saat uyudu Ruhselman. Atilla Güyer arkadaşlarına daha sonra şöyle anlatmıştı: “Kitaptaki bilgiler, benim aracılığım ile ‘Önder’ ismi verilen yüksek idareci bir plan tarafından verildi. Bu verilen tebliğlerin Bedri Bey tarafından önce anlaşılmasına yardım edildi. Sualler sorulmasına izin verildi. Yapılan açıklamalarla konular vuzuha eriştirildi. Konunun planı verildi ve bu plan gereğince Bedri Bey’in konuyu kaleme alması sağlandı. Kaleme alınan bölümler Büyük Vazife Planı’na okundu ve tasvibi alındı. Böylece derleme faaliyeti tamamlandı.” Tebliğ kaynağı onlara tüm bu bilgilerin bir kitapta toplanması gerektiğini, kitabı Bedri Ruhselman’ın derlemesini bildirmiş ve kitapla ilgili bazı detayları da aktarmıştı:
1- Kitabın üzerinde muhakkak Bedri Ruhselman ismi yazılacaktı. Ruhselman kendini kitabın yazarı olarak kabul etmiyordu ama Plan ona “derleyen/ düzenleyen” sıfatı ile yazmasını bildirmişti.
2- Kitap tamamlandıktan sonra üç kopya olarak çoğaltılacaktı. Talimat gereğince Hüsrev Bilgioğlu kitabın iki kopyasını daktilo etmişti.
3- Emanetçileri olacak olan Atilla Güyer, Metin Sakik ve Hüsrev Bilgioğlu adına her bir kopya saklanacaktı. “Sizler bu iş için seçildiniz” denilmişti.
4- İnsanlık hazır olmadığı için “zamanı geldiğinde” kitap açılacaktı. Bedri Ruhselman’ın şöyle talimat verdiği söylenir: “Üçünüz ortak bir işaret almayı bekleyin. Lakin, içinizden iki kişinin vefat etmesi halinde, geriye kalan üçüncü kişi beklemeden kitabı çıkartmalıdır.” İlahi Nizam ve Kainat kitabı 2 Nisan 2013 günü raflarda yerini aldı.
Ruhselman Ailesi’nden anılar
Bedri Ruhselman’ın yeğeni hayattayken dayısına ait anıları derledi ve eşine bıraktı. İsimlerinin saklı tutulmasını isteyen bu kadın, eşinin anılarını sadece bizlerle paylaştı. Biz de bu özel ricasına saygı gösterip ismini vermeden, evindeki not kağıtları arasından okuduğu anıları aktarıyoruz. Yeğeninin kaleminden… “Dayımla özel bir münasebetimiz vardı. Kitaplarını okurdum, çalışmalarını yakından takip ediyordum. Medyumik yeteneklerim olduğunu söylemişti bana. Ancak hiçbir deneme yapmadı, birlikte çalışmadık. Buna halen üzülürüm.” “Son çalışmasını bitirdikten sonra bize gelmişti. Aylardan ocaktı… Dolabın üstünde annesinin fotoğrafı vardı. Ona bakıp bakıp derinlere daldı o gün. Bize de veda etti. Öleceğini biliyordu.” (16 Şubat 1960 yılında hayata veda eden Bedri Ruhselman 18 Şubat günü toprağa verildi.)
Mustafa Kemal ile tanıştı…
“Çanakkale Savaşı ile ülkemiz pek çok şehit vermişti. Şehitlik ile ilgili kitaplar yayınlanıyordu. Dayım da bu kitaplardan birisini okumuş ve şehitliğin yüksek bir mertebe olduğunu öğrenmişti. Tıp eğitimini yarıda bırakıp asker olmak istemiş. Rahmetli anneannem endişe duymuş, biricik oğlu Bedri’yi vazgeçirmesi için asker olan kardeşinden yardım istemiş. Büyük akrabamız Bedri Dayı’mın yanına vardığında, dayım çoktan başvurusunu yapmış, çağrılmayı bekliyormuş. Yüzbaşı olan dayısı Ruhselman’ı alıp ve o dönemde subayların sohbet ettiği, Sirkeci’deki Meserret Kahvehanesi’ne götürmüş ve oradaki subaylarla ne yapabileceklerini konuşmaya başlamışlar. Konuşmaları yüksek sesli olduğu için etraftan duyulmuş. Yan masadan sarışın bir subay gelip, ne olduğunu sormuş. Anlatmışlar, ikisi de ayrı ayrı. Bu subay elini Bedri Ruhselman’ın omzuna koymuş ve ona nasihat etmiş: ‘Oğlum, duyguların mühim ve saygı duyulacak türden. Vatan için ölmek onurdur. Milletimizin askere ihtiyacı olduğu aşikardır, lakin bizim mektep yüzü görmüşe de ihtiyacımız var. Evladım, senin bu vatana vazifelerin farklı olacaktır.’ Cebinden çıkardığı kartın üzerine bir şeyler yazıp, Savaş Bakanlığı’ndaki belirli bir isme vermelerini söyler. Bu kart sayesinde listeden ismi silinecektir. Sarışın subaya ait kartın üzerindeki imza şöyledir: Miralay Mustafa Kemal!”
Kitap, içindeki kehanetlerle kendini doğruladı!
Günümüzün en popüler sorunu olan global ısınma ve ondan kaynaklı iklim değişikliğini bundan 54 sene önce yazdığı bu kitapta bildiren Ruhselman 2050’li yılları işaret ederek eksen eğikliğinin kavuşacağı açının 36 derece olacağını ve takip eden süreçte dünyanın yarım dairelik bir dönüşle tepetaklak olacağını söylüyor. Tüm bunların tetikleyicisinin dünyamıza yaklaşmakta olan bir gezegenin çekim kuvveti olduğunu söylemekle kalmayıp dünyada hayatın nasıl devam edeceği konusunda, yerkürenin yenilenmesini takiben 300 yıllık bir kabalaşma döneminin ardından insanoğlunun evrimleşeceği 60 bin yıllık yeni bir devrenin başlayacağı kitapta yer alıyor. Dünyadan ayrılacak olanların ise “sevgi planı”na geçişleri ve ardından yaşanacak aşamalar yine detaylarla anlatılıyor. Büyük Vazife Planı’ndan gelen bilgilerde; madde kainatının oluşumu ve amorf (ilk, öz) maddeden ruhun varlığına, ruh ile maddenin ilişkisinden kainat sistemlerine dek açık bilgiler yer alırken, zamanın da düz bir çizgi olmadığı yazılıyor. Sevgi kavramına özellikle dikkat çekilirken, “sevgi planı” veya “asli prensip” gibi kavramlarla da bizleri tanıştırıyor. Kitabın sonlarında bazı kehanetler yer alıyor. Derece, ölçü ve detaylarla zamanları da belirtilen bazı kehanetler ise, yazıldığı tarihten 50 yıl sonrasını işaret ediyor, yani günümüzü! Orijinaline tümüyle sadık kalınarak ilk baskısı 2 Nisan 2013’te yayınlanan kitap kısa sürede çok satanlar listesine girerek üç haftada dört baskı yaptı. Fakat kendi döneminin Türkçesi’yle yazıldığından günümüz Türkçesi’ne de çevrilerek Haziran 2013’te okuyucuya tekrar sunuldu. Kitapta ilk konular yeni kavramlar içerdiğinden biraz ağır ilerlerken, devamındaki aile hayatı, kadınerkek ilişkileri üzerine örnekler, rüyalar gibi gündelik yaşantıya dair konuların daha hızlı ilerlediğini göreceksiniz. Küresel ısınmaya bağlı yaşadığımız iklim değişiklikleri ve mevsimsel sapmaların fark edilmeden yavaş yavaş yaşanmaya başlayacağı anlatılıyor. Ülke isimleri, bölgeler ve dereceler tek tek belirtiliyor ve eksen kaymasının da detayları veriliyor.
Pozitif Dergisi 2013/02