Bilinçaltı

İçinizdeki coşku rehberiniz olsun

Hepimiz evrensel bir internet ağına bağlıyız, her an, hem de ücretsiz. Aradığımız her yanıt orada. Yeter ki soru soralım, yanıtları alalım ve içimizdeki hazzı coşturarak ilerleyelim.

Yazı: Yaprak ÇETİNKAYA

Bhanu Foxley’inki Hindistan’da başlayan, İngiltere’de ilerleyen ve şu anda Norveç’te süren bir yaşam… Bizim yolumuz ise İstanbul’da kesişiyor. Gide gele İstanbul’da bir çevre edinmiş, danışanları var, arkadaşları var. Hatta mendil satan çocuklar bile onu görünce yanına koşuyor artık. İstanbul’daki danışanları ile sonrasında internet üzerinden görüşmeye devam ediyor. Kendisini Duygusal Kinesiyoloji (*) Uzmanı olarak tanımlıyor. Yaptığı işin tam karşılığı ise şöyle: Sorunların derininde yatan yerleşmiş engelleri ve blokajları kaldırarak güçlü ve hızlı ilerlemeler yaratan ve “kas testi” ile “danışmanlığın” kombinasyonundan oluşan bir yöntem. Bhanu Foxley, insanlara hayatları hakkında yeni hikayeler yazmayı öğrettiğini söylüyor. Sohbete önce onun hikayesini öğrenerek başlıyoruz.

icinizdeki-cosku-rehberiniz-olsun-2Hindistan’dan Norveç’e; nasıl bir öykünüz var?
Hindistan’da doğdum ve İngiltere’ye taşındığımızda 19 yaşındaydım. Ailem iyi bir Hintli kız olmamı istiyordu, ben ise özgür İngiliz kızları gibi yaşamak… İnsanlarla tanışmak için büyük bir heves duyuyordum. Özellikle teyzem bana sürekli “Biz Hintliyiz, kurallarımız var” derdi. Ben de “Yasaklar delinmek içindir” derdim. Tıpkı Türkiye’deki gibi Hindistan’da da herkes çocuğunun doktor, avukat gibi mesleklere sahip olmasını istiyordu. Okulu sevmiyordum ve annem benim için çok endişeleniyordu. Liseyi bitirdim ve devam etmedim. Bunu yaptığım için de kendimle gurur duyuyorum çünkü başkalarını ne kadar çok dinlerseniz kendi içinizdeki rehberden o kadar uzaklaşıyorsunuz. Ben insanlara hayatları hakkında yeni hikayeler yazmayı öğretiyorum.

İçimizdeki rehber diyerek neyi kastediyorsunuz?
Birbirimize negatifliği öğretiyoruz. Oysa en doğrusu iç rehberimizi dinlemek çünkü o asla yanılmıyor. Sizi yönlendirmeye çalışan anneniz bile olsa sizin için en doğrunun ne olduğunu o bilemez ancak siz bilirsiniz. İşte ben de kendi hikayemde bunu yazdım. Ailemin benim için, benim adıma büyük hayalleri vardı ama benim hayallerim çok daha büyüktü. Benim hayalim doktor ya da avukat olmak değildi, şimdi bu işi yaparken ise doktor ve avukatlarla çalışıyorum.

Bu çalışmalara nasıl başladınız?
Yaptığım işe “duygusal kinesiyoloji” adını veriyorum çünkü bu isim beğeniliyor. Ama asıl yaptığım ne derseniz… Önce neden bunu yapmaya başladığımı anlatayım. 35 yaşından sonra kendi üzerimde çalışmaya başladım. Birçok terapiye gittim. Gurudan guruya atladım diyebilirim ama gerçek cevabı, hayatın hazzını, neşesini bulamadım. Kızgın hissediyordum, mutsuzdum, herkesi suçluyordum. Kocam beni bir psikiyatriste götürdü. Oradan çıkınca, “Bana hatalı olduğumu söyleyecek birine neden haftada iki gün para ödeyeceğim? Benim bana kendimi geliştirmeyi öğretecek birine ihtiyacım var” dedim. Bir süre sonra bir kinesiyoloji uzmanı ile tanıştım. Masasına uzandım, kaslarımı test etmeye başladı. O gün vücudumun kendine ait bir dili olduğunu keşfettim. Mesela kolum benden bağımsız hareket ediyor ya da etmiyordu. Onun kurslarına gittim, ardından onlarca farklı seminere, özel terapilere katıldım, birçok tecrübe yaşadım. Sonunda duygusal kinesiyoloji ile ilgilenmek istediğime karar verdim. 2003’te bir gemi seyahatinde gerçekleştirilen workshop’a katıldım. Orada Türkiye’de çalışan bir uzman ile tanıştım, beni davet etti. O zamandan beri her yıl belli aralıklarla Türkiye’ye geliyorum. Ben Zamanı adlı merkezde seanslar yapıyorum, biraz da kendime vakit ayırıyorum, yeni insanlar tanıyorum.

Yaptığınız tam olarak nedir?
Zevki, heyecanı takip ediyorum ve insanlara bunu öğretiyorum. Yaptığım işi herkes anlayamıyor çünkü çok basit buluyorlar. Evet, çok basit… Zaten hayat çok basit… İnsanlar daha karmaşık şeyler bekliyor, onlara inanıyor. İlk workshop’umu yaptığımda “Ne öğreteceğim ki ben hiçbir şey bilmiyorum” demiştim. Ama başlayınca ne kadar çok şey bildiğime ben de şaşırdım. Bilgi de akıyordu bana doğru. İnsanlara şunu söylüyorum; evrensel internet ağına bağlıyız her an. Ücretsiz kablosuz ağ bağlantımız var. Yanıtlarımızı orada bulabiliriz. Ama bunu yapmıyoruz çünkü kendimize izin vermiyoruz. Kim ne derse ona inanıyoruz çünkü küçük yaştan itibaren başkalarının söyledikleri ile programlanıyoruz. Küçükken annemin başka çocukları överken bana “Sen hiçbir şey olamayacaksın” dediğini hatırlıyorum. Bunlara inanıyoruz. Ama inanmayı bıraktığınız an her şey değişiyor. Einstein da okulu sevmiyordu ama bir dahiydi. Biz de içimizdeki dahinin kendini göstermesine izin vermeliyiz. Herkes kendi istediğini yapabilir ve kendi seçtiğimiz yolda gitmek yeterince iyi olmadığımız anlamına gelmiyor. Bunun aile geçmişi ya da eğitimle ilgisi yok. Bırakın aksın enerjiniz…

icinizdeki-cosku-rehberiniz-olsun-3

Einstein çok özel bir örnek oldu. Herkes o kadar fark yaratamayabilir…
Yaratacağımız fark aldığımız hazda gizli… O hazzın sizde yarattığı parlama insanların size çekilmesini, sizi sevmelerini, sizi tanımak istemelerini sağlıyor. Türkiye’ye geldiğimde bunu yaşıyorum ve bunu çok seviyorum. Norveç’te de aynı şekilde… Bazen marketten küçük bir şey almak için ev kıyafetleri ile sokağa çıkıyorum. İnsanların bana bakıp “Ne biçim giyinmiş” diyeceklerini düşünebilirim. Oysa başkalarının ne düşündüğünü nasıl bilebilirim ki? Harika giyinip, makyaj yapıp çıktığımda ise beni çok beğeniyor olduklarını düşünebilirim. Bundan nasıl emin olabilirim peki? Bu sadece bizimle ilgili, başka kimseyle ilgili değil. Ne oluyorsa içimizde oluyor, geriye kalan ise bizim yarattıklarımız. Bu nedenle de iki yaratım asla aynı olmaz. Dünya size başka, bana başka görünür. Şu karşımdaki pencereden bakar ve etrafın ne kadar güzel olduğunu söylerim, bir başkası bakar ve her şey ne kadar berbat görünüyor der. Hayat da böyle… Farkı siz yaratıyorsunuz.

Bir sorunla size geldim… Sonra neler oluyor?
Önce size bağlanıyorum. Elinizi tutuyorum, gözlerinizi kapamanızı istiyorum, size bağlanmaya niyet etmek üzere bazı cümleler söylüyorum. Siz de benim sizi test etmek için bana izin verdiğiniz sözle ifade ediyorsunuz. İzin verip vermediğinizi bir de kinesiyoloji ile test ediyorum. Baş ve işaret parmaklarınızı birleştiriyorsunuz. İzin verip vermediğinizi soruyorum ve kendi parmağımı sizin oluşturduğunuz halkanın içinden geçiriyorum. Eğer halka açılırsa henüz hazır olmadığınızı anlıyorum. Açılmazsa hazırsınız demektir. (Bhanu ile bunu deneyimlediğimizde kasların her soruya göre, adeta bir yalan makinesi gibi istemimiz dışı yanıt verdiğini tecrübe ettik.) Kinesiyolojiyi her anlamda öğrendiğim halde bedende sadece bu testi kullanıyorum. Ve sonra soruyorum: Neyi değiştirmek istiyorsun? Erkek arkadaş mı istiyorsun, daha fazla para mı? Daha fazla para istediğinizi söylediniz diyelim, yine test ediyorum gerçekten para istiyor musunuz? Test sonucunda parmaklar genellikle açılıyor, yani hayır diyor çünkü birçok kişi aslında içsel olarak daha fazla para istemiyor oluyor. Para kötüdür, zenginler iyi değildir, fakirler iyi kalplidir, fazla para dürüstlükle kazanılamaz gibi inançlarımız var ve bunlar paranın bize gelmesini engelliyor.

Bu kalıpların ne zaman yerleştiğini hatırlamayabiliyoruz değil mi?
Kesinlikle… Hindistan’da yaşarken yakında sinema vardı her pazar sabahı sinemaya giderdik. Annem, teyzem, ben… Karanlık bir salonda, berbat bir ses düzeni ile izlediğimiz her hikayede zenginler kötü, fakirler çok dert çeken iyi insanlardı. Zenginliğin kötü bir şey olduğu küçük yaşlarda beynime kazınmıştı. Büyürken çok param olursa fakirlere yardım edeceğimi söylerdim. Ama zamanla öğrendim ki para vererek kimseyi düzeltemem, değiştiremem. Bir örnek vereyim… Çok sevdiğim bir arkadaşım vardı ve bir pizza dükkanı açmayı çok istiyordu ama yeterli parası yoktu. Bu dükkanı açabilmesine yardımcı olması için gayrimenkul işleri ile ilgilenen eşime rica ettim. Kabul etti, bir mekanı satın aldı ve orayı pizza restoranına dönüştürdük. Altı ayın sonunda arkadaşım iflas etmişti. Biz de bu arada çok para kaybettik. Bir daha asla böyle bir şey yapmayacağım diye düşündüm çünkü hazır olmayan kişiye ne kadar para verirseniz verin, kendi blokajları sürdüğü sürece verilen para işe yaramayacak. Konu para değil. İnsanlara “Size para vermiyorum ama para sahibi olmanıza yardım edeceğim” dediğinizde mutlu olmuyorlar. Oysa çözüm bu…

Seans nasıl devam ediyor?
Aileniz hakkında sorular soruyorum ve o anda hissettiğim konulara dair başka sorular da… Soracağım sorular nasıl geliyor bilmiyorum. Bu, bana verilen bir armağan. Onlar anlattıkça yüzlerine bakarken bir şey yakalıyorum ve işte diyorum, sorun burada… Peki, nasıl iyileştiriyorum? EFT (Emotional Freedom Technique) tekniği kullanıyorum, bol bol konuşuyorum ve gözlerini kapatıp görselleştirme yaptırıyorum. Seans bittiğinde ise ev ödevleri veriyorum. Haberleri izlemeyin, gazete okumayın gibi… Her gün minnettar olacakları beş konu bulup bunu yazmalarını istiyorum. Aynı şeyler de olabilir, farklı konular da bulabilirsiniz. Güneş parladığı için de minnettar olabilirsiniz, sağlıklı olduğunuz için de… Çalıştıkça minnettar olacak daha fazla şey bulacaksınız. Bunu ben de her gün yapıyorum. Mesela şu anda her gün “İstanbul’da olduğum için çok mutluyum ve minnettarım” diyorum. Bana evini açan arkadaşıma minnettar oluyorum, Ben Zamanı’nda çalıştığım için de… Bunu yaptıkça daha fazlası geliyor çünkü enerji değişiyor.

Sizin de kalıplarınız var mıydı?
Küçükken bana öğretilen kalıplardan biri de koyu renk tenli insanların çirkin olduğuydu. İngiltere’ye gidince yabancılara, koyu renk tenlilere karşı bir önyargı vardı. En çok da Hintliler’e karşı… Erkek kardeşim bu tür önyargının çok yüksek olduğu bir şirkette çalışıyordu. Ben ise teyzem ile başka bir bölgede yaşıyordum. Sürekli bir işte kalmayı sevmiyordum ve işten işe geçiyordum. Tekrar Londra’ya geldiğimde yine işe başladım ama daha fazla kazanmak istediğim için başka bir işe geçtim. Annem sürekli bunu yapmamamı, Hintli olduğumuzu, var olan işimi korumam gerektiğini söyleyip duruyordu. Ben ise bu önyargıya hiç takılmıyordum, gidip istediğimi yapacağımı, istediğim işi bulacağımı söylüyordum. Ve başarıyordum da… Oysa ağabeyim her gittiği yerde önyargı ile karşılaşıyordu. Sonrasında bir İngiliz ile evlendim. Onun işleri nedeniyle bir süre sonra Norveç’e yerleştik ve sonra Türkiye’ye gelip gitmeye başladım. Amsterdam’dan aktarma ile İstanbul’a geliyordum ve her gelişimde Amsterdam polisinin kontrolünde pasaportuma bakarken bir hata olduğunu düşünüyorlardı. Çünkü pasaportumun süresi 10 yıllık, Norveç’te yaşama iznim ise 30 yıllıktı. Ben de her seferinde benim Hintli bir göçmen olduğumu düşünecekler diye huzursuz oluyordum. Bir seferinde kocamdan beni az önce bahsettiğim kinesiyoloji yöntemi ile test etmesini istedim. Ve fark ettim ki çocukluktan, daha doğduğum zamandan gelen bir korku taşıyorum. Ailem bir erkek istiyordu ve ben kız çocuktum, bu yüzden yaşama hakkımın bile olmadığı korkusunu taşıyordum. Bu korkuyu serbest bırakınca, “Bu bir saçmalık… Ben buraya hayatımı yaşamaya geldim” dedim ve aniden her şey değişti. Bir sonraki seyahatimde polis yine “Neden 30 yıllık oturma izniniz var?” diye sordu ve ben de “Çünkü Norveçliler beni çok seviyor ve orada ölene kadar yaşamamı istiyorlar” dedim. Polis yüzüme baktı ve “Sizi neden bu kadar sevdiklerini anlayabiliyorum” dedi. İşte dünyanız böyle değişiyor. Bir korkunuz varsa insanlar bunu hissediyor çünkü bu korkuyu yayıyorsunuz etrafa. Eğer korkularınız varsa size korkuyu hissettirecek insanlar burnunuzun dibinde bitiveriyor.

Tek seans yeter mi?
Kişiye göre değişiyor. Bazı insanlar muhteşem değişimler yaşıyor. İkinci seans için randevu alıp sonrasında her şey yoluna girdi diye iptal edenler de var. Yıllar sonra başka bir konu için gelebiliyorlar. Bazıları da ayda bir gelmeyi tercih ediyor. Kişinin ihtiyacına da bağlı… Ama “Her şey bir seferde bitti, diplomamı aldım, mutluyum” diye bir şey yok. Her gün yeni olaylarla karşılaşıyoruz, mücadelelere giriyoruz ve yeniden seans ihtiyacımız doğabiliyor. Ben insanların her olayda bana gelmelerini, bana bağımlı olmalarını istemiyorum. Kendi hayatlarını yaşamalarını, kendi internetlerine bağlanmalarını istiyorum. Bu tıpkı bir bebeğin yürümeyi öğrenmesi gibi. Düşe kalka ilerliyoruz.

Kinesiyoloji testi nasıl yanıt veriyor?
İçtenlikle inanmadığınız bir şey söylediğinizde kaslarınız, sizden bağımsız olarak gevşiyor çünkü vücut en küçük yalanı bile biliyor. Yalan demek sert olabilir, kalbinizin inanmadığı şey diyelim. Siz doğruyu söylediğinizi düşünüyor olabilirsiniz ama kalbiniz buna inanmıyorsa test bunu ortaya koyuyor. Örneğin daha çok para istiyorum diyorsanız ama testte kaslarınız gevşiyorsa aslında parayı istediğinizi sandığınız ama içinizde buna karşı bir korku olduğu anlaşılıyor. Bu testi sadece evet-hayır yanıtını almak için kullanıyorum, gerisi enerji kanalı ile geliyor.

Size şöyle sorular geliyor mu: Madem bu kadar etkili bir yöntem, sen neden çok zengin değilsin?
Evet, insanlar bizim mükemmel olmamızı bekleyebiliyorlar. Kendi adıma şunu söyleyebilirim. Elimde olan berekete minnettar oldukça fazlası geliyor. Teklifsizce… Örneğin ben Türkiye’ye sadece iş için gelmiyorum, yalnızca iki müşterim var. Niye geliyorum peki diye düşündüm ve burada kendime ayırdığım zamanı, kendi başıma kalabildiğim evi, istediğim dinlemeleri, okumaları yapabildiğimi fark ettim. Bunlar benim “keyif” günlerim… Bu günlere minnettar oldukça daha fazlasını elde ediyorum. “Bunu istiyorum, güzel olacak” deyip sonra konuyu tamamen unuttuğunuzda, gidip hayattan keyif almaya baktığınızda istediğiniz şey çok hızlı geliyor, buna inanın.

İnsanlarda en çok hangi yargılamaları görüyorsunuz?
Hepimiz başkalarını düzeltmeye çalışıyoruz. Bulunduğumuz yerden gördüklerimizle hareket ediyoruz. Benim öğretmeye çalıştığım bütünü görmek. Herkes mükemmeldir, güzeldir, kim olduğunuz önemli değil. Sokaktaki dilenci ya da dünyanın en zengini olsanız dahi aynısınız… Önemli olan kendiniz ile ilgili inançlarınız. Bir dilencinin (gerçek bir yoksulun) para kazanmakla ilgili bir fikri yoktur ve onun bu bakış açışını değiştirmediğiniz sürece ne kadar para verseniz de yine aynı duruma dönecektir. Ama değişirse para kazanır. Herkes her şey olabilir.

Her şeyin arkasında bir neden var Kilo almanın da…
Eşim ve ben bu konularla ilgilendiğimiz için kızım küçükken normal bir ailede yaşamak istediğini söylerdi. Bugün 25 yaşında… Üniversite için evden ayrıldığında annesinin kıymetini anlamaya başladı. Fazla kiloları ile sorunu var ve geçtiğimiz günlerde benimle çalışmak istedi. Bir seans yaptık. Ona, zayıf, kemikli, köprücük kemikleri belirgin olan insanlar hakkında, özellikle de bir arkadaşı hakkında ne düşündüğünü sordum. Giyimli olduğunda sorun olmadığını ancak askılı bluz giydiğinde çirkin bulduğunu söyledi. Zayıf ve kemikli göründüğünü anlattı. “Eğer zayıf insanların çirkin olduğunu düşünüyorsan nasıl zayıf olabilirsin?” diye sordum. Çalışmada blokajı ortaya çıktı. Sekiz-dokuz yaşlarındayken zayıf olduğu için okulda onunla alay ederlerdi ve bu onda bir blokaj yaratmıştı. Ona, “Artık bu hikayeyi bırakmalısın. Daha kaç yıl bu hikaye ile yaşayacaksın? Ya fit olursun ya kilolu, kararını ver” dedim. Sonraki günlerde kendini çok iyi, çok mutlu hissettiğini söyledi. O aşamada kızıma diyet vermek işe yaramazdı, önce altta yatan nedeni bulmak gerekiyordu. Her zaman her şeyin arkasında bir neden vardır. Kilo almanın da…

icinizdeki-cosku-rehberiniz-olsun-4Sizin de bir kızınız var. Onunla deneyimleriniz oldu mu?
Aslında çocuklarımıza inanabilsek bize çok güzel yol gösteriyorlar. Kızım resim yapmayı çok seviyordu ve onu resim kursuna götürmek istedik. “Hayır, ben kendim yaparım, nasıl yapılacağını biliyorum” dedi. “Ama öğrenmek için kursa gitmek lazım” dedik. Gitti ve ilk gün dönüşte “Neden gidiyorum ki? Öğretmen benim resmimi düzeltiyor, üstelik de çok kızıyor. Benim yaptığım bir şeyi nasıl düzeltebilir ki?” dedi. Daha 13 yaşındaydı… 4 yaşındayken ise tatilde çok güzel yüzüyor diye onu yüzme kursuna götürmek istedik. Yüzebildiğini, kursa ihtiyacı olmadığını söyledi, ısrar ettik. Aslında çocuk kendi başına yaptığında bahsettiği o “hazzı” alıyordu ama araya öğretmen girince keyfi kaçıyordu. Çocuklar okulu da bu yüzden sevmiyor, içlerindeki haz kayboluyor. Bunu daha önce bilseydim kızıma “Okula gitmek zorundasın ama bu kadar ciddiye alma” derdim.

*Kinesiyoloji: Kas aktivitesi bilimi

 

Pozitif Dergisi 2014/02

Yorum Ekle