Bilinçaltı

Hücrelerimize kadar dönüşüyoruz

Bilinçaltımızda oluşmuş inançlar onay vermediği sürece isteklerimiz gerçekleşmiyor. Peki bu inançları ne zaman oluşturduk ve nasıl bulup dönüştüreceğiz?

Yazı: Yaprak ÇETİNKAYA

“Hani istemek yeterliydi? Çok istiyorum, yazıyorum, olumlamalar yapıyorum, hatta her yere fotoğraflar yapıştırıyorum ama olmuyor, olmuyor.” Sık duyduğumuz bir yakarış… Doğruluk payı da var ama yanılgılar da içeriyor. Çok istemek gerekiyor evet! Ama bu istekle harekete geçmedikten ve kendi inançlarımızla yüzleşmedikten sonra “isteyedurmaktan” ileri geçemiyoruz. Kolektif Alan Terapisi uzmanları Özlem Köm ve Elif Özer ile bu blokajları nasıl kıracağımızı, hücresel boyutta dönüşümü nasıl gerçekleştireceğimizi konuştuk.

Kolektif Alan Terapisi nedir, nasıl çalışıyor?
ÖZLEM KÖM: Kolektif Alan Terapisi’nin çıkış kaynağı “kolektif enerji alanı”dır. Kolektif Alan Terapisi ile kişi, yaşadığı olaylar ile inançları arasındaki ilişkiyi fark ediyor, sebep-sonuç ilişkisini kuruyor. Böylece hayatlarının sorumluluğunu alma ve kendini tanıma konusunda da ilk adımı atmış oluyorlar. Bu sırada biz kişinin içinde var olan sonsuz iyileştirme gücünü açığa çıkarabilmesi için yol arkadaşlığı yapıyoruz.

Enerji alanı nedir? Bu alanı nasıl kullanıyorsunuz?
ELIF ÖZER: Bilim adamlarının bu konuda farklı teorileri var. Alman Psikoterapist Bert Hellinger’in Aile Dizimi tekniğhucrelerimize-kadar-donusuyoruz-2inde kullandığı “alan”ı, İngiliz bilim adamı Rupert Sheldrake’in “Morfogenetik Alanlar Teoremi” ile açıklanıyor. Buna göre kalıtımın sadece genlerle geçmediği, “morfik alanlar” vasıtasıyla da aktarıldığı iddia ediliyor. Zaman ve mekandan bağımsız olan bir kolektif enerji alanı bulunduğu ve bu alandaki her şeyin görünmez bağlarla birbirine bağlı olduğuyla ilgili farklı görüşler de var. Biz konunun “insan” boyutuyla ilgileniyor ve çalışmalarımızı bu alandan aldığımız bilgiler aracılığı ile yapıyoruz. Alan; zaman ve mekandan bağımsız olduğu için burada her şey “an” içinde saklı. Aslında evrende de “an” içinde “geçmiş” ve “gelecek” birlikte hareket ediyor. Ancak bizim yaşadığımız üç boyutlu dünyada algımız “lineer zaman” üzerine kurgulandığından, bunu duyularımızla kavramamız güçleşiyor. Biz bu yüzden “Sabit bir gelecek olmadığı gibi, sabit bir geçmiş de yoktur” diyoruz. Her “an” geçmiş de gelecek de değiştirilebilir.

Kolektif Alan Terapisi’nde bu alandaki yükler nasıl fark ediliyor? Örnek bir olay üzerinden anlatır mısınız?
ÖZLEM KÖM: Bir danışan, evlenmeyi çok istemesine rağmen tam evlilik arifesinde üç kere evlilikten döndüğünü, evlilik konusunda şansı (!) olmadığını söyleyerek geldi. Yaptığımız çalışmada ciddi korkuları olduğunu tespit ettik. Annesi, onu doğururken öldüğü için kendisi de doğum yaparken öleceğine inanıyordu. Dolayısıyla bu yüzden de evlenemiyordu. Bir diğer danışan iletişim ve ifade sorunu olduğunu söyleyerek başvurdu. Ama bizimle de iletişim kurmakta ve derdini anlatmakta zorlanıyordu. Sorduğumuz hiçbir sorunun cevabını net olarak alamıyorduk. Laf kalabalığı yapıyor, daldan dala atlıyordu. Kolektif Alan Terapisi’nde bizi bile şaşırtan bir sonuca ulaştık. Yıllar önce bir gün aniden eve geldiğinde annesini bir adamla yatak odasında görmüş ve büyük bir şok yaşamış. Bunu kimseyle paylaşmamış ama günlerce etkisinden de kurtulamamış. Tedirginliğini fark eden bir yakını ne olduğunu sorduğunda ona güvenip gördüklerini anlatmış. Ancak güvendiği kişi olayı aile bireylerine taşıyınca ortalık karışmış. Annesiyle babası büyük kavgalar sonucu boşanmışlar. İşte o sırada bilinçaltı bir karar almış: “Asla gerçeği söylememeliyim!” Bunun tüm insanlarla olan iletişimini kapsadığını fark edince kendisi de çok şaşırdı. Kolektif Alan Terapisi ile hem atalardan taşıdığımız yüklerden özgürleşmek, hem de yaşadığımız olaylar sonrası bilinçaltının aldığı negatif kararları ve inançları hücresel boyutta dönüştürmek mümkün. Bu dönüşüm sonrasında kişi hayatında sadece şikayetçi olduğu konuyla ilgili değil, bütünsel anlamda bir değişim yaşıyor.

Kimler yararlanabilir?
Hayatınızda benzer sorunları ve olayları tekrar tekrar yaşıyor ve çözemiyorsanız
Aşırı düzeyde değersizlik duygunuz varsa ve sevilmediğiniz inancını taşıyorsanız
İlişki ve iletişim sorunlarınız varsa (Eş, aile bireyleri,çalışma hayatı vb.)
Soyunuzda genetik bir hastalık varsa
Kendinizi ifade etme konusunda sıkıntı yaşıyorsanız
Yaşadığınız her şey anlamsız geliyor ve hayattan zevk alamıyorsanız
Bir olay ya da durumun içinden çıkamıyor ve kendinizi sıkışmış hissediyorsanız
Kendinize acıyorsanız
Cinsel sorunlarınız varsa
Aile bireyleriyle rol karmaşası yaşıyorsanız
Konsantrasyon sorununuz varsa
Taciz, tecavüz deneyimleri gibi travmatik bir geçmişiniz varsa
Fobileriniz varsa (yükseklik, uçak, köpek korkusu gibi)
Göçmen bir soydan geliyorsanız
Aile bireylerinden birinin adını taşıyorsanız
Ailenizde veya sizde kürtaj geçmişi varsa
Affedemediğiniz kişiler varsa ve içinden çıkamadığınız birçok konuda Kolektif Alan Terapisi’nden yararlanabiliyorsunuz.

Atalarımızdan yükleri nasıl alıyoruz ve nasıl taşıyoruz?
ÖZLEM KÖM: Yakın zamana kadar atalarımızdan kalan mirasları genetik özellikler ve hastalıklarla sınırlandırıyorduk. Oysa tıpkı hastalıklar gibi atalarımızın duygularının ve inançlarının da duygusal ve fiziksel bedenimize aktarıldığı “alan çalışmaları” sonrasında anlaşıldı. Aile köklerimizde yaşanmış bir cinayet, travma, hak yeme ya da vicdani yük yaratacak herhangi bir olay sonraki nesillerde kendini; hayatı hak etmeme, hastalık ya da başka bir bedel ödeme olarak gösterebiliyor. Tüm bunların üzerimizdeki etkisinden kurtulmayı tanımlamak için “Atalardan Özgürleşme” diye bir kavram kullanılıyor. Bu kavram çoğu zaman yanlış anlaşılıyor. Özgürleşme denilen şey atalarımızla bağımızı koparmak değil, aksine atalarımızdan taşıdığımız yükleri bırakarak onlara sadece tek ve gerçek bağımız olan “sevgi” ile bağlanmaktır.

Dönüşüm nasıl oluşuyor? Kişi farkında olmadan mı? Yoksa bilinçli bir çaba da gerekiyor mu?
ÖZLEM KÖM: Kolektif Alan Terapisi’nde kişi aile köklerinden kaynaklanan tıkanmaları görebiliyor. Sonrasında bunu değiştirmek için bilinçli bir çaba sarf etmesine gerek yok çünkü fark ettiği anda da dönüşüm başlamış oluyor.

İsteklerimizin bilinçaltımızda oluşmuş inançlar onay vermediği sürece gerçekleşmeyeceğini söylüyorsunuz. Evet bazen çok istiyoruz ama olmuyor, neden?
ELIF ÖZER: Yaptığımız her davranışın altında sevilme ve güvende olma ihtiyacımız yatıyor. Bilinçaltımızın hedefi de bizi korumak ve güven altında tutmak… Korkular geliştirmemiz de bu yüzden. Bilinç ile bilinçaltı arasındaki çatışmalarımız bizi sabote ediyor. Bunun anlamı şudur; bilincimizle talep ettiğimiz herhangi bir şey bilinçaltımızda “tehlike” olarak kodlandıysa bilinçaltımız buna engel koyuyor ve isteklerimizi gerçekleştirmiyor. Önceki ilişkisinde terk edilen biri, bilinç düzeyinde sevgi dolu bir ilişkiye özlem duymasına rağmen bilinçaltında “terk edilme korkusu” taşıdığından sürekli ilişkiden kaçabiliyor. Aklı ermeye başladığından beri babası tarafından beceriksiz olduğuna inandırılmış bir kişi, ömrünü beceriksizlik yaparak geçirebiliyor çünkü bilinçaltı, babasının söylediğini yaparak onun tarafından onaylandığına inanıyor. Kişi böylelikle kendini güvende hissediyor. Annenizden ya da babanızdan sevgi almadığınızı düşündüğünüz bir çocukluk geçmişiniz varsa bütün hayatınızı değersizlik duygusuyla geçiriyorsunuz. Sevgiliniz ya da eşiniz sizi aşağılıyor, iş hayatınızda ne kadar çaba gösterseniz de hak ettiğinizi alamıyorsunuz, sayısız diploma sahibi olsanız da gerçek anlamda saygı göremiyorsunuz. Neden? Çünkü bilinçaltınız bir kez değersiz olduğunuza inanmış… Hayatımızı işte bu inançlarımız yönetiyor. Çoğumuz bunun farkında olmadığımızdan dışımızda olan olayların bizi yönlendirdiğini düşünüyoruz. “İçten-dışa” yansıyanı “dıştan-içe” şeklinde algıladığımız için yanılgıya kapılıyoruz. Oysa yaşadığımız hayat bilinçaltımızdan projeksiyonla yansıttıklarımızdan oluşuyor.

Ya bunu fark edince?
ELIF ÖZER: Yaşadığı olaylar ile inançları arasında ilişki kurabilen kişiler, kurban psikolojisinden çıkıyor. Hayatlarını değiştirmek için eyleme geçiyorlar. Suçlama, kırgınlık, öfke, gücenme gibi duygu ve davranış biçimlerinden uzaklaşıyorlar. Kendini tanıma sürecinde ise önce sahte benliği ile yüzleşiyor insan. Yaşam sahnesinde oynadığı oyunu kendi gözleriyle izleme fırsatını buluyor. Çalışma sonrasında sahte benliğinden arındıkça özvarlığını (Tanrısal yönünü) idrak ediyor ve açığa çıkarıyor.

Bir alan terapisi çalışmasını anlatır mısınız? Neler yaşanıyor? Çalışmaya kimler katılıyor ve ne kadar sürüyor?

Elif Özer

Elif Özer

ELIF ÖZER: Sürekli haksızlıklara maruz kaldığını, neden bu duruma geldiğini anlayamadığını söyleyen bir danışanımız vardı. Çalışma öncesi yaptığımız görüşmede kendisine, haksız yere olduğunu düşündüğü bir alacak davası açıldığını söyledi. Bunun yanında eşinin her yaptığı davranışta kendisini suçladığını anlattı. İşyerinde de yapılan her hatalı işin onun üstüne kaldığından ve bu durumun defalarca tekrarlandığından bahsetti. Ciddi bir “suçluluk duygusu” taşıyordu. Amacımız bunun kaynağını bulmaktı. Çalışmada onu ben temsil ettim. Suçluluk duygusunun nedenine baktığımızda atalarına kadar uzandığını gördük. Bir miras üzerinden haksızlık yapılmış hatta bununla ilgili bir cinayet işlenmişti. Bunu duyduğu anda ağlamaya başladı. “Alan”da hem atalarıyla, hem haksızlık yapılan diğer mirasçılarla, hem de öldürülen kişiyle ilgili çalıştık. Rahatlamıştı, artık bu yükü üzerinde taşımayacaktı.

Özlem Köm

Özlem Köm

ÖZLEM KÖM: Bir başka danışan panik atak sebebiyle geldi. Altı yıldır bu hastalıkla uğraştığını, artık kurtulmak istediğini söyledi. Hastalığı babası öldükten sonra başlamıştı. Sevdiklerini kaybetmekten korktuğu için hastalandığını düşündük ama onu temsil ettiğimde durumun hiç de öyle olmadığını gördüm. Çalışmada hissettiğim bir erkeğe yoğun duygular beslediğiydi. Bu eşi değildi. Başka biriydi ama kim? Kendisine sorunca gözleri doldu. Söylemek istemedi. Çalışmaya devam ettik. Yüzüne bakamadığı bir kadın vardı. Bunu hissettiğimi söyleyince dayanamadı, anlatmaya başladı. En yakın arkadaşının eşiyle ilişkisi vardı, bunu herkesten gizliyordu. Duygularını saklamanın çok zor olduğunu, vicdanının onu rahat bırakmadığını ağlayarak anlattı. Ne sevdiklerini kaybetmekten ne de ölmekten korkuyordu. Yaşadığının büyük bir günah olduğunu düşünüyordu. Asıl korktuğu hesap vermekti! “Alan”da eşiyle, arkadaşıyla ve ilişki yaşadığı kişiyle ilgili çalıştık.Yaklaşık bir ay sonra görüştüğümüzde panik atağın tekrarlamadığını söyledi. Bu hepimiz için çok sevindiriciydi. Çalışmalarımızı birebir yapıyoruz. Yani bir ya da iki kişi yeterli oluyor. Seans sayısı vermek yanıltıcı olabilir ama 2-3 seansta oldukça fazla yol alınıyor diyebiliriz. Seanslar yaklaşık bir saat sürüyor. Bu seanslarda yaşananları bu şekilde okumak okuyuculara yeterli bilgi vermiyor olabilir çünkü ancak deneyimleyerek anlaşılabiliyor.

Sihirli değnek değdirmiyoruz
Özlem Köm, sorunsuz bir yaşam vadetmediklerinin altını çiziyor: “Zaten eğer sorunsuz bir yaşam mümkün olsaydı, bunun gelişimimize ve doğal olarak hayatta bulunma amacımıza da bir katkısı olmazdı. Kaldı ki sahte benliğinden arınarak özbenliği ile buluşma talebi içine girmiş bir insan, mevcut zanlarından, sahipliklerinden, bağımlılıklarından, şartlanmalarından ve duygusallıklarından da arınma talebi içine girmiştir ve bu elbette ki sancılı bir süreç olacaktır!” Elif Özer sözü şöyle sürdürüyor: “Hayatımızda sorunlar ve sıkıntılar her zaman olacak. Önemli olan yaşadığımız olaylarda ruhsal gelişimimize katkı sağlayacak mesajları doğru okuma algısını edinebilmek. Acı ve endişe içinde yaşamayı sürdürmekle, yaşadıklarından gelişerek ve büyüyerek çıkmak arasında seçim yapmaya zorlar hayat bizi… Kaçış yoktur. Mesajlarını okuyamadığımız her deneyimi tekrar tekrar yaşatır sistem bize… Ta ki öğreninceye kadar…” Kimseye sihirli değnek değdirmediklerini belirten Elif Özer devam ediyor: “İnsanoğlu her konuda kolaya kaçma eğilimindedir. İster ki biri gelsin, sihirli değneğini değdirsin ve her şey o anda değişiversin. Ancak içinde bulunduğumuz sistem buna izin vermez. İzin vermiş gibi göründüğü zamanlarda da bunun bedelini fazlasıyla ödetir. Herkes kendi hayatından sorumludur. Sorumluluğu kendinden başka her kime verirse gücünü de ona teslim etmiş olur. Biz kimsenin gücünü elinden almak niyetinde değiliz. Kişisel gelişim ancak bireylerin kendi çabası ve isteğiyle gerçekleşebilir. Bu oldukça uzun, zahmetli ama bir o kadar da keyifli bir süreçtir. Değişime niyet etmiş herkesin bunun bir süreç olduğunu bilmesi ve bu yolda yürümeye cesaret göstermesi gerekir.”


Pozitif Dergisi 2015/02

Yorum Ekle