Binlerce yıldır bir güzellik iksiri ve şifa kaynağı olarak kullanılan gül, aromaterapide, yemek kültüründe ve edebiyatta önemli bir yere sahip. Enerjisi çok yüksek olan bu mis kokulu bitki günümüzde modern tıbbın da araştırma konuları arasında…
Yazı: Aytaç ÖZKARDAŞ GOZZI
İlk çağlardan beri sevgi ve güzelliğin sembolü gül, güzel kokusu ve içeriğinde bulunan eşsiz maddelerle aynı zamanda bir şifa kaynağı. Osmanlı ve İslam kültüründe çok önemli bir yere sahip olan güller artık eskisi gibi kokmuyor, parklarda bir peyzaj öğesi olmaktan öteye gidemiyor. Gül kokusunu bilmeyen bir kuşak, sentetik olarak üretilen gül kokularını da pek sevemiyor… Oysa günümüzde parfüm endüstrisinin hammaddesi olarak kullanılan güllerin vatanı Anadolu. Kokulu güller arasında en değerli türlerden biri olan Rosa damascena dünyada sadece Isparta yöresi ve Bulgaristan’ın Kazanluk Vadisi’nde yetişiyor. Mayıs ayı ortalarından haziran ortasına kadar sadece bir ay açan Rosa damascena, çok özel iklim, toprak şartları isteyen nadir bir gül türü. Yumuşak, katmer katmer pembe yaprakları ve yoğun kokusuyla dikkat çeken güller, dünya güzellik endüstrisinin çok değer verdiği bir bitki.
Bülbülün güle aşkı
Bir güzellik iksiri olduğu kadar yemek kültüründe, edebiyatta ve eski tıpta önemli yeri olan gülle ilgili bilgi almak için İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ayten Altıntaş’ın kapısını çaldık. Üniversitedeki odasında sorularımızı yanıtlayan Altıntaş, en büyük isteğinin büyük bir şifa kaynağı olan gerçek gülsuyunun değerinin anlaşılması ve halkın bu basit ama etkili ürüne ulaşabilmesi olduğunu vurguluyor. Gülün şifalarını anlatmadan önce biraz kültürümüzdeki yerinden bahseden Prof. Dr. Ayten Altıntaş, “Gül insanlığın tarihinde çok önemli bir çiçek. Ama İslam’da çok daha farklı, çok daha önemli bir yeri var. Tanrı aşkı hep gülle sembolleştirilmiş. Hz. Muhammed’in sembolünün de gül olduğu biliniyor. Yunus Emre, ‘Çiçek eydür ey derviş gül Muhammed teridir’ diyor mesela. Halk arasında ‘gül koklamak sevaptır’ denmesinin nedeni de budur. Osmanlı edebiyatında çokça kullanılan motiflerden biridir. Gül ve bülbülün aşkı şiirlerde inanılmaz bir çeşitlilikle işlenmiş, nakkaşlar gülü inanılmaz bir güzellikte resmetmiş” diyor.
Gül kokusu belleği artırıyor
Güle çiçekler dünyasında bu kadar özel bir yer veren ve kendisinden “bütün ağaçların nuru, bütün çiçeklerin şahı” (Ebu Hanife ed- Dineveri- Kitab-ı Nebat) diye söz edilmesine neden olan kuşkusuz o çok özel kokusu. “Şimdiki gençlik gül kokusunu sevmiyor çünkü tanımıyor. Güllerin çoğu kokmuyor artık” diyen Prof. Dr. Altıntaş sözlerini şöyle sürdürüyor: “Dünyada inanılmaz çeşitlilikte gül var. Ancak kokulu güller sınırlı ve gittikçe kokularını kaybediyor. İbn-i Sina’dan Osmanlı hekimlerine hepsi gül kokusunun belleği artırdığı üzerinde birleşiyor. Kuran’ı hatmetmek isteyenlerin hafızalarını artırmak için gül kokladığı, Kuran’ın arasına gül konulduğu biliniyor. Bu araştırmaları yaparken modern tıbbın gül kokusu ile hiçbir alakası olmadığını düşünüyordum ancak sonra bazı çalışmalar buldum. Örneğin Almanya’da yapılan bir araştırmada gül kokusunun hafızaya etkisini araştırıyorlar. İzole odaların birinde limon, diğerinde rezene, bir diğerinde ise gül kokusu bulunuyor. Denekleri zeka testine tabi tutup, beyinlerine elektrotlar bağlayarak bir gece o odalarda yatırıyorlar. Uyurken beyinleri inceliyorlar, uyandıktan sonra bir test daha uyguluyorlar. Sonuçlar şaşırtıcı; gül kokusunun hafızayı artırdığı, beyni daha iyi çalıştırdığı ortaya konuyor.” Prof. Dr. Altıntaş, ayrıca son araştırmalarda en yüksek enerjiye sahip olan bitkinin gül olduğunun bulunduğunu da vurguluyor ve devam ediyor: “Artık her meyvenin, sebzenin enerjisi ölçülebiliyor. Ama bu bildiğimiz anlamda kalori hesabı gibi bir şey değil. Ve en yüksek enerji 384 megahertz frekans ile gülde bulundu. Yani gülün enerjisi o kadar büyük ki, belki bu yüzden bu kadar büyük bir simge oldu.”
Aromaterapi ve gül
Aromaterapide gül çok özel bir yere sahip. Gül yağının içerisinde 85 farklı maddeden biri olan feniletenol rahatlatıcı, uyku verici bir etkiye sahip. Bu nedenle depresyon tedavisinde, gerilimli ruh durumlarında kullanılıyor. Uykudan önce gül koklamak kişiyi yatıştırıyor. Aromaterapistler gül kokusunun bizi pozitif, huzurlu ve güvende hissettirdiğini söylüyor. Güven duygunuzu kaybettiğinizde, şüphe ve korkularınıza takılı kaldığınızda gül koklamak biraz olsun size yardımcı olabiliyor. Ayrıca gül kokusu kalp enerjisini uyarıyor, kalp çakrasını açıyor, sevgi, neşe ve empati yaratmaya yarıyor.
“Gül solup gül bahçesi harap olduktan sonra gülün kokusunu nereden alabiliriz.Gülsuyundan dediler”(Mesnevi)
Osmanlı’da gül ile tedavi
Sadece bir ay açan kokulu gülleri saklamak ve faydalarından yıl boyunca yararlanmak için insanoğlu çeşitli yöntemler geliştirmiş. Eski tıp kitapları incelendiğinde gülle yapılan tedaviler başlıca üç bölüme ayrılıyor; gül suyu, gül yağı ve gülün şekerle-balla karıştırılması ile elde edilen gül macunu, gül reçeli, gül şerbeti gibi ürünlerle yapılan tedaviler…
GÜL SUYU: Eski tıpta gül suyunun en çok faydalanılan
yönü ferahlatıcı, serinletici etkisi. Bayılmalara, sıkıntılara karşı rahatlamak için de kullanılıyor. İbn-i Sina, bu ferahlatıcı etkiden dolayı ateşi düşürmek için kullanılabileceğini söylüyor. Yine eski kitaplarda bayılanları ayılttığı, baş ağrılarını geçirdiği, ağız ve boğaz ağrılarına iyi geldiği anlatılıyor. Göz kanlanmalarında ve şişkinliklerde de gül suyundan faydalanılıyor. Hatta göz ilacı olarak gül suyu hekimler tarafından yakın zamana kadar kullanılmış. Öte yandan asırlar boyunca kadınlar tarafından cildi temizlemede, sıkılaştırmada, nemlendirmede, yumuşatmada, yaşlanmasını geciktirmede, canlandırmada kullanılan doğal bir tonik gül suyu. Ancak tabii ki bu kitaplarda bahsedilen gül suyu, günümüzde raflardaki birçok ürün gibi sentetik yollarla üretilmiş değil, güllerin su buharı distilasyonu ile damıtılması ve buharlaşan maddelerin soğutulması ile elde edilen güzel kokulu sıvı akla geliyor. Günümüzde gerçek anlamda iyi bir gül suyuna ulaşmanın zorluğunu vurgulayan Prof. Dr. Altıntaş, gül suyunun Osmanlı kültüründeki yeri ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Osmanlı’da zengin-fakir her evde mutlaka gül suyu bulunuyor. Sarayda da hem ziyafetlerde hem de kadınlar arasında kırışıklıklara karşı bir güzellik iksiri olarak kullanılıyor. Bizim kolonya kültürümüz bile gül suyundan geliyor. III. Selim’in bir fermanında kahve, şerbet ve gül suyu ile yapılan ikram törenlerinin artık 40 kişi yerine 15 kişi ile yapılması buyruluyor. Eğer yabancı bir devlet yetkilisi gelmişse yine törenin 40 kişi ile yapılabileceği vurgulanıyor. Yani bu törenler o kadar önemli ki 40 kişi bu ritüeli gerçekleştiriyor.”
GÜL YAĞI:
Zeytinyağı, susam yağı gibi çeşitli yağların içine gül yaprakları dolduruluyor, yağlar iyi bir çözücü olduğu için gül yapraklarının içindeki maddeleri çözüyor. Osmanlı tıbbında gül iksiri olarak anılan bu karışım kırışıklıklar, alerjiler, döküntüler gibi her türlü deri hastalığında kullanılıyor.
GÜL SÜRMESİ
Osmanlı kadınlarının güzelleşmek için kullandığı ürünlerden biri de gül sürmesi. Prof. Dr. Ayten Altıntaş, Osmanlı tıp kitaplarının ışığında gül sürmesinin yapımını şöyle anlatıyor: “Kurutulmuş iyi cins güller uygun bir kapta ateş üzerinde kavruluyor, toz haline getiriliyor. Çok ince elekten eleniyor ve göze sürme olarak çekiliyor. Dönemin hekimleri, bu sürmenin kirpikleri gürleştirdiğini söylüyor.”
GÜL MACUNU:
Gülün şeker ve balla karıştırılması ile elde edilen; gül macunu, gül balı, gül şurubu, cüllap, gülbeşeker gibi hazırlama yöntemleri farklı bu ürünlerin en sık kullanıldığı hastalık mide ve karaciğer rahatsızlıkları. Örneğin gülün balla karıştırılıp güneşte bekletilmesiyle hazırlanan gül balının midedeki salyayı azaltacağı, bağırsakları temizleyeceği anlatılıyor. Prof. Dr. Altıntaş, eski kitaplardan yola çıkarak bir de gül macunu tarifi veriyor: “400 g gül yaprağı temizleniyor, 800 g şeker ile ovuluyor, 20-30 gün güneşte bekletiliyor ve sırlı çömleğe konuyor. Eski kaynaklara göre bu macunun en önemli etkisi balgam salgısının düzenlenmesi, mide ve karaciğeri kuvvetlendirip rahatlatması.”
Kurutulmuş gül ile iki tarif
Prof. Dr. Ayten Altıntaş’ın araştırmaları sonucu ulaştığı iki tarif kuru kokulu güllerle Osmanlı’da nasıl şifa bulunduğunu ortaya koyuyor.
Gözler için: Bir tutam kuru gül kahve cezvesinde yeterince su ile haşlanır, soğutulur. Tercihen gül yaprakları ile beraber göz kapaklarına pansuman yapılır. Bu pansuman gözlerdeki şişliklerin inmesine ve gözlerdeki ağrının dinmesine yardımcı olur.
Sivilceler ve tahrişler için: Gül kurusu ufalanarak toz haline getirilir. Yüzdeki sivilcelere pudra gibi sürülür. Bu gül tozu kasık ve baldırlardaki tahrişlerde, ağız içi yaralarda, çıbanlarda da kullanılır.
Renkleri de kokuları da farklı…
Doğada güller, çalımsı ya da tırmanıcı özellikli, dikenli küçük ağaçcıklar şeklinde görülüyor. Yaprakları, üç ila dokuz adet küçük yaprakçığın bir araya gelmesinden oluşuyor. Çiçekleri ya tek katmanlı ve tek başına ya da birkaç adet oluyor. Beyaz, pembe, sarı ve kırmızı renkli olan güllerin kendilerine has kokuları bulunuyor. Güller; taç yaprak sayılarına, büyüklüklerine, çiçek açma sayıları ve zamanlarına göre gruplara ayrılıyor. Buna göre katmerli güller, bodur güller, sarmaşık güller, yılda bir kez açan güller, yediveren güller gibi isimler alıyor. Mayıs gülü, okka gülü, şam gülü, misk gülü, Frenk gülü, fındık gülü, çay gülü ve sarı gül ise Anadolu’da en fazla yetiştirilen güller arasında yer alıyor.
Frenk gülü
Kırmızı gül, kan gülü ya da sirke gülü isimleriyle de bilinen bu türün bilimsel adı Rosa gallica oficinalis. Bir metreye kadar boylanabilen türün derimsi yaprakları, üç ila beş yaprakçıktan oluşuyor. Çiçekleri yarı katmerli, renkleri pembe-koyu kırmızı oluyor.
Fındık gülü
Altıkatlı gül olarak da bilinen fındık gülü, Rosa alba ile Rosa damascena melezlemesi sonucunda ortaya çıkıyor. Çiçekleri pembemsi ve beyaz renkli olup, dört santimtre çapında oluyor. Pembe renkli meyveleri küçük boyda ve fındığa benzediği için fındık gülü olarak da adlandırılıyor.
Çay gülü
Kışın bile yapraklarını dökmeyen çay gülünün bilimsel adı Rosa odorata. Beş-yedi yaprakçıktan oluşan yaprakları tüysüzdür. Beyaz, soluk pembe ya da sarımtırak renkli çiçekler tek tek ya da ikili, üçllü gruplar halinde bulunuyor. Yediveren güller grubuna dahil olan çay gülü, haziran-ekim aylarında açıyor.
Şam gülü
Bağ gülü, Muhammed gülü veya peygamber gülü olarak da bilinen Şam gülünün bilimsel adı Rosa damascena. Çok dikenli bir tür olan Şam gülü, beş yapraktan oluşuyor. Çiçeklerin üç ila 12’si bir arada bulunuyor. Bu özelliğiyle de okka gülünden kolayca ayrılabiliyor.
Okka gülü
Bu gül, Osmanlı döneminde gül suyu ve reçel yapımında kullanılıyordu. Has gül, hokka gülü, reçel gülü ya da Sadberk Hanım gülü olarak da bilinen okka gülünün bilimsel adı Rosa centifolia. İki metreye kadar boylanabilen bu türün beş yaprakçıktan oluşan yaprakları, koyu, parlak yeşil renkli oluyor. Okka gülleri, ilkbahar ve sonbaharda olmak üzere yılda iki kez çiçek açıyor.
Gül reçeli
Bahçenizde çok güzel kokan güller varsa, gül reçeline hayır demeyin. Mutfağınızı ve sofranızı bu güzellikten mahrum etmeyin…
Hazırlanışı
1- Birinci aşama
• 250 gram gül yaprağı
• Bir kase şeker
• Bir çorba kaşığı limon tuzu
Gül yapraklarının beyaz kısımlarını makasla kesin, yıkayın ve süzün. Bir kapta şeker ve limon tuzunu 15-20 dakika ellerinizle iyice ovuşturun. Sıkılan ve suyu çıkan gül yapraklarını kapalı bir kapta ya da kavanozda üç gün bekletin.
2- İkinci aşama
İki su bardağı toz şeker ve iki bardak suyu birlikte kaynatarak, şerbet yapın. Şeker eridiği zaman güllerin kavanozda kalan suyundan 3-4 çorba kaşığı şerbete katın. 10 dakika sonra gül yapraklarını ilave edin. Koyulaşınca soğumaya bırakın. Soğuyunca afiyetle yiyin.
KURU VE HASSAS CILTLER IÇIN GÜL MASKESI
Yaklaşık bir avuç gül yaprağını kurutarak ufalayın. Ufalanmış yaprakları süt, mısır nişastası ve biraz bal ile macun kıvamına gelinceye dek karıştın. Elde ettiğiniz karışımı yüzünüze sürün ve 15 dakika bekleyin. Ardından hafifçe yüzünüze masaj yapın. Bu sayede cildinizdeki kan dolaşımını hızlandırın. Maskeyi cildinizden önce ılık, sonra da soğuk su ile temizleyin.
“Modern tıp binlerce yıllık tecrübeyi çöpe attı”
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ayten Altıntaş’ın; “Osmanlı Hekimlerinin Sağlık Kuralları”, “Hastaneden, Fakülteye; Cerrahpaşa”, “Gül, Gülsuyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekteki Yeri”, “Gül, İlaçların En Güzeli” isimli kitapları bulunuyor. Altıntaş, eski tıbbın binlerce yıllık bilginin üst üste konulmasıyla oluştuğunu söyleyerek şu bilgileri veriyor: “İlk insandan başlayarak modern tıbbın ortaya çıktığı 1850’ye kadar binlerce yıllık bir tecrübe var ve biz bunu son 150 yıldır kaybettik. Tıp her zaman iyi para getirir, bu geçmişte de böyleydi. Kervanlar en başta ilaç götürüyordu. Çin’de işe yarayan bir ilaç kervanlarla Anadolu’ya da, Avrupa’ya da Mısır’a da giderdi. Bu evrensel tıbbın içinde gül çok önemli bir yere sahip olmuştur. Aydınlanma çağında eski tıbbın kazanımlarına yönelik büyük bir reddediş oldu. Kimya, fizik bilimleri ile birlikte bilim adamları ‘Ben bu tıbbi bitkilerin içindeki maddelere bakarım, etken maddeyi bulurum, bunu ben sentetik olarak yaparım, ucuza da satarım’ dedi. Tıp doğadan uzaklaştı, kimya fabrikalarını merkeze aldı. Ancak bu modern ilaçlar da kafasını duvara vurdu ve doğal olana bir geri dönüş başladı. Çünkü bu şekilde elde ettiğiniz etken maddeyi vücuda verdiğinizde yabancı olarak kabul ediyor, böbrek ve karaciğer harabiyeti yapıyor. Bizim kimyasal testlerimiz ancak o harabiyetin yarısına geldiğimizde sinyal verebiliyor. Öte yandan bugünkü teknoloji ile bir bitkinin içinde yüzlerce farklı madde bulunduğunu görebiliyoruz. Tüm bu maddeler birbirleriyle nasıl etkileşiyor onu bilemiyoruz. Bugün bazı ilaç firmaları Afrika’da medeniyetten uzak yaşayan insanların kullandıkları doğal ilaçları araştırıyor. Çünkü şimdi farkındayız ki insan bedeni doğal olanı kabul ediyor. Almanya, Fransa gibi bazı ülkelerde bitkilerle tedavi ön plana çıkıyor artık.”
Pozitif Dergisi 2013/02