Gazeteci Merve Özaytekin, kalbinin sesini dinlemeyi yoga ile tanıştıktan sonra öğrendi. Hatta bir adım daha atıp Almanya Bad Antogast’ta dört gün süren sessizlik kampına katıldı. Kampa katılış sürecini, kampın hayatına kattıklarını Pozitif dergisi için kaleme aldı…
The Art of Living (Yaşama Sanatı) ile yedi yıl önce tanıştım. Arzu Özev, Saint Joseph Fransız Lisesi’nden arkadaşım. Ben Fransa’da iletişim okurken, o da ABD’nin prestijli üniversitelerinden UMASS Boston’da psikoloji eğitimi alıyordu. İkimiz de Türkiye’ye dönmüş, hayata bir yerinden başlamaya çalışıyorduk. Bir gün yolda karşılaştık. Ben gazetede çalışmaya başladığımı, hayalimi gerçekleştirdiğimi söyledim. O ise bana psikoloji eğitimine yakın bir iş yaptığını, “Yaşamın Sanatı”nı öğrettiğini söyledi. “Yaşamın sanatı’ nedir ki? Sen nasıl öğrendin?” diye sordum. “Nefes ve yoga” diye yanıtladı. Ne nefes ne de yoga hakkında bilgim vardı.
Amerika’dan Yeni Zelanda’ya…
Arzu bana, ABD’de psikoloji eğitimi alırken başlayan, Hindistan, Yeni Zelanda, Güney Amerika ve Almanya’ya uzanan hikayesini anlattı. Türkiye’de o yıllarda pek de bilinmeyen nefes tekniği ve yoga konusunda dünyanın birçok yerinde eğitim aldığını; onun uyguladığı Sri Sri Yoga’nın meditasyon, vücut ve nefes egzersizleri içerdiğini söyledi.
Mutluluk kendiliğinden geliyor
‘’Peki bunları yapınca yaşamın sanatını öğrenmiş mi oluyoruz?’’ diye sordum Arzu’ya. “Hayatta birçoğumuz ‘mutlu’ olmanın cevabını arıyoruz. Eğer doğru nefes almayı öğrenirsek, meditasyonla ruhsal dinginliğimizi sağlarsak, çeşitli yoga hareketleriyle vücudumuzda biriken toksinlerden arınırsak; bedenimizin enerjisini yükseltmiş oluruz. Geçmiş pişmanlıklarımızdan, gelecek kaygısından, depresyondan, yüksek tansiyondan, kronik birçok hastalıktan kurtulur, stresle başa çıkabilir, işte ve ilişkilerimizde verimliliği artırırız. İşte tüm bunları düzene soktuğumuzda da mutluluk zaten kendiğinden gelir…’’ dedi.
Nefes almayı öğrenmek için yalnız dört gün
Kafam karışmıştı. Sadece nefesle, vücut hareketleriyle, meditasyonla hayat bana göre değişemezdi. Mutluluk ise asla kendiğinden gelemezdi. İkna olmam için deneyimlemiş kişilerle tanışmalı, farkı kendim de yaşamalıydım. Arzu yogaya başlamam için birkaç kez teklifte bulunsa da, birçok nedenle erteledim. Arzu’nun Fenerbahçe’deki Art of Living Merkezi’ne boş zamanlarımda gidiyor, nefes ve yoga kurslarına katılanlarla sohbet ediyordum. Pek çok kişi, problemleri sonrası yoga ve nefese başlıyordu. Uyku bozukluğu çeken, sevgilisinden ayrılan, evlilik hayatı iyi gitmeyen, stresle başa çıkamayan Arzu’nun kapısını çalıyordu. Bazısı ise sadece denemek için derslere katılıyordu. Yalnız dört gün süren yoga veya nefes kurslarının sonunda, kursu alıp da problemlerinden uzaklaşmayanına rastlamadım. Birkaç ay içerisinde ise hayatını değiştirmeyene. Farkındalığın arttığı bu kurslarda, birçok kişi mutlu olmadığı noktaları hayatından bilinçli olarak çıkarabiliyor, hayatını bir şekilde daha doğru yönetmeyi öğreniyordu. Kısacası, Arzu onlara nefes almayı ve yogayı öğreterek aslında mutluluğun anahtarını veriyor, gerisi onlara kalıyordu.
Yogayla yorulmadan forma giriliyor
Sonunda denemeye karar verdim. Önce yoga derslerine düzenli olarak katıldım. Sonra da Art of Living (Yaşama Sanatı)’in dört günlük Sudarshan Kriya nefes tekniğini öğreten birinci kursunu tamamladım. Yoga birçok kişiye zorlu hareketler dizimi gibi geliyor. Ama öyle değil! Her tür sporun yorucu olduğunu düşünür, yoran aktivitelerin de yaşlandırdığına inanırdım. Yoga benim gibi düşünen birini bile bağımlı yaptı! İyi sebeplerden dolayı… Öncelikle yoga vücudumu yormadan, forma girmemi sağladı. Derse katılan birçok kişide de yaşlanmayı önleyici etkisini gözlemledim. Çoğu kişi yogayı “artistik hareketler” olarak düşünse de, yoga insanı özüne döndürüyor. Öyle ki, yoganın zor diye düşünülen hareketlerini aslında bebekliğimizde, çocukluğumuzda doğal olarak yapıyoruz. Bu hareketleri, yetişkin olarak düzenli olarak yoga ile yaptığımızda vücudumuzdaki kronik ağrılardan, hastalıklardan kurtuluyoruz. Özümüze dönüyoruz, vücut aslında olması gerektiği gibi esniyor, kendini rahatlamış hissediyor, sağlığı ise garantiliyor.
Elveda diz ağrıları
Benim problemlerim alerji, mevsim değişimlerinde sık sık hasta olmam ve dizimdeki menisküs kaynaklı ağrıydı. Bağışıklık sistemimi yoga öyle güçlendirdi ki, vitamin almama gerek kalmadan, vücudum kendini korumaya başladı. Dizimdeki menisküs yırtığı devamlı ağrı yapıyor, doktorlar ameliyat olmamı söylüyordu. Yogayla birlikte ağrılardan da kurtuldum. Bu kadar etkili bir yoga tekniğinin ardından Sudarshan Kriya nefes tekniğini hemen denemek istedim.
Sadece yarım saat…
Nefes ise hayatımı bambaşka yöne götürdü. Sadece dört günlük bir nefes kursu ne yapabilir ki diye havalı havalı konuşuyordum. İnsanın kendine sadece yarım saat ayırması bile uzun süreli harikalar yaratabiliyor, inanın. Derste öğrendiğim, kendi kendime evde sadece yarım saat uyguladığım nefes egzersizlerinin hem sağlığım hem de psikolojim üzerinde büyük etkisini gördüm.
Kangren olan ilişki sonlandı
Nefes egzersizleri sayesinde alerjiden kurtuldum. Devamlı aldığım ilaçları azalttım. Burun damlası hayatımın bir parçası olmaktan çıktı. Ayrıca hayatımda beni rahatsız eden her şey, çaba gerektirmeden benden uzaklaştı. Bunun başında kangren olan aşk hayatım geliyordu. Dört yıl süren, bir yere varamayan, ilişki içinde devamlı üzüldüğüm, ayrılsam daha da fazla üzülmekten korktuğum bir ilişki… Bitti. Ve ben bir gün olsun üzülmedim. Nefesten önce en ufak tatsızlıklara bile sinirlenirdim. Artık sinirlensem de sinirim saman alevi gibi… Kendimi kontrol edebiliyorum.
Dört gün sessizlik: Yoga, meditasyon, nefes
“Nefesin de ötesinde ne olabilir? Bunun daha da ilerisi nedir?’’ diye Arzu’ya sordum. “Sessizliğe katılacaksın. Dört gün boyunca sessiz kalacak, yoga, meditasyon ve nefes yapacaksın. Temizleneceksin’’ dedi. “Benim gibi çok konuşan biri için zor bir deneyim ama yapacağım” dedim. Düşünsenize konuşmaya başladığım andan beri hiç susmamıştım; dört gün boyunca sessiz kalacaktım. Denemek için can atıyordum. Peki sessiz kalmanın anlamı neydi? Kendi başımı alıp gitsem sessiz kalsam olmaz mıydı? Arzu olmayacağını söyledi. Nedeni de, sessiz kalarak meditasyon yapmanın, beynin sağ ve sol hemisferini dengelediğini anlattı. Böylece sistemim uyum içinde çalışacak, zihnim berraklaşacak, konsantrasyonum artacak, sezgiselliğim güçlenecekti. Art of Living’in Almanya-Bad Antogast, Kara Ormanlar’daki merkezine kaydımı yaptırdıktan sonra ağustos ayını iple çektim…
Sabah 06.00’da güneşe selam
Ve Oppenau’dayım. Almanya’nın Kara Ormanları’nda…. Sessizliğe, kendimle başbaşa kalmaya, ilk kez iç sesimi dinlemeye kilometrelerce uzağa geldim. Arkadaşlarımın “çılgınlık”, “deli işi” diye tanımladığı sessizliğe sonunda vardım. Dört gün boyunca kimseyle konuşmadan, telefonsuz, mesaj çekmeden, gazeteleri okumadan, kitap sayfası çevirmeden, vejetaryen beslenerek, meditasyon, yoga ve en önemlisi de bolca nefes alarak doğayla baş başa kalacağım.
Tek dünyayız
Bad Antogast’ta, dünyanın birçok yerinden gelen benim gibi pek çok insanla birlikteyim. Arjantinli, Rus, Bulgar, İtalyan, Alman, Hintli… herkes bir arada, tek dünyayız. Odalarımıza yerleşiyoruz. Beş kişilik odalarımızda da durum farksız. Bir İtalyan, bir Polonyalı, bir Macar, iki de Türküz. Ne fark eder ki, kurs bitene kadar konuşmayacağız. Odada tuvalet ve duş yok. Ortak kullanım tuvalet ve duşları merak ediyorum. Hemen koridora gidiyorum. Neyse ki tuvalet tertemiz. Sabah 06.00’da yoga ve nefes için hazır olunmalı. Sabahın kör saatinde tuvalet önünde uzunca bir sıra olacağı için, ben duşumu akşamdan alıyorum.
150 kişiden de çıt çıkmıyor
Sessizliğin başladığı kursun ilk günü 05.30’da kalkmak inanılmaz zor geliyor. Uyumak istiyorum. Sıcacık yatağımın yorganını aralamak dahi beni zorluyor. Yabancılar, çoktan kalkmış duşlarını almış ve meditasyon yapacağımız salona inmiş bile. Toparlanıp ben de onlara katılıyorum. Pembe matıma yer bulup hemen bir duvar kenarına yerleşiyorum. Salonda 150 kişi olmasına rağmen müthiş bir sessizlik var. Sabahın 06.00’sında, tanımadığım ve “Günaydın” bile diyemediğim insanlarla, uyku sersemi bir halde, ben burada ne yapıyorum?
Yogayla enerji yükseliyor
Yoga hareketleriyle güne başlıyoruz. Uykum yavaş yavaş açılıyor. Kendime geliyorum. Hatta enerjim fazlasıyla yükseliyor. Artık yatağa dönüp uyumak istemiyorum. Saat 06.30’da Sudarshan Kriya nefes hareketlerine geçiyoruz. Hocanın yönlendirmesiyle topluca nefes alıyoruz. Salonda enerjinin gittikçe yükseldiğini hissediyorum. Bu, hiçbir yerde deneyimlemediğim müthiş bir şey. Tarifi yok. Kara Ormanlar’ın oksijenini içime çektikçe tüm hücrelerimi hissediyorum. Burnumun içi hafiften, tatlı tatlı yanıyor, ciğerlerime hava doldukça yaşamın farkına varıyorum. Şükrediyorum. Gündelik hayatta değerini bilmediğimiz nefesin bir kez daha önemini anlıyorum. Nefesten sonra kendimi hafiflemiş, konuşmasam da müthiş iyi hissediyorum. Artık kimseye ihtiyacım yok. Kendimle çok mutluyum.
Herkesin görevi var, benimki tuvalet temizliği
Saat 07.00. Salonun kapısına görevlerimiz asılmış. Kursa katılan herkesin, kurs boyunca yapacağı bir “görevi” yani “seva”sı var. Seva, karşılık almadan yapılan iş anlamına geliyor. Bulaşık yıkamak, tuvalet temizlemek, bahçeyi düzene sokmak, salonları süpürmek, sebze toplamak gibi… Bulaşık yıkamayı o kadar sevmiyorum ki dua ediyorum, “Allah’ım lütfen bana düşmesin!’’. Listeye bakıyorum, eveeet düşmemiş, ama daha da beteri gelmiş. Erkek tuvaleti temizliği! Değiştirebileceğimi söyleseler de, yapacağım, üstesinden geleceğim diyorum. Görevim saat 08.40’ta. O saate kadar boşum.
Kalabalıkta yapayalnız
Kahvaltımı etmek için merkezin orman içindeki bahçesinde kendime bir yer buluyorum. Çatal bıçak sesinden başka ses yok. Henüz dün akşam gördüğüm ve de gülümsediğim adam bana küsmüş gibi. Yüzüme bakmıyor. En tanıdık sima Arzu. Arzu’ya bakıyorum. O da bir tebessüm edip kafasını çeviriyor. Herkes kendi sessizliğinde yaşamaya başlamış bile. Kimi yediği yemeğe bakıyor, kimi doğayı inceliyor, düşünüyor. Ne düşündüğünü, ne yapmak istediğini çözmeye çalışıyorum ama anlamıyorum. Belki de onlar da benim için aynısını düşünüyor. Herkes bu kalabalık içinde kendiyle baş başa. Hayretim arttıkça, Arzu’nun kurs öncesi dedikleri aklıma geliyor “Burada beş yıldız konforu aramamalısın. Sessiz kalmaya ve nefsini terbiye etmeye geldin. Yemek yediğin tabağı mutfaktaki bulaşıkçıya teslim ederken bile ‘Ah ah bizim beş yıldızlı oteller’ diye aklından geçirirsen yandın. İşin zor.’’ Tabağımı mutfağa bırakıyorum. Görevleri bulaşık yıkamak olanlar sessizlik içinde harıl harıl çalışıyor. Şimdi sıra bende, erkek tuvaleti temizlemeye, marş marş!
Görev: Tuvalet temizliği
Tuvaletin olduğu koridorda Alman bir kadın bekliyor. Yanına yanaşıyorum. El hareketleriyle tuvaleti temizlemeye geldiğimi anlatıyorum. Temizlik malzemelerinin yerini gösteriyor, neler yapmam gerektiğini anlatıyor. Duşların giderinde biriken kılları toplamam, yerleri su damlası dahi bırakmadan tertemiz ve kupkuru yapmam gerektiğini söylüyor. Hafiften midem kalkıyor. Ama “Yapacağım” diyorum; “üstesinden geleceğim.” Beş duş, beş tuvalet, beş lavabo ve iki pisuar temizlenmeyi bekliyor. Etrafıma bakıyorum. Duvarlarda kıllar, burun pislikleri var. Tuvaletler de temiz falan değil. Erkeklerden bir an olsun tiksiniyorum. Biz onlara nasıl sarılıyoruz, onlarla nasıl öpüşüyoruz? Dört gün boyunca aynı pisliği nasıl temizleyeceğim? Ağlamak istiyorum. Kapıdan kursa katılan psikolog arkadaşım Derya giriyor. Neyse ki yalnız değilim; iki Türk, konuşmadan da olsa biz bu işi hallederiz. Gerçekten de öyle oluyor. Lavaboları ovuyor, yerleri siliyor, duşların içini pırıl pırıl yapıyoruz. İşin enteresanı, sessizlik içinde bunu yaparken inanılmaz rahatlıyoruz. Bir seferinde, tertemiz yaptığımız bir tuvaleti, bir saniye içerisinde kirleten çocuğa bile kızamadık. Dört gün boyunca, temizlik sonrası içimizi büyük bir mutluluk kaplayarak, gülerek tuvaletlerden ayrıldık.
Neşe ve coşku hayatın en temel noktası
Görevimi tamamladıktan sonra, yine meditasyon salonundayım. Gözlerimi kapatıyor, hocanın direktifleri doğrultusunda derinlere dalıyorum. Düzenli, belirli bir teknik dahilinde nefes alıp vermek yaptığımız meditasyonların en temel noktası. Nefes alıp verirken kimi uyanık kalıyor, kimiyse kendinden geçip uyuyor. Ben uykuyla uyanıklık arasındayım. Eskilere gidiyorum. Pişmanlıklarımla, hatalarımla yüzleşiyorum. Fark etmediğim huylarım, davranışlarımı daha iyi görüyorum. Gündelik hayatın can sıkıcılığının, aslında kendi mutluluğumun eksikliğinden kaynaklandığını anlıyorum. Mutluluk ne kadar fazlaysa, enerji ne kadar yüksekse, hayatı farkındalıkla idare etmek de aslında o kadar basitmiş. Nefesle, meditasyonla hayatına çektiğin neşe ve coşku ne kadar varsa seninleyse, mutluluk da kendiğinden geliyormuş. Meditasyon bitiminde kendimi kuş kadar hafif, bir o kadar da kuvvetli hissediyorum.
Meyve sebze ye, aç kalma
Öğle meditasyonundan sonra sıra öğle yemeğine geliyor. Yemek elbette organik, vejetaryen ama bir o kadar da lezzetli. Bu saati, sessiz kaldığım dört gün boyunca sabırsızlıkla bekliyorum. Tamam, mönüde annemin zeytinyağlı fasulyesi, dolması, pilavı yok. Ya da kremalı, bol çikolatalı tatlılar. Yine de yemekler beni fazlasıyla mutlu ediyor. Her öğünde mutlaka mercimek, nohut gibi bir baklagil, çeşitli baharatlarla hazırlanmış sebzeler, kabuklu pilav ve çorba var. Hepsinden az az tabağıma alıyorum. Tatlı olarak da, meyveli tatlılar ya da meyve. İnanın, dört gün boyunca, hiç mi hiç acıkmadığım gibi, kendimi gerçekten çok tok hissediyorum.
Önyargıyıya yer yok
Yürüyüş sonrası program belli. Salonda toplanıyoruz. Meditasyon yapacağız. Konuşmasak da, dört gün boyunca aynı yerde meditasyon yaptığım insanları kendime çok yakın hissediyorum. Bazen içimden birine gülümsemek, sıkı sıkı sarılmak geliyor. Yüz bulduklarıma sarılıyorum. Bir bakıyorum başka biri de bana sarılıyor. İlginç ama içimizden adeta sevgi taşıyor. Hangi milletten olduğunu bilmediğim, tanımadığım insanlara karşı hiçbir önyargım yok. Dört günün sonunda hepimiz birbirimizi yıllardır tanıyor gibiyiz. Her toplu meditasyon sonrası birbirimize daha da yakınlaşıyoruz.
Geçmeyen baş ağrısı ve masaj
Sessizliğin en zor geçirdiğim anı, başımın geçmek bilmeyen ağrısıydı. Arzu uyarmıştı: “Yüzünde sivilceler çıkabilir, belin ağrıyorsa daha çok ağrıyabilir. Dayanamayacağın zamanlar olabilir. Her şeyi bırakıp kaçmak isteyebilirsin. Ama dayan. Merkezde ağrını sızını bırakacaksın. Toksinlerinden arınacaksın.’’ Peki benim başım neden bu kadar çok ağrıyordu? Hastaneye gidemeyeceğime göre, en doğru adres, merkezin içindeki ayurveda bölümüydü. Bu bölümde ayurveda doktoru kontrolünden geçiyor, yediğiniz yemekten cilt sorunlarına kadar her türlü rahatsızlıktan kurtulmanın yollarını öğreniyorsunuz. Size en uygun masajı öneriyor, en doğru beslenme biçimini anlatıyorlar.
Ayurveda bölümünde sağlık bulunuyor
Baş ağrımın sebebi, vücudumda biriken toksinleri meditasyon sonrası atmamdan kaynaklanıyormuş. Ayrıca çaya ve kahveye o kadar bağımlıymışım ki, merkezde çay ve kahve tüketmediğim için yoksunluk çekiyormuşum. Ne kadar yazık… Bağımlılığın her türü ne kadar da kötüymüş. Ayurveda bölümündekiler bol bol su içmem gerektiğini söyledi. Bir de masaj yaptılar. Öyle bildiğiniz masajlardan değil. Nicoletta -masözün adı- vücüdumun çeşitli noktlarına dokundu. Ne oldu bilmiyorum ama rüyalar aleminde gezinmeye başladım. Uyandığımda vücudum rahatlamış, yenilenmiştim.
Kahkaha ile açılan sessizlik
Dört gün su gibi akıp geçti. Son gün gelip çattığında içimi tarifi zor bir coşku kapladı. Günlerdir duymadığım sesim, bir anda bir kahkaha ile çözüldü. Arzu ile Derya’nın gözlerine bakarak gülmeye başladım. Hemen konuşmaya başladık, günlerdir görüp de aile gibi olduğumuz kişilerle tanıştık. Annemle babamın sesini duymak istiyordum. Onları aradım ve şükrettim. İyi ki varlar. Arkadaşlarımla mesajlaşmaya başladım. Sanki dört gün değil de bir ömür boyu ordaymışım gibi… Odama döndüğümde ise, günlerdir göz göze geldiğimiz oda arkadaşım İtalyan Giulia ile arkadaş olduk. Kucaklaştık. Sanki birbirimizi yıllardır tanıyor gibiydik. Numaralarımızı verdik birbirimize. İtalya’da veya Türkiye’de görüşeceğiz diye sözleştik.
Kedinle başbaşa kaldığında sıkılmaya elveda
O gece uyku tutmadı. İçimden adeta mutluluk ve coşku taşıyordu. Çıkıp koşmak, yürümek istiyordum. An an, yüksek farkındalıkla geçirdiğim dört gün sürekli aklımdan geçti: Dört gün boyunca, ne bir kötü söz, ne dedikodu, ne de gereksiz konuşma. Televizyonlardaki üzücü haberlerden az da olsa uzaklaşabilme… Ayrıca hiç de sıkıcı değilmişim. Kendimle başbaşa kaldığımda hiç de sıkılmadım. Şimdi sıra düzenli nefes egzersizlerini yapmakta ve de Hindistan’daki yedi günlük sessizliği denemekte…
Pozitif Dergisi 2013/03