Konuk Yazar

İnsan Projesi

YAZI: AZRA KOHEN

İNSANLIĞIMIZ İÇİN ÖNEMLİ SORULAR

Cevabını hemen bulamadığımız soruları sormayı sevmeyen bir türüz biz. Belki bu durum gündelik yaşam içinde işimize yaramayan soruların cevaplarını bulmakla uğraşmanın anlamsız olduğunu düşünmemizden geliyor. Halbuki gündelik tüketim yaşantımız içinde lazım olmayan o soru ve cevapların ‘insanlığımız’ için nasıl da büyük ihtiyaçlar olduğunu bilsek… Kendi varoluş nedenine odaklanmayan bir organizmanın kendisini tamamen tüketime verip parazite dönüşeceğini anlasak belki varoluşumuza odaklanmak için daha fazla zaman ayırırız. Niçin var edildiğimizi anlayabilmek için önce insan dediğimiz organizmayı bir incelemek lazım. Ama varoluşumuzla ilgili bilgi öyle birbirinden ayrılmış, öyle dallanıp budaklanmış ve dallanıp budaklandıkça geride bıraktığı dallarını öyle unutmuş ki insanlığı anlamak için noktaları birleştirmek şart artık. Binlerce yıl önce “İlim bir noktaydı, cahiller onu çoğalttılar” diyen Hz. Ali’nin bu cümlesini ne zaman düşünsem aklıma her zaman Darwin geliyor. Charles Darwin’den bahsediyorum; evrim teoristi.

Darwin, onlarca teorisinden birinde dünya gezegeni üzerindeki organizmaların binlerce yıl önce yaşayan atalarından evrimleşerek ve farklı türlerdeki varlıkların birbirleriyle çiftleşerek bugünkü melez varlıkları oluşturduklarını ispatlanabilir verilerle savunurken, tüm dinlerde kabul gören, tüm insanlığın Adem ve Havva’dan geldiği görüşüne ters düşen bir bilimsel teori ortaya attığını pek de umursamamış olmalı.

Darwin’in umursamazlığı kötü niyetinden değil de, belki de elindeki genetik verilerin yetersizliğinden dolayı o dönemde cevaplanamaz sorularla uğraşmak yerine cevaplayabileceği sorulara odaklanmayı seçmesinden kaynaklanmış da olabilir, kim bilir… Bugün ülkemizde Darwin’in Evrim Teorisi dediğinizde birkaç dakika sonra mutlaka karşılaşacağınız tepki “O adam dinsizdi, Yaradan’ı yok sayıp insanların balıklardan geldiğini savunuyordu” şeklinde oluyor. Biliyorum çünkü birazdan sizinle paylaşacağım bilgiyi paylaşmak için ne zaman bir grupla konuşmaya başlasam ve doğal olarak konuya Evrim Teorisi’nden girmek zorunda kalsam aralarından bir-iki kişi bana bu tepkiyi hep vermiştir. İyi ki de verdiler! Çünkü verdikleri o tepki benden alacakları cevabın onlarda yaratacağı şaşkınlıkla resmen doğru orantılı! Tepkileri ne kadar büyükse şaşkınlıkları da o derece kocaman oluyor. Öğrenince sarsılıyorlar. Birini kendi silahıyla vurmak böyle oluyor, en tepkililer eğer anatabilirseniz en iyi anlayanlar oluyorlar…

Gelelim Darwin’e. Darwin dinsiz miydi? Beni hiç ilgilendirmiyor. Merakımı daha önemli şeylerle beslemeyi tercih ediyorum. Ayrıca kendisine sormadım, bilmiyorum.

Peki Darwin’in bulguları yerinde miydi? Kesinlikle.

Darwin’in bulguları bize Allah’ın olmadığını mı sunuyor? ASLA. Tam tersi Yaradan’ın varlıkları yaratmak için kullandığı sistemlerden ipuçları veriyor.

“Yaradan her an bilimle konuşur bizimle. O yüzden her bilim Yaradan’ın dilidir. Bir bilim dalını dışladığınızda Yaradan’ın yöntemini dışlarsınız.”

“Peki nasıl oluyor da yüzlerce yıldır din adamları kendi başlarına insanın varoluşuna hikayelerle cevap vermeye çalışmış da bilimden yardım almak istememiş?” diye düşündüğümde -ki bunu çocukken, kendime şu soruyu soruncaya kadar- çok sıklıkla düşünürdüm:

“Sorunuzun cevabını bilse bile, anlamadığınız bir dille konuşan birine danışır mısınız?”

Kaybolmuşsunuz, bölgeyi çok iyi bilen birine adres soruyorsunuz ama adam Japonca konuşuyor ve siz Japonca bilmiyorsunuz! Din adamları ve bilim arasındaki ilişki de aynen böyle; kaybolan biriyle yolu bilen birinin aynı dili konuşmamasından kaynaklanan anlayışsızlık gibi… Hatta ikisinin bir de kavga ettiğini düşünün! Tam komedi.

Yaradan’ın varoluşu yaratmak için kullandığı yöntemleri araştırmak yerine, o yöntemlerin karmaşık zekasını algılamakta zorlanan din adamları zamanla yöntemleri reddeder olmuşlar. Bu yüzden “Dünya yuvarlıktır” diyen Galileo yine bir din adamı tarafından ölüm cezasına çarptırılmış ve son anda lafını geri almayı kabul ettiği için öldürülmese de hayatının sonuna kadar hapse atılıp katolik bir dindar olmasına rağmen dinden men edilip aşağılanarak kilise tarafından dışlanmış. Öyle ki 77 yaşında hapishanede kör olarak öldüğünde bile cenazesi dini olarak yapılmamış.

BİLİM YARADAN’IN DİLİDİR

Din adamları insanlık tarihi boyunca varoluşun hikaye kısmına dalıp varoluşun matematiğini, biyolojisini, kimyasını, fiziğini yani Yaradan’ın varoluşu yaratırken kullandığı her dili ve yöntemi yok saymışlar, o yöntemlerle deliller bulanları da dışlamışlar. Halbuki biyoloji, fizik, kimya, matematik gibi her bilim varoluşun hikayesinin ana düşüncesini, felsefesini sunar bize. Yaradan her an bilimle konuşur bizimle. O yüzden her bilim Yaradan’ın dilidir. Bir bilim dalını dışladığınızda Yaradan’ın yöntemini dışlarsınız.

İşte bu yüzden sürekli diyorum: “Din adamı olabilmek için önce bilim adamı olmak şartı konduğunda bu gezegen gerçek dini yaşamaya başlayacak.”

Neyse konumuza geri dönelim. Bugün artık Darwin’in evrim teorisinin nasıl da aslında dine karşı çıkmadığının, genetik bilmindeki analizlerle birlikte Yaradan’ın var olduğunu desteklediğinin anlaşılmasının zamanı geldi sanırım.

Tek tek dallara ayrılarak parçalanmış ve zamanla anlaşılmaktan uzaklaştırılmış bilgilerin bir bütün altında –ki buna bilim dünyasına Holistik Yaklaşım deniyor– toplanmasının zamanı yakındır. Bakın bilim bize Yaradan’ın varlığını din adamlarının çığlıklar atarak reddettiği Evrim Teorisi’yle nasıl da ispatlıyor:

İnsan genetik olarak yüzde 99 oranında şempanze ile aynı gen dizilimine sahip. Çıkartılan gen haritası bunu ispatlıyor.* Bir şempanzenin gen zinciri ile insanın gen zinciri arasında zırnık kadar fark var. “Nasıl yani, Adem ve Havva yoksa şempanze miydi?!” diye sorabilirsiniz. Tabii ki hayır çünkü durum şöyle:

Evrim Teorisi’ne göre şempanze, orangutan ve goril ile insan milyonlarca yıl öncesinde yaşamış aynı atanın soyundan geliyorlar. Yüzde 99 genetik benzerliğimiz ispatlanabilir şekilde gen zincirimizde var ve bu durum biyolojik olarak aynı atanın soyundan geldiğimizi ortaya koyuyor. AMA biz insanlar 23 kromozom anneden, 23 kromozom babadan olmak kaydıyla toplam 46 kromozoma sahipken, diğer maymunların anne ve babadan 24’er tane olmak kaydıyla 48 kromozomu var.

Peki eğer biz bu türlerle aynı atanın soyundan geliyorsak o zaman bizim iki kromozomumuz nereye gitti?

“Eğer insancılık oynamayı bir kenara bırakıp gerçekten ‘hakiki’ birer insan olmaya karar verirsek çok önemli olabiliriz!”

ZİPLENMİŞ KROMOZOMLAR
İnsan genomuna baktığınızda, toplam 46 kromozomda özellikle II. kromozomun içinde iki kromozomun bilgisi olduğunu, yani II. kromozomumuzun, iki ayrı kromozomun birleştirilmesinden meydana gelmiş olduğunu fark edersiniz.** Ve her bir kromozom DNA dizilimi içinde kendisini komşusundan ayıran telomere uçlarına sahiptir. II. Kromozom’u incelediğimizde, uçlarda kalması gereken bu ‘telomere’lerin sadece II. Kromozom’da uçlar yerine merkezde de olduğunu, yani II. Kromozom’un aslında ayrı ayrı iki kromozomun birleşmesinden meydana geldiğini fark ederiz.

Diğer maymunlarda ayrı ayrı duran bu kromozomlar insanda birleşmiş bir şekilde hatta sanki ziplenmiş bir dosya gibi sıkıştırılmış bir halde II.Kromozom’da yer alıyor. Düşünsenize iki kocaman kromozomun bilgisi tek bir kromozoma sığdırılmış durumda! Peki bu evrimsel olarak mümkün mü?

Hayır.

Yani milyarlarca ışık yılı evrim geçirmiş olsaydık bile, iki ayrı kromozomun bu şekilde birleşebilmesi dışarıdan müdahale olmadan mümkün değil. “Allah bilir” dedikleri cinsten bir mümkün değil durumu bu.

Aslına bakarsanız hayatın espri anlayışı çok gelişmiş; düşünsenize, yıllardır din adamlarınca dışlanmış evrim bilimcileri Yaradan’ın varlığını ispatlıyorlar!

ÖNEMSİZ MİYİZ?
Peki ben neden size bunu anlatıyorum şimdi?

Maymunlar, kromozomlar, DNA’lar, Yaradan, biyoloji derken nihayet noktaları birleştirip insana varabilelim diye. İnsan olmak böyle bir şey, öğrenmek için çaba göstermiyorsan olamıyorsun…

İnsanın yaradılışını anlamak için sadece içine, gen haritasına değil; dışarıya, evrene, dünyadan kafamızı kaldırıp gökyüzünden bize parlayan katrilyonlarca yıldıza, gezegene, galaksiye de bakmak lazım. Baktığımız parlaklığın gözlerimize yerleşen ışığının ardındaki fonksiyonaliteyi fark etmek lazım. Mesela Samanyolu galaksisini bir düşünün. İçindeki güneş sistemleri, etrafında besledikleri gezegenleri sabitleyen kütle çekim kuvvetleriyle birbirlerine komşu diğer galaksiler ve evrendeki her cisim bir mekanizmanın küçük parçaları gibi kendi çarkları içinde ‘denge’de harekette.

Toplu iğnenin, bırakın başını, ucu kadar bile değil içinde yaşadığımız galaksinin evrende kapladığı alan. Düşünsenize küçücük bir noktanın içindeki noktadan bile küçük tüm ‘insanlığın’ varlığı. Peki önemsiz miyiz?

Eğer insancılık oynamayı bir kenara bırakıp gerçekten ‘hakiki’ birer insan olmaya karar verirsek çok önemli olabiliriz!

 

“İnsan denilen varlığın önemi ve değeri, canı korumak için harcadığı emek kadardır.”

PEKİ NASIL İNSAN OLUNUR?
İşte niye yaratıldığımızı anlamak, nasıl insan olacağımızı anlamaktan geçiyor.

Canın değerini doğduğu bölgeye göre biçmeyi bırakmak ilk koşul.

Yani sadece bizimle aynı bölgede yaşamıyor, aynı dili konuşmuyor, bizim gibi giyinmiyor ya da derisinin rengi bizimkinden farklı ve aynı yaşam şartlarına sahip olamamış canları dışlamak, onlara yaşatılan haksızlıkları yok saymak, bizim kadar eğitimli olmadıkları için eğitimi hak etmediklerini düşünmek, ‘İnsan’ yerine koymamak, canın değerini kolayca biçmek insanlığımıza ettiğimiz en büyük ihanettir. Nerede, kimde, hangi koşullarda ve kültürde bedenlenmiş olursa olsun can candır.

İnsan denilen varlığın önemi ve değeri, canı korumak için harcadığı emek kadardır.

Hepimiz için bir fotoğraf koydum, yaşadığı zorluğu görmezden geldiğiniz her canın sizin yavrunuz olabileceğini unutmamanız ve haberlere çıkmadığı için gönüllerimize dokunmasa da sınır şehirlerimizde olmaya devam eden vahşetin sona ermesi ‘insanlığın’  bir gün bu gezegende hayat bulabilmesi dileğiyle…

* Science 2002, 295:131-134

** Harvard University Prof. Kenneth R. Miller – Necessity and Evolution (2nd Choromozone Fusion)

Yorum Ekle