Pınar Salahoğlu

Neden hep aynı şeyi yaşıyorum?

Pınar Salahoğlu Wellbeing Koç

Pınar Salahoğlu
Wellbeing Koç

Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır; kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur; içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.

G.Carl JUNG

Jung ile başlanmışsa bir yazıya ya da bir söze; onun içerisinde kendine dönmek, dönüp de cesaretle bakabilmek vardır.
Okuyucularımızdan gelen yazılarda bu ay ‘tekrar tekrar’ aynı şeyleri yaşamanın ve aynı hataları yapmanın verdiği sıkıntılar, aldatılmak, bencil karakterlere karşı nasıl davranmak gerektiği ve kader ile ilgili mesajlar var. “Hepimiz yaşamadık mı, yaşamıyor muyuz?” dediğinizi duyar gibiyim. Birçoğumuzun, hayatın önceden yazılıp çizildiği ile ilgili eksik bilgiyle kabullenip, “Ne yapalım kader böyleymiş” deyip bir de üzerine kurban rolüne girdiği, bazen de kendini böyle düşünmenin verdiği konforla avuttuğu, cesaretini rafa kaldırdığı ve kendini sınırladığı ‘kader’ konusu ile başlayalım. Evet doğru, yolun güzergahı bellidir fakat yol boyunca hangi kavşaklarda duracağınız, hangi sapaklardan döneceğiniz sadece sizin seçiminizle alakalıdır. Sadece durup beklemek de bir seçimdir. Fakat en çok acıyı durduğu, beklediği yerden “Kader böyleymiş” diyenler yaşar. Çünkü onların kim olduklarıyla ve neden bu hayata geldikleri ya da yaşam amaçlarıyla ilgili hiçbir fikri yoktur ya da yok denecek kadar azdır. İşte tüm bu sınırlamaların dışında kalıp “Şifa da çare de bende” diyenler, kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler, kendi hayatlarıyla ilgili sorumluluğu almaya niyet edenler, kontrolü kendilerine geçirmeye başlamış, seçimlerinin sorumluluğunu üstlenmiş bir şekilde, yollarına devam ederler. Bunu içselleştirip bu yolda yürürken; şikayet etmek, suçlamak, sorumluluktan kaçmak, boyun eğmek, çaresizlikten kabullenmek yoktur artık. Gerçekten kendi duygu ve düşüncelerini denetleyen kişi kaderine yön verebilir. Bunun için ilk adım kendi korkularımızdan ve yıkıcı düşüncelerimizden kurtulmaktır.

“Bunu içselleştirip bu yolda yürürken; şikayet etmek, suçlamak, sorumluluktan kaçmak, boyun eğmek, çaresizlikten kabullenmek yoktur artık.”

Kapıyı kendine açmak…
Önce bunun nasıl oluştuğuna bir bakalım… Hepimizin en baskın korkusu mutsuz olmak. “Nasıl olur?” diyebilirsiniz. “Hem mutsuz olmaktan korkup hem de nasıl yıkıcı düşünceler geliştirip, kendimizi nasıl mutsuz edebiliriz?” de diyebilirsiniz. Ama olan budur. Yaşam amacımızın en derinine indiğimizde amacımızın mutlu olmak olduğunu görürüz. Mutlu olmanın ardından tatmin olmak gelir. Tatmin ise ne istediğini bilmekten geçer. Kaderimizi belirleyen seçtiklerimizdir dedik. Bir de diğer açıdan bakarsak vazgeçtiklerimizin de kaderimizi belirleyenler olduğunu görürüz. Şimdi, yaşam amacımızın mutlu olmak olduğu gerçeği ile kaderi aynı çerçeveye koyduğumuzda büyük resimde ne görüyoruz? Okuyup adam olma telaşı, üniversite kazanma stresi, iyi bir evlilik yapmak, mutlu bir yuva kurmak, iyi bir iş bulup para kazanmak, iş yerinde yükselmek, işi büyütmek, çocukları büyütmek, geçim derdi ve daha birçokları. Nerede kaldı kendi istek ve hayallerimizi gerçekleştirmek? Bizi neyin mutlu edeceğini hiç düşünmedik, mutlu olmak için düşünmemiz gerektiğini bile fark etmedik. Mutlu, huzurlu ve keyifli bir yaşam en büyük hakkımız olmasına rağmen yapmadık, yapamadık. İçimizde bir şeyler bizi hep uyandırmaya çalıştı ama önceliklerimiz bu sesi duymamızı engelledi durdu. Yaşamın rutini içinde hayallerimiz, isteklerimiz, hedeflerimiz hep ertelendi. Önceliğimiz hep başkaları ve başka şeyler oldu. Kendimizi unuttuk, kendimizi boş verdik. Bize çoğu zaman yapabileceklerimizin sınırsızlığı değil yapamayacaklarımız söylendi. Kendimize olan inancımız başkalarının sözleri ve gözleri ile günden güne azaldı. Üzerine bir de engeller koyduk. Olumsuz düşünülen herşey bir iç engeldir. Ve herşeyden önce işe bu iç engellerin kaldırılması ile başlamak gerekir. Bunun için de inançla “Ben güçlüyüm, yapabilir, başarabilirim” demek, ardından dış sesleri duymamak ve başlamak için en uygun zaman diye bir şey olmadığını bilerek şu an başlamak kapıyı kendine açmaktır. Ardından yapılacak denemeler, inanç ile beraber içinde bulunduğumuz korku ve çaresizliği yok etmeye başlayacak ve huzuru da beraberinde getirecektir. Bu yolda yürürken acele etmemek, zaman zaman plan değişikliği yapma cesaretini gösterebilmek, hedefe odaklanmak, denemek, çabalamak, çabasız sadece inancın bir şeye yaramadığını özümsemek, mutlu olmaya odaklanmak bize yardımcı olacaktır. Helen Keller diyor ki; “Hayat ya cesur bir denemedir ya da hiçbir şeydir, hata yapmayanlar, hiçbir şey yapmayanlardır.” Denemelerimizin sonuçları bizi her zaman mutluluğa götürecek diye bir şey yok. Öyle olsaydı tekrar tekrar dener miydik? Daha fazlasını keşfedip, daha derinlere inebilir miydik? O yüzden hayatın bize getirdiklerini iyi ya da kötü diye etiketlemeden olduğu haliyle görmeye çalışıp, işte yeni bir fırsat deyip üzerine derin bir nefes alıp harekete geçmek bizi kendimizle, bütünle, yaradanla ilgili bir katman daha görmeye, anlamaya götürüyor.

İlişkiler ve hep aynı hatalar
Kaldığımız noktadan ilişkilere geçtiğimizde ise durum yine aynıdır. Okuyuculardan gelen e-posta ve mesajlara baktığımızda aynı hatayı tekrar tekrar yaptıkları ilişkilerden bahsetmişler. Bu noktada genel olarak söylenebilecek en önemli şey, kişinin önce kendisine “Ben neden hep aynı şeyleri yaşıyorum?” sorusunu sormasıdır. Burada yeteri kadar kalıp, kişi kendi içinde gözlem yapamaz, üzerini örtüp devam etmeye kalkarsa benzer şeyleri hayatına çekmeye devam edecektir. Bunun bir sınav olduğu bilincine varan kişi ise kendi içine dönerek korkularıyla yüzleşecek, acıyı görmezden gelmeden içinde kalarak dönüştürecektir. Kurban rolüne girmek sadece zaman kaybettirir. Yeni gelecek deneyimi değiştirmez. O yüzden kendinizle çalışmak, kim olduğunuzu görme cesaretini göstermek için artık bahaneleri ve sızlanmaları bir tarafa bırakma zamanı, ‘beni yaşama’ zamanı geldi. Aldatıldım, küçük düşürüldüm, haksızlığa uğradım… Ve daha niceleri… Evet bunların hepsi oldu. Hepsi yaşandı. Peki ya şimdi?! Başına gelenlerin sorumluluğunu üzerine alıp, sen olarak, sorumluluk ve bilinçle devam etmek mi? Yoksa…

Ve Jung yine der ki;
“Sadece evin yolunu bulabilmiş olanlar bu yolu başkalarına gösterebilir. Kendi yolunu kaybetmiş bir kişi kötü bir rehberdir. ‘Bilgisi olmayanların iyi niyetli oldukları sürece dünyaya iyilik edeceklerine’ inanan eşitlikçi iddiayı geçersiz kılan da bu gerçektir. Uzun vadede yalnızca bilenler işe yarar, iyilikler sunabilir çünkü onlar yürüdükleri için yolu bilen kişilerdir.” Sevgi ve ışıkla…

“Kendinizle çalışmak, kim olduğunuzu görme cesaretini göstermek için artık bahaneleri ve sızlanmaları bir tarafa bırakma zamanı, ‘beni yaşama’ zamanı geldi.”


Pozitif Dergisi 2015/05

Yorum Ekle