Zihinsel, bedensel ve duygusal açılardan tam bir çöküş halindeyken “Ben bundan daha fazlasıyım!” demeyi seçen Banu Kalaycı, geliştirdiği sistemle insanların “öz”lerine ulaşarak korkusuz ve kendi olabilecekleri bir hayat yaşamanın yollarını öğretiyor…
Yazı: Halime SÜREK KAHVECİ
Etrafıma bakıyorum… Hava nisan ayını karşıladığımız ilk günler için oldukça sıcak. Ama güneş yok. Caddebostan sahilinde koşan, yürüyen, bisiklete binen insanlar var. Genellikle güleryüzlüler. Arada asık suratla dolaşıp etrafına sert bakışlar fırlatan da var. Oturduğum kafede ise çarşaf çarşaf açılan gazetelere, iPad’lerde kaydırılan sayfalar eşlik ediyor. Ben az sonra buluşacağım kişisel dönüşüm koçu Banu Kalaycı için hazırladığım soruları gözden geçiriyorum. Dört temel nokta belirledim; bizim dünyayı algılama biçimimiz, onun algılama biçimi ve hayatında meydana gelen değişiklikler, danışanlarına yönelik çalışmaları ve yazdığı kitaplar… Niyetim, konuyu 360 derecelik bir bütüne tamamlamak. Tam o sırada bende hep bir “bütüne tamamlama” çabası olduğunu düşünüyorum. Hızlıca bu düşüncemi beynimden kovuyorum. Banu Kalaycı, yüzünde geniş bir gülümseme ile sıkıca sarılıyor. Biraz hoşbeşin ardından asıl konuya geliyoruz. İlk sorum, dünyayı algılama ve dolayısıyla davranışlarımız hakkında oluyor. O da sözlerine, doğduğumuz anda, hepimizin aynı olduğunu söyleyerek başlıyor ve şöyle devam ediyor: “Bir düşünsenize doğum odasındaki tüm bebekler muhteşemdir, birbirlerinden hiçbir farkı yoktur. Daha sonra bizim şekillenmemizi sağlayan zihinsel formatlar atılır. Annemizin, babamızın, öğretmenimizin sözleri, yetiştirilme ortamımız, yeme alışkanlıklarımız, okuduğumuz kitaplar zihinsel açıdan bizi şekillendiriyor. Beynimizin içinde olup bitenler, yaşantımızı şekillendiren olayların bize hissettirdikleri ise duygusal dünyamızı şekillendiriyor. Yani o muhteşem doğum anında taşıdığımız ‘öz’e inanç formatları atılmaya başlanıyor.”
ÇOCUKKEN AKLIMIZA KAZINANLAR!
Bir örnek vermek gerekirse; biz henüz küçük bir çocukken annemizi üzgün görüp “Neyin var?” diye sorduğumuzda o gülümsemeye çalışırsa bizim aldığımız cevap, “Mutsuzluğunu en yakınlarından bile sakla!” oluyormuş. Sigara içen bir annenin çocuğundan bunu saklaması ya da yalan söylemesi de “En yakınlarına bile yalan söyleyebilirsin!” inancı oluşturuyormuş. Kalaycı, “Tüm bunlar nedeniyle ilk yedi yıl çok önemli insanın hayatında. Anne-babalara büyük iş düşüyor” diyor. Böyle böyle, küçük küçük oluşturulan inançların daha sonra tavırlara ve davranışlara dönüştüğünü anlatan Kalaycı, alışkanlıkların temelinin de bu şekilde oluşturulduğunu söylüyor. Alışkanlıklardan kurtulmaya çalışırken sadece “görünen”le ilgilenip kökenine inmemek ise bizi başarısızlığa sürüklüyor. Bu nedenle diyetle sporla verilen kilolar geri alınıyor, kötü ilişki yaşayan birisi bir sonraki deneyiminde benzer süreçleri yaşıyor. Kalaycı’nın tüm bu davranışların temelinde çocukluk döneminde oluşturulan inançlar yattığını söylemesi bir anne olarak beni tedirgin ediyor. “Gerçekten çocukluk döneminde duyulan her yorum, böyle kaydediliyor mu? Görmezden gelme durumu olmuyor mu hiç?” diye soruyorum. O da bir örnek vererek yanıtlıyor: “Danışanlarımdan bir örnek vereyim. Anne-babasından kemerle dayak yiyen üç kardeş o kadar farklı tepkiler geliştirmişti ki… Bir tanesi ‘Annedir döver, ne olacak ki!’ diyor, diğeri ‘Annelik korkunç şey, asla doğurmayacağım!’ diyebiliyor. Üçüncüsü ise hiç hatırlamıyor bile dayağı. ‘Aman çocuktuk işte geçti gitti’ diyor. Peki niye böyle farklı tepkiler oluşuyor? İşte bunun için daha karmik boyutlara inip kişinin dünyaya neyi deneyimlemek için geldiğini bulmak gerekiyor.”
“TEK KATMANLI ÇALIŞMA YETMİYOR”
Bizim inançlarımıza, dünyayı algılama biçimimize göre oluşturduğumuz davranışları değiştirebilmek için “tek” katmanlı bir çalışmanın işe yaramayacağını söylüyor Kalaycı. “Zihinsel, bedensel ve duygusal” olarak sağlıklı olmanın önemini yine bir örnekle açıklıyor: “Kendimizi üç ayaklı bir sehpaya benzetelim. Sadece zihinsel çalışmalar yaparsam, sehpanın bir ayağını havaya kaldırmış oluyorum. Bu sefer ne oluyor? Artık üstüne koyduğumuz bir fincan sehpadan kayıyor. Yani sadece zihinsel, sadece bedensel ya da sadece duygusal çalışma hep bir ayağın yükselmesini sağlıyor. Oysa ben tamamen yükselebilmek için üç ayağın da yükselmesine ihtiyaç duyuyorum.” Tam bu noktada sözünü kesip kendimle birlikte belki de birçok okurun iç sesine kulak verip bir itirazı dile getiriyorum. “Tamam, kendimizi bedensel, zihinsel ve duygusal olarak yükseltelim. Peki bu kadar kolay mı? Güzel bir havada, bir kafede konuşmak, bunları anlatmak kolay, diyenler olacaktır” diyorum. Arkasına yaslanıp “Aslında ben ciddi felaketlerin içinden geldim. Yani hiç de göründüğü kadar kolay olmadı benim için” diyor. Bir çırpıda anlatıyor yaşadıklarını: “İlkokul dördüncü sınıfa giderken sedef hastası olduğum ortaya çıktı. Bütün vücudum, tırnağımdan saç derime kadar kabuk bağladı, balık gibiydim… Dört dalda lisanslı spor yapan, ergenlik öncesi bir kız için düşünün bunları. Bu arada ilaçlardan dolayı kemiklerim ‘peynir’ gibi olmuş. Doktorlar hemen sporu bırakmamı istedi. 2,5 ay içinde 32 kilo aldım. O sırada 16 yaşındaydım, babamın ciddi alkol sorunu vardı ve tedavi görüyordu. Aile içinde karmaşa, bitmeyen bir okul! Yani bende ne beden, ne zihin, ne de duygu kalmıştı. 21 yaşında evlendim, 23 yaşında boşandığımda kucağımda üç aylık bir bebek vardı. Okulumu bitirmem gerekiyordu. Para kazanmam gerekiyordu. O sırada vücudumda kanserli hücreler tespit edildi. ‘Ne yaptım da bunların hepsini yaşıyorum?’ gibi bir kurban psikolojisinin dibine vurmuştum. İşte bu düşünce, beni bir seçime götürdü. ‘Ya hayatımı bu şekilde yaşayacağım ya da başka bir şekilde! Benim potansiyelim bu olamaz!’ dedim. 25 yaşındaydım…” Tam bu seçim döneminde bir gün televizyon izlerken Madonna’nın yoga öğretmeni Gurmukh Kaur Khalsa’nın röportajına denk gelmiş. “Gurmukh, bütün gücün bizde, seçimlerimizde olduğunu söylüyordu. Benim hissettiğim şeyleri anlatıyordu. Madonna ile aynı yaşlardaydık. Ama ben buradaydım, o Madonna’ydı” diye düşünüp ağladığını anlatıyor. Tercihini yapıp “çıkış”a karar verince hayatında yeni kapılar açılmış Kalaycı’nın. O dönem Türkiye’ye gelen neredeyse her kişisel gelişim ve dönüşüm uzmanının çevirmenliği teklif ediliyormuş. Böylece bir eğitmen ararken dünyanın her yerinden 60-70 kişi ile çalışmaya başlamış. Ve bundan dört yıl önce televizyonda izlerken karşısına geçip ağladığı “Ben de onunla çalışmak istiyorum!” dediği Gurmukh Kaur Khalsa’nın çevirmenliğini yapmış. Bunları anlatırken onunla karşılaştığı ana geri dönen Kalaycı, “Yanına gittiğimde bana baktı ‘Sen çağırdın, ben de geldim!’ dedi. Birbirimize sarılıp ağladık” diye anlatıyor.
İKİNCİ KİTABIN GELİRİ DOWN SENDROMU DERNEĞİ’NE GİDİYOR
Banu Kalaycı, ilk dersinin notlarından oluşan “Dünyaları Ben Yarattım” kitabıyla geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştı. İkinci kitabı “Sensiz Olmaz!” ise, blogunda yayınlanan yazıların seçkisinden oluşuyor. Down Sendromu Derneği yayını olarak çıkan ve geliri de derneğe kalan kitapta hayatın her alanına dair yazılar yer alıyor. Okuyucuların hem karşılaştıkları durumlara ilişkin yorumlar ve düşünceler bulabileceği hem de yalnız olmadıklarını hissedecekleri bir dile sahip olan kitap, okuyuculara yeni bir hayat kurma konusunda da yol gösteriyor. “Herkes var olmaya devam edebilmek için yeni bir şeyler yapması gerektiğinin farkında” diyen Kalaycı, değişim yolunda karşılaşılan en büyük problemin “korku” olduğuna dikkat çekiyor. Kalaycı, herkesin taşıdığı farklı korkularla baş edilirken sorulan “Ama nasıl?” sorusuna sıcak ve samimi bir dille kendi deneyimlerini aktararak “Sensiz Olmaz”da cevap veriyor.
DÜZENLİ TEMİZLİK ŞART!
Çok sayıda eğitmene, uzmana çevirmenlik yaparken dünyanın her yerinden binlerce öyküye tanıklık etmiş… Trajediler, dramlar, acılar… Bir yandan da eğitmenlerin yöntemlerini yakından izleme, inceleme fırsatı bulmuş. Bugün çeşitli atölye çalışmalarıyla ya da bireysel seanslarda uyguladığı “zihinsel, bedensel ve duygusal” bütünlük taşımaya yönelik kendi sisteminin temellerini de o yıllarda atmış farkında olmadan. Peki niye? Kalaycı’nın cevabına kulak verelim: “Eğitmenlerin bir kısmı duygusal temizlik yapıyordu. İnsanlarda sıkışan noktaların, travmaların enerji açılımlarını yapıyorlardı. Bazıları ise sadece beden üzerinden çalışıyor, spora yönlendiriyordu. Kimi ise zihne yöneliyor, zihne bilgi verip bunların deneyimlenebileceği bir alan açıyorlardı. İşte ben 4-5 bin vakanın ardından gördüm ki, insanlar seminerden, çalışmadan ya da bireysel seanstan çıkıp dağılıyor. Toparlanmaları gerekirken daha çok dağılıyorlardı. Az önce anlattığım üç ayaklı sehpa örneği o zaman aklıma geldi. Sağlam bir yapı geliştirilip insanların üçlü sistemle ayakta durması gerekiyor diye düşünüp kendi sistemimi kurdum. Tabii bu söylediğim o kadar kolay olmadı.” İnsanlar hakkındaki ilk düşünceniz ne oluyor? İyi olduklarını mı düşünüyorsunuz, güvenilmez mi buluyorsunuz? Peki ya kadınlar/erkekler hakkında! Tüm bu fikirlerinizin temelinde ne yatıyor biliyor musunuz? Henüz bir çocukken etrafınızda sarf edilen bir cümle, anne ya da babanızın bir davranışı tüm hayatınıza damga vuruyor.
Güzel bir hayat yaratmak ve mutlu olmak mümkün! O yüzden keyfini çıkarmak lazım hayatın, yani tatil için dünya kadar plan yapıp kendi hayatı için plan yapmayan insanlardan olmayalım.
HEP AYNI, HEP AYNI, HEP AYNI
Hep aynı sıkıntıları yaşamaktan şikayet ediyoruz, hep aynı tür sevgililer yüzünden yürümeyen ilişkiler yaşıyoruz… Niye? İnanca dayalı davranışlar geliştirdiğimiz için seçimlerimizin de buna göre belirlendiğini, bu nedenle de farklı bir şey yaşama ihtimalimizin olmadığını söylüyor Kalaycı. Sonuçta, seçimlerimiz bizi hep aynı şeyleri hissettirecek yöne doğru götürüyormuş. “Patronlar kötüdür, para kazanmak zordur!” diyorsak, para kazanamıyormuşuz. Bu nedenle temizlik çalışmalarının düzenli yapılması gerekiyormuş. Zamana odaklı yaşıyoruz ya, hemen soruyorum “Ne kadar sürüyor tam temizlik?” diye. “Hayatın yükünden kurtulmayı” sağlayacak programın yaklaşık bir buçuk yıl sürdüğünü söylüyor Kalaycı ve “Ben kimseye bir şey öğretmiyorum. Benim işim, sizin üstünüze giydiğiniz o negatif duygu kalıplarının nasıl temizleneceğini öğretmek. Onun dışında, herkes kendi öz bilgisine sahip, kendisi için neyin iyi olduğunu, hastalıklarını nasıl iyileştirebileceğini biliyor” diyor. Kalaycı’nın uyguladığı birkaç program var. Bunlardan ilki, beşer aylık, üç seviyeden oluşuyor. 20 kişiden oluşan gruplara yönelik bu çalışmanın ilk seviyesinde, dünyada, zihnimizde, bedenimizde olup bitenleri ve sistem temizliğini anlatıyor. İkinci seviyede ise daha önce edinilen bilgilerin uygulanabilmesine yönelik çalışmalar yapılıyor. Son seviyede ise ruhsal farkındalık ve enerji bilinci ortaya konuyor. Kalaycı gülerek “Olumlu düşün demekle olumlu düşünemezsiniz çünkü. O noktaya kadar yapılması gerekenleri öğretiyoruz bu beşer aylık seviyelerde” diye anlatıyor. Zihinsel farkındalık eğitimleri için illa çok uzaklara gitmeye gerek yok ona göre. Sistemimizi hayatımıza göre şekillendirmemiz gerekiyor. Kalaycı, “Öyle bir sistem geliştirdim ki İstanbul’un göbeğinde bizim gibi insanların, en az zamanla en maksimum faydayı nasıl sağlayacağı, hayatın içinden egzersizlerin yer aldığı bir çalışma yapıyoruz. Bu çalışmaları, Mehmet Bayramoğlu’nun duygusal temizlik ve meditasyon seminerleriyle destekliyoruz. Ben düzenli bir şekilde günün içine bütün egzersizleri koyarken, o da kısa süreli, etkin seminerlerle kişinin kendini en hızlı nasıl temizleyeceğine bakıyor. Bunun içinde dans da meditasyon da var, atölye çalışmaları ile eğlence de” diyor.
HAREKETLİ VE DURAĞAN MEDİTASYON
Yansımalar, ikilinin geliştirdiği bir meditasyon çalışması. Hareketli ve durağan meditasyonun birleştirildiği bu iki günlük seminerde, çok hızlı bir duygusal temizliğin ardından kişinin istenilen titreşim düzeyine ulaşmasını sağlayan çalışmalar yapılıyor. Diğer atölye çalışmasının adı ise, Discovery ve Mastery seminerleri… Tüm dünyada bu çalışmayı yapabilen sadece sekiz eğitmen var ve Mehmet Bayramoğlu da onlardan biri. Türkçe olduğu için katılımcılar çeviriden kaynaklanan sıkıntıları da yaşamıyor. Dört gün süren bu çalışmada kişinin hayata, işe, paraya, ilişkilere, aşka bakışı, hayatta tutunduğu noktalar belirleniyor, alışkanlıkları üzerinde duruluyor ve kendine bakması sağlanıyor. Alışkanlıklar, davranışlar ve duygusal nedenleri kırılıyor ve böylece kişi içindeki öze, “en çıplak” haline ulaşıyor. “Çıplak” kalma fikri beni biraz korkutuyor. Hemen bir sorunun ardına gizlenip “Peki bu çıplaklık, zor olmuyor mu? Daha korunmasız olduğumuz için daha kolay incinmiyor muyuz?” diyorum. O, sabırlı bir biçimde, tam tersine hayatın daha kolaylaştığını, bizi endişelendiren, aşağı çeken düşünce kalıplarından kurtulduğumuzda işlerin yoluna girdiğini anlatıyor… Çünkü artık hiçbir korunma mekanizmasına ihtiyaç duymadan, hayatı bir bütünlük içinde yaşamak mümkün oluyormuş. Kısacası yapılan işbirliği sayesinde Kalaycı’nın çalışmaları ile Bayramoğlu’nun seminerleri, katılımcıların “zihinsel, bedensel ve duygusal” açıdan bütün haline gelmesini sağlıyor. Bana da bir Discovery ve Mastery seminerlerinin yolu görünüyor… Savulun, korkularım, endişelerim, üzerimdeki kat kat giysiler: Ben geliyorum!
KARAMSAR MÜZİK DİNLEMEYİN KÖTÜ HABERLERİ İZLEMEYİN!
Banu Kalaycı, günlük hayatta dikkat edeceğimiz birkaç basit nokta ile kendimizi daha iyi hissetmemizin mümkün olduğunu söylüyor. Çocukluk döneminin çok önemli olduğunu söylemiştim. Çocuklarımızın mutlu olması için önce bizim mutlu olmamız gerekiyor. O nedenle annelerin ve babaların ruh hallerine dikkat etmeleri gerekiyor. Çocuğu düzeltmeden önce anne-babanın kendini düzeltmesi gerekiyor. • Dinlediğimiz müziğe çok dikkat etmemiz gerekiyor. Çünkü zihin hipnoz alanına çok hızlı girdiği için, içinde negatif kalıplar bulunan şarkılardan çabuk etkileniyoruz. “Hayat berbat, aşklar yalan dolan” gibi sözleri olan şarkılar bizi depresif yapıyor ya da inançlarımızı buna göre oluşturup hayatı bu şekilde algılıyoruz.
• Şikayet etmekten, söylenmekten kaçınmak gerekiyor. Çünkü her söylendiğimizde hiçbir çözüm üretmeden, hayatın içinde bir şeylerin kurbanı olmayı seçtiğimiz bir alana doğru yolculuk yapıyoruz ve sorunun içinde boğuluyoruz.
• Hayatın içinde öğrendiklerimizi sorgulayacak alan açmamız gerekiyor. Gelişim ve büyüme durduğu zaman her şeyde çöküş ve ölüm başlar. Ve birçoğumuz eski bildiğimiz şeylere tutunup, yeni bilgilere açık olmamayı seçiyoruz. Ama eski bilgiler eskiden hizmet ediyordu.
• Hayatın içinde binlerce gerçeklik var, hayatın içinde çok iyi giden ilişkiler var. Hayatın içinde çok iyi yönetilen ülkeler var. Hayatın içinde çok güzel paralar kazanan çok mutlu insanlar var. Ama gazete ve televizyon genellikle pozitif yerine negatif giden şeyler konusunda insanları bilgilendirmeye yönelik. Negatif sanki dünyamızın ve hayatımızın salt gerçeğiymiş gibi insanlara sunuluyor. Dünyada televizyonda bilmem kaç yüz tane kanal var. Siz hangisini seyretmeyi tercih ediyorsunuz?
• Hayat güzel! “Gerçekten bunu yapabilirim!” diyen insanlarla çok karşılaşıyorsunuz. Ve ben uzaydan gelmedim. Negatif duygulardan kendini yok etmek isteyen bilinçten, çok ciddi korkunç hissettiğim ve korkunç deneyimler yaşadığım, bir yerden geliyorum. Bunun mümkün olduğunu kendim deneyimledim.
Pozitif Dergisi 2014/02