Çocuk

Çocuğunuzun bilgeliği rehberiniz olsun

ÇOCUKLARIMIZDAN ÖĞRENECEĞIMIZ ÇOK ŞEY VAR; BIZE TUTTUKLARI AYNALARDA HEM ONLARA HEM DE KENDIMIZE YARDIM EDEBILECEĞIMIZ IPUÇLARI GIZLI. YETER KI ONLARLA KALPTEN ILETIŞIM KURABİLELİM.

Yazı: Yaprak ÇETİNKAYA

cocugunuzun-bilgeligi-rehberiniz-olsun-2Didi Ananda Uttama, 30 yıllık bir yoga rahibesi… Adının başındaki “Didi” kız kardeş anlamına geliyor. 1970’li yıllarda ABD’de ebelik yapan, ardından çeşitli ülkelerde kadınlar ve çocuklar için yoga ve meditasyondan hareketle hamilelik sınıfları yürüten Uttama, çoğunlukla travmatik doğum hikayesi olan anne ve çocuklar için destek grupları organize etti ve bu çalışmalarına devam ediyor. Kendini doğal doğuma ve spiritüel anneliğe adayan Uttama, Anael Aile Merkezi’nin davetlisi olarak kasım ayında İstanbul’daydı. “Anne ve Çocuk- Kalbe Bir Yolculuk” konulu seminerde kendisini dinledik, sohbetine katıldık ve izlenimlerimizi sizin için derledik. Bir dinin temsilcisi değil, spiritüel bir yolun takipçisi olduğunu belirten Ananda Uttama, bir yere temelli yerleşmeyi tercih etmedikleri için aile kurmanın ve çocuk sahibi olmanın sorumluluğunu almadıklarını ancak bugüne kadar hayatını annelerle ve annelerin birbirlerine yardım ettiği organizasyonlarda geçirdiği için anne gibi hissettiğini söylüyor ve ekliyor: “İnsanlar arasında kurulabilecek en güçlü bağ anne-çocuk arasındaki sevgi bağı… Bu, doğanın hormonlarla, beyindeki nöronlarla adeta tasarladığı bir bağ” diyor. Ancak anne ve çocuk arasındaki bu eşsiz sevgi bağı üzerine düşünen birçok annenin kafası diğer yandan da çocuğu ile

yaşadığı sorunlara takılıyor. Bu özel bağ neden sorunlarla gölgeleniyor?
Uttama, yoga felsefesine göre bedensel ve zihinsel zorluklarla baş ederek olgunlaştığımızı belirterek, “Eğer hayatta mücadeleler olmasaydı hala mağara adamı olurduk. Daha iyisine sahip olmak istemez, mağaralarımızdan memnun yaşamaya devam ederdik. Mücadeleler her zaman bizim yararımızadır. Yoga felsefesi şunu da söyler; hepimiz kalbimizin derinlerinde insan sevgisinden çok daha büyük spiritüel bir sevgi hissediyoruz. Herkes ve her şey bu büyüğe, iyiliğe güzelliğe ulaşmak istiyor. Bu istek de çok büyük bir evrimsel güç yaratıyor, insanları fiziksel ve zihinsel olarak yaratıcılığa yönlendiriyor. Ve bence anne sevgisi en kuvvetli evrimsel güç.”

Her zorluğun bir amacı var
Anne ve çocuk arasındaki sevgiyi çocukların daha fazla hissettiğini çünkü bu sevgi üzerine düşünmediklerini bunu sadece hissettiklerini belirten Uttama, spiritüel terminolojide bahsedilen zihin seviyelerinde en derin seviyenin neden ve nasıl diye düşünülmeden hissedilen kısım olduğunu vurgulayarak “Bu seviye insanı daha derin bir mutluluğa götüren kısımdır ve çocuklarda bu seviye çok net görülür. Çok neşeli yaratıklardır. Aranızda ne yaşanırsa yaşansın yine aynı coşku ile size geri gelirler. Annelerin yapması gereken en büyük iş içlerindeki ruhsal farkındalığı artırmaktır. O zaman çocuklar da aynı özellikleri geliştirir ya da zaten var olan özelliklerini korumaya devam eder. Kendimizdeki gelişimi sağlamak için en güçlü kaynağımız yine çocuklardır” diyor. Eğer bir anneyseniz ya da yakınınızda bir anne varsa zaman zaman suçluluk duygularına ya da “Neden benim çocuğum böyle?” şeklindeki isyanlara yabancı olmamalısınız. Önce seminere katılan annelerin bu konudaki deneyimlerini dinlemek isteyen Uttama ardından şunları söyleyerek herkesin kalbine su serpiyor: “Hayatta hiçbir şey şans eseri olmadığı gibi bir bebek de o anneye şans eseri gelmiyor. Çocuklarımız bize, biz de kendi anne-babalarımıza, bir şeyler öğrenmek ve öğretmek için yani birbirimize yardım etmek için geldik. Bir çocuk bir aileye geldiğinde o anne-baba ile mükemmel şekilde uyumlu oluyor. Tabii anne-baba da onunla aynı şekilde… Böylece birbirlerinin karmasını tamamlamaya yardımcı oluyorlar. Birlikte yaşanan tüm deneyimler keyifli de olsa zorluklar da içerse bu amaca yardım ediyor.”

cocugunuzun-bilgeligi-rehberiniz-olsun-3Travmatik doğum suçluluk hissettiriyor
Didi Ananda Uttama, anne-çocuk arasındaki bağın doğumdan önce kurulmaya başlandığını ve doğum yönteminin de bu konuda büyük rol oynadığını söylüyor. Doğal doğumun bu bağın kurulmasındaki önemine değinen Uttama, travmatik doğum hikayelerinde annelerin “Harika bir deneyim yaşayabilirdim, neden olmadı” diye kendilerini suçlayabildiklerini söylüyor ve ekliyor: “Oysa bir çocuğun bu dünyada geliş amacının bir parçası da travmatik bir doğumu 93 pozitif deneyimlemek olabilir. Annenin de böyle bir deneyime ihtiyacı olabilir. Bir travma deneyimlemesi gereken bir çocuk bunu doğumda da yaşayabilir, hayatının ilerleyen dönemlerinde başka bir olayla da yaşayabilir. Hiçbir şeyin tesadüfen olmadığını unutmamak gerekiyor.” Uttama, bu konuya örnek olabilecek bir anısını şöyle anlatıyor: “Bir doğum hatırlıyorum. Yaşamı seven, keyfini çıkaran, neşeli bir aileydiler. Çok da güzel bir doğum deneyimi yaşadılar. Anne ve bebeğin bağı harika kuruldu. Ama bu çocuk 10 ay boyunca çığlıklar atarak ağladı. Hiçbir şey yapamadılar. O sırada çalıştığım merkeze bitkin şekilde geliip, ne yapacaklarını sorarlardı. O zamanlar bu kadar bilinçli değildim ama şimdi biliyorum ki karmasında dramatik bir deneyimi vardı ve ona en iyi desteği sunabilecek, en sabırlı olabilecek ve suçluluk duygularını aşabilecek bir aileye doğması gerekiyordu. Bu zorlukları beraber sabırla aştılar ve böylece bağ kurdular.”

İLK ADIM DOĞAL DOĞUM
Didi Ananda Uttama, bir bebeğin yaşaması için hayatının ilk günlerinden itibaren annesine nasıl ihtiyacı varsa hayatı ve dünyayı anlaması için de aynı şekilde ona ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Dilimize Doğal Ebeveynlik olarak tercüme edilen Attachment Parenting felsefesine değinen Uttama, doğumun eyleminin de çocuklar için bu anlamda bir rehber olduğunu söylüyor ve devam ediyor: “Doğum yapmak da doğmak da büyük bir mücadele…. Eğer çocuğunuzla bağ kurabileceğiniz bir doğum deneyimlerseniz çocuk anlar ki bu mücadelede annesi onun yanında. Doğum öyle tasarlanmıştır ki vücutta büyük hormonal ve kimyasal değişimler olur. Doğum anında bu hormonlar ağrıyı yok etmezler ama en derin bilinçaltına etki ederek annenin ağrı ile başa çıkmasına yardım ederler. Çünkü bu ağrı doğumun gerçekleşmeşi için gereklidir. Ağrının ayrıca çocuk için de çok büyük, derin, anlamlı bir amacı vardır. Çocuk bu sırada hayatın zaman zaman ağrı verici, zorlayıcı olduğunu, mücadele gerektirdiğini ama her şeyin geçeceğini anlar. Bunu başarabildiğini ve bunu yaparken annesinin yanında olduğunu anlar. Anne ve çocuk birlik olarak içlerinde her zaman var olan o derin sevginin varlığını hissederler. Bu sevgi mücadeleyi birlikte aşmalarını sağlar ve sonraki her mücadeleyi de aşabileceklerini gösterir.” Doğumun filmlerde, haberlerde hep çok zor, ağrılı, korkutucu bir süreç olarak gösterildiğini ve annelerin ilaçlarla adeta körleştirildiğini söyleyen Uttama, aslında her kadının bunu nasıl yapacağını bildiğini sadece etrafında kendini destekleyecek uzmanlara ve sevdiği insanlara ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Uttama, sezaryen veya epidural ile normal doğum yapan annelere çocukları ile benzer bir bağ kurmak için hiçbir zaman geç olmadığını ve bunun için çaba sarf edebileceklerini de söylüyor.

Doğmayan bebeğinizin hala annesisiniz
Didi Ananda Uttama, “Döllenme oluştuğu andan itibaren o çocuğun annesi sizsiniz. Oysa dünyanın birçok yerinde bir kadın düşük yaptığında çocuğunu kaybetmenin yasını yaşayamıyor. Doğup da ölen bir bebek kadar önemsenmiyor. Hatta düşükler sır gibi saklanıyor. Buna çocuğun karmasının neden olduğu ve annenin bir sorumluluğu olmadığına inanılsa da annenin yasını tutması gerekiyor” diyor. Bir katılımcının bu konudaki deneyimini aktarmasının ardından Uttama, en hassas eşlerin dahi bu konuda anneye yeterince destek olamadığını, konuyu konuşmaktan dahi kaçınabildiklerini söylüyor. Bir kez düşük yapmış ve şu an dört çocuk sahibi olan bir annenin kendini “Beş çocuğum var ve dördü hayatta” diye tanıttığını belirten Uttama bunun doğru bir yaklaşım olduğunu belirterek şunları söylüyor: “Yaşamayan bir çocuğun annesiyim diye kabul ettiğinizde kendinizi geliştirme, ifade etme şansınız artıyor. İçinizde o çocuk için olan sevgiyi de bastırmamış oluyorsunuz. Tabii bunu sonradan doğan çocuklarınıza da kendinizi hazır hissettiğinizde ve onların da yaşı uygun olduğunda anlatmanız önemli. Eğer siz kendinizi rahat hisseder ve bunu çocuğunuza ifade edebilirseniz o da çok kolay anlayacaktır. Çünkü çocuklar bizlerin sandığından çok daha olgunlar.” Söz konusu kürtaj olduğunda ise iş biraz değişiyor çünkü burada çocuğun seçimi kadar annenin de sorumluluğu bulunuyor. “Burada bir karma bağlantısı var. Kürtaj hem annenin hem de çocuğun kararı… O çocuk o anneye kürtaj yaptırılacağını bilerek, karmasını tamamlamak üzere geliyor. Birçok anne bilinçli değilken, sadece kurtulmak için kürtaj yaptırıyor. Ya da ‘Modern bir kadınım, bedenimle ilgili kararı ben veririm’ diye düşünüyor. Şahsen inanıyorum ki çocuğun da doğmamakla ilgili bir sorumluluğu var ama o aynı zamanda annenin sorumluluğu… Kürtaj sonrası sendrom yaşayan anneler var ve bu travma ilerleyen yıllarda bilinçdışı olarak, kişi hiç fark etmeden hayatını, ilişkilerini etkiliyor.” Uttama, kürtaj deneyimi olan annelere ise şöyle bir öneride bulunuyor: Düşük deneyiminde olduğu gibi onunla irtibata geçin, onun yasını tutun ve olayı inkar etmeyin. ABD’li bir kadın tanıyordum. Gençken ve çok büyük bir aşk yaşarken hamile kalmış ve hemen kürtaj yaptırmaya karar vermiş. İşlem bitip de klinikten çıktığında kendini çok rahat, huzurlu, kurtulmuş hissediyormuş. Ben onu tanıdığımda üzerinden 15 yıl geçmişti ve artık bu konu üzerine düşünmeye başlamıştı. Kendini suçluyor, çocuğunu öldürdüğünü düşünüyor ve yas tutuyordu. O çocuğun hala onun içinde bir parça olduğunu, onunla irtibata geçmesini öneriyorduk. Sanatçı tarafı olan bir kadındı ve bebeğine bir şarkı yaptı. ‘Senin varlığını istemedim, seni doğurma ihtimalini hiç düşünmedim. Baban ve benim aşkımız için geldin ama biz bunu hissetmedik bile. Senin için çok acı verici olmalı’ şeklinde sözleri vardı. Bir süre bu şekilde çalıştıktan sonra artık rahatladığını ve kendini affedilmiş hissettiğini söyledi.”

ÇOCUKLAR BIZE AYNA TUTUYOR
Biz çocuklarımızı yetiştirdiğimiz kadar aslında onlar da bizi yetiştiriyor, büyütüyor. Bir kitapçıya gittiğinizde ebeveynlik üzerine yüzlerce kitap bulabilirsiniz. Peki ya çocukların ebeveynlerini yetiştirmesi üzerine kaç kitap bulabilirsiniz? Belki bir-iki tane… Üstelik bu konuda “ebeveynlik” benzeri bir tanımlama da yok. Didi Ananda Uttama bu konuyu ifade edebilecek bir kelime arayışı içinde olduğunu söylüyor ve seminer sırasında buna örnek olabilecek hikayeler anlatıyor. İşte bazıları…

Isırık yerine öpücük
“Çocuklar birçok kez onlara nasıl yardım edebileceğimiz konusunda bize yardım ediyor. Ve bunu çok küçük yaştan itibaren yapabiliyorlar. Yunanistan’da anaokulu sahibi olduğum yıllarda iki yaşını süren bir erkek öğrencimiz vardı ve herkesi ısırıyordu. Buna hiç kimse engel olamıyordu. Annesi bir gün ona ‘Bundan vazgeçmen için sana nasıl yardım edebilirim?’ diye sordu ve çocuk ‘Daha fazla öpücük’ diye yanıt verdi. Annesi onun öpücük kelimesini söyleyebildiğini bile bilmiyordu, çok şaşırdı ama dediğini yaptı. Takip eden haftalarda oğlan çok daha fazla öpücük aldı ve kimseyi ısırmaz oldu. Annesi ne yapacağım diye düşünürken çocuk yanıtı çoktan biliyordu. Sadece birinin ona sorması gerekiyordu.”

En derin iletişim sessiz olandır
“ABD’de çocukları küçükken çok zorlanan bir anne vardı. Meditasyon yaptığı halde çocukları ile iletişim kurmakta, onları duymakta zorlanıyordu. Gece uyurlarken onların yanına oturuyor, nefes alıyor ve kalbine odaklanıyordu. Çünkü insan ilişkilerinin ve insan sevgisinin kaynağı kalp ve bu sevgi derinleştikçe ve bilinçaltında güçlendikçe bilinçte de güçleniyor. Zihnimizi kalbimize yerleştirince ne yapabilirim sorusunun yanıtları da gelmeye başlıyor. Bu anne de geceleri çocuklarının yanına oturup soruyordu: ‘Size yardımcı olmak için şu an bilmediğim ne yapabilirim? Sizin karmalarınız var ve bazı şeyler yaşamanız gerekiyor. Bunlar yıllarca sürebilir ama bunun için suçluluk duymak istemiyorum. Sizden ne öğrenebilirim?’ Ve ardından yanıtlar gelmeye başlıyordu. Bu yaklaşımı tavsiye ettiğim birçok anneden daha sonraki zamanlarda olumlu geri dönüşler almaya başladım. Sordukları sorunun yanıtının bir şekilde, bir kitapta ya da birisinin anlattığı bir tecrübede karşılarına çıktığını söylüyorlar.”

Seni kendinden kurtarıyorum
“Yine Yunanistan’daki anaokulunda bir sınıfta çok zor bir erkek çocuk vardı; Hristos. Anne-babası anlaşamıyordu ve çocuk çoğunlukla televizyon karşısında vakit geçiriyordu. Yalnız ve agresif bir çocuktu. Bizler yetişkin zihinlerimizle bu çocuğun sınıftaki hassasiyeti en düşük ve sezgilerini en az kullanan çocuk olduğunu düşünebiliriz değil mi? Aslında çok sabırlı olan sınıf öğretmeninin sınıfın karmaşa içinde olduğu bir anda kendini kaybetmek üzere olduğunu fark etti. İlk defa böyle hissediyordu ve bağırmak üzereydi. O sırada Hristos elinde bir hikaye kitabı ile öğretmene yaklaştı ve kitabın bir sayfasını öğretmenin yüzüne doğru uzatmaya başladı. Öğretmen ona ne yaptığnı sorduğunda ‘Seni kendinden kurtarıyorum’ diye yanıt verdi. Öğretmen o an sakinleşti ve kendine geldi. Bunu aileye söylediğimizde Hristo’nun böyle bir şey yaptığını hiç görmediklerini söylediler. Ama belki de onlar Hristos’dan böyle bir mesaj almaya hazır değillerdi.”

Pozitif Dergisi 2014/01

Yorum Ekle