Eski Çin tıbbı ve kadim felsefelerin beslenmeyle ilgili deneyimlerini potasında eriten ve modern yaşama uyduran makrobiyotik, beslenmenin en sade şekli. Bir Zen hali içinde beslenmeyi öngören makrobiyotikte esas olan, yemeğin, mevsimin lezzetini almak, var olanı tatmak…
Yazı: Aytaç ÖZKARDAŞ GOZZI
Fotoğraflar: Ozan KUTSAL
Madonna, Barbra Streisand, Nicole Kidman gibi birçok ünlü ismin sağlıklarını koruyabilmek, enerjik ve daha genç kalabilmek için başvurduğu makrobiyotik beslenme binlerce yıllık bir temele sahip. Makrobiyotiğin felsefesini ve sağlıklı bir yaşam için neleri önerdiğini anlamak için konunun uzmanlarından Ümit Gürel’in kapısını çaldık. Makrobiyotik beslenme ve shiatsu terapileri konusunda danışmanlık yapan, atölyeler düzenleyen, insanlara nasıl daha iyi bir mutfağa sahip olabileceklerini anlatan Ümit Gürel, Büyükada’daki evinde sorularımızı yanıtladı, makrobiyotik beslenmeye örnek olabilecek tabaklar hazırladı…
Makrobiyotik beslenme nedir?
Sağlıklı yaşama götüren bir beslenme ve yaşam biçimidir diyebiliriz. Makrobiyotik ‘Tao’ ustalarının sağlık ve uzun yaşam prensiplerini mutfağımıza ve yaşamınıza uyarlama sanatıdır. Çin tıbbını, felsefesini ve kadim bütün felsefelerin içerisinde olan dönüşümleri kullanır. Binlerce yıllık geçmişi vardır ve ustadan çırağa aktarılan kadim bir öğreti olarak gelenekte devam etmiştir. Tükettiğimiz gıdalar sağlık, mutluluk ve ömrümüzün uzunluğunu doğrudan etkiler. Makrobiyotik belirli bir diyeti körü körüne takip etmek değil, besinlerin sağlığımız ve huzurumuz üzerindeki gerçek etkisinin gözetilmesidir.
En temel özellikleri nelerdir?
Tam tahılları temel besin olarak kullanır. Sebze ve baklagiller tamamlayıcı ve gerekli besinlerdir. Aşırı işlem görmüş gıdaların kullanılmasını önermez. Az ya da doğal işlem görmüş tam gıdaların kullanımı esastır. Aynı zamanda bir yeme biçimidir de. Aşırı yemenin önüne geçecek olan iyi çiğnemenin önemini vurgular. Ne yediğiniz kadar nasıl yediğiniz de önemlidir.
Tarihinden biraz söz edebilir misiniz?
18 yaşındaki George Ohsawa fakir bir Samuray ailesinin oğludur, tüberküloz olur. 1800’lerin sonunda tüberkülozun tedavisi keşfedilmiş değildir henüz. Ölüme terk edilir. Bir Japon şifa ustası onu himayesine alır ve iyileştirir. Ohsawa, bu şifalanma üzerine hayatını bu işe vakfeder. Zen öğretisi ve besin enerjileri ile beden enerjilerinin dengelenmesi sanatı üzerine çalışır ve bu konuda ustalaşınca batıya gönderilir. Fransa’dan başlayarak öğretisini anlatır. Ancak unutulmaması gereken makrobiyotiğin ilk çıkış noktasının Zen olduğudur. Mistik aydınlanma, dönüşüm, psişik arınma sistemidir. Ve bunu besinleri de kullanarak yapar. Nitekim bütün manevi yollara bakın, hepsi muhakkak besinleri düzenlerler. Mesela oruç vardır, “uruç” yani yükselme kelimesinden gelir. Nasıl yükselirsiniz? Safraları, fazlalıkları atarak…
Makrobiyotik de böyle bir arınmanın peşinde mi?
“İnsanın bağımlılıkları onun en büyük düşmanıdır” der bir söz. Biz insanı bağımlı olduğu hususlardan daha az hasar verecek alışkanlıklara doğru kaydırmaya çalışıyoruz. İnsanda meydana gelen rahatsızlıklar uyarıcı niteliktedir ve karakterine ilişkin bir problemi gösterir. Bu problem ortadan kaldırıldığında hasar da ortadan kalkacaktır. Vücudumuzdaki biyokimyasal süreçler “Ben şunu istiyorum”, “Ben şuna öfkelendim” olarak ortaya çıkar. Bağırsaklarımızdaki sinir hücrelerinin toplamı omurlarımızdaki sinir hücrelerinin toplamından daha fazladır. Bağırsaklarımıza duygusal beynimiz de denilmekte. Bunu bir örnekle izah edeyim; mesela sigarayı bırakmak istediğinizde ilk 21 gün nikotin üretemez sistem, bu yüzden 21 gün boyunca çok kötü hisseder, ben şöyle değersiz bir insanım ile başlayıp zaten hiç sevilmedim ki gibi tamamen duygusal sonuçlara varmaya başlarsınız. Aslında bunun sebebi nikotinin sisteme katılmaması, dolayısı ile sistemin yavaşlayıp tortuların ortaya çıkmasıdır. Bunlar sen değilsin, bunlar senin duyguların değil, bunlar atıklar. Ve mucize bir şekilde 21 gün sonra kendinizi iyi hissedersiniz. Kısaca, duygusal alandaki dengeyi sağladığımız zaman kendimiz karar verecek noktaya geliriz.
Makrobiyotik beslenme nasıl bir rol oynuyor insanın ruh hali üzerinde?
Serotonin-dopamin sistemini dengelediğinden iç barışa uygun ortam hazırlar. Aşırı uç enerjilerde savrulan ruh halini orta enerjilerle buluşturur. Dış barış ancak iç barışın sağlanmasıyla mümkündür. Bizim gayemiz burada tahterevallinin ortasına oturmak. Zira bir ucunda çok tuzlu karşıtında ise çok tatlı gıdalar vardır. Örneğin kebap yedin, sonra tatlı bir şey yeme ihtiyacı duyarsın. Tahterevallinin bir tarafına oturdun çöktü, şimdi öbür tarafına oturuyorsun. Bizim gayemiz bunu dengelemek, böylece daha az dalgalı bir denizde seyran etmek. O zaman dingin bir enerjide değerlendirme yapabilirsin. Kendin ve kendin olmayan arasındaki ayrımı sezersin, ama çok dalgalı bir durumda bunu yapamazsın. Diktatörlerin en sevdiği dönemler savaş dönemleridir. Çünkü savaşta zaten kimse oturup o ayrımı yapamaz, kimse bireysellikten, özgürlükten bahsedemez. Bizim yaşamımızda da öyledir, iç dünyamızda bir kaos varsa maddi zenginlik, bolluk içerisinde olsak da yine de denge, huzur şansımız yoktur. Huzur kelimesi çok önemli. Huzur, hazırdan gelir. Hazırda var olanı idrak etme şansımız yoktur, hep geçmişe bakar hüzünleniriz, geleceğe bakar endişeleniriz ya da ümit ederiz. Makrobiyotik kan kimyasallarının doğru beslenme ve doğru yaşam ile değiştirilmesi sonucu yani sinir sistemindeki (nöronlar arasındaki) bilgi akışını sağlayan kimyasalları (nörotransmiterleri) dengeler. Ağır değişimler ve ani iniş çıkışlar yerine beyin kimyamızda sağlıklı duygusal gezintilerin yaşanabileceği ortamı oluşturur. Depresyon ve hatta şizofrenilerde dahi makrobiyotik beslenme ve yaşam ile iyi netice alınabilmiştir.
MAKROBİYOTİK VE LEZZET
“İki tip lezzet vardır. İlki her birimizin yaşamında en sık deneyimlediği kültürel, ailevi alışkanlıklarımız sonucunda bizde olumlu ve olumsuz çeşitli hatıralar uyandıran lezzet. Önyargılarımızın beşiği buradadır. Mesela lapa bize hastalığı çağrıştırır ve önyargısal olarak pek sevmeyiz. Bir de alışkanlıklarımızın ötesinde, doğrudan kimyamızla ilişkili bir lezzet anlayışı vardır. Bunlar bedenimizin bulunduğu koşullara uyumlanması için bütün varlığı ile tercih ettiği lezzetlerdir. Kültürel değil fizikseldir. Ancak duygusal arka planlarımızla oluşturduğumuz alışkanlıklarımız bedenimizin bu doğal tercihini perdelemiş ve hatta kimyamızı dahi bu doğal lezzetleri alamayacak şekilde bozmuştur. Aşırı tatlı ya da tuzlu gıdalar gibi tükürük bezlerimizdeki lezzet kimyamızı değiştiren gıdalar buna örnek olarak gösterilebilir. Makrobiyotik, fiziksel ve kimyasal yapımızın uyumlanma ihtiyacı içinde aradığı lezzeti yeniden bulmanın ve lezzet anlayışımızı yeniden inşa etmemizin yollarını bize gösterir. Bizim için doğru ve güzel olanı sezecek algı ve idrak perdesini aralar. Böylece maddi ve manevi bütün besinlerimizi başkasının görüşüne muhtaç olmadan, doğru ölçüyü bularak seçebiliriz.”
Neden makrobiyotik ismi verilmiş?
“Makrobiyotik kelimesi, Yunanca ‘makro’ (geniş, büyük, uzun, büyüklük kavramı) ve ‘bios’ (yaşam) kelimelerinden türetilmiş. Makro eski dilde ‘kübra’ kelimesinin karşılığıdır, bütünsel hayat anlamına gelir. Makro, bir hadiseye her zaman daha üst bir plandan bakabilmek demektir.”
Makrobiyotik beslenmede aşırı uçlar yok, daha sade bir anlayış mı hakim?
Aslında bu kişiye göre, hastalığa göre değişir. Üç temel şey var; ‘constitution’ yani doğuştan getirdiğin yapı, ‘condition’ şimdiki durumun, bir de ‘habitat’ yani çevre… Bir örnek vereyim. Karadeniz’deki dağ köylerini ziyaret ettiğimde gözlemliyorum. Bir inekleri var, kadın ilerleyen yaşına rağmen hala çalışır, hayvanına ot getirir, besler, sağar, sağdığı sütle mıhlama yapar, tereyağı yapar, çay kırar ve bunlarla yaşar. Erkekler de ormanlar onlara yasaklandığından beri cami , ev kahve arasında gider gelir. Biri çalışıyor, yani bir spor kulübüne gittim, çok iyi ter attım değil, samimi çalışıyor. Ama kadın ve erkek aynı şeyi yiyorlar. Biri 90 yaşına kadar yaşar, diğeri 50’lerinde kalpten gider. Normalde adamın bedensel aktivitesine uygun olarak çok hafif beslenmesi lazım. Demek istediğim beslenme biraz kişinin kendi yaşam hareketi ile ilgili. Mesela süt makrobiyotikte asla önerilen bir şey değil. Ama o kadın sütü kendi hayvanından sevgiyle ve büyük bir emekle elde ediyor. Neye emek verirsen onu seversin, insan kendi emeğine âşıktır. Endüstriyel süt ile o sütün kaynama derecesi arasında bile fark var, ayrıca antibiyotik kullanılmaması da önemli.
Makrobiyotik beslenmede dikkat edilen başka noktalar neler?
Mevsiminde besinlerle beslenmek, etrafınızda yetişen besinlerle beslenmek, çiğneme sayısını yüksek tutup salyanıza mutlaka besinin karışmasına izin vermek, gece yemek yememek… Burada şunu söylemek gerekiyor, geç yemek vücutta kalsiyum dengesini bozar. Vücudumuzda bir sensör sistemi var, doğal ışık ortadan kalktığında sindirim yüzde 70 civarında zayıflıyor, yediğiniz şeyleri sindiremiyorsunuz, sindiremediğiniz hadise sisteminizde asit yapar. Kendi tabipleri olarak insanlara önerebileceğim şey bir asit ölçer almaları ve idrarlarını ölçmeleri. Bir sorun varsa neden diye düşünmeye başlayacaksın. Bunun dışında patlıcan, domates, biber gibi gece büyüyenler ailesi de önerilmez makrobiyotik beslenmede. Bunlar topluma hemen yayılır. Oksalik asit içeriği çok yüksektir, çok fazla tüketilmesi kalsiyum sistemini bozabilir.
Besin kombinasyonları önemli mi?
Karbonhidrat ile proteini karıştırmamak önemli. Bunu insanlar duydu artık. Mesela sandviç tok tutar çünkü kolay kolay sindiremezsin. Kuru fasulye-pilavda da böyledir. Fakir toplumlarda bu tip yemekler daha ön plandadır. Ekmek hakikaten en büyük cezalardan biridir, aynı zamanda harikulade bir şeydir. Ekmek anadır. Ona duyulan saygı, insanların yerden alıp öpmeleri emeğe saygı değildir, onu düşünse zaten bambaşka bir dünyada yaşıyor olurduk. Ama o neyi düşünüyor; annesini. Tek kutsalı vardır ilk insanın, annesi. Ekmek bağımlılığı ile anne bağımlılığı beraber koşar. Musevilikte hamursuz vardır, mayasız, unsuz yerler. Mayasız yemek asiditeyi azaltır, sindirim kolaylaşır. Özellikle pufuduk ekmekler en zararlısı. Kolay sindirilmiyor, bağırsaklarda karbondioksit oluşumuna, çölyak gibi rahatsızlıkların ortaya çıkmasına neden oluyor, oniki parmak bağırsağında villileri, yani sindirimi yapacak hücreleri hasara uğratıyor.
MAKROBİYOTİK BESLENMENİN FAYDALARI
1- Çeşitli batı ülkelerinde, ABD ve Japonya’da bir anti-kanser rejimi olarak kabul ediliyor. Kan şekeri üzerinde olumlu etki yaparak şeker rahatsızlıklarının tedavisine yardımcı oluyor.
2- İç barışın sağlanmasına katkıda bulunuyor.
3- Güzellik, enerji ve doğru kiloya kavuşulmasına yardımcı oluyor.
4- Asit alkali dengesini sağlıyor.
5- Besinlerdeki vitamin ve minerallerin sindirim organlarınca sisteme alınabilmesini sağlıyor.
Et tüketimi ve vejetaryen/vegan beslenme ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Birçok vegan B12 eksikliği yüzünden hasara uğruyor. Kendi vücutlarında hasar olduğu gibi çocuklarında, özellikle ikinci çocuklarında hasar olabilir. Çünkü B12 depolanabilen bir hadise, ama beş yıl içinde tükenebiliyor. Diyorlar ki yosundan alırsın. Tam vegan yaşayan hiçbir toplum yoktur. Hepsi bir şekilde az ya da çok et yemiştir. Mesela hiç et ya da hayvani ürün yememek tarikat tarzı sistemlerde vardır. Ben de o tip sistemlerde bulunmuştum. Neden? Meditasyon yapmayı kolaylaştırmak için eti tamamen kesersin, aydınlanma sürecinde et ve yağ olmadığında görüler ve vizyonlar artabilir. İkinci şey enerjiyi düşürürsün, mutlu mesut herkes kuzu gibi devam etsin diye. Biz biliyoruz ki bir canlı inorganik beslenerek hayatta kalamaz, canı muhakkak bir başka candan devşirmelidir. Burada ölüm fikri, özellikle kişinin kendi ölümü ile barışması zaten insan için zaruridir. Bu diyalektik bir durumdur. Yaşam ölümün kıyısında ölüm fikri ise yaşamı değerli kılan olarak yaşamın içindedir. Makrobiotik eti ve hayvani ürünleri ön planda önermez , özellikle kronik rahatsızlıkların çoğunda proteini bir süre kestirir. Ancak normal yaşamda çok az miktarda ve haftada bir-iki kez belirli türlerini yukarıda saydığım sebep ile önerir. Ancak sadece et ağırlıklı beslenen ve eti pişirerek beslenen toplumlarda hayatlar çok uzun olmaz. Çünkü sindirim için çok fazla enerji harcarsın. Agresif olursun . Böbrek üstü bezlerin kolay yorulur.
TAHILLAR
Tam tahıllar makrobiyotik beslenmenin merkezinde duruyor. Tahıllardaki lif ve mineral içeriğinin çok değerli olduğunu söyleyen Ümit Gürel, özellikle arpa, darı ve esmer pirincin tercih edilmesi gerektiğini vurguluyor. Buğdayın 14 yaşına kadar iyi bir besin olduğunu, bu yaştan sonra ciddi bir şekilde azaltılması gerektiğini söyleyen Gürel, pirincin ise cilalanmamış olan tam halinin tercih edilmesi gerektiğini belirtiyor. Üzerindeki kabuğu alınan pirinç kolay pişiyor ancak bağırsakları temizlemiyor, çok hızlı bir şekilde kan şekerini yükseltiyor. Gürel, “Benim tavsiyem insanların belli bir arınma döneminden sonra sade olarak bu tahılları tüketip nasıl etkilendiklerini gözlemeleri. Tuzsuz, yağsız kullanıp nasıl hissediyorlar bunu gözlemlemeleri” diyor.
Beslenme ile ilgili çok büyük bir kafa karışıklığı yok mu? Bazen neye inanmalı biz de bilmiyoruz…
Bilime çok itibar ediyorum, bilimsel ahlak çok önemli. İnsan hayatı yerine eşyayı, mevki hırsını koyduğunda ahlakı değişmiş oluyor. Bilim yoksa işin içinde ben geleneğe ve felsefeye itibar ediyorum. Bazı kadim öğretiler var, mesela ayurveda. Gelenek belirli bölgedeki yaşam şekli içerisinde meseleyi çözmek için yapılan iyi niyetli yaklaşımlardır. Eski Çin’de bir tabip belirli hanelerden sorumluydu ve o haneler hasta olmadığı sürece tabibe ödeme yaparlardı, hasta olduğunda para ödemeyi keserlerdi. Sizce burada hekimin motivasyonu nedir? Biz hasta olduğumuzda ödüyoruz. Soru aynı, hekimin motivasyonu nedir? Kişilere iyi ya da kötü demiyorum, sistemlerde hata var. Benim işim tüm bu görüşlere dışarıdan aynı mesafeden bakabilmek. En nefret ettiğim şey obsesyonlar. İyi görünse bile insanı insan olmaktan çıkaran şey obsesyonlar. Bütün obsesifler güç ellerinde değilken iyidir zaten. Gücü eline geçirdiğinde zalim olur. Makrobiyotik beslenmenin bile çok obsesif yapılmasını tavsiye etmem. İlmini anlasın, kuralları anlasın, yapabildikleri kadar dengelesinler. Ortada bir rahatsızlık varsa kişilerin makrobiotiğe göre radikal bazı dönemler yaşamaları icap eder. Makrobiotik içerisinde, ustalarını, kaynaklarını bulup uygulayabilirsin. Ama bu fonksiyon dışında muhakkak obsesyondan uzak durmalı. Dengeyi aramalı sonra da o dengede biraz ustalaşıp armoniye geçmeli. Makrobiyotiğin gayesi de insanda o dengeyi oluşturmak kendi varlığını yani armoniyi deneyimlemesine zemin hazırlamaktır.
BALIK TÜKETILEBILIYOR MU?
Evet, B12 almak istiyorsan haftada iki parmak büyüklüğünde balık yemen yeterli. Ancak onda da deniz kirliliğinden dolayı ağır metal alımı tehlikesi var. Batı tıbbı orta deniz balıklarının tüketilmesini öneriyor, üst deniz balıklarında ağız yukarı doğru, aşağı deniz balıklarında aşağı doğru olur. Aşırı dikkat göstermek hoş değil, ama tehlikeli sulardayız. Hırs bizi yiyor, biz onu sevgiye devşirmezsek Gaia yani yer küre bizi evlatlıktan reddecek. Bunun inkar edilecek bir tarafı yok.
Pratik sebze suyu çorbası ve tahin soslu sebzenin aynı pişirimde yapılışı
İhtiyaçlar:
• Çelik tencere, hasır ya da tel süzgeç, tahta kaşık. Malzemeler:
• Brokoli 1 avuç; çiçek kısımları bıçak ile kesilerek bir başka kaba aktarılır. Gövde kısımlar halka olarak kesilir.
• Karnabahar 1 avuç; kereviz küplerine yakın bir boyutta doğranmış.
• Karalahana 5 yaprak; ortadaki sap kısmı ile yapraksı kısımlar el ile yırtılarak ayrılır. Yapraksı kısımlar şeritler halinde doğranır. Sapsı kısmı ise halkalar halinde doğranır.
• Kestane 5 adet; kabuğu kesilmeden önceden kaynatılır, sonra iç kısmı ortadan ikiye bölünerek çay kaşığı ile çıkartılarak bir kaba konur.
• Havuç 2 adet; ince yaprak kesilmiş.
• Meksika fasulyesi 1 avuç; önceden bol suda gece boyu bekletilir ve dişe gelebilecek kıvama kadar kaynatılır.
• Darı (ince tip) 1 avuç.
• Kereviz 1 avuç; küp kesilmiş.
• Taze soğan 1/2 avuç; halka kesilmiş.
• Limon 3 adet (taze olarak tabakta sıkılacak).
• Dereotu bir demet; çorbaya katılmadan evvel ince kısımlar daha geniş, kalın kısımları ise ince olarak doğranır. Yemeğin hazırlanışı:
• Beş su bardağı kadar su bir tencerede kaynatılır. Kaynama derecesi düşürülmeden içine darı ve kestane tozu/püresi atılır ve 10 dakika kaynatılır.
• Fasulyeler kaynayan suya atılır.
• Karalahana sapları kaynar suya atılır. Suyun tekrar kaynaması beklenir.
• Sırasıyla havuçlar, halka kesim brokoliler, küp kesilmiş karnabahar kaynar suya atılır.
• Çiçek brokoliler ve karalahana yaprakları da ilave edilir ve bir taşım kaynama sonrası ateş kapatılır. Bütün malzeme süzgeç ile çıkartılıp süzülerek servis/saklama kasesine yerleştirilir.
• Üzerine tahinli sos dökülerek karıştırılır.
• Sıcak ya da soğuk olarak yenebilir. Günlük olarak yapılıp yenmesi tavsiye olunur. Ancak yeşil sebzelerin ve kırmızı sebzelerin rengi parlaklığını kaybetmediği sürece tazeliğini koruyacağı söylenebilir.
Esmer pirinç pilavı
Bir kişi için günlük 1 su bardağı pirinç kafi olur. Bunu üç öğün içinde tüketeceği farz edilebilir.
İhtiyaçlar:
• Orta boy çelik tencere, kış ayında ise iç ısıyı arttırması için döküm tencere tavsiye edilir. Karıştırma için bir tahta palet.
Malzemeler:
• Esmer pirinç, 1 su bardağı. (Kısa taneli olanları özellikle kilo problemi olan bünyelere önerebiliriz. Zayıf bünyeler ise şişman taneli esmer pirinç kullanabilir.)
• Himalaya ya da deniz tuzu üç tutam. Yemeğin hazırlanışı: • Pirinç yıkanır. Bir çay kaşığı limon suyu katarak bir gece boyunca ya da en az 4 saat suyun içinde bekletilir. Süzülür ve tencereye konur. Tuz ilave edilip karıştırılır. Kapağı örtülür. Kaynayıncaya kadar yüksek ateş, kaynadıktan sonra orta ateşte taşmayacak şekilde 35-40 dakika boyunca göz göz oluncaya kadar pişirilir. Göz göz olduğunda ve altının suyu tam olarak çekince ateş söndürülüp kapağın altına bir pamuk bez konarak tekrar kapatılır ve 10 dakika kadar dinlendirilir. Sonra tahta palet ile altından yukarı doğru kaldırılıp devrilmek suretiyle diğer el ile tencereyi döndürerek karıştırılır. Böylece taneler ezilmemiş olur. Unutmayın siz hazırlık ve pişirim esnasında yemeğe nasıl davranırsanız, hazır olduğunda yemeğiniz de size aynı şekilde davranacaktır.
• Bir süre daha tencerede kapağı kapalı olarak beklettikten sonra artık kısa taneli esmer pirinç pilavınız servise hazır demektir.
Limonlu tahinli sosun hazırlanması:
2,5 adet limon bir kaba süzülerek sıkılır ve içine tahin azar azar ilave edilerek karıştırılır, çırpılır, tahinin durduğu yerde giderek kıvamını arttıracağı hesap edilerek gevşek kıvamda bırakılmalı, fazla tahin katılmamalıdır.
Dikkat: Herhangi bir rahatsızlık durumunda tahin yerine susam yağı kullanılabilir. Rahatsızlık kronik ise sadece limon katılıp hiç yağ konulmaması önerilir. Yağ katmadığınızda yemeğin bekleme süresi birkaç saati aşmamalı ve taze tüketilmelidir.
Not: Kullanıcının yang problemi (tansiyon, aşırı gerginlik, istemsiz kasılmalar gibi) yok ise sumak katılabilir. Böylece daha ekşi bir lezzet elde edilmiş olur.
Bol narlı hafif aşure tatlısı
Malzemeler:
• Yulaf, 1 su bardağı.
• Kayısı kurusu, 1,5 su bardağı.
• Kan üzümü, 1 su bardağı.
• Kakule, 4 baş.
• Tarçın, 1 tatlı kaşığı toz ya da 1 kabuk.
• Keten tohumu, 1 çorba kaşığı.
• Zerdeçal ve yalancı safran ya da sadece safran, 1 çorba kaşığı, renk ve hafif lezzet verecek miktarda. Sindirimi kolaylaştıracak ve karaciğere destek olacaktır.
• Badem, çiğ olarak, yarım su bardağı.
• Ceviz ya da fındık, yarım su bardağı.
• Nar, bir adet. İçi çıkarılıp taneler ayrı bir tabağa alınır.
• Su, 5-6 su bardağı.
• Hindistan cevizi sütü ya da yağı, yarım su bardağı.
Hazırlanışı:
• Su, kayısı, üzüm, yulaf, kakule içleri, keten tohumları, tarçın çubuğu, safran, Hindistan cevizi sütü bir tencerenin içerisinde tahta kaşıkla karıştırılarak önce orta sonra, kısık ateşte kaynatılır.
• Kıvamı arttığında içine badem ve ceviz katılır, karıştırılarak 2 dakika kadar kaynatılıp bırakılır. Tencerenin ateşi söndürülür. Sıvı aşure sıcağa dayanıklı kaselere aktarılır ve soğumaya bırakılır. Soğuduktan ve kıvamı arttıktan sonra üzerine narlar ve tarçın serpiştirilir.
• Oldukça tatmin edici bir tatlıdır. Limon kabuğu rendesi, portakal suyu, ıhlamur vs gibi zenginleştirmeler pişirim esnasında katılıp karıştırılarak uygulanabilir. Ihlamur kullanılacak ise pişirimin son dakikasında katılıp, pişirim bittikten beş dakika sonra tencereden çıkartılarak aşurede yumuşak bir ıhlamur lezzetinin etkili olması sağlanmalıdır.
• Sofraya önce çorba, sonra sebze yemeği, sonra pilav ve en sonunda ıslak meyveden değil ama kuru malzemelerden oluşan bir hafif tatlı gelmesi sindirimi kolaylaştırma açısından uygun olur.
Sebze suyu çorbası
Hazırlanışı:
• Tencerede kalan su çok lezzetli ve mineral değeri gayet yüksek sebze çorbasının zeminidir.
• Miso bulunabilirse suda bir çorba kaşığı kadar ezilerek eritilir ve çorbaya katılır. Bir taşım kaynatılır ve ateş kapatılır.
• İçine ince doğranmış dereotları katılır ve tencere kapağı kapatılarak beş dakika dinlendirilir.
• Servis yapılmadan hemen önce istenirse ince doğranmış taze soğan katılabilir. Bu çorba hem sabah sindirim sistemini açıcı etki gösterecek hem de bünyemize tabii mineraller sağlayacaktır. Sabah öncelikle içilmesi tavsiye edilir. Çorba deyince mercimek gibi yoğun kıvamda çorbaları tercih eden kişilerin damak alışkanlıkları göz önüne alınırsa çay niyetine içilmesi de uygun olur. Bu yemekler mevsime göre farklı malzemeler katılarak düzenlenebilir. Malzemeler ne kadar tek tek tatları alınabilir kıvamda saklanabilirse yiyen kişide uyanan enerji de o kadar berrak olacaktır.
Pozitif Dergisi 2014/02