Çocukken, Adile Naşit-Münir Özkul’unki kadar büyük ve uzun sofraların hayalini kurup bugün bu hayallerini hayata geçiren, şen şakrak bir ailenin babası Bülent Şakrak… Okan Ali, Melisa ve Ceyda Düvenci ile birlikte enerjileri, ışıkları, muhabbetleri bize ilham oluyor.
MÜRSEL ÇAVUŞ
Sıcacık bir aile onlarınki… Enerjileri ekrandan, sosyal medyadan taşıp evlerimize kadar ulaşıyor. Bülent Şakrak “mahallemizin çocuğu” gibi hissettiğimiz, her daim muzip, komik, neşeli biri… Eşi Ceyda Düvenci de sıcak, samimi ve içten… Uyumları ve muhabbetleri çok güzel… Böyleler böyle olmasına da kat ettikleri uzun bir yol var arkalarında; olmuşlukları, farkındalıkları, kendilerini bu haliyle var etmişlikleri var. Bize asıl güzel gelen de bu galiba… Bu ailenin hayata, ailelerine, gelene, olana nasıl baktıklarını merak ettik. Kız tarafını daha önce dinlemiştik, şimdi de söz erkek tarafında…
Soyadınıza bakılırsa şen şakrak olmak genetik bir durum… Soyadınızın hikayesi ne?
Soyadı kanunu çıktığında herkes kendine soyadı seçmiş, büyük dedelerimiz ise seçememiş, onlara, “Siz şakraksınız” diye vermişler bu soyadını… Babamdan dinlediğim tek hikaye bu, çok da memnunum, sahne soyadı gibi duruyor. Şen şakrak olmakla birlikte realiteleri olan bir ailede büyüdüm. Geçim derdi olan, hatta çocukluğumda, gençliğimde orta seviyenin altı diyebileceğimiz bir yaşamımız vardı. Olabildiği kadar kendi yağında kavrulan, bu coğrafyada yaşayan herkes gibi hüzünleri olan… Ama neşemizi hiç kaybetmiyoruz tabii, ayaktayız!
Kalabalık bir aile miydiniz?
Tam tersine küçük bir aileydik, şimdi büyük olmaya gayret ediyoruz. Adile Naşit-Münir Özkul’unkiler gibi uzun ve büyük sofralar hayal ederdim. Bu anlamda çok şanslıyız. Eşimin de benim de çok güzel dostluklarımız var, bugün o masaları kurabiliyoruz. Arkadaşlarımız, ailemiz, annem, çocuklarımız… Kayınvalidemkayınpederimle iyi ilişkiler içindeyiz. Çok şükür, eşle dostla birlikte statlara sığmayız yani (kahkahalar), öyle söyleyeyim!
Bir de “mahallemizin çocuğu” hissi uyandırıyorsunuz insanda…
Ben Gemlik’te büyüdüm. 1995’te İstanbul’a geldik, o zamana kadar Gemlik daha da küçük bir yerdi ve sokakta herkesin tanıdığı, “Annen çağırıyor, eve git” denen çocuklardan biriydim. Gemlik’in öteki ucunda olsam bile annemin seslendiği haberi gelirdi hemen bana. Mahalle çocuğu olmak için bir gayretim yok, net öyleyim yani!
Tiyatro 18 yaşında başlıyor değil mi?
Evet, Kartal Sanat İşliği’nde amatör olarak başladım, Çetin Etili sağ olsun. Hayatımdaki önemli kişilerden biridir. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde kısa bir yaz kursuna gidip konservatuvara girdim. Sonra Kenter Tiyatrosu, sonra, sonra, sonra derken şimdi Demet Evgar, Okan Yalabık ve Engin Hepileri ile müşterek kendi tiyatromuzu kurduk.
Okan Bey oğlunuzun isim babası… O kadar da samimisiniz…
Tabii Okan Ali oğlumun adı. Kız olsaydı da Demet koyardım zaten. 20 senelik arkadaşız biz. Aynı zamanda hem hayat arkadaşıyız, -düğünde-cenazede diye tabir ediyoruz- hem iş arkadaşıyız. Benim çocuklarım Demet’e “hala”, Okan’a, Engin’e “amca” diyecek. Okan her şeyi paylaştığım dostum, çocuğumun adı Okan olsun çok istedim. Biz daha bebek hazırlığı yapmaya başladığımızda Melisa, “Ali olacak” dedi, kız ya da erkek diye sormadık, “Ali gelecek” diyordu hep. Bir de Alilerin Ali’si var. Hz. Ali’yi çok severiz biz ailecek. Dolayısıyla Okan Ali oldu böyle…
Röportaja hazırlanırken bütün gün videolarınızı izledim. “Art Niyet”te eşiniz programa el koyuyor. Evde de böyle mi bu?
Aynen böyle! “İtaat et, rahat et” mutlu evliliğin sırrı… (Kahkahalar) Bizde son sözü her zaman ben söylerim, “Peki karıcığım!” Dolayısıyla her şey çok yolunda. Siz sormadan söyleyeyim, bizimkisi gerçekten bir aşk hikayesi. Ben karıma çok aşık bir erkeğim. Ceyda ile ilgili herhangi bir konu benim için tartışmaya açık değil, Ceyda’ya bile değil bazen. Ben Gemlikliyim, o Bursa Kemalpaşalı, aynı coğrafyanın çocuğuyuz. Ortak bir dilde de çok anlaşmış durumdayız. Mesleki olarak da hayalini kurduğumuz yerlerdeyiz ikimiz de… Ben büyük hayalleri olan biri değildim, dostlarımla, arkadaşlarımla çok istediğim gibi çalışıyorum, yaşıyorum, kazanıyorum. O da öyle… Bir de enteresan bir zekası var, iktisat mezunu olmasının eve katkıları büyük. İkimizin bir araya gelmesi muhteşem oldu.
Her şey çok denk gitmiş de bir de aranızda bir muhabbet var…
Var tabii, muhabbet olmadan olmaz zaten. 20 yıldır aynı sektörde, aynı işi yapan iki insanız. Ben daha çok tiyatro yaptım gerçi. Tanıştığımız “Aşkın Kanunu” dizisine gelene kadar herhangi bir yerde hiç karşılaşmadık. İkimiz de birbirimizi televizyondan tanıyorduk sadece. Bir kere Anadolu Hisarı’nda onlar Umutsuz Ev Kadınları’nı çekerken setlerini görmüştüm, Ceyda karavana binerken arabayla önünden geçiyordum, o beni görmedi tabii ve “Ne hoş, ne tatlı kadın” demiştim. O zaman böyle bir düşünce yoktu tabii…
İlk tanışma anını hatırlıyor musunuz?
Çok medeni bir sohbetle başladı her şey. Duyguları olduğunda çok kendine saklayabilen biri değilim. Kişisel hayatımda neysem oyum. Hoşlanmıyorsam orada olmam, hoşlanıyorsam da oradayımdır. Ceyda’ya olan ilgimi fark ettiğimde hemen söyledim, bir kadın olarak tabii ki ilk başlarda özenli ve dikkatli davrandı bana ama sonra… Bence çok tatlı bir çocuğum (kahkahalar), çabuk tuttu elektriğimiz… İşin içinde yalan, riya olmayınca kendiliğinden oluyor her şey.
Spontan bir haliniz var, Ceyda Hanım da ajandalara bağlı bir hayat yaşıyormuş. Birbirinizi bu konuda törpülediniz mi?
Onun programlı hali bizim ev düzenimizi, hayatımızı çok kolaylaştırıyor, konforumuzu sağlıyor fazlasıyla. Bunu görmezden gelmeye zekam müsaade etmez. Kadınlar efsane şeyler zaten, Ceyda gördüğüm en mükemmel kadınlardan biri. Ben de umursamaz biri değilimdir. Tiyatronun verdiği bir disipline aitiz biz de, program benden ötürü aksamaz, randevularımı asla unutmam ama onun gibi ajandalara bağlı kalmıyorum. İki zıt kutup muyuz? Bence değiliz, sadece farklılıklarımız var diyebilirim.
“Eşim şöyle olmalı” gibi bir hayaliniz var mıydı?
Hayır.
Ceyda hanım nasıl geldi sizce?
Başından beri macerasıyla, cesaretiyle, kadınlığıyla ve Ceydalığıyla, bana arkadaşlığıyla ilk andan itibaren başıma gelen en güzel şey! Nereden geldiyse bin şükür getiren Allah’a! İyi ki geldi.
Bir dönem ünlü babalarla röportaj yapmak istedim. Ünlü erkekler nedense çocukları ile çok göz önünde olmak istemiyor. Belki yakışıklı erkek imajı gereği, belki ailelerini koruma, göz önünde bulundurmama adına… Bir geneli sormak istiyorum, neden böyle diye, bir de sizin yaklaşımınızı merak ediyorum.
Neden böyle olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Belki ben yakışıklı erkek kontenjanına girmediğim içindir, bilemem. Kendi adıma ailemle bir arada olmak ve ailemle görünmek benim için güzel! Erkekler aileyle ilgili şeylerden imtina ediyor olabilirler çünkü aile ve babalık meselesiyle ilgili ortamda erkeğe tanınan çok fazla şans da yok ama… Anneçocuk diye düşünüldüğünde her şey anne üzerinden ilerliyor memlekette. Çocuğun taşındığı koltuklar bile çok kadınsı, babaya ait materyal yok. Bir erkeğin sevebileceği mama çantası, bezlerin konacağı bir şey yok. Onları kendi kendime buluyorum. Bebek malzemeleri üreten bir firma sahibi ile tanışmıştım, ona “Kamuflajlı yada düz siyah bir kanguru neden yapmıyorsunuz?” diye sordum. Neden bunun bir babaya hediye edilmesini sağlamayasınız ki? Ben çocuk mağazasına girdiğim zaman her şey anne-çocuk için. Sonra da diyorsunuz ki, “Babalar da ilgisiz!” Baba için alan yok ki, onlara sempatik gelen bir şey mesela… Ben buluyorum onu, ben oyuncuyum ama… Benim hayatım oyun, dekor ve aksesuar üzerine. Oğlumu omuzuma attım, elime de bir tespih aldım, ne külhanbeyi, ne bir şey, başka bir şey olduk biz, komik olduk, herkes sevdi ama o benim bulduğum bir yer.
“ Birinin gidip bir hayvana tekme atmasını nasıl anlayamıyorsam çocuğumla ilgilenmenin lüks olmasını da anlayamam”
Kadın çocukla ilgili fazla sorumluluk alıyor tamam ama babalarda da beş dakika oynayıp gideyim modu yok mu?
Bu bir realiteyse, erkekler genelde böyleyse bilmiyorum, ben öyle değilim. Bebek gece uyandığında beraber kalkıyoruz biz. Birinin gidip bir hayvana tekme atmasını nasıl anlayamıyorsam çocuğumla ilgilenmenin lüks olmasını da anlayamam. Onlarınki değil benim yaptığım “normal” olan.
Bu gördüğünüz şey mi yaptığınız şey mi peki?
Babamla aramız iyiydi, kıyak adamdı. İlk rakımı da onunla içtim, maça da onunla gittim. 70 yaşında kaybettim onu, ben 30 yaşındaydım, 25-30 arası delikanlılık meselemde onunla fena vakit geçirmedik. Denemek istediğim her şeyde yanımda annem de babam da oldu, ikisi de beni üzmedi. Benim de mutsuzluklarım oldu, genelde de geçinemezlerdi ama belki de onların o hali bugün bu kadar mutlu olmama vesiledir, bunları hesaplamadım ki ben! Hayatımın kadınını buldum, evlendim. Ceyda’nın hayalini kurduğu her şeyin arkasındayım. Çocuklarımızla kendimize kurduğumuz bir kalemiz var. O kalenin içinde erkek olarak vazife mi, görev mi her neyse onları yerine getirip gülelim diye komik olmaya çalışıyorum. Bütün mesele bu! Fena da sayılmam, komiğim de!
Melisa ile aranız nasıl?
Melisa bizim hayatımızın en önemli şeyi, karımın kıymetlisi, harika bir çocuk, benim de bu hayattaki en yakın arkadaşım. Eminim ben de onun için öyleyim çünkü çok iyi bir de babası var. Onunla da gayet iyi ilişkiler içerisindeler, harika takılıyorlar. Melisa’nın mutlu olmasına yetecek çok güzel bir kalabalık var çevresinde… Bunu bir kez daha söylüyorum. Normal olan bizim yaptığımız. Melisa bizi her zaman çok mutlu ediyor, ona çok şey borçluyuz. Ortada özel bir durum varsa eğer, bu tamamen Melisa’dan kaynaklı… Çocuklar insana çok şey öğretiyor, hayvanlar, ağaçlar, doğa, Allah… Açarsan gözünü, öğrenmeye devam ediyorsun. Doğru bakarsanız doğru oluyor!
Gündelik hayatını yöneten her şeyi yönetir derler. Nasıl yönetiyorsunuz? Gelen gelsin, ben çaresine bakarım der gibi bir duruş sezdim sizde…
Doğru, gelsin, hallediyorum. Doğanın bize verdiği bir gücümüz, bir olma çabamız var. Çalışıyoruz ve kendimizi geliştiriyoruz tabii ki. Onun ekmeğini yiyoruz sonra da. Bu akışın içinde de birtakım inişler, çıkışlar oluyor. Ondan gelenlere güçlü durmaya çalışıyoruz, hazırlıksız değilim ama çok da büyük bir hazırlığım olduğunu da söyleyemem.
Ceyda Hanım spiritüel alanla da ilgileniyor gördüğüm kadarıyla…
İkimizde de var bu. Kendi buluşumuz bile olabilir, spiritüel dediğiniz şey zaten biraz da kendini keşfetmekle ilgili, benim yalnızlığımla aramda. Oralara girmeyelim. Sadece şunu söyleyeyim, Allah beni hiç kırmaz, onu söyleyebilirim. Bin şükür, ne istediysem oldu hep.
“ ‘Güçleştiriyorsa güzelleştiriyordur’ derler ya, ben buna çok inanırım.”
Olmayan da hayırlı olmadığı için olmamıştır…
“Güçleştiriyorsa güzelleştiriyordur” derler ya, ben buna çok inanırım.
İyi baba, iyi eş olmak ne demek sizin için?
Bu çok iddialı bir soru, bununla ilgili bir yorum yapmayayım ben. İyi bir baba, iyi bir eş olmaya çalışıyorum. Bunu da çok içimden gelerek yapıyorum, umarım iyiyimdir ve iyi olmaya devam ederim. Nasıl olur, nasıl biter bilemem ki, söylenmez yani…
Kendinizi var etmekle ilgili nerelerden besleniyorsunuz?
Ben hep oralarda akıştayım. Kendimi ait hissettiğim tiyatro var, oyunculuk var. Çocukken ne olacağımı hiç düşünmemiştim, annem subay olmamı isterdi, olmayacağımı bilirdim. Oyunculuk, çocukluk hayalim değildi, lise bittikten sonra karar verdim. Hatta küçük teyzem vesile oldu. 18-19 yaşında bir Bülent olarak Kartal Tiyatro İşliği’ne harçlığım çıkıyordu, iyiydim yani. Profesyonel dalgıcım aynı zamanda, sudan çok besleniyorum, denize ölürüm yani. Bir de klasik arabalar, sanayiler çok kendimi bulduğum yerler. Erkan Can yüzünden oldu o da, toplayıp satmak falan çok eğlenceli. Çok seviyorum .
Bir dördüncü madde daha var sanki!
Gemlikliyim, bir de zeytin var.
Sorunlarla başa çıkma yönteminiz ne?
Soruna göre değişir, çok nefesim daralırsa Allah’a sığınıyorum.
“ Ben 40 yaşındayım, harika bir ailem var, onlar olmadıktan sonra ne önemi var ki bu kadar koşturmanın, çalışmanın, mesleğimin, biriktirdiklerim”
Bazı insanlar sırf aile için yaşar, bazıları kariyeri ya da kendisi için yaşıyor. Siz?
Bir yerden sonra iş kendin için yaşamaktan çıkıp aile için yaşamaya dönüyor mu yoksa doğalı mı bu; onun için bir şey diyemem. Ben 40 yaşındayım, harika bir ailem var, onlar olmadıktan sonra ne önemi var ki bu kadar koşturmanın, çalışmanın, mesleğimin, biriktirdiklerim… Beni alkışlayacak bir karım, çocuklarım olmadıktan sonra ne önemi kalır bütün yaptıklarımın? Bunların her biri göreceli tabii, herkesin fikri farklı olabilir, benim için bu böyle…
Para kazanmak ne anlam ifade ediyor sizin için?
Çocuklarımızla iyi bir hayat yaşamak, belli bir konforu onlara sağlamak için paraya ihtiyacımız var ve bunun için karı-koca beraber çok çalışıyoruz. Her şeyi de evimiz ve ailemiz için yapıyoruz. Maddenin yok olduğunu da söyleyemem, maddeci biri değilim de diyemem ama kesinlikle hayatımızın birinci sırasında değil. Dalgıçlıktan, araba alıp satmaktan, ekstra sunuculuk işlerinden kazanıyorum. Meli Melek ajanda var, onun için Ceyda’nın bir şirketi var, bizim şirketimiz aslında, çocuk kitabı da yazdı falan filan…
“ Bir gün bir yerde oturup ayaklarımızı uzatmak istiyoruz. Huzurlu bir yaşlılık hayal ediyoruz.”
Gelecekle ilgili planlarınız ne?
Bir gün bir yerde oturup ayaklarımızı uzatmak istiyoruz. Huzurlu bir yaşlılık hayal ediyoruz. Çocuklar büyür, işlerine bakar. Biz de denize gireriz, zeytin toplarız, belki tavuklarımız, keçilerimiz olur ya da bunların hiç biri olmaz çok gezeriz belki. Bilmiyorum ki! Şu anda çalışıyoruz, şu anki gündemimiz bir arada kalıp sağlıkla çocuklarımızı büyütmek. Ondan sonrası kısmet!
Gezmeyi de çok seviyorsunuz galiba. İki kişi mi gidiyorsunuz? Yoksa maaile mi?
Gezmeyi kim sevmez. Genellikle maaile gidiyoruz. Ceyda ile baş başa gittiğimiz tatil sayısı ikiyi-üçü geçmez.
Kitap okumaya, film izlemeye vakit kalıyor mu?
Tabii tabii… La Casa de Papel’i izlemeye başladık. Arkadaşlarımızın işlerini takip ediyoruz. Hamilelik ve sonrasında bir süre çok sosyal olamadık. Doğum için Amerika’ya gittik bir süre… Dolayısıyla çok oyun seyredemedik bir dönem. Mümkün olduğunca yatmadan önce bir şeyler okumaya gayret ediyoruz. Ben Homo Sapiens okuyorum mesela, biraz geriden geliyoruz ama kendimizi geliştirmek için çabamız var hep.
Ya yeni projeler?
Yeni bir proje üzerine çalışıyorum, yine güzel bir haberimiz olacak yakında…