Enerji

Toprak Ana’ya kalpten bağlı ressam…

Toprak Ana enerjisiyle şifa çalışmaları yapan ve bunu resimlerine yansıtmayı başaran bir isim; Elif Özkoç… Etkileyici hayat hikayesini ve zevkle yaptığı çalışmaların detaylarını bizler için anlattı…

Yazı: Şebnem UYGUÇ
Fotoğraflar: Serkan ŞENTÜRK

toprak-anaya-kalpten-bagli-ressam-2New York’a taşındıktan sonra hayatını özünden yaşamadığını keşfeden Elif Özkoç, şifa yolculuğuna 10 sene önce başlıyor. Kızılderili şifacı George Hunter ile yoğun bir arınma sürecine girdikten sonra, merhamet ve kendini sevme kavramlarıyla tanışıyor. Hayatında yeni bir sayfa açarak, Hunter tarafından kurulan Blue Stone Healing Institute’da iki yıllık eğitim alıyor. Bu eğitim ona aynı zamanda Şamanik dünyanın kapılarını da aralıyor. Son yıllarda düzenli olarak dünyanın kalbi olarak tanımladığı Amazon ormanlarına giderek, buradaki kabilelerle törenlere katılıyor. Beş senedir İstanbul’da yaşıyor ve hayatında bir şeyleri değiştirmeye niyet eden danışanlarıyla şifa çalışmaları yapıyor. Toprak Ana enerjisiyle çalışan Özkoç; isteyen danışanları için, ruhlarına yolculuk yaparak şifa resimleri de çiziyor.

toprak-anaya-kalpten-bagli-ressam-3Şifacılık nedir? Neler yapıyorsunuz?
10 senedir kendi şifam için çıktığım bir yolculuktayım. Toprak Ana için çalışıyorum. 2002’de meditasyon yapmaya başladım, ardından Reiki’ye uyumlandım. Reiki bir şifa enerjisi, radyo dalgaları gibi bir sürü frekans var ve birinin seni uyumlaması gerekiyor. Reiki ustaları kozmik sembollerle çalışarak, o enerjiye verici kanal olabilmesi için, kişinin vücudunu uyumluyor. Niyet ettiğin anda o enerji gelmeye başlıyor. Ben “healing” yapıyorum, Türkçe’de şifa diyoruz ve ben böyle söylemeyi uygun buluyorum. Şifa, Reiki’den daha farklı bir enerji… Toprak Ana’dan çektiğin enerjiyi kalbine getiriyorsun ve karşındaki kişiye veriyorsun. Toprak Ana’da bulunan elementler bizde de mevcut olduğu için fiziksele en yakın enerjiye sahip, dolayısıyla bu enerji vücudumuzda çok derinlere gidebiliyor. En büyük özelliği bu… Toprak Ana enerjisinin vücuda girmesiyle, enerji sıkışmaları açılmaya başlıyor. Ama bu bir süreç, tek seansta olmuyor. Teke tek çalışmaların devamlılığı olması gerekiyor, buna enerjiyle terapi diyebilirim. Kalabalık gruplarla yapılan çalışmalarda ise yoğun bir enerji alanı ortaya çıkıyor, o yoğunlukta çıkan sonuçları daha çok seviyorum. Kendimi evde hissediyorum.

Genel olarak danışanların terapiye gelme sebepleri neler?
Kimi meraktan geliyor, kiminin hayatında hep aynı problemler tekrarlayıp duruyor. Mesela hayatına sürekli olarak kendisine şiddet gösteren bir adam giriyor. Hayat bu kişiye bir şeyler göstermeye çalışıyor, en sonunda “Ne oluyor? Ne öğrenmem lazım?” demeye başlıyorsun. O noktada, “İçimde değiştirmem gereken bazı duygular var” dediğinde, zaten şifa başlıyor. Şifacılar olarak o değişimi biz yapmıyoruz. Sadece o kişi; o yolda yürürken destek veriyoruz. Belki biraz ayna oluyorsun, göremediği kör noktaları gösteriyorsun ve kendisine bakabilmesi için bir alan oluşturuyorsun. O alanda onları kalbinde tuttuğunda insanlar kendilerini daha güvende hissediyor. Yalnız değilim hissi geliyor. Kendini güvende hissettikleri zaman, bakmaya korktukları yerlere göz atmaya başlıyorlar. Genelde insanlar korktukları için, kendilerine acı veren taraflarını görmek istemiyor.

Elif Özkoç

Elif Özkoç

Şifa hayatınıza nasıl girdi?
1988 yılında New York’a taşındım. Öncesinde hiç kendi özümden yaşamıyormuşum; güvensizlikler, korkular varmış, zaten çok sert bir yapıya sahiptim. Benim için New York’a gitmek müthiş bir hayat mücadelesi oldu. Saklı tutulan bütün duygular su yüzüne çıktı ve bir ara bayağı dibe vurdum, korkularımla yüzleştim. Karanlık bir zamandan geçtim; vücut olarak kuvvetli değildim, kötü beslenip, düzensiz yaşıyordum, sevmediğim işlerde çalışıyordum, yaratıcılıkla alakam yoktu. Sonunda “Bir şeyleri değiştirmem gerekiyor” diye düşünmeye başladım. Zen ve Osho kitapları okumaya başladım. Okuduklarımı o kadar kolay anlıyordum ki, sanki unuttuğum bir şey canlanmıştı. Ben de buralara gelebilirim diye düşünüp, meditasyon yapmaya başladım. Her sabah gözümü açar açmaz meditasyon yapıyordum, günümün en heyecanlı anıydı diyebilirim. Gözün kapalı ama başka bir yerde gözün açılıyor ve o bilince bakıyorsun. Saatlerce evde öylece oturuyordum. Daha sonra Kundalini Yoga yapmaya başladım, derken Reiki’ye uyumlandım. Bu arada sonradan hocam olan Kızılderili şifacı George Hunter ile tanıştım. Kendi şifam için ona gitmeye başladım.

Şifa çalışmalarında neler yaşadınız?
Bu çalışmalar sırasında, soğan kabuğu gibi kat kat soymaya başladım kendimi… Tabii bunu yaparken, o içerde saklı tuttuğun duyguları yeniden yaşamaya başlıyorsun. Kolayca “Tamam bunu bırakıyorum” diyemiyorsun, katı duran duygu senin vücudunda çözülmeye başlıyor; tekrar senin enerjik bedenine giriyor ve rahatsız eden o olayları baştan yaşamaya başlıyorsun. O nedenle tekrar müthiş üzüntü ve sinir çıkıyor. Çok zor zamanlardı ama bu sefer iyileştiğimi biliyordum; bu kuvvetli inanç beni devam ettirdi. Bu yolda benimle beraber yürüyen arkadaşlarım üç gün ağlıyorsa, ben 13 gün ağlıyordum; o kadar ağır bir duygusal bedene sahiptim. “Ben buradan çıkacağım” inancı, o iman gücü çok şükür beni buralara getirdi. Her seans hayatımdaki bir şeyleri tetikliyor ve eskilere dönüyordum. Sonunda seni rahatsız eden duyguların içinde oturup, merhamet duymayı öğreniyorsun. Merhamet ya da kendine sevgi duymak daha önce bilmediğim kavramlardı. Kendi istediğimi söylemek ya da “Hayır istemiyorum” demek de bana yabancıydı; tamamen kendi ihtiyaçlarımı ve doğrularımı unutmuştum. Arınma sürecim iki-üç sene sürdü, bu arada başka hiçbir şeyle ilgilenmez olmuştum.

Hayatınızı nasıl kazanıyordunuz?
Bir dönem restoranlarda ve yapım şirketlerinde çalıştım. En sonunda profesyonel garson oldum. Sistemi çözmüştüm; New York’un en iyi restoranlarında üç gece çalışıp, yüklüce bahşiş kazanıyordum. Bu parayla da kurslara gidiyordum.

Şifacılık nasıl başladı?
Bir süre sonra George, butik bir okul açtı. Biz de Tunca’yla hemen kayıt olduk. Tunca benim bu yolculukta birlikte yürüdüğüm kişi, ışık yolundaki silah arkadaşım diyebilirim. George mükemmel bir şifacı, “Siz de yapabilirsiniz” deyince, heyecanlandık. İki senelik yoğun bir programa başladık. Topraklanma, kök salma, kalpten bağlanma ve çakra sistemlerini öğrendik, bu arada tekrar derinden bir arınma süreci yaşadık. Öğrendiklerin içinde bir şeyler tetikleyebiliyor, zaten birbirimizin üzerinde denemeler yapıyorduk. Biz üç arkadaştık, eve dönerken arabada hüngür hüngür ağladığımız olurdu. Yoğun, güzel, şifa dolu iki sene geçti. Bir üst seviye eğitime geçeceğimiz sırada George, özgür olmamız gerektiğini söyledi. O zamanlar biraz bozulduk ama önümüzde başka bir dünyanın açılacağına inanıyordu. Yavaş yavaş şifa çalışmalarına başladık.

Herkes şifacı olabilir mi?
Sadece spor yapar gibi geliştirmek gerekiyor. Kimi bu hisleri daha açık olarak dünyaya geliyor, o enerjiye bağlanmak onlar için daha kolay oluyor. Ancak herkes kullanmadığı bir kası çalıştırmak gibi kendini eğitebilir, bende öyle oldu. Küçüklüğümden beri bende bir farkındalık, insanların duygularını çok net hissetme kabiliyeti vardı. Kişilerin içinde bulundukları ruh hallerini hissedebiliyordum, antenlerim açıktı bir şekilde…

Peru’ya gitmeye nasıl karar verdiniz?
George Kızılderili olduğu için, yaptığı şifada Şamanik etkiler vardı. Belirli teknikler öğretti ancak gelen mesajlar doğrultusunda yaratıcı olmamız için bizi hep motive etti. Bunun da Şamanik bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Yönleri o tanıttı, ilk Şaman el davulumuzu onunla birlikte yaptık, yani Şamanik dünyaya doğru kapıyı o açtı. Bu arada 10 senedir New York’taydım ve artık şehirden alacağım bir şey kalmamıştı. Yine Tunca’yla birlikte, Peru’ya Amazon Ormanları’na gittik. Oradaki Şamanlar’la Toprak Ana ritüellerine katıldık. Arınma ritüelleri, arınma oruçları yaptık. Böylece bir süreç başladı; son dört-beş senedir Peru’ya gidip, iki-üç ay kalıyorum. Bu sene ocak ayında Kolombiya’ya gitme fırsatı buldum ve oradaki Şamanlar’la törenler yaptım.

Ritüellerde neler hissediyorsunuz?
Bu ritüeller benim için önemli, insanlarla bunu paylaşmayı çok seviyorum. İnsanları kutsal çemberde bir araya getirmek gibi bir misyonum olduğunu düşünüyorum. Özellikle Amazon bölgesinden çıkan kabilelerin şifa şekilleri çok ilgimi çekiyor. Atalarımız Toprak Ana’yla uyum içinde yaşıyorlardı ama bizler onu kaybettik. Amazon dünyanın kalbi ve onu hala ayakta tutan insanlar var. Onlardan bir şeyler öğrenebiliyor olmak da çok önemli benim için… Fırsat buldukça onların yanına gidiyorum, oradan öğrendiklerimi ufak ufak burada uyguluyorum. Onların etkisi yaptığım şifalara da yansıyor. Her gittiğinde bir şeyler keşfediyorsun, daha çok bir hatırlama süreci gibi oluyor. Bütün o gelenekleri çok canlı ayakta tutuyorlar, aslında hepimizin içinde var, sadece unuttuk… Kendinle ilgili bir şeyler öğreniyorsun, sanki hatırlıyorsun, ben çabuk adapte oldum. En son Kolombiya’da yaptığım törende, çok net olarak sıla hasretinden kurtulduğumu hissettim. Sanki orada doğup, büyümüştüm ve sonunda onları bulduğum için içimde müthiş bir sevinç vardı.

Biraz da resimlerinizden bahsedelim…
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nü bitirdim, resim yapmayı çok seviyorum. Danışanlarımdan bazılarının resimlerimi görüp, ben de isterim demeleriyle, kişiye özel resimler yapmaya başladım. Yaptığım resimlerin içinde hiçbir kötü niyet barındırmayan büyü olduğunu düşünüyorum. Dua gibi… Niyetle o duanı görsel bir şekilde ortaya koyuyorsun. Bir şekilde resimlerin aurası var. Son zamanlarda yapım şekli daha da değişti, birine şifa yaptıktan sonra eğer resim istiyorsa, ruhuna davulla bir yolculuk yapıyorum. Şamanik bir yolculuk bu… Niyet ederek, ona gerekli olan enerjileri çağırıyorum. Genelde gözümün önüne vizyon gelene kadar o yolculuğa devam ediyorum. Sonra bir anda resme başlıyorum, gördüğüm vizyonun aynısı olmuyor. Sonuçta onun ruhuna bir yolculuk yapıp, bunu şekiller ve renklerle ortaya çıkarıyorum. O insana şifa değeri yüksek bir resim yapmış oluyorum. Bir tür kişiye özel şifa resmi diyebiliriz. Kendi iç dünyalarını benim kalemimle onlara resmediyorum. Bu çalışmayı severek yapıyorum.

Türkiye’de şifaya ilgi nasıl?
2009 yılından beri İstanbul’da yaşıyorum. Genelde herkes ilgili ancak Türkiye’de çok yeni başladı. Bu konularla ilgilenen, hayatını değiştirmek ve şifalanmak isteyen bir kitle var. Ayrıca yüksek bilince geçmek için benim gibi bu yola baş koymuş bir sürü güzel insan da bulunuyor. Spiritüel olmak sadece meleklerle, gökkuşaklarıyla, yüksek enerjilerle olmuyor. Uçabilmek için öncelikle köklerimizin çok temiz ve sağlam olması gerekiyor. Genelde insanlar, köklerindeki travmalara bakmak istemiyor. Türkiye’de büyük bir utanç var, “etraf ne der” kaygısı sürüyor, tabular devam ediyor. O yüzden de bu kadar derin çalışmalar herkese göre değil ama sonuçta yeni enerjilerle hep birlikte ilerliyoruz. Bütün dünyada herkes kendi karmasını yaşıyor. Mesela New York’ta müthiş bir çeşitlilik var, zen manastırı bile bulabilirsin. Ama insanlara baktığında sığlık ve sentetiklik var. Burada ise daha geri kalmış gibi gözüksek de, herkes bir gönül insanı… Tamam utanç ve duygularını ifade edememe var ama, buradaki kalp açıklığı çok farklı.

Nedir bu yeni enerjiler?
2013’te yeni bir dönem başladı, sonuçta Gezi Parkı eylemleri onun bir etkisi… İnsanlar bir-iki ağaç için eylem yapılacağına inanmıyor ama ben ve arkadaşlarım bunu çok anlamlı buluyoruz. Yeni jenerasyon gerçekten müthiş. Çok bilinçliler, Toprak Ana’yla, yaşadıkları gezegenle bağları kuvvetli, inanılmaz bir sahiplenme duyguları var. Bu eski sistem gerçekten onlara sökmüyor. Bu genç jenerasyon okula gitmekten sıkıldı, hiçbir şey ilgilerini çekmedi, o nedenle de herkes onlara garip baktı. Bütün indigolar, kristal çocuklar artık uyandı ve sisteme karşı koyuyor. Bunları tamamen 21 Aralık 2012’de başlayan değişime bağlıyorum. Artık eski ağır enerjiler geçerli değil, toplu bilinç onları atmaya başladı. Bu nedenle birtakım karakterler ortaya çıkıyor, oynamaları gereken rolü oynuyor. Aynen bizim kişisel şifamızdaki gibi…

Son olarak, sıkça karşımıza çıkan “empati ve duru görü”nün tam olarak ne olduklarını anlatır mısınız?
Empati, tamamen karşındakinin olduğu noktayı hissetmek diye tanımlanabilir. Duru görü ise, fiziksel gözünle göremediğini görmek. Vücudumuz sadece gördüğümüzle sınırlı değil, bir sürü enerji bedenimiz var; sırasıyla dıştan içe doğru eterik beden, akıl bedeni, duygu bedeni ve fiziksel beden… Hepsi enerji, ancak fiziksel bedende enerji yavaş hareket ediyor, diğer bedenlerde ise çok hızlı olduğu için onları ancak duru görüyle görebiliyoruz.

Elif Özkoç: “Yeni jenerasyon gerçekten müthiş. Çok bilinçliler, Toprak Ana’yla, yaşadıkları gezegenle bağları kuvvetli, inanılmaz bir sahiplenme duyguları var. Bu eski sistem gerçekten onlara sökmüyor.”

Pozitif Dergisi 2013/02

Yorum Ekle