Deneyim

“Hakiki özgürlük ve mutluluğu buldum”

Şule Beken, diğer adıyla Savitri Dasi, Ankara’da avukatlık stajını yaparken başladığı “Hayat bu kadar mı, her şey bu kadar mı?” sorgulamaları, uzun arayışlar ve mücadelelerden sonra kendisini Hindistan’da, cennetin yeryüzüne indiği yer olarak anılan Vrindavan’da bulmuş. Şule Beken, adeta bir film senaryosunu andıran bu yolculuğun hikayesini Pozitif dergisi için kaleme aldı.

Yazı: Şule BEKEN

hakiki-ozgurluk-ve-mutlulugu-buldum-1 (3)Her öğretinin bir kuralı vardır; ben felsefeyle işe girdim. Hukukta öğrenciyken insan hakları, hukuk felsefesi ve uygarlık tarihi ilgimi çeken konulardı. Lise sonda Raja-yoga; 21 yaşında da Transandantal Meditasyon (TM) öğrendim. Özel okullarda okutuldum. Küçük yaştan spora teşvik edildim; madalyalar aldım. Arkadaş çevrem genişti; disko, konser, sinema ve tatillere gidebiliyordum. Fotoğraf ve gitar kursları da alıyordum. Ancak içimde hala bir hüzün ve yalnızlık vardı. Bir şeyler satın alarak bunları gidermeye çalışıyordum. Bu da yetmiyor, bir de erkek arkadaş istiyordum. Nihayeti hep maddeci büyütülmüştüm. İsteklerim bir türlü bitmiyordu. Bunları doyurmanın yolunu da yine maddede arıyordum. Ve bir erkek arkadaşım oldu. Onunla olmada kararsızdım. Başına buyruk hayattan vazgeçmek istemiyordum. Nitekim onunla olunca her şey ikinci plana düştü. Fedakarlık sevginin bir parçası değil miydi? Hem onun kıskançlığı hem de benim güvensizliğimden artık eskisi gibi özgür değildim. Bu da beni mutsuz ediyordu. Onu seviyordum ama beklentilerimin yerine gelmemesi beni sinirlendiriyordu. Bir kısır döngünün içindeydim. Meditasyonu da bıraktım.

Avukat olma yolunda…
Avukatlık stajımı iyi bir avukatlık bürosunda yapıyordum. Bir gün eve dönerken “Her şey bu kadar mı? Daha farklı bir şey yok mu?” diye kendi kendime sordum. Benden beklenen diplomayı almıştım. Sıra avukat olup iş bulmadaydı. Tabii ki sonra evlenip çocuk sahibi olacaktım. Bunları düşünürken omuzlarıma bir ağırlık çöktü; sanki sırtımda ağır bir çuval taşıyordum. İçimin daraldığını hissettim. Donuk ve heyecansız bir hayattı bu. Hep aile, arkadaş, toplum ve sevgilimin benden beklediklerini yapmış; onları memnun edecek bir hayat sürmüştüm. Ama ben özümü bulmak; insanlara doğruları göstermek istiyordum. Transandantal Meditasyon’a (TM) yeniden başlayıp verilen tüm eğitimlere katıldım. İçsel bir değişim geçiriyordum. Benim için sadece gözle görülen dış dünya değil, bir de gizemli bir içsel dünya vardı artık. Doğada her şey uyumlu; sükunet içindeydi. Okuduğum kitaplardan Martı Jonathan, “Her birimiz aslında yüce martının birer parçasıyız. Ustaca uçmak ise öz yapımızın dile gelişidir. Bizi sınırlandıran her şeyden uzaklaşmalıyız” diyordu. Jonathan gibi göklerde gittikçe yükseklere uçtuğumu hayal ettim. Aile, sevgili ve arkadaşlarımdan kendimi bağımsız hissettim. Çok güzel bir duyguydu bu.

Hayatımı kazanmaya başlıyorum
Yıldız Üniversitesi’ndeki görevimde önüm açıktı; profesör olabilirdim. Tabii bu ailemin hoşuna gidiyordu. Ama benim isteklerim başkaydı. İş arkadaşlarım gibi tüm günümü gazete okuyarak geçirmek istemiyor; onlara meditasyonu anlatıyordum. Hep maddesel olarak büyütülmüştüm, ama artık hayatın sadece maddeden ibaret olmadığını anlıyordum. Güzellikler maneviyattaydı. Yalnız yaşamak beni kendi içime döndürdü. Düzenli meditasyon yapıyor; elime geçen tüm manevi kitapları da okuyordum. Hint felsefelerinden Upanişadlar, Tao, Konfüçyüs ve Buda’nın yolunu okuyup öğrendim. Hint baharatlı yemekler pişirip haftada bir de sadece meyve yiyerek oruç tutuyordum. Bir gün Yıldız yokuşunu yürüyerek çıkarken aklıma içsel yaratıcılığımı ifade edemediğim fikri geldi. Bunu yaşayamamanın baskısını içimde hissettim. Birkaç gün sonra annem bana TM’nin ABD’deki üniversitesine başvuru formunu yolladı. TM-Sidha (yogik uçuş) programlarını alıp bir hafta sonra ABD’ye uçtum. Bir sene sonra New York şehrindeki Özgürlük Anıtı’nı ziyaret ettim. Beni ABD’ye getiren önsezi bu Özgürlük Anıtı’ydı.

ABD’deyim…
Üniversitede kubbeden yapılmış salonlarda toplu olarak TM-Sidha (yogik uçuş) yapılıyordu. Burslu okuduğumdan yurtların tuvaletlerini temizleyip antreleri süpürüyordum. Meditasyonların etkisiyle namaz kılmasını öğrendim. Üniversitenin rahibe topluluğuna katıldım. Meditasyondaki ileri teknikleri aldım. Bursum bir senelikti. Ailem de dönüp kariyerime devam etmemi istiyordu. Bir yolun kavşağında gibiydim. Aileme karşı gelirsem hayatta kalamayacağım; öleceğim hissine kapıldım. Oysa içimde özümü ve gerçek huzuru bulma arzusu vardı. Karar vermek çok zordu. Tüm korku ve aileye karşı gelmekten dolayı duyduğum suçluluk duygusuna rağmen Türkiye’ye dönmeme kararı verdim. Yüksek lisansımı Vedik bilgiler üzerine yapmak için başvuruda bulundum. Derken Kabala hocamız Josef bana aşık oldu ve bana evlenme teklif etti. Ben de onu o yaz ailemle tanışması için Türkiye’ye davet ettim.

1994- Ailem evlenmemi istemiyor
Bir ölü gibiydim yatakta. Enerjim tükenmiş, ümidim kalmamıştı. Beynim uyuşmuştu. Her düşünce başıma tazyik yapıyordu; hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Bir buçuk ay sanki bir buçuk yıl sürdü. Acı çekiyordum; ille kararlarımı ailemin istediği yönde verecektim. Karmakarışık duygular içindeydim. Telefon çaldı. Zar zor yataktan kalkıp telefona doğru güç bela yürüdüm. “Şule ile konuşabilir miyim?” dedi telefondaki ses İngilizce. Sesi hemen tanıdım. Kulaklarıma inanamıyordum. Fransız arkadaşım Veronique Paris’ten arıyordu. Epey bir konuştuktan sonra anlattım ona derdimi: “ABD’ye dönmek istiyorum ama ailem beni bırakmıyor. Josef’i hatırlarsın. Benimle evlenmek istedi ama ailem evlenmemize karşı çıktı. Hem yabancı hem de benden 19 yaş büyük diye istemediler. Özlemini çektiğim baba sevgisini arıyormuşum onda. Mutlu olamazmışız. Beni ya döver ya söver ya da bırakıp gidermiş. Bu iş yürümezmiş.”

hakiki-ozgurluk-ve-mutlulugu-buldum-3

Aile meclisi kuruluyor
Dört kişiye karşı bir kişiydim. Ne dediysem olmaz dediler. Yazar olacağım dedim, kimsin de yazar olacaksın dediler. Amerikan vatandaşı olacağım dedim, ne konuştuğunu bilmiyorsun dediler. Kafam karışmış, duygularımın gücü azalmıştı. Kendimi dayak yemiş gibi hissediyordum. “Korkuyorum” dedim. “İçimde istediklerimi yapamayacak olmaktan dolayı duyduğum müthiş bir korku var. Gelecek korkusu. İstediklerimi yapamayayım diye engellenme korkusu.” Pasaportumu elimden alıp ABD’ye dönmeme engel olmalarından korkuyordum. Aynı şey ben genç bir kızken altı yaş büyük ablamın başına gelmişti. Ya bana da aynı şeyi yaparlarsa? “Korkma. Şu an yaşanan bu” dedi Veronique. “Kendi içinden gelenleri izlemek isteyen herkes şu anda bu tür zorlukları yaşıyor. Sen içinden gelen özün sesini dinliyorsun. Sana bu sadece başarı getirecektir. Kaynak sensin. Sen bunu yaparsın. Sen bir kurban değilsin.” Cümleleri sanki beynimin içinde yankılandı. Bu cümleler çok tanıdıktı ama bir o kadar da ürkütücü. Arzuladığım bir hayatı izlemek sanki aileye ihanetti; düşüncesi bile ürkütücü ama bir o kadar da çekiciydi. İçimdeki arzuları görmezlikten gelerek nasıl mutlu olabilirdim ki? Böyle bir hayat beni yok ediyordu. Telefonu kapadım. Kafamda Veronique ile olan konuşma hala devam ediyordu.

“KAYNAK BENİM. EVET, KAYNAK BENİM” dedim kendi kendime.
“BEN BİR KURBAN DEĞİLİM. BEN BUNU YAPARIM.” Sanki içime muazzam bir güç gelmişti. Suya atılan bir taşın aynı daireler şeklinde genişlemesi gibi bu düşünce zihnimde genişlemeye başladı. “Ruhumun derinliklerinden gelen sesi dinlemek ve hiç korkmadan bu sesi izlemek bana elbette başarı getirecek. “Arzuladığım bir hayatı izlemek kadar güzel bir şey olmasa gerek bu dünyada” diye düşündüm. Aramakla ne iyi etmişti. Dünyanın öteki ucundan bana güç vermişti.

Evleniyorum…
Amerika vizem sona ermiş; Türkiye’ye dönmem gerekiyordu. Artık ailem beni ABD’ye göndermez diye düşündüm. Türkiye’ye her döndüğümde sanki ailem üstüme dar gelen bir elbiseyi bana giydirmeye çalışıyordu. Kanadalı erkek arkadaşım Amerikan vatandaşlığına başvuruyordu. Benimle formalite evliliği yapıp yapmayacağını sordum. O da hemen kabul etti. Evlendik. Tabii ki bu gerçek bir evlilik değildi. Ama ailem işin gerçek yüzünü bilmeyecek ve evlendiğim için de beni Türkiye’de tutamayacaktı.

Evden kaçıyorum
Ailem ruhani ilerlememde bana yardım eden yurt dışındaki yabancı arkadaşlarımla irtibatımı kesmek istedi. Evden kaçtım. Tüm maddi desteği kestiler. Yılmadım. Önce Hindistan’a gittim. Bombay’da yüksek apartmanların arasında derme çatma yaşanılması imkansız çadırlarda yaşayan insanları görünce şok oldum. Güney Hindistan’da altı ay bir aşramda kalıp uzun süreli meditasyonlar yaptım. Bu benim Hint kültür ve tapınak ayinleriyle ilk tanışmamdı. Her tapınakta mutlaka bir sunak vardı. Bu sunaklarda değişik değişik ilahlar olabiliyordu ama yapılan ayinler aşağı yukarı aynıydı. Her zaman meşale gibi ışık sunulup tütsüler yakılıyor, ilahiler de müzik aletleri eşliğinde şarkı şeklinde söyleniyordu. Ateş adakları da yapılıyordu. Buna yagya deniyor. Bu yagyalara iştirak edip ateşe belli karışımları atmak karma temizliği yapıyor. Maneviyat Hint günlük hayatının çok doğal bir parçası; bu konuda çok otantiktiler. Rab’be karşı çok doğal bir çekimleri var. Kiminin soğukta ayağına giyecek bir çift ayakkabı yok, kiminin üstüne örtecek bir battaniyesi. Hatta bu yüzden hayatını kaybedenler bile oluyor. Ama zorluklara hep katlanıyorlar. Fakir olmalarına rağmen hiç şikayet etmiyorlar. Her zaman yüzleri gülüyor. Hindistan’da mutsuz bir insan görmek imkansız. Tek dayanakları Rab’be olan inançları… Ben o zamana kadar bu derece kendini Rab’be adayan insanlar görmemiştim. Hissettikleri ibadet o kadar doğal ve içtendi ki insan bundan gerçekten derinden etkileniyordu. Çevremde olan her şey çok ilginç ve değişikti. Sanki oynayan bir filmin içine girmiş ve ben de rol almıştım. Muazzam bir kaos vardı ama işin en şaşırtıcı tarafı her şeyin büyük bir uyum içinde sürmesiydi. Trafik lamba ve işareti diye bir şey yoktu ama kaza olmuyordu. Her yer gürültülü ve kalabalıktı ama geri planda müthiş bir sessizlik ve sükunet vardı. Yolda yürürken kişi bir çukura düşebilir ya da başına inşatlardan bir şey düşebilirdi; o yüzden her an dikkatli olmak gerekiyordu. Bu da farkındalık için çok iyi bir eğitimdi. Hindistan’ı anlamak için gerçekten onu deneyimlemek gerekiyor. Kelimeler onu anlatmaya yetersiz. Sonra ABD’ye geri döndüm. Amerika gibi bir yerde kiramı ödeyip karnımı doyurmak için restoranlarda yerleri paspaslayıp, bulaşık yıkamayla işe başladım. Eli soğuk sudan sıcak suya girmemiş olan ben, sekiz yıl Amerikalılar’ın tuvaletlerini temizlemekten bahçelerindeki yaban otlarını yolmaya kadar ağır minimal işlerde çalışıp hayatımı kazandım. Böylece arzuladığım manevi yolculuğuma devam ettim.

Hastaneye yatırılıyorum
Kapı sert bir şekilde çalındı. Kapıyı açtım. Karşımda iki polis duruyor. İzbandut gibi olan uzun boylu cüsseli erkek polis “Hakim kararı var; bizimle psikiyatrik hastaneye gidiyorsun” dedi. Elindeki kağıtlara baktım, gerçekten bir hakimin imzası vardı. İnanamıyordum. İddiaya göre ya intihar edecek ya da başka birini öldürecektim. Elim ayağım birbirine dolandı. Korkunç bir duyguydu. Annem ve babam yaşadığım kasabaya gelmişlerdi. Benim için ölmek var dönmek yoktu. Arzuladığım bir hayatı yaşamanın normalliğine tüm kalbimle inanıyordum. Kendimi onlardan korumak için bir avukat bile tutmuştum. Yapılacak bir şey yoktu. Hastaneye geldik. Ertesi gün doktorun odasına götürüldüm. İyi bir doktora benziyordu. “Amerikan vatandaşı olacağım ama ailem beni zorla Türkiye’ye götürmek istiyor, bunun için oldu” dedim. Doktor beni anlar gibiydi. O gün günlerden cumaydı ve pazartesiye kadar doktorlar kurulunun kararını beklemem gerekiyordu. Yani bu cehennem gibi yerde üç gün daha geçirecektim. Odama geri döndüm. Ertesi gün bir ziyaretçim olduğu söylendi. Gelen eski erkek arkadaşımdı. Her nasılsa avukatım ile haberleşmiş ve şehri ziyaret ediyor olduğundan da beni görmeye gelmişti. Doktorla görüşmüş ve benim söylediklerimin aynısını ona söylemişti. Bu arkadaş aynı zamanda benim kağıt üzerindeki eski kocamdı. O yüzden söylediklerini doktor dikkate almıştı. Beni serbest bırakmaya o gün karar verildi. Gidebilirdim. Benden 20 yaş küçük genç sevgilimi aradım. Motosikletle gelip beni aldı. O motosikletin arkasında özgür bir kuş gibiydim. Yaşadığım bu acı olay aileme olan tüm inancımı sarsmıştı. Onlar benim için hayatta tutunulacak bir dal olamazdı. Nitekim bu dal kopmuştu. Hayatı daha derinden sorgulamaya başladım. Eğer bu dünyada aileme bile güvenemezsem kime güvenecektim?

hakiki-ozgurluk-ve-mutlulugu-buldum-2

Yine Hindistan…
2002 yılının sonbaharında ABD’deki işimden istifa edip inzivaya çekilmek için tekrar Hindistan’a gittim. Sabahları uyandığımda dehşet verici düşünceler beynime hücum ediyordu. Ailem beni deli hastanesine yatırmış şimdi de bana ait olmayan bir para borcuyla yüz üstü kala kalmıştım. O güne kadar inandığım her şey; aile, arkadaş, toplum vs. hepsi elimin altından kayıp gitmişti. Tutunacak dalım kalmamış; bu dünyaya dair inandığım her şey temelden sarsılmıştı. Her gün işe gidiyor; ödemem gereken borçları ödemeye çalışıyordum. Her şeyi unutmak için günde üç film seyretmeye başladım. İstifa dilekçesi doldurup mahkeme kararı aldım. 10 sene banka ve kredi şirketlerinden para alamayacaktım. Ama borçlardan kurtulmuştum. Hindistan’a gittim. Önce Ammaji’nin aşramında kaldım. Bu ilk aşram deneyimimdi. Gönüllü hizmet denilen “seva” yapıyordum. En hoşuma giden de akşamları ilahiler söylememizdi. Sonra Hint evliyalarının uzun yıllar tefekkür yapıp aydınlandığı dağların yamacında uzun süreli inziva meditasyonları yaptım. Günde sekiz saat meditasyon yapıyordum. Hindistan’daki tüm mantraları öğrendim. Değişik manevi öğretmenlerden feyz alıp aşramlarda yaşadım.

Krişna ile karşılaşma
Hindistan’dan ABD’ye dönerken Bombay’da uçağa alınmayan 15 kişiden de biri bendim. Uçak şirketi gece bizi konaklamak için bir otele yerleştirdi. Yatağın başucundaki çekmeceyi açtığımda çekmecede bir İncil, onun yanında da Bhagavad-gita’yı (kutsal bir Hindu metni) gördüm; alıp okumaya başladım. Gita’yı Krişna konuşuyor ve onun Rab olduğu yazıyordu. Katıldığım kursta hocanın bize öğrettiği mantraları da kitapta gördüm hatta daha fazlası vardı. Tüm gece o kitabı elimden bırakamadım. Neredeyse dükkanlar açık olsa gece yarısı sokağa çıkıp bu kitabı satın alacaktım. ABD’de yaşadığım kasabaya döndükten birkaç hafta sonra tesadüfen bir ilan gördüm. Bir öğretmen Krişna bilgisini (Bhakti-yoga) öğretmek için kasabaya gelmişti. Bu kursa katıldım; duyduklarım yeni şeyler değildi.

Gurum ile tanışıyorum
Üç günlük bir meditasyon inzivası Güney Kaliforniya’da düzenleniyordu. Tesadüfen çok özel bir insan da o bölgede olacaktı. İnziva kursuna katılmak; sonra da Bhakti-yoganın en ünlü gurusuyla buluşmak üzere otomobilimle yola çıktım. Yaşadığım yer Amerika’nın ortasındaydı. Yolculuk üç gün sürdü. Yolda mucizeler gördüm. Gurum ile daha karşılaşmadan her yerde bulunan varlığı yaşamıma gelmişti bile. Yolda Krişna bilincinde verilen inisiyasyonu (uyumlanma) düşündüm durdum. “Daha inisiyasyon alacak düzeyde değilim” dedim kendi kendime. Ama yolda gördüğüm tren, bulut, nehir ve yemyeşil dağlar bambaşka bir düzeyin varlığını bana hatırlatıyorlardı. Sanki bir mıknatıs gibi çok güçlü bir spiritüel enerjiye doğru çekiliyordum. Sezgilerim bana her şeyin değişeceğini söylüyordu. Sanki üçüncü gözümde hakiki bir spritüel öğretmeni görüyordum. Meditasyon kursunun biteceği gün Guru ile program akşam saat 18.00’de başlayacaktı. Yemekten sonra birkaç arkadaş sahile gidiyordu. “Nasıl olsa programa daha çok zaman var” diye düşünüp ben de onlarla gittim. Onları arabamla arkalarından takip ediyordum. Oldukça işlek olan otobanda birden arabalarıyla hızlı bir çıkış yaptılar. Ben onları takip edemedim. Sonuç olarak birbirimizi kaybettik. Tüm aramalarıma rağmen onları bulamadım. Yola devam etmekten başka çarem kalmamıştı. İki saatlik bir yol daha vardı. Saat tam 18.00’de Guru’nun programında kendimi buldum. Daha ilk buluşmamızda ondaki muazzam spiritüalizmi sezinledim. Zaman içinde bu kendini daha çok gösterdi. Kendisinde yoğun bir merhamet ve koşulsuz sevgi ile enerji vardı. Sanki Vedik bilgilerin canlı bir haliydi. O güne kadar bilmek istediğim tüm ruhani gerçekleri en ince detayına kadar açıklıyordu. Evrenin sırlarını da anlatıyordu. Önce hiç inanasım gelmedi ama sonradan okudukça neden olmasın dedim. Diğer tanıştığım gurulardan farkı, onda ve çevresindekilerin Rab’be yaptıkları hizmet ve ibadetin gücüydü. Daha önce yaptığım manevi uygulamalar hep kendim içindi. Oysa Bhakti-yoga’da her şey Rab’bi yani Krişna’yı hoşnut etmek için yapılıyordu; kendimiz için değil. Uzun yıllar pek çok değişik meditasyon, yoga, şifa ve kendini geliştirme teknikleri uygulayan biri olarak nihayet daha üstün bir spiritüel öğreti ve birlikteliğe gelmiştim. Bu işin sırrı Rab’be adanmak ve sevgiyle ona hizmet etmekti. Sonradan hocam (gurum) bana inisiyasyon ve dikşa verdi. Artık ismim Savitri idi. Bu benim ikinci doğumum; manevi kimliğimin adıydı. Artık içimdeki acıların merhemini bulmuştum. Bize sohbetlerinde Krişna’yı ve O’nun yaptığı eğlenceleri anlattı. Yaşadığım kasabaya geri döndüm. Meditasyon yapmak için gözlerimi kapadığımda birdenbire Krişna’yı hatırladım ve ağlamaya başladım. Gurumdan duyduklarım aklıma geldi. Bir anda hem fiziksel hem de duygusal olarak kalbimin açıldığını hissettim. Sanki göğsümde bir çiçek vardı ve taç yaprakları birer birer açıldı. Onca sene meditasyon yapmama rağmen kalbim kapalıymış; o gün ilk defa açıldığını hissetim. Hare Krişna mahamantrası’nı da tekrarladıkça içimde yüksek bilgiler uyanmaya başladı. Bu bilgiler bana ait değildi; gurumun kalbinden bana akıyordu. Belki bunları daha önce okumuş veya duymuştum ama şimdi içimde yaşanan bir gerçek oluyorlardı. Bunun için hakiki bir Krişna gurusuna gereksinim varmış; benim gayretlerim tek başına yeterli değilmiş.

hakiki-ozgurluk-ve-mutlulugu-buldum-4

Hindistan’a taşınma kararı
Yaşadığım kasabada artık bir yabancıydım. Uygulanan meditasyon gayrişahsiydi. Yani boşluğa ya da hiçliğe yapılıyordu. Herkes kendi gelişimi için yapıyor; herhangi bir Tanrı hizmeti ya da ibadeti yapılmıyordu. O yüzden kuru kalıyordu. Oysa Krişna bilinci kişisel bir yoldu. Yani Rabbin kişisel bir sureti vardı; O da bizim gibi bir kişiydi. Ama O’nun kişiliği madde ötesiydi. Gerçek mutluluk da Krişna’ya hizmetteydi. Bhagavadgita’yı her gün okuyordum. Tapınaklardaki sunaklarda Krişna’nın ilahi heykel formuna ibadet ediyorduk. Bu beni biraz düşündürüyordu. Çünkü İslamiyet’ten putlara tapılmayacağını öğrenmiştik. Bir seferinde bu konuda endişesi olan bir arkadaş ile konuşuyordum. “Bana sunaktaki taşları gördün mü?” diye sordu. Görmemiştim ama “Niye?” diye sordum. “Onlara da tapılıyor” dedi. Bunu duyunca taş kesildim. Taşlara taparsak taş olacaktık. Küçükten bunu duymuştuk. Bir daha o tapınağa gidemem diye aklımdan geçirdim. Taşlara tapmam imkansızdı. Fakat Gita’nın bir yerinde Krişna’nın sureti için transandantal diyordu. Yani O’nun formu madde ötesi idi; bizim gibi maddesel elementlerden yapılma bir formu yoktu. Bunu okuyunca birden şunu fark ettim ki Rab’bin bir sureti vardı ama bu suret madde ötesi olduğu için dinlerde özellikle İslamiyet’te resmini yapmak yasaklanmıştı. Bu yasaklama da onun bir sureti olmadığından değil, insanların Rab’bin transandantal madde ötesi suretini maddesel olarak algılayabilme olasılığından dolayıydı. Kişinin bilinci yükseldikçe Rab’bin madde ötesi formu da o kişinin kalbinde belirecekti. Bu gerçeği idrak edince kendimi sanki bir define bulmuş gibi mutlu hissettim. Rab’bin bir suretinin olduğunu öğrenmek çok güzel bir duyguydu. Böylece ona rahatlıkla meditasyon yapabilirdim. Sureti olmayan bir Rabbin merhameti de olamazdı ki. Çocukluğumdan beri inandığım şeyi hatırladım: Allah her şeyi gören, duyan ve bilendir. Eğer bu doğruysa o zaman kesinlikle O’nun gözleri, kulağı ve zekası vardı. Ama tüm bunlar bizlerinki gibi maddesel değil, tamamen madde ötesiydi. O taşlar da sıradan taşlar değil, Hindistan’ın kutsal nehirlerinde mucizevi olarak beliren ve üzerinde Rabbin tasvirleri olan mistik taşlardı. Rab isterse o taşlarda bile kendini tezahür ettirebilirdi. Artık o kasabada yaşamak istemiyordum. Ama nereye gidecektim? Kaliforniya’da Krişna adanmışları vardı. Onlarla birlikte olabilirdim. Fakat ABD’deki maddeci yaşam şeklinin beni hiçbir yere götürmeyeceğini fark ettim. Toplumdaki sorunlar düzelmeyecek ve hatta gittikçe zorlaşacaktı. Böylece Hindistan’a taşınmaya karar verdim. 2004 yılının sonunda iki hafta içinde son model arabam da dahil her şeyimi satıp iki bavulla Hindistan’a taşındım. Krişna’nın 5000 yıl önce dünya yüzünde göründüğü Vrindavan kasabasındaki bir aşrama yerleştim.

hakiki-ozgurluk-ve-mutlulugu-buldum-5

Her sabah ayine gidiyorum
O zamandan beri de Hindistan’da yaşıyorum. Her sabah erkenden aşramda ayine gidiyorum. Sonra yaklaşık bir buçuk saat tespihle Hare Krişna mantrasını söylüyorum. Vedik bilgileri öğrenip Sanskritçe çalışıyorum. Bazı sabahlar aşramda ilahi söyleyip Krişna sohbetleri dinliyoruz. Gün içinde aşramda herkes kendi sevasını yani karşılıksız hizmetini yapıyor Krişna’ya. Kimi mutfakta sebze doğruyor, kimi tapınağı temizliyor kimi de kitapları tercüme ediyor. Krişna’ya hizmet yani seva, adanmışlık hayatımızın önemli bir parçası. Hizmet yaptıkça bilgiler içimizde gelişiyor; adanmışlık yani “bhakti” yolunda ilerliyoruz. Bu öğretiye göre hakiki özümüz bilgi, bilinç ve mutluluk.

Pozitif Dergisi 2014/04

Yorum Ekle