Terapi

Atalarınızın vebalini siz çekmeyin

Sıkıntı içinde olan atalarınızın canlarının içsel sıkıntılarınıza etkisi olup olmadığını biliyor musunuz? Ah-beddua-lanet-büyü-negatif varlık gibi etkilerin algılarınızı ve enerjinizi etkileyip etkilemediğinden ne kadar eminsiniz?

Yazı: Yaprak ÇETİNKAYA

Birçok insan artık hayatın içinde yaşadığı bazı sorunları çözebilmek için farkındalığını artırma, bilinçaltını temizleme, değişme, dönüşme, doğru nefes alma, negatif düşünce kalıplarından kurtulup pozitif düşünme gibi gerçekten önemli ve etkili yöntemlere başvuruyor. Bu yöntemlerden biri ya da birkaçı bazı insanlar için çok faydalı olurken bazıları ise daha fazlasına ihtiyaç duyabiliyor. Kökcanlandırmak sunumlarının yaratıcısı, matematik öğretmeni Vildan Çolak, bu ihtiyacın ataların sıkıntıda olan canları, veballeri, negatif varlıkların etkileri, ah-beddua-lanet-büyü gibi nedenler olabileceğini belirtiyor. Kökcanlandırmak sunumlarında hem kişiye etki eden olayın hikayesi ortaya çıkıyor hem de ortaya çıkan her türlü negatif durum şifalandırılıyor. Vildan Çolak’a Kökcanlandırmak sunumlarının detaylarını sorduk.

Kökcanlandırmak sunumlarına nasıl başladınız?
2009 yılında başladım ama sunumu oluşturabilme aşamasına gelebilmem deneyimlerle dolu 23 yılımı aldı. Sunum sırasında tümüyle negatif alanlarla uğraştığım için bu alanları karşılayabilmem, onlarla baş edebilecek donanıma sahip olabilmem için uzun bir süre geçmesi gerekti. 1986 yılında üniversiteye yeni başladığım dönemde bir şeyler görmeye başladım; yani birden gözümün ortasında hareket eden bir ışık belirmeye başladı. Tabii o dönemler bu konularla ilgili yeterli kitap yok, internet yok, dolayısıyla hiçbir araştırma yapamadım. İnsan ancak bilgileri oranında yaşadıklarını değerlendirebildiği için, ben de ışığın rengi mavi ve gözümden çıkıyor diye nazar olduğu kanısına vardım. Hatta kimseye zarar vermemek için insanların yüzüne bakamaz oldum. Aileme durumu söylediğimde eğlendiler benimle ve doğal olarak kimseye konuyu açamadım. Tabii bilmediğiniz bir şey yaşadığınızda hemen idrak edemiyorsunuz ancak çok sonra anlıyorsunuz yaşadığınızın ne olduğunu. Ben de bu ışığın bir rehber olduğunu aylar sonra bir rüyada anladım. Gördüğüm ışığa farklı renklerde ışıklar da eklendi ve çok uzun süre bu şekilde eğitildim.

atalarinizin-vebalini-siz-cekmeyin-2

Eğitilmekten neyi kastediyorsunuz?
Eğitilmekten kastettiğim, mesela gecenin bir yarısı isteğimin dışında gözümün önünde renklerle dolu bir tünel oluşuyordu ve kendimi farklı bir boyutta ya da farklı bir mekanda, sanki gerçekmiş gibi buluyordum. Rehberlerim de benimle beraberlerdi. Farklı varlıklarla karşı karşıya geliyordum. Kısacası “paranormal” olarak adlandırılan birçok olay yaşadım. İçimden yaşadığım yerlerle, hiç bilmediğim konularla ilgili bilgiler geliyordu. Sanki birisi içimde konuşuyor gibiydi. Yaşadığım bu deneyimlerin yanı sıra Türkiye’ye gelen birçok eğitime de katıldım; TM meditasyonunu aldım, tasavvufla ilgilendim, başka meditasyonlar çalıştım, astrolojiyle uğraştım ama hiçbir yerde tam olarak kalamadım, hepsinden bir şeyler kattım kendime. Sonradan da NLP’ye yöneldim, NLP eğitmenliğini aldım. Geçmişimle yüzleşmem ve bilinçaltımı değiştirip dönüştürmem açısından NLP benim için çok faydalı oldu. Aslında matematik öğretmeniyim. Bu deneyimleri yaşamamış olsaydım bir matematik öğretmeni olarak bu konularla kesinlikle ilgilenmezdim.

Şimdi nasıl düşünüyorsunuz?
Hala insanlara, “Eğer genetiğinizde şifacı bir miras taşımıyorsanız, evet NLP ile ilgilenin, bilinçaltınızı değiştirip dönüştürmeyi öğrenin, nefes çalışmaları yapın, yoga çalışın, ama enerji dünyasına, şifa enerjilerine bulaşmayın. Ancak eğer şifacı kanalsanız ve bir şeyler hissediyorsanız o zaman kaçamazsınız, sorumluluğunuzu alıp içinizdeki şifacıyı açığa çıkartın” diyorum. Nasıl ki her tohum her toprakta ve her ortamda yetişmez, aynı şekilde her şifa enerjisi de her bedende açığa çıkamaz. Kişilerin kaynaklarını bile bilmedikleri enerjilere, sadece birileri iyi olduğunu söylüyor diyerek inanıp inisiye olmaları yerine, kendi içlerindeki şifacıyı açığa çıkartacak çalışmalar yapmaları, genetiklerinden getirdikleri bu şifa enerjilerinin bilgeliğine güvenmeleri daha doğru.

atalarinizin-vebalini-siz-cekmeyin-3Tekrardan Kökcanlandırmak sunumlarına gelirsek…
NLP eğitmenliği ve danışmanlığı yapıyordum. Danışanlara sorunlarının çözümleri için bazı yöntemler uyguluyordum ve seans sırasında tuhaf enerjilere giriyordum. Ama ben bunu sezgilerimin kuvvetli olmasına bağlıyordum. Zaten girdiğim enerjilerle ilgili bilgim daha önceki deneyimlerimden dolayı vardı ama çözümlemeyi tam olarak yapamıyordum. Aile Dizimi deneyimi yaşayan bir arkadaşım “Sen Aile Dizimi’ne git, kendinden çok şey bulacaksın” dedi. Bir seansa katıldım. “Ben bunu yapabilirim” dedim çünkü NLP çalışmalarında tek başıma hissetmek bana yetmiyordu, bunu denemeyi düşündüm. Ancak Aile Dizimi eğitimi hiç almadım, bir-iki arkadaşımla çalışma yapmaya başladım. Çalışmalarımda sadece aile fertleri değil, başka enerjiler de kendiliğinden alana çıkmaya başladı. Bu enerjiler karşısında Şaman enerjim devreye girdi ve çalışmam farklı bir tarza dönüştü. Altı-yedi ay yoğun bir şekilde arkadaşlarımla birlikte çalıştık ki neler olduğunu anlayalım.

Nasıl gelişmeler yaşadınız?
Baktım ki büyüler, farklı varlıklar ben çağırmasam bile arkadaşlardan birine yüklenerek alana çıkıyor; ben de her çıkan enerjiye cevap veriyorum, alanı şifalandırıyorum; o zaman çok farklı bir çalışmanın doğduğunu anladım. Çalışmamın Aile Dizimi’nden farklı bir boyuta geçmesinin arkasında, doğal olarak genetiğimden getirdiğim şamanik bilgelik olduğunu düşünüyorum. Şifa enerjisi zaten hissettiriyor kişiye ne yapacağını… Tıpkı müzik yeteneği olan kişinin bir şarkıyı bir kez duysa bile rahatlıkla söylemesi ya da müzik aletini çalabilmesi gibi. Benim de içim biliyordu. Sonrasında iki farklı enerji daha geldi ancak onların ne olduğunu açıklamıyorum. Sadece bu enerjiler de değil… Böylelikle Kökcanlandırmak sunumunun içeriği, sunumları açtıkça kendiliğinden ortaya çıkmaya başladı.

atalarinizin-vebalini-siz-cekmeyin-4Farklı enerjiler, varlıklar derken neyi kastediyorsunuz?
Bizlerin algısı belirli aralıklardaki titreşimleri veya belirli büyüklükteki nesneleri algılıyor; o aralığın dışında kalanları ise onlarla birlikte yaşadığımız halde algılayamıyoruz. Örneğin gözümüz mikroplar, bakteriler gibi çok küçük olan varlıkları görmüyor ama onlarla birlikte ve onların etkileri ile yaşıyoruz. Bizi hasta edebiliyorlar hatta ölümümüze bile neden olabiliyorlar. Aynı şekilde belirli renk, ses, koku aralığındaki titreşimleri algılayabiliyoruz. Algılarımız çok sınırlı. Farklı enerjilerden bahsettiğimde inanamayan veya inanmak istemeyen insanlar, algılarının sınırlı olduğunu bildikleri halde, bana itiraz ediyorlar. “Yok öyle bir şey, ben başka varlıkların olduğuna, cinlere inanmıyorum” diyorlar. Tüm algı sistemimiz çok sınırlıyken, dünyada algılayamadığımız farklı titreşimlerde renkler, sesler ve kokular olduğunu bilirken, gözümüzün göremediği farklı titreşimlerdeki varlıkların olabileceğini insanların kabul etmemesi de bana mantıklı gelmiyor. Ancak bunu “kabul ettikleri takdirde bu gerçeklikle karşılaşacak, kaldıracak yeterli donanıma sahip olmadıkları, dolayısıyla da o varlıkları kontrol edemeyecekleri için, kendi akıl sağlıklarını korumak adına bilinçsizce reddettiklerini” düşünerek anlamaya çalışıyorum. Evet, henüz bilim farklı titreşim alanlarında olup bizlere etki eden bu varlıkları keşfetmemiş olabilir ama keşfedilmemesi onların varlığını, onların zekasını ve onların bizlere etkisini yok etmiyor. Birçok insan bu varlıkların etkilerini hissediyor ve bilim keşfetmediği için bu insanlara çözüm olamıyor.

atalarinizin-vebalini-siz-cekmeyin-5

Kökcanlandırmak sunumlarında insan iradesine müdahale edilmiyor ve insanların düşünceleri değiştirilmiyor.

İnsanlar nasıl sorunlar yaşayabiliyor?
Nasıl ki bedenimizin bağışıklık sistemi zayıfken veya herhangi bir şekilde bedenimize fazladan mikropları alınca, mesela mikrop dolu bir içecek içtiğimizde, hastalanıyoruz; aynı şekilde enerji alanımızdaki zayıflama da bir şekilde enerji alanımızın bağışıklık yani savunma sistemini zayıflatıyor ve herhangi bir şekilde bu varlıkların alanımıza girmesine kapı açıyor. O zaman da bu varlıklar bizlere etki edip, enerjimizi sömürüp, algılarımızı bozuyor. Bu durumda yaşam bizim kendi algı potansiyelimizle algıladığımız, yaşadığımız yaşam olmaktan çıkıyor; onların görmemizi sağladığı, izin verdikleri oranda bir yaşam haline geliyor. Zaten bu nedenle bu varlıklar “sistem açısından bakıldığında pozitif, yani gerekli olsalar da, bizim varlığımızı tehdit etmeleri, fonksiyonumuzu icra etmemizi engellemeleri açısından zarar verici oldukları için bize göre negatiftirler. Alana çıkan kişiler enerji yüklendikleri zaman kendilerini, “Ağzım şöyle, ayaklarım böyle” diye tarif edebiliyorlar. Böylelikle bu varlıklar hakkında daha detaylı bilgi sahibi oluyoruz. Hatta elimize geçen bir kitapta birçok varlığın zaten bazı insanlar tarafından bilindiğini ve çizimlerinin yapıldığını gördük. (The Goetia/Aleister Crowley)

BÜYÜ DE BIR ENERJI MI?
Büyü, kısaca enerjinin programlanmasıdır. Programlanan enerji kendini gizlice ortaya koyar, işlemeye başlar. Bana göre iyi ya da kötü büyü yoktur. Bir insanın olumlu dahi görünen bir niyetle bile büyü çalışması yapması, yani enerjileri programlayıp kendi veya başka kişilerin alanında devreye girmesini sağlaması, kendisinin veya başka kişilerin yaşam amacını, fonksiyonunu engellemesi, yaşam enerjisine müdahale etmesi, özgür iradesini kilitlemesidir. Büyü yapan kişiler olumlu bir niyetle dahi olsa, büyü yaptığı için ya kendisi ya da torunlarından biri bunun karşılığını görür. Yani her sistemin akışını engelleyici eylemlerimiz bir bedel taşır. Sunumlarda kişinin kendi kendine yaptığı büyüleri de görüyoruz. Yoğun duygular içindeyken kişinin söylediği sözler, yani hissedilen duygular düşüncelerle birlikte programlanır ve programlanan düşünceler inançlar haline gelip kendi kendini gerçekleştirir. Bazı büyüler de atalardan torunlara miras olarak geçiyor. Çok değişik çeşitte büyüler var. İnsanoğlu, sistemde her şeyi programlamayı çözmeye çalışıyor, ama bunun bedelini ödeyerek. Bundan dolayı kişilere büyülerden uzak durmalarını tavsiye ediyorum.

Bu varlıklardan korkmalı mıyız?
Tüm bu varlıklar algı sistemimizi etkilediği, yaşamı yaşamamıza, fonksiyonumuzu icra etmemize engel oldukları için onlardan, onlar tarafından ele geçirilmekten tabii ki korkmalıyız. Bu aynı hastalanmak gibidir. Kim hasta olmak ister ki! Korkmak insanlar tarafından çok negatif algılanıyor; halbuki negatif olan korku duygusu değil, “çok fazla hissedilen korku duygusu” olmalıdır. Az miktarda hissedilen korku duygusu bizi uyanık, dik, savunmada tutar, önlemler almamızı sağlar. Bu nedenle korku duygusunu belirli miktarda hissedip nasıl ki bedensel sağlığımız için önlemler alıyoruz, aynı şekilde enerji bedenimiz için de önlemler almamız gerekiyor; yaşama akmak, yaşama sahip çıkmak, fonksiyonumuzu icra etmek, bedenimize sahip çıkmak, insanlara hizmet etmek, iyilik yapmak, güçlü bir bilince ve farkındalığa sahip olmak, içsel çatışmalarımızı durdurmak, kısaca bizi mutlu ve huzurlu hissettirecek bir ortam içinde olmak gibi…

Bir de “lanet”ten bahsettiniz…
Lanet, kelimesini kullanıyoruz ama anlamını bilmeden kullandığımız birçok kelimeden biri… Birçok insanın bildiğinin dışında, aslında lanet, Yaradan’ın ışığının kişinin üzerinden eksilmesidir. Bizler holografik bir evrende yaşıyoruz; yani parçanın bütünün bilgisine sahip olduğu, onu taşıdığı bir evrende… Bu evren, dolayısıyla fraktal geometrik bir yapıdadır. İnsanoğlu olarak da bizler evrenin bütün bilgisine sahibiz; dolayısıyla dünyanın da tüm bilgisi bizdedir. Dünyanın tüm bilgisine sahip olduğumuz için insan her hayvanı taklit edebiliyor, onun halini yaşayabiliyor. Ama bir at bir köpek gibi havlayamıyor, yılan gibi tıslayamıyor. Hatta bir insanı tanımlarken bile hayvanlarla özdeşleştirebiliyoruz. Tilki gibi kurnaz, ayı gibi güçlü, yılan gibi sivri dilli diyoruz. Hayvanlarda olan tüm bu özellikleri bedenimizde uyandırdığımızda kendimizi güçlü hissediyoruz. Kısaca Dünya’nın küçük bir modeli gibiyiz. Böyle bir durumda örneğin bir örümceği saygısızca, nefretle öldürdüğümüzde aslında sadece o örümceği öldürmüyoruz. Kendi içimizdeki örümcek niteliğini de öldürüyoruz. O örümcek aslında sistemin bir rengi. Dışarda o rengi yok ettiğimizde, Yaradan’ın ışığının o renk tonu içimizde ölmüş oluyor. Dışarıya yaptığımız içimizde yansıyor. Bu da eksik bir yetenek anlamına geliyor. Kısaca Yaradan bizi lanetlemiyor, kimse de bizi lanetlemiyor; kendi kendimizi lanetliyoruz. Bizim lanetlenmemiz soya miras kalarak soyun lanetlenmesine neden olabiliyor.

Bir insan öldürmekle bir örümceği öldürmenin laneti aynı güçte mi?
Bunun önem sırasını belirlemek bence çok zor. Şöyle düşünün; otomobilin anahtarı çok küçüktür ama bütün otomobili çalıştırır. Hiçbir zaman herhangi bir sistemde sistemin parçaları arasında bir parçanın küçüklüğü büyüklüğü, önemlisi önemsizi diye bir ayrım yoktur. Çünkü bir sistemde her parça sistemin sağlıklı işlemesi açısından çok önemlidir; ayrıca bir sistemde hiçbir zaman boşuna, gereksiz bir parça yoktur. Sadece bazı parçalar daha hayatidir.

KÖKCANLANDIRMAK SUNUMU ILE AILE DIZIMI’NIN FARKI NEDIR?
Birçok kişi, Kökcanlandırmak sunumlarını bilmeyen, deneyimlememiş kişilerin yanlış bilgilendirmesiyle Kökcanlandırmak sunumuyla Aile Dizimi’nin aynı olduğunu sanıyor. Ta ki sunumlarımı izlemeye gelene, bizden detaylı bilgi alana kadar… Aile Dizimi ailede bozulmuş olan bağları tekrardan dizerek kuruyor, Kökcanlandırmak sunumu ise kişinin alanında olan ve kişinin enerjisini bloke eden asalakları, negatif etkileri ortaya çıkartıp bize sunuyor ve de temizliyor. İki yöntem ancak enerjinin kişilere yüklenmesi ve kişiler tarafından dile gelmesi açısından birbirine benziyor; bunun dışında içerik tümüyle farklı. Zaten benim Aile Dizimi’nden esinlendiğim tek nokta bu; bunun dışında çalışmamın tüm içeriği, uygulama biçimi bana ait. Yıllar içinde, açtığım sunumların sonucunda alana kendiliğinden çıkan, kişinin enerji alanına etki eden, farklı enerjilerden oluşan bir listemiz oluştu. Oysa Aile Dizimi bu tür konulardan uzak kalır. Kökcanlandırmak sunumunda herhangi bir negatif durumu şifalandırıp şifalandırmadığımı teyit etmek için kontrol mekanizması da koydum. Bir lanet temizledim diyelim, temizlenip temizlenmediğini anlayabilmek için bir kişiyi daha lanet niyetiyle alana çıkartıyorum, çıkan kişi “hala varım” diyorsa tam olarak çözmediğimi anlıyorum ve gerekenleri yapıp tekrar şifalandırıyorum. Sonra tekrar bir başka kişiyi alana alıyorum ve bu sefer “yokum” diyorsa ve ben de enerjinin olmadığını hissediyorsam kişinin alanında bulunan laneti temizlediğime emin oluyorum. Aile Dizimi’nde dizim açtıran kişinin genelde grubun içinde olması, kendi dizimini izlemesi gerekiyor. Kökcanlandırmak’ta ise kişinin sunumda olması benim o kişiyi tanımam, hakkında herhangi bir bilgi almam bile gerekmiyor, hatta kişinin ona sunum açıldığını bilmesi bile önemli değil. Bir kişi anne-babasına, çocuklarına, eşine ve kardeşlerine onların izni olmadan sunum açtırabiliyor ama bunların dışındaki kişilere sunum açıldığında sunumun bozulduğunu deneyimledim. Bu nedenle saydıklarımın dışındakilere sunum açmıyorum.

Sunumlarda nasıl lanet etkileri ile karşılaşıyorsunuz?
Doğaya verilen zararlardan dolayı soyların kendilerini lanetlediklerine ve doğanın ruhu tarafından da cezalandırıldıklarına defalarca şahit olduk. Doğa sadece hayvana zarar verildiği için değil, gereksiz yere, saygısızca ağaç kesildiği için de soyu cezalandırıyor. Sunumlarımda çok fazla lanet çıkmıştır. Mesela bir adamın kafası kızdığı için yaktığı ahırda ölen hayvanların lanetini torununda gördüm. Torun, hayvan ölümünden dolayı üzerinde lanet olduğunu sunumda gördükten sonra annesinden dedesinin ahırı yaktığını öğrenmişti. İhtiyacı dışında ağaç kestiğinden, ağaçlara bir şekilde zarar verdiğinden dolayı lanetlenen bir soyun deri problemi yaşadığına da bir sunumda şahit olduk. Bunun yanı sıra kutsal kabul edilen suları korumadıkları ya da tarlasından çıkan kaynak suyuna sahip çıkmadığı, hayvanların o sudan faydalanması için gereken saygıyı göstermediği için soyun lanetlendiğine de rastladım.

Evimizi ilaçlatarak da canlılara zarar veriyoruz. Ne yapmalıyız?
Doğa, temelinde ise Yaradan, bizim ihtiyacımız karşısında veya kendimizi savunmak amaçlı öldürmemize izin veriyor tabii ki; ama saygıyla ve sevgimizi, minnettarlığımızı hissettirerek… Doğal olarak bizlerin evimizde böceklerle, farelerle yaşamamız mümkün ve sağlıklı değil. Evimizde bulduğumuz canlıları evden dışarı atarken veya öldürürken “Allah kahretsin!” diyerek değil, “Özür diliyorum, burası benim alanım ve böceklerle yaşayamam” diyerek yapılması gerekiyor. Sunumlarıma gelenleri her zaman uyarıyorum; bir hayvanı öldürmek durumunda kalırsanız önce uyarın, öldürmeye hala zorunluysanız öldürün ama hemen özürler dilemeye başlayın. Size örnek bir sunum anlatayım. Bir kadın oğluna sunum açtırdı. Ben oğlanın iç enerjisine girdiğimde tuhaf bir şey olduğumu hissettim ve anladım ki çok öfkeli bir yılanım. Sunumda oturanlardan biri kendiliğinden enerjiye girdi; çocuğun annesinin enerjisiymiş. O an yılan enerjisi o kadar öfkelendi ki adeta anneyi öldürmek istiyordu. Hemen olayı anladım ve geçmişte öldürülen yılan var mı diye bakmak için alana bir kişiyi daha çıkarttım. Evet, vardı. O çıktığı anda yılan ağlamaya başladı ve anladım ki anne oğluna hamileyken yılan öldürmüş. Bunu sorduğumda köyde olduğunu ve hamileyken yılan öldürüp öldürmediğini hatırlamadığını ama öldürmüş olabileceğini söyledi.

Bir Kökcanlandırmak sunumuna kimler katılıyor?
Her hafta pazar günü bir araya geliyoruz. Daha önceden randevu alıp belirlenmiş on kişinin sunumu açılıyor ancak listedeki herkesin burada bulunması gerekmiyor. Dört-beş kişilik bir ekibim var, üniversite öğrencilerinden oluşuyor. Yine her hafta gelen arkadaşlarımız var. Sunumu açılacaklar eşleriyle, dostlarıyla gelebiliyor. Bir de sadece izlemek isteyenler geliyor. Sunumlar gün boyu sürüyor ve isteyen istediği saatte katılabiliyor. Katılmak isteyenlerin önceden haber vermesi yeterli.

“Alan” kelimesini çok sık kullanıyorsunuz. Sunumdaki “alan” ne demek?
“Alan”ı açan benim… Nasıl ki projektör duvara yansıdığında duvarda bir görüntü oluşuyor ve film oynamaya başlıyorsa, kişinin içinde bulunduğu durum da zihnimde kişinin enerji alanını açtığım anda odada bulunan her şeye, herkese yansıyor ve üç boyutlu olarak kendini sahneliyor. Bu nedenle sadece benim yükleyip alana çıkarttığım kişilerin dışında oturdukları yerde enerjinin dile gelmesinde uygun olan kişiler de enerjiye yüklenerek alana çıkıyorlar; yani dile geliyorlar. Kendi hissiyatlarının dışında farklı bir şeyler hissetmeye başlayıp kendilerini ortaya koyuyorlar; canlandırıyorlar. Sanki bir tiyatro sahnesinde oyun sahneleniyormuş gibi kişiler doğaçlamayla sunum sahibinin alanında olanları ortaya sunuyorlar. Alanda olmaması gerekenler de alandan çıkartılıyor. Kısaca benim yaptığım, listeden kime sunum açacağıma karar verdiğim anda onun alanını odaya yansıtmak.

Sunum açtıran kişinin konusunu biliyor musunuz?
Kişi hakkında, özellikle ilk başta hiçbir bilgi almıyorum.. Binlerce sunum deneyimimden sonra, doğrusu sunumlarımda çıkanlara kişilerin söylediklerinden daha fazla inanıyorum. Güvendiğim için de kişi hakkında bilgi almama, kişinin beni kendi yorumlarıyla yönlendirmesine izin vermiyorum. Bilgi almamak bir bakıma sunumumun geçerliliğini tekrardan ve tekrardan ölçmem açısından benim için önemli. Ayrıca katılanların da sunumu açılan kişiyi bilmesini istemiyorum. Onları alana kaldırdığımda ne olarak kalktıklarını da bilmiyorlar çünkü hiçbir şekilde zihinlerin devreye girmesini istemiyorum. Bu da Aile Dizimi’yle aramızdaki farktır. Aile Dizimi’nde kimin diziminin yapıldığı bilinir ve terapist, kişi hakkında önceden bilgi alır.

Sunumun belli aşamaları var mı?
Sunum açtıracak kişilerle görüşmeleri asistanım yapıyor ve konuşulanları genellikle ben bilmiyorum. Önce kişinin alanını listemizde bulunan negatif etkilerden temizlemekle başlıyoruz, sonra varsa istediği özel bir konu üzerinde çalışıyoruz. Ben bir bakıma check up yapıyorum. Psikolojik alana fazla girmemeye gayret ediyorum, ama alanı açtığımda kendiliğinden kişinin psikolojik bir durumu mesela cinsel tacizi, çocukluk travması, korkuları çıkıyorsa onların da şifalanmasını sağlıyorum, fakat kişilerin bir şekilde, yardım alarak veya almayarak çözümleyebileceği alanlara girmemeyi tercih ediyorum. Çünkü psikolojik durumuyla kendisinin baş etmesi yerine bizlerin onları çözümlemesi kişinin olgunlaşmasını engelliyor, dolayısıyla sorumluluk almamasına neden oluyor.

Sunum tamamlandıktan sonra neler oluyor?
Sunumları biten kişilerin enerjilerinde yükselme oluyor. Genellikle çok uzun zamandır yapmak isteyip de yapamadıkları şeyleri yapmaya başlıyorlar. Eğer herhangi bir varlık tarafından rahatsız ediliyorlarsa, bu rahatsızlıkları hemen ortadan kalkıyor. Bazı kişilerin, özellikle sorunları olduğu, etki altında aptallaştıklarından dolayı etrafındaki insanlar tarafından çok ezilen, aşağılanan kişilerin enerjileri yükseldiğinde kendilerine güvenleri artıyor ve etraflarıyla kavga etmeye veya “hayır” demeye başladıklarını görüyoruz. Bu durum etraflarındaki kişilerin hoşuna gitmiyor tabii ki. Ama bizler sunumlardan sonra ortaya çıkan kızgınlık, öfke gibi duygusal patlamaları sağlıklı buluyoruz ve en başta, bizden bilgi alırlarken kişileri bu konuda uyarıyoruz. Uyardığımız bir başka durum da bazı kişilerde sunumlarının hemen peşinden mide bulantısı, kusma, ishal, baş ağrısı, uyku gibi fiziksel tepkilerin ortaya çıkması oluyor. Bu da bedenin bir şeyleri attığının bir belirtisi… Kökcanlandırmak sunumları kişilere aşk, iş, para gibi kişilerin genellikle çok arzuladıkları şeyleri vadetmiyor. Kişinin artan enerjisini, potansiyeli oranında nasıl kullanacağı kendi seçimidir.

Ataların aldıkları hayır duaları da torunlara geçiyor mu?
Evet, sadece beddualar, ahlar gibi negatif etkiler tabii ki miras olarak torunlara kalmıyor; aldıkları dualar, bilgelikleri, şifa enerjileri de bize geçiyor. Bir soy çok iyilik yapıp çok dua aldıysa, torun bunun güzelliğini yaşayabiliyor. Alanında o duaların ışığı oluyor. Bu nedenle herkese “İnsanlara iyilik yapın, dua alın.” diyorum. İyi niyette olmak, küçük bir yardım, bir gülümseme bile yeterli. Hatta karşı tarafın iyiliği bilmesi de gerekmiyor, sizin iyi niyetle yapmanız önemli.

 

Pozitif Dergisi 2014/02

Yorum Ekle