İnsanın kendini keşfetmesi için tek yol Hindistan’a gitmek mi? Elbette değil… Yine de bu yolu seçenlerin hikayeleri ilgimizi fazlasıyla çekiyor. İşte o yolculardan biri de bir zamanların beyaz yakalısı Ayşe Aslı Bozdağ…
ÖZLEM ÇETİNKAYA
Kendini bulma yolculuğunda yolu Hindistan’a düşen, orada geçirdiği aylar boyunca değişen dönüşen Ayşe Aslı Bozdağ, deneyimlerini Kutsal İnek adlı blog sayfasında ve sosyal medya hesaplarında paylaşıyor. Kutsal İnek adını seçmiş çünkü onun için kutsallık daha iyi bir insan olabilmek demek; inek ise kendisinde olmasını istediği özellikleri barındıran bir sembol… Paylaşımları ile her gün on binlerce insana ulaşan Bozdağ, kurumsal hayattan Hindistan’a dümen kırdığı yolculuğunu anlattı.
Kutsal İnek isimli blog sayfanı açtığımda karşıma çıkan ilk kelime, “yol” oldu. Yol senin için ne ifade ediyor?
Yol benim için değişim anlamına geliyor.
Senin değişimin nasıl başladı?
Yurt dışında master yapıp döndükten sonra aile şirketinde, saat 09.00-18.00, ihracat bölümünde çalışmaya başladım ve bu bir yerden sonra beni tatmin etmemeye başladı. Modern dünya ve İstanbul’da kendimi sıkışmış hissetmeye başladım. Oradan oraya sürekli bir koşturma içindeydim. İş hayatındaysanız, ister istemez o ya da bu şekilde, insanların aktardığı kötü enerjiyi siz de alıyorsunuz. Sadece maddiyat üzerine kurulu bir dünyada sevdiklerime, sevdiklerimden de öte kendime vakit ayıramamakla ilgili sorun yaşamaya başlayınca benim de yolculuğum başladı, iş hayatını bıraktım.
Burada suçlu iş hayatı mı gerçekten yoksa insanın kendisi mi?
Aslında iş hayatı değildi suçlu olan. Dünyanın benden olmamı istediği insanla, olmak istediğim insan arasında yaşadığım çelişkiydi.
Dünya Aslı’nın kim olmasını istiyordu, sen kim olmak istiyordun?
“Ben kimim?” sorusuyla başladı bütün yolculuğum. Bunu araştırmak için yola çıktım ve hala da araştırıyorum diyebilirim.
Kendini araştırma sürecinde, şimdiye kadar buldukların neler oldu?
Hatalarımı görmeye başladım. Bu süreçte başka insanları anlamaktan ziyade insanın kendisiyle yüzleşmesi en zor olan kısım. O hataları görmek, yaptığını veya yapamadıklarını, pişmanlıklarını, “keşke”lerini… Bütün bunlarla yüzleşmek zor bir süreç.
Ne gibi “keşke”ler ile yüzleştin?
İnsanlara daha fazla tolerans gösterebileceğimi keşfettim. İnsanları çok fazla yargıladığımı gördüm.
Yolculuğun çıkış noktası neresi oldu?
İşten ayrıldıktan sonra önce eşimle birlikte Nepal’e gittik ve oradan Hindistan’a geçtik. Londra’da eğitim görürken orada çok fazla Hintli arkadaşım vardı. Onların yaşamları, hayata bakışları, coşkuları ve hiç kimseyi yargılamıyor olmaları beni çok etkilemişti. Bütün bunları gidip yerinde yaşamak istedim.
Ve sonra bir kez daha gittin değil mi?
Evet. Bu sefer turist olarak değil, gidip tek başıma bir manastırda yaşayarak öğrenmek istedim oradaki felsefeyi. 200 ya da 300 saatlik yoga eğitmenlik dersleri aslında işin biraz bahanesiydi. Ve gittiğimde şoke oldum.
Neydi seni orada şoke eden şey?
Bu dünyada yaşarken elimizin altındakilerin değerini o denli bilmiyoruz ki. Temiz bir evde oturmak, pazardan istediğin meyve ya da sebzeyi alabilmek, çevremizdeki insanlarla iletişimimiz, kullandığımız elektrik… Hepsi ama hepsi çok kıymetli aslında. İlk gittiğim gün, sabahın saat üçünde kan ter içinde uyandım. Hava 47 derece ve odada klima yok. Cam açamıyorsunuz çünkü etrafta maymunlar var ve içeri giriyorlar. Dediğim gibi saat sabahın üçüydü ve camdan gelen tık tık sesleriyle uyandım. Karşımda biri kucağında bebeğiyle, üç maymun duruyordu. Onlara muz kabuğu verdim.
Manastıra ilk gidişim bir ay içindi. Sonra bir kez daha gittim. O zaman artık öğrenmiştim, inekler ve maymunlar için muz kabukları biriktiriyordum.
Hindistan ile ilgili genelde temiz olmadığı yönünde yorumlar yapılır. Bu konuyla ilgili bir deneyim yaşadın mı?
Yaşamaz mıyım? Bir akşam kaldığım odanın içinde sesler duydum. Bir şey sürekli çıt çıt ses çıkarıyordu. Elektrik de yok. Kitap okuma ışığı ile etrafa baktım. Meğer o sesler işaret parmağım kadar bir hamam böceğine aitmiş. Ve ben böceklerle arası hiç de hoş olan biri değilim, değil-dim. Şimdi görsem o böceği parmağıma alır, “Sen burada durma canım” diyerek kenara koyardım. İlk gidişimde yemeğin içinde böcek gördüğümde midem bulanıp, yemeği olduğu gibi bırakan ben daha sonra böceği yemeğin içinden alıp, devamını yer hale geldim.
Buradaki hayatından çok farklı şartlar altında olmak seni zorlamıştır mutlaka. Dönmek, bırakmak istedin mi hiç?
Elbette istedim. İlk günler sürekli ağlayarak annemi ve eşimi arıyordum. En azından bir otele yerleşmek istiyordum ama o da kaldığım yerin kurallarına aykırıydı. Neyse, dönmedim ve kaldım.
Bu kadar zorlanmışken sana orada kalma seçimini yaptıran neydi?
Bunu yapmam gerektiğini düşündüm. Hep azimliyimdir aslında. İş konusunda, okul konusunda her şeyi tamamen hakkıyla yapıp vermeyi tercih ederim. Bu sefer çok farklı bir dürtü vardı içimde; asıl korktuğum şey değişecek olmamdı. Bu değişim çok iyi bir şey belki ama insana çok fazla konuyu da sorgulatıyor ve bu da biraz zorlayıcı olabiliyor. Oradayken kendinle yüzleşmek çok kolay, bir odaya kapanıyorsun, kendinlesin ama döndüğünde çevrenle ilişkilerinde bazı gerçekleri görebiliyorsun. Bu değişimdi asıl beni korkutan çünkü bizler bütün ilişkilerimize bir şekilde tutunarak yaşamaya alışkınız.
“ Biz kendi enerjimizin değerini bilmediğimizde, insanlar da onlara verdiğimiz enerjinin değerini bilmiyor.”
Döndükten sonra kendine ve çevrendekilere karşı bir yabancılaşma oluyordur mutlaka.
Oluyor. İster istemez, hoşuma gitmeyen şeylerle arama mesafe koydum. Bu bir yargılama değildi ama enerji vampirlerine karşı kendimi korumaya alma yöntemimdi çünkü belki farkında değiliz ama biz ne verirsek o gidiyor. Biz kendi enerjimizin değerini bilmediğimizde, insanlar da onlara verdiğimiz enerjinin değerini bilmiyor. Etrafımda onlarca insanın olmasına gerek olmadığını öğrendim. Bu aslında biraz da yalnızlık korkusundan oluyor. Bu da kendimle ilgili keşfettiğim şeylerden biri.
Orada yaşarken çevrendeki insanlarla ilişkin nasıldı? Sana ne öğretti oradaki ilişkilerin?
Buradayken tek sorunu olan kişi benim diye düşünürken, orada gördüm ki sadece ben değilim. Ve hatta kimilerinin yaşadığı şeyler çok travmatik ve ağır. Orada birlikte olduğum insanlar birbirlerini tanımıyorlardı, ilk defa orada bir araya gelmiş kişilerdi ama rahatça hayatlarını birbirlerine açıyorlardı.
“ Bir taksiye bindiğimizde taksi şoförünün sinirli olmasını yargılıyoruz; onun da kötü bir gün geçirmiş olabileceğini aklımızın ucundan geçirmiyoruz. Belki de o adamın davranışı bir yakarış ama biz bunu görmüyoruz.”
Hindistan’da birlikte olduğun kişilerle çektiğin kısa bir video filmi de var.
Evet. İkinci gidişimde orada, insanların dönüşümlerini filme almak istedim. Birçoğu izin vermedi ama bazıları yaşadıklarını paylaştılar. Senelerce üvey babasının tacizine uğramış Fransız bir kadın, annesinin uyuşturucu kullanan sevgilisi yüzünden sekiz yaşında ölümle burun buruna gelmiş ve sonra küçücük yaşta ülkesini terk etmiş bir müzisyen, üzerinde sigara söndüren bir kocası olan ve yıllardır çocuklarını göremeyen bir anne…
Dediğim gibi, biz sadece kendi problemlerimiz var zannediyoruz, başkalarının problemini göremiyoruz. Bir taksiye bindiğimizde taksi şoförünün sinirli olmasını yargılıyoruz; onun da kötü bir gün geçirmiş olabileceğini aklımızın ucundan geçirmiyoruz. Belki de o adamın davranışı bir yakarış ama biz bunu görmüyoruz. Hindistan öncesi aşırı milliyetçi diyebileceğimiz bir taraftaydım, çok keskin görüşlerim vardı ve o görüşlerin çerçevesinin dışına çıkmazdım ama sonra gördüm ki bunların hepsi bir ötekileştirme içeriyor.
DOĞUM İLE ÖLÜM AYNI ŞEY
Kutsal İnek ismi nereden geliyor? Kutsallık senin için ne demek?
Kutsallık benim için ulaşılmaz bir şey gibi duruyor. Kutsal nedir? Daha iyi bir insan olabilmek… Kutsal kelimesinden çıkan şey benim hayat amacım oldu aslında ve bu da sevmek, sevilmek ve yardım etmek. İnek ise bence dünyanın en tatlı hayvanı. İnanılmaz anaç bir sembolizma içeren, toleranslı ve sakin bir canlı. Kendimde olmasını istediğim özellikleri barındıran bir sembol Kutsal İnek.
Blogun ve sosyal medya paylaşımların nasıl tepkiler aldı?
Şu anda 28 yaşındayım ve insanların ilk tepkisi, “Bu kadar kısa zamanda bu kadar çok şeyi nasıl yaptın?” şeklindeydi. Üniversite, master, doktora, evlilik, iş hayatı, Hindistan… Aslında bu da yanlışmış; modern hayatın içinde sürekli oradan oraya koşmuşum.
Instagram sayfasının hikaye kısmında gün içinde yaşadıklarımı paylaşmaya başladım. Kendimi sorgulayışlarımı cümleye dökerek sayfaya aktarıyordum. Bir gün bir mesaj geldi: “ %99 engelli bir oğlum var. Altı yaşında ve sizin yazdıklarınızı okuduğumda gülüyor. Teşekkür ederim.” Bunu okuduğumda bütün gece ağladım. Ben itiraf ederken, insanlar da yüzleşemediklerini benimle paylaşmaya başladılar. Mayıs ayında HumanArt ile birlikte Zorlu’da bir buluşma gerçekleştireceğiz. İlk sohbet konumuz, “Ego”. Bir diğer en çok gelen mesaj ise, ölüm korkusu
Sen korkuyor musun ölümden?
Korkuyordum, şu anda korkmuyorum.
Sevdiklerinin ölümünden?
Ondan da korkmuyorum. Bu süreçte onu da yaşadım ayrıca. Son Hindistan’a gittiğimde, dayımın cenazesinden havalimanına gittim. Şunu anladım ki ölüm hayatın normal bir döngüsü. İnsanın sorgulamaya başlaması da doğum ve ölüm döngüsünü sorgulama anında başlıyor. Doğum ile ölümün aynı şey olduğunu anladım. Acıyla tatlı, iyiyle kötü hepsi bir yerde. Biz hep acıdan kaçmaya çalışırız, ikisinin bir arada olduğunu görmeyiz. Aslında acıdan kaçarken mutluluğu bulmak çok kolay değil ama biz bunu fark etmiyoruz.
İnsan duygularını ve düşüncelerini kontrol edebilir mi?
İnsan bence bunların hepsini yapabilir ancak ve ancak kendisini anlamaya başlarsa. Çünkü kendini anlamaya başlamazsan karşındakini anlamlandırmaya başlaman çok zor. Kendini sevmekten ziyade, kendiyle barışık olmalı insan. Bunlar olmadan ne duygularını kontrol etmek, ne hastalıklarla baş edebilmek, ne zihinsel sorunları aşabilmek mümkün. İşte bu yüzden insan kendisiyle yüzleşmeli ama bunu da ancak hazırsa yapabiliyor.
“ ‘Ben mutluyum’ dediğinde aslında mutlu değilsin, çünkü mutlu olduğunda onu fark etmiyorsun.”
İnsanın kendisiyle yüzleşmesi için mutlaka Hindistan ya da benzeri bir yere gitmesine gerek var mı?
Yok tabii ki. Biraz okumak, biraz istemek, biraz sorgulamak, biraz ölümle doğum arasındaki süreci düşünmek… “Çocuklarıma ev, iş” bırakmalıyım diye düşünmek yerine, “Ben aşkı bulacağım” diye işe başlamak belki de. “Ben mutluyum” dediğinde aslında mutlu değilsin, çünkü mutlu olduğunda onu fark etmiyorsun.
EN ÖNEMLİ SORU: BEN KİMİM?
Hindistan’da tanıştığım bir guruya, “Zaman ne demek?” diye sordu bir arkadaşım… “Kala” dedi guru. “Kala, zaman demek ve kökü “kal”. Kal ise, ölüm demek. Şimdi sen söyle zamanın ne demek olduğunu”. Zaman gerçekten çok kısıtlı bir şey ve benim elime bir kere geliyorsa, onu en güzel şekilde geçirmeliyim. O ne demiş, bu ne demiş, elalem ne der? Bunların hiçbir önemi yok. Bence herkesin kendisine “Ben kimim?” sorusunu sorması gerekiyor. Bence en önemlisi o.