Son yıllarda heyecan yaratan yeni bulguları ile adını çok sık duyduğumuz Göbeklitepe, insanlığın gelişimine farklı açılardan bakmaya gönüllü olanların da ilgi odağı… Göbeklitepe bize ne anlatmak istiyor, hangi bilginin doğum zamanı geldi? İşte herkes bu soruların cevaplarını arıyor.
DAMLA SELİN BATU
Göbeklitepe’nin keşfi ilk kez 1963 yılında olmuştu. Güneydoğu Anadolu’da araştırma yapan bir ekip, burayı da bulmuş ancak buradaki büyük boyutlu taşların Roma dönemine veya Orta Çağ’a ait bir mezarlığın taşları olduğunu düşünmüşlerdi.
Bugün Atatürk Barajı’nın suları altında olan, Neolitik dönemin ilk yerleşimlerinden olduğu belgelenen Nevali Çori kazısında çalışan Prof. Klaus Schmidt ise orada bulunan dikilitaşların benzerlerinin Göbeklitepe’de de olduğunu sonradan öğrenmişti. 1995 yılında kazılara başlandıktan 2014 yılındaki vefatına kadar da Schmidt’in buranın dünyaya tanıtılmasında büyük çabaları oldu.
Schmidt, dört yıl önce beklenmedik bir şekilde havuzda yüzerken vefat etti. Ekibinde olup ani şekilde vefat eden başka arkeologlar da vardı. İki yıl kadar önce Schmidt’in Urfa’daki evi talan edildi. Farklı yazılarda Amerikan, Rus, İngiliz casusların farklı kimliklerle bu bölgede bulunduğu bilgisi geçiyor.
UNESCO’nun Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan Göbeklitepe kimilerine göre ilk tapınak, kimilerine göre ise bir laboratuvar. Öyle ya da böyle bu bölgeyle ilgili kesin olan bir şey var; şimdiye kadar kabul gören tarihi bilgileri baştan yazmayı gerektiriyor.
Çünkü…
İnşaası on iki bin yıl önce gerçekleştirilmiş olan Göbeklitepe, Mısır piramitlerinden ve Stonehedge’den de eski…
Daire şeklinde 20 adet yapıdan oluşuyor. Şu anda sadece altı tanesi gün yüzüne çıkartılmış, geride kalanlar ise güneşle buluşmayı bekliyor. Yapıda var olan “T biçimli” sütunların her birinin ağırlığı 40-60 ton arasında değişiyor. Uzmanlar bu ağırlıktaki sütunları ancak 1200 tonluk araçların kaldırabileceğini söylüyor.
Yapıda yer alan oymalar ve adeta bir sanat eseri olan üç boyutlu kabartmalar ise henüz çanak çömleğin ya da metal aletlerin keşfedilmediği Cilalı Taş Devri’nde böyle bir yapının ve teknolojinin nasıl olup da kullanıldığı sorusuyla bizleri baş başa bırakıyor.
EN ESKİ TAPINAK MI?
Göbeklitepe’nin dünyanın eski tapınak merkezi olduğu söyleniyor. Bu da insanların önce yerleşik düzene geçip, sonradan inanç sistemi oluşturduklarına dair iddiayı ispatsız bırakıyor. Çünkü yapının inşa edildiği dönem insanlığın henüz tam olarak yerleşik düzene geçmediği döneme denk geliyor.
Klaus Schmidt’e göre bu tapınağı yapanlar yeryüzünde ilk kez “Evren nedir, biz neden buradayız?” sorusunu kendilerine soran kişilerdi. Dünyanın en zenginlerinden olan ve geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden David Rockeffeller ise Göbeklitepe için şunları söylemişti: “Bugün için dünyanın en güçlü devleti olan ABD’nin kuruluş yaşı 239’dur. Amerika kıtasının bulunması ise yaklaşık 500 yılı bulur. Halbuki Türkiye Devleti’nin üzerinde bulunduğu topraklar, insanlık tarihi ile eşdeğerdir.
Şanlıurfa- Göbeklitepe’de 1995 yılından beri yapılmakta olan arkeolojik çalışmalarda bulunanlar, insanlık tarihi hakkında bilinenlerin yeniden düşünülmesini gerektirecek, bilgileri değiştirecek, dinler tarihini yeniden sorgulatacak niteliktedir.
Göbeklitepe, tarihin en eski ibadet merkezlerindendir. Bulgular, bugünden 12 bin yıl öncesinde kurulduğunu kanıtlamaktadır. Yani Türklerin vatan toprakları üzerinde, ABD’nin kuruluşundan 11 bin 761 yıl önce, İngiltere’de bulunan Stonehenge’ den 7 bin yıl önce, Mısır piramitlerinden 7 bin 500 yıl önce medeniyet vardı. Bu topraklar, insanlık tarihi boyunca hemen hemen tüm medeniyetlere ev sahipliği yapmış yerlerdir.”
Şu anda farklı ülkelerdeki pek çok araştırmacı, tarihçi ve düşünür bu bölgeyi inceliyor. Göbeklitepe’nin yakınlarındaki Nevali Çori, Çatalhöyük gibi yapılar bu toprakların medeniyet tarihi açısından ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösteriyor. Alanda yapılan kazılarda binlerce hayvan iskeletinin bulunması, tarımı yapılmış en eski buğday kalıntısının yine Göbeklitepe’ye yakında bir yerden çıkması da bu bölgenin ne amaçla kullanılmış olursa olsun insanlık tarihine dair pek çok soruya cevap olduğunu gösteriyor.
Peki ya enerjisel olarak Göbeklitepe nasıl bir yer?
Yaklaşık bir yıl boyunca ziyarete açılmasını beklediğim bu özel yeri geçtiğimiz ay ziyaret etme şansım oldu. Açıldığı ilan edilir edilmez ilk işim kendim ve danışanlarım için uçak bileti almaktı. Sabahın erken saatlerinde vardığımız Göbeklitepe tüm sakinliği ve ışığıyla bizi bekliyordu. Açıklamalara göre yürüyüşü “kolaylaştırmak” amacıyla yapılan beton yola inat, kır çiçekleriyle kaplı toprağın üzerinden yürüyerek vardık.
T şekilli 12 sütundan oluşan yapıların altı tanesi çıkarılmış olsa da sadece bir tanesi ziyaret edilebiliyor hala. Yıllara ve insanlara rağmen dimdik ayakta duran bu dev taşlar, üzerlerine işlenmiş hayvan sembolleriyle bize ne anlatmaya çalışıyor? Kimilerine göre astrolojik işaret, kimilerine göreyse orada evcilleştirilmeye çalışılan hayvanları sembolize ediyorlar. Cevap her ne olursa olsun, işaretlerin yapılış şekli bize “öğretilenlerden” daha fazlası olduğunu haykırır gibi…
Ilık bir günde yemyeşil bir vadide, kır çiçekleri ve kuşların şahitliğinde, gözlerimizi kapadık Göbeklitepe’de. İşte tam da o an, bilgeliğin kapısı açıldı. Kendi derinlerimizden, tarihin derinliklerine doğru yarı gerçek, yarı hayali olarak gerçekleştirdiğimiz bu yolculuk bizlere bu bölgedeki duvarların sahip olduğu bilgileri fısıldadı.
Eğer gönül gözüyle bakar, ruhunuzun kulaklarıyla dinlerseniz, Göbeklitepe’nin hikayesini siz de dinleyebilirsiniz.
ARAŞTIRMACILAR NE DİYOR?
Bilim ve tarih yazarı Andrew Collins’in Göbeklitepe’ye olan merakı, 1990 yılında yazdığı “Meleklerin Küllerinden Günahkar Bir Irkın Mirası” adlı kitabının hazırlık aşamasında başlamış. Mezopotamya’da yaşayan çok uzun, açık renk tenli ve büyük ihtimalle albino olan özel bir ırkın, “Anunnaki”nin, İbranilerin “izleyici” olarak adlandırdığı, “yıldız insanlar” olarak da bilinenler olduğunu söylüyor.
Collins şunları anlatıyor: “Adem ve Havva’nın yaşadığı cennet bahçesinin Irak ile Türkiye arasında olduğuna inanılıyordu. Büyük kitapları tekrar incelediğimde bu bölgenin Türkiye’nin doğusu ile güneydoğusu arasında olduğunu fark ettim.
Bu bölge metalürjiden, tarıma, hayvancılıktan şarap yapımına kadar pek çok keşfin de ev sahibiydi. Belki de Anunnakiler bir başka bölgeden gelip, buradaki insanları medeniyetle buluşturmuştu.” Andrew Collins’in bu bölgeye dair iddiaları şöyle: “Kur’an’da medeniyetin Adem ve Havva tarafından kurulduğu söylenir. Şanlıurfa’nın adı Adamna’dır, bu da ‘Adem’in Şehri’ anlamına gelir.
Nuh’un gemisiyle ilgili hikayeler de bize bu bölgeden yaklaşık 200 kilometre ilerideki Cudi Dağı’nı işaret ediyor. Ayrıca Hz. İbrahim’in burada doğduğu ve Kral Nemrut’a burada karşı koyduğu da biliniyor. Hz. İbrahim’in babası Tera’nın bir tapınak yaptırdığı bu yerin de Harran’da olduğu tahmin ediliyor. Harran aynı zamanda izleyici adı verilen ırkın kadim astronomik çalışmalar yaptığı yer.”
Collins sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ardından MÖ 9000’lerde bir grup şaman buraya geliyor ve bu bilgiler toprağın altına itiliyor. Bu kitabı yazdığım dönemde Prof. Klaus Schmidt, Göbeklitepe kazılarına başladı. Bulunanlar benim kitapta anlattıklarımın ispatıydı.
Buradan yola çıkarak ‘Cennetin Tanrıları’ kitabını yazdım. 2002’de Diyarbakır’daki bir festivale davet edildim ve Göbeklitepe’yi ziyaret etme şansım oldu. Böylece pek çok insanın kafasındaki sorulara cevap buldum. İlki astronomi ile ilgiliydi. Tüm yapılar kuzey-kuzeybatı yönlüydü. Belli bir yıldızı arıyor gibiydiler. Bu yıldız ‘Deneb’ idi. Deneb, Kuğu takımyıldızı (Cygnus) dizimindedir.
Kuğu takımyıldızı, kozmik bir kuş şeklindedir. Avrasya bölgesinde şahin, kartal ya da akbaba kutsal sayılır. O dönemde Türkiye topraklarında yaşayan insanlar için en önemli kuş akbaba idi, bu nedenle de bu şekil kullanıldı. Göbeklitepe’de akbaba yeniden doğuşun sembolüydü. Aynı zamanda kozmik gökyüzünden dünyaya olan yolculuğu da sembolize ediyordu.
Ruh dünyadaki yaşamından sonra akbaba eşliğinde tekrar kozmik kaynağa dönüyordu. Bu kuş Göbeklitepe’deki en ünlü taş olan 43’üncü sütundaydı. ‘W’ şeklindeki kanatları ise Kuğu takımyıldızının MÖ 9600 yılında gökyüzündeki dizimi ile aynıydı. O dönemde insanların yıldızlara verdiği önemi buradan anlayabilirsiniz. Ancak esas soru; o zamana kadar bir yapı yapılmamışken, neden bir yapı yapılma gereği duyulmuştu?”
Andrew Collins soruyu şöyle yanıtlıyor: “Cevap, jeolojik zaman diliminde. Çünkü bu dönem, bin 200 yıllık buzul çağının sonuna denk geliyor. Göbeklitepe ise bu dönemde kuruyup, yaşama elverişli hale gelen ilk toprak. Bu dönemde yüz yıl boyunca minik buzul hareketler, seller, taşkınlar devam etti. Dolayısıyla orada yaşayan insanlarda bir tür travma gelişti. O dönemde psikologlar yoktu, dolayısıyla insanlar şamanlara gidiyorlardı. Şamanlar da bu bölgede doğudan ve batıdan gelen insanları kabul ediyordu. Buradaki iklim ılıman olduğu için daha soğuk olan bölgelerden pek çok insan geliyordu. Örneğin Sibiryalılar…
Göbeklitepe civarında bulunan mezarlar bu grubun mezar yapısına benzer. Sibiryalılar Rusya-Ukrayna bölgesinde yaşamış, ileri teknolojide aletler yapabilen, madencilikle uğraşan, şamanik bir toplumdur. Onlar da Kuğu takımyıldızına önem veriyordu.
Bunun yanı sıra Göbeklitepe bölgesinde yaşayan Zarziyan adlı yerel halkın da etkisi büyüktü. Levantlar ve Kuzey Afrika’da Nil Vadisi’nde yaşayanların da izleri bu bölgede görülebilir. Dolayısıyla Göbeklitepe, tufan sonrası oluşan travmanın düzelmesi için şamanlar tarafından kurulan ve farklı kültürlerden insanların ziyaret ettiği kozmopolit bir yapıydı.
Şamanlar tufanın doğaüstü yaratıklar tarafından yapıldığına ve tufanların işaretinin kuyruklu yıldızlar olduğuna inanıyorlardı. Göbeklitepe’de şamanlar tufan ile savaşmak için gökyüzü dünyasına doğru bir yolculuğa çıkıyordu. Kuyruklu yıldızlar; köpek, tilki, kurt gibi farklı hayvanlarla özdeşleştirilirdi.
Buradaki hayvan figürlerinin bu yıldızlarla bağlantılı olduğu düşünülüyor. Göbeklitepe, özellikle Kuzey Avrupa olmak üzere pek çok farklı kültürdeki inancı bir araya getirmiş, başta Kuğu takımyıldızı olmak üzere Samanyolu ve Kuzey Gök Kutbu’nu inceleyen bir yapıdır.”
YOKSA BİR LABORATUVAR MI?
“Amor Ra”, “Son Çağrı” ve “Annunnakiler” kitaplarının yazarı, araştırmacı Gök Türk ise Göbeklitepe’nin bir tapınak değil, laboratuvar olduğunu iddia ediyor: “Günümüzden 12 bin yıl öncesinde kurulan bir yapı Göbeklitepe. Bu dönemde bakır, demir gibi madenlerin kullanılmıyor olması lazım. Elinde bu tarz bir araç olmayan kişiler böyle bir yapıyı inşaa edemez. Ya bu dönemde bu madenler vardı ve bilimin bize verdiği maden süreleri yanlış ya da başka bir müdahale var.”
Gök Türk sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bereketli Hilal adı verilen bölgede yer alan Göbeklitepe, insanların evcilleştirme çalışmalarına başladığı yerdir. Bu anlamda ilktir ve önemlidir. Burası hayvanların evcilleştirildiği ve bitkilerin yenilebilir hale getirildiği bir laboratuvardı. Hayvanlar insanlara yardım edebilecek hale getiriliyordu. Bu nedenle burada hayvan kemikleri ve havan bulunmuştur. İnanıyorum ki yanmış otlar da bulunacak.
İlk şehirleşmenin bulunduğu Çatalhöyük’ün Göbeklitepe’ye yakın olmasının sebebi de budur. O dönemde maden kültürü yok ama bu bölgeler inşa edilmiş. Bence bunları insan yapmadı.” Gök Türk, tarihteki medeniyetlerin “tanrı”larının aslında başka bir gezegendeki daha ileri bir medeniyetten geldiklerini, buna “Kadim Uzay Astronotları” teorisi adı verildiğini ve Göbeklitepe’deki çalışmaların bu medeniyet tarafından yapıldığını öne sürüyor.
“Göbeklitepe için Klaus Schmidt, ‘tapınak’ demiştir. Ben buna karşıyım çünkü dünyada yapılmış ziguratlar, piramitler; hepsi amaç doğrultusunda yapılmış fabrikalardır. Göbeklitepe de bir tapınak değildi. Sonrasında kutsal kabul edilip tapınılmış olabilir.
Orası bir evcilleştirme laboratuvarı idi. Orada çizilmiş olan hayvanların hepsinin yabani olmasının sebebi de buydu” diyen Gök Türk, sözlerini şöyle sürdürüyor: “İsrail’deki Eliha bölgesi de böyledir, neolitik dönemden kalan bir yapıdır. Orada da çanak çömlek yoktu, tıpkı Göbeklitepe’de bulunamadığı gibi. Çünkü buralar yaşam alanı değildi.
Göbeklitepe’de toplamda 20 tane dairesel yapı var. Şimdilik sadece altı tanesi toprak üzerine çıkarılmış. Yeni bulunacak yapıların da tarihin seyrini değiştireceğine inanıyorum. Yapılar aşağı indikçe, sembollerin ortaya çıkmasını bekliyoruz.
Benim fikrim oraların ahır olduğu yönünde. Hayvan kemikleri bulunuyor, bir kısmının başsız olması da genetiklerinin üzerinde çalışıldığının ispatı. Şu anda bile GDO, tozlaşma gibi teknolojiler kullanılıyor, bu çalışmalar için ciddi bir bilim-teknoloji laboratuvarı gerekiyor. M.Ö. 11000-7400 arasında evcilleştirilmiş ne varsa onları yiyor, o hayvanlarla çalışıyoruz, üzerine hiçbir şey ekleyemedik.”
İLK GÜNKÜ GİBİ DURUYOR
O bölgede toprağın altında büyük bir tapınak olduğuna inandığını söyleyen Gök Türk, “Göbeklitepe’nin en önemli özelliklerinden biri de şu; bugün hangi antik kente giderseniz gidin depremler, talanlar gibi nedenlerle tahrip olma hali vardır ancak Göbeklitepe ilk kurulduğu andaki gibi duruyor hala.
Çatlama, kırılma, düşme, erime gibi durumlar görülmüyor. Göbeklitepe’nin enerjisel olarak da özel bir yere kurulduğuna inanıyorum. Pek çok ziyaretçi taşları görmeye gelmiyor, oradaki enerjiden yararlanmaya geliyor. Oraya gidip gözlerinizi kapattığınızda bunu kolayca fark edebilirsiniz” diyor.
Konunun detaylarını Anunnakiler adlı kitabında anlatan Gök Türk, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Göbeklitepe ileri teknolojili bir laboratuvardı ancak günümüze sadece taş yapılar kaldı. Orada kullanılan aletleri Anunnakiler geri götürdü. Bunun sebebi de ‘Dünya dünyalılarındır’ yaklaşımını benimsemeleridir. Bizim kendi kendimize ilerlememizi istiyorlar.”