Çin tıbbı yaklaşımlarına göre doğadaki 5 Element bedensel ve zihinsel sağlığımızı yönetiyor. Ağaç ateşi, ateş toprağı, toprak metali, metal suyu ve su ağacı besliyor. Sürekli devam eden bu döngüde bir dengesizlik olduğunda ise hastalıklar başlıyor. Çözüm ise ölçülü ve dengeli olmakta yatıyor.
Yazı: Yaprak ÇETİNKAYA
Dünya nüfusunda obeziteden diyabete, kalp hastalıklarından kansere kadar birçok kronik hastalığın her geçen yıl artış göstermesi, tedavi edici yaklaşımların tek başına yeterli olmadığını, ilk adım olarak hastalığı ortaya çıkmadan engellemek gerektiğini ortaya koyuyor. Modern yaşamın içinde sağlık sorunları ile mücadele eden insanlar artık hastalanmadan bir ömür geçirmek, tedavi olmak için değil, korunmak için doktora başvurmak istiyor. Bu aşamada binlerce yıldır koruyucu hekimlik anlayışı ile hareket eden Çin tıbbı yaklaşımları da merak uyandırıyor. Ancak Çin felsefelerini modern yaşama adapte edip kısa sürede mucizevi sonuçlar elde etmek isteyenler kısa sürede pes edebiliyor. Oysa temelini Taoculuk’tan alan Çin tıbbı yaklaşımları sabır ve disiplin gerektiriyor. Bir kere kararlı şekilde yola çıktığınızda ise her şey mümkün… Qi Gong (yaşam enerjisi çalışması) Eğitmeni ve Danışmanı Aziz Azad Dural’a Çin tıbbı yaklaşımlarını, hayatı, sağlığı yöneten “5 Element”i ve bu yolculukta hayatımızda neleri değiştirebileceğimizi sorduk.
En baştan başlayalım… Tao felsefesi nedir?
Felsefe demeyelim… 2500-3000 yıl evvel Lao Tzu adlı bir kişi Tao Te Ching adlı eserinde diyor ki “Ben buna bir isim veremiyorum ama Tao demeyi tercih ediyorum”. Tao’nun kelime anlamı birden fazla… Bunlardan biri, yol… Bilgeliğe ulaşmanın, erdeme varmanın bir yolu gibi anlatılabiliyor en kolay şekilde. Bir diğer anlamı da bizim dinimizdeki Allah kavramı… Ancak Çinliler’in ateist denilemeyecek bir inanışları var. O nedenle Tao’nun Allah’ın tam karşılığı olduğunu da söyleyemeyiz. Gelenekten gelen insanlar birtakım kavramları isimlendirmek yerine çerçevelerin dışına çıkmayı tercih ediyor. Bir tür paradoksal dil yaratıyorlar. Her şey birbiri ile ikilem halinde… İsmi olmayana isim vermek sınırlandırıyor ve Lao Tzu diyor ki “Sınırlandırılmış Tao, Tao değildir.” Ve tüm bu çelişkiler içerisinde aslında hedeflenen tek şey gerçekliği anlamak.
Taoculuk içinde neleri barındırıyor?
Taoculuk “gerçeği yorumlama” üzerine gelişmiş felsefe ve uygulama okullarının genel ismi. Bir grubu tamamen bedensel egzersizler üzerinden, Hatha yogaya çok benzeyen hareket çalışmaları, nefes egzersizlerini kapsayan uygulamalardan oluşuyor. İkinci tip çalışma uygulayanlar ise daha çok zihin üzerinde çalışıyor. Tasavvuftakine benzer şekilde rüya ve bilincin farklı katmanları üzerinde çalışarak gerçekliği yeniden algılama ve bilinmeyeni bu dünyada anlatabilme çalışmaları olarak gelişiyor. Son ekol ise ikisini harmanlayan ve “Kalp Yolu” diye adlandırılan üçüncü ekol. Taocu yaşam anlayışına göre en başta bir “hiçlik” var. Ama bu bir şeyin olmaması hali değil, yaratıldıktan sonra meydana gelmiş bir “bir şey olmaması” durumudur. O an her şey olabilir ve hiçbir şey olmayabilir. İkisi bir arada. Peki varlık, var olma hali nasıl oluyor? Onlara göre evrendeki her şey, var olan her şey birbirine yakın olan faz durumlarında yan yana geliyor ve bir formu oluşturuyor. Ancak “bir” olan türetemez, bir aksi mutlaka olmalı. Şöyle düşünün: Bu masanın var olabildiğini görebilmemiz için burada bir boşluk olması gerekiyor. Aksi takdirde göremeyiz. Bu durumda bir şey ancak kendi tersi ile algılanabilir. Birlik kendinden kendisinin karşıtını meydana getiriyor. Sanki iki ayrı yöne doğru esneyen balon gibi.
BESINLER PSIKOLOJIMIZI NASIL ETKILIYOR?
“Bir insana önemli bir karar ya da konuşma öncesi iki kesme şeker yedirin. Beş dakika sonra nasıl kontrolsüz ya da öfkeli konuştuğunu fark edersiniz. Çünkü şeker alkole dönüşüyor, alkol karaciğere yükleniyor ve kontrolsüz öfke ortaya çıkıyor, berrak düşünemiyorsunuz, konsantrasyonunuz dağılıyor. Son dönemlerdeki bütün beslenme uzmanlarına dikkat edecek olursanız hepsi ortak olarak şekeri beslenmeden tamamen çıkarmamızı öneriyor. Şeker derken beyaz şeker yani işlemden geçirilmiş şekerden bahsediyoruz. Sakarin ya da tatlandırıcıların da şekerden hiçbir farkı yok. Mümkün olduğunca şekeri beslenmemizden çıkarmamız bizim geleceğimiz için çok büyük bir adım. Çinlilere göre ruh yok ama bilincin beş parçası var. Beş parça 5 Element’teki bir ayrı organ yoluyla bilincin parçası ve bunlar bir araya geldiğinde bizim ruh dediğimiz, psikoloji dediğimiz şeyi oluşturuyor. Yani besin gruplarınızı değiştirip psikolojinizi değiştirebiliriz. “Ruh bağımsız ise nasıl yediğimiz şeye göre psikolojimiz değişebilir?” diye sorabilirsiniz. Çinliler’e göre beyin başlı başına bir organ değil. Beş ana organımız var ve bunlar insanın davranışlarını ve tepkilerini yönetiyor. Örneğin karaciğeriniz ağaç elementi. Olumlu duygusu sevecenlik, olumsuz duygusu öfke… Kalbin (ateş) olumlu duygusu sevgi ve neşe, olumsuz duygusu acımasızlık, nefret. Akciğerin (metal) olumlu duygusu cesaret, olumsuz duygusu hüzün. Böbreklerin (su) korku, sükunet ve şefkat. Mide, dalak, bağırsak ve pankreasın (toprak) olumlusu aitlik, dengelilik, olumsuzu endişe ve huzursuzluk…”
Yin-yang, dişil-eril, karşıtlıklar… Bu ikili sürekli birbirlerine dönüşüyorlar. Bu dönüşüm içinde kendi çocuklarını dünyaya getirebiliyorlar. Anne, baba ve çocuk üçgeni, baba-oğulkutsal ruh, Teslis kavramı buna en yakın örnekler. Bu üçlüde hepsi birbirine bağlı ve hiçbiri diğerinden üstün değil. Üçlü hal bir nevi “iki ayrı kutbun kendilerinden bir üçüncü hal yaratmasıdır” diyebiliriz.
TAOCU SAĞLIK ANLAYIŞINDAN BAHSEDER MISINIZ?
“Üç faz, 5 Element’i oluşturuyor. Faz diye ifade etmeye çalıştığım; enerjinin kendini dönüştürme formlarıdır. Türk kahvesinin içine koyduğumuz şeker gibi düşünebiliriz. Az şekerli, orta, şekerli ve sade gibi. Şeker, kahve ve su, bizim yin-yang ve ikisinin birleşimi olan çocukları olarak ifade etmeye çalıştığımız durumdur. 5 Element ise Çin tıbbının beş parçası; ağaç, ateş, toprak, su ve metal. Bunu biliyorsanız hastalıklara karşı yapamayacağınız şey kalmaz. Buradaki en önemli detaylardan biri; 5 Element ve sağlık ilişkisini ne kadar bilirsek bilelim Batı tıbbı hekimlerinin tedavilerini yadsıyacak lükse sahip değiliz. Çin tıbbı bir tür koruyucu hekimlik gibidir. Taocu bakış açısına göre hastalığı meydana getirecek tüm ön koşulları ortadan kaldırarak olabilecek en sağlıklı hali oluşturmaya ve korumaya çalışırız.”
5 Element’ten nasıl faydalanılıyor?
5 Element’i pek çok farklı alanda kullanabiliyoruz. 5 Element’i anlayınca hayatınızı yönlendirmeye başlıyorsunuz. Mesela Feng Shui’yi, İ Ching’i (Değişimler Kitabı) anlıyorsunuz. Efsaneye göre İ Ching, Fu Shi isminde bir imparatorun kaplumbağa kabuğu üzerinde gördüğü çizgilerin kılavuzluğunda varoluşun 64 farklı potansiyel fazını anlattığı bir yorum sistemidir. Değişim ve döngüleri, hangi durumun neden geldiğini, neye dönüştüğünü kavramanızı sağlayan bir yöntemdir. Kehanet değildir, “evethayır” ı soramazsınız. Bir durumla karşı karşıya gelince sonraki adımda neye yönelmeniz, neyi çözmeniz gerektiğini anlarsınız. O bir hali anlatır, siz de karşınızdaki durumun başlangıçtan bugüne geldiği adımları görür, zayıf, güçlü yönlerini algılar, kendinizi buna göre konumlandırırsınız. Öğrenmeniz gereken sistemi tamamlar, bir sonraki faza geçersiniz. 5 Element her biri yin ve yang’ın azalan ve artan formları olarak sekiz ayrı kalıba dönüşüyor. Bu ne demektir; madde pozitif ve negatif yüklü parçacıkların belli oranlarda çarpışmaları ile meydana gelir. Ya da fiziki hale bürünür. sekiz faz pozitif ya da negatif yüklerden hangisinin daha ön planda olduğunun bilgisini bize verir. Ne gibi? Az önce anlattığım Türk kahvemizi sadece su ve kahve olarak ele alalım. Tamamen su ve tamamen kahve olarak iki ayrı uç var. Sonrasında kahve ya da suyu artırıp azaltarak birinin tamamen diğerine geçişleri toplam sekiz ayrı durum oluşturur demektir. “Bunca bilgi kafamızı karıştırmaz mı?” diye düşüneceksiniz. Öğrenirken evet karıştırıyor. Uygulamaya geçtiğinizde ise çok kısa bir süre içinde yerleştiriyorsunuz zihninize. Pozitif ve negatif kuvvetlerin bu dönüşen halleri 10 bin varlığı meydana getiriyor. Çinliler beşeri dünyaya, canlılar dünyasına “10 Bin Varlık” diyor. Bu, hepimizin bildiği Adem Peygamber’in cennetten dünyaya düşüşünün Taocu anlayışa göre anlatımı. Doğumdan ölüme yaptığımız yolculuğumuzu böyle anlatıyorlar. Hepimizin yaşadığı yol bu. Dünyaya geliyoruz ve bize biçilen ömrümüzün sonunda ölüyor ve bu alemden ayrılıyoruz. Bildiğimiz bütün tasavvuf öğretileri de Ademoğlu’nun insan-ı kamile dönüşme yolculuğunu anlatıyor. Bize 10 bin varlıktan en tepeye gitmeyi yani yolu tersine döndürmeyi anlatıyor. Meditasyonla, Qi Gong’la, yogayla, tasavvufla… Taoculuk’ta 10 bin varlığı bildikten sonra geriye nasıl döneceğinize bakıyorsunuz. Geriye dönme egzersizleri bedensel, zihinsel, nefes ve enerji olarak ayrılıyor.
Geri dönmenin amacı nedir?
Bu dünyaya hepimiz bir nedenle geldik ama hiçbirimiz tam olarak bilmiyoruz. Kimisi yaptığı şeyi hayatının sonuna kadar sürdürerek yaşar, dışardan bakınca gıpta ettiğimiz insanlara dönüşür, hep bir tamlık duygusu vardır. Çöp toplasa bile bunu çok sade yapar, ilham verici şekilde yapar, ne yaptığının hiç önemi yoktur. Mesela Yunus Emre 40 yıl odun topladı. Bu onun 10 bin varlıktan geriye dönüşünün yolunu gösteriyor. O bu yolu kendince geriye döndürüyor. Niye? Çünkü hepimiz bir tamlık arıyoruz. Ne yaparsak yapalım bir yerden sonra tatmin olmuyoruz, mutlu olmuyoruz, huzursuz hissediyoruz. Eğer biz bizi buraya getirenin ne olduğunu kavrayabilirsek “ben” dediğimiz kelimeler yığınını kırabiliyoruz. Taoculuk diyor ki, ben diye tanımladıklarınız bir çerçeve… Bu çerçevenin içindeki parçaları geriye doğru sararak tanımları önce sınırla, bunun içindeki temel öğelere indirge (5 Element’e), sonra bunların babasını-annesini bul (yin ve yang olarak), sonra onların birliğine gel (yin ve yang’ı kendi içinde barındıran her şeyin temeli olan öz hale). Bu belki birçoğumuza tanıdık geliyor. Bizlere Rabbimiz kendi nefesinden üfledi ve bize kendi canından can verdi. Tasavvuf anlayışımızda ne öğreniyoruz, biz O’ndan geldik O’na gidiyoruz. Gördüğünüz gibi aynı bizlerin bildiği kavramlar sadece başka bir bakış açısı ile anlatılıyor.
5 Element’i bilerek kendimiz için birer koruyucu hekim olmanın yolu nedir?
Genelde bu 10 bin varlık 5 Element’in birbirine dönüşüm halidir. Ağacın ateşe, ateşin toprağa, toprağın metale, metalin suya dönüşme hallerinin birer türevi. Eğer bunları görebilir, değerlendirebilirsek sağlığımızı düzenleyebilmemiz çok daha kolay ve pratik olabiliyor. Sadece sağlık mı? Hayır. Aklımıza gelebilecek her alanda bunu kolayca kullanabiliriz. Bu, bu kavramlara ne kadar alışabileceğimizle de alakalı… Kavramlara alışınca yaşantımız içindeki iniş-çıkışları çok iyi gözlemleyebiliyoruz. Mesela şu an yaz mevsimi, vücut aşırı terliyor. Kalbin fazla çalıştığı bir dönem. Bedenin iç ısısı artıyor. Su ihtiyacını düzenli su içerek karşılamadığımızda böbrekler süzecek yeterli kan bulamıyor. Yeterli kan olmadığında böbrekler kalbe baskı yapıyor. Bu nedenle kalp krizleri artıyor. Bir yılda dört mevsim var ama Çinliler’e göre mevsimler arası geçişler de beşinci mevsimi oluşturuyor. Zaten dikkat ederseniz bu geçiş dönemleri hastalıkların en çok arttığı dönemdir. Toprak elementinin yani mide-bağırsak-dalak-pankreas bölgesinin en aktif olduğu zaman. Genelde hastalıklara en fazla açık olduğumuz dönemlerdir. Bağışıklık sistemimiz bu geçiş sürecine alışmaya çalışırken hızlı adapte olamayıp hastalanıyoruz. Beşinci mevsimde kendimizi doğru yönlendiremediğimiz, doğru beslenmediğimiz zaman o dönem aslında sakinlik, sabitlik isteyen psikolojimiz de etkileniyor. Her elementin kendine özgü duyguları var. Aşırı uçlarda duygular oluşunca organlar fazla çalışmaya başlıyor. Organlar fazla çalıştığında da bizler o organlara ait duygularda daha fazla sorun yaşıyoruz. Mesela kalp aşırı hareketlendiğinde yaz aylarıdır, yaz aşkları başlar. Herkesi, her şeyi seversiniz, iyimserleşirsiniz. Hatta bu dönemde karar alınmaması önerilir. Sonbaharda akciğerler öne çıkar, aşırı çalışır ve duygusu da hüzündür, bu mevsimde depresyonlar görülür. Aynı dönemde aşırı cesaret de gelir.
TÜRK TOPLUMU SAĞLIK KONUSUNDA HANGI HATALARI YAPIYOR?
“Türk insanı stresini göbek bölgesine atıyor ve bu nedenle kadınların kalçası, erkeklerin göbek bölgesi geniş. Biz dertlerimizi konuşmayıp içimize atıyoruz. Mecazi anlamda değil, gerçekten içeri atıyoruz. Bu nedenle toprak elementinden zayıfız ve bu elementin etkilediği mide-bağırsak-pankreas-dalak dörtlüsü zayıf. Ağırlıklı olarak tohumlu gıdalar ile beslenmek gerekirken, unlu mamul tüketiyoruz. İşlenmiş besinleri değil, olabildiğince doğal gıda tüketmemiz önemli. Özellikle kırsal kesimde yaşayan ve doğal beslenen büyüklerimizin sağlığı da buradan geliyor. Sadece doğal beslenme değil, düzenli hareket etmek de onları dinç ve sağlıklı tutuyor. Biz toplum olarak hareket etmeyi sevmiyoruz. Baksanıza büyük şehirlerimizde belediyeler parklarda spor alanları koyuyor. Ne kadarı ne kadar kullanılıyor? Hiçbir egzersiz aletine çıkamıyorsak da yapabileceğimiz en sağlıklı egzersiz yürümek. Her gün en azından 20 dakika yürümeliyiz. Ayrıca her insanın bünyesi çok farklı, herkesin geçiş fazları var. Bunu anlayınca hangi mevsimde ve mevsim geçişinde neyle karşılaşacağınızı biliyorsunuz ve ona göre besleniyorsunuz. Kendinize koruyucu hekimlik yapıyorsunuz ve bu arada psikolojiniz de düzeliyor.”
Neden hastalanıyoruz?
5 Element tablosu bizlerin neyi nasıl yapacağımızın en büyük kılavuzudur diyebilirim. Her element kendinden sonra geleni besler. Bu, şu demek; ağaç ateşi besliyor, ateş toprağı, toprak metali, metal suyu, su ağacı… Bu döngü sürekli devam ediyor. Peki neden hastalanıyoruz? Bu döngüdeki dengesizliklerden hastalanıyoruz. Herhangi biri bir diğerini yeterince besleyemediğinde, zaman içinde hastalanmaya dönüşüyor. Nasıl çözüm arıyoruz? Birbirini besleyeni ya da kontrol edeni buluyor ve ona göre çözüm üretmeye çalışıyoruz. Güçsüz olanı güçlendiriyor, aşırı güçlü olanı ise onu dengeleyecek olan üzerinden sakinleştiriyoruz. 5 Element’i bu şekilde değerlendirirsek şunu fark ediyoruz; 5 Element yin-yang’ın değişken fazlarıdır. Ateş tam yang halidir, su tam yin’dir. Dengede olduğu hal, toprak elementidir. Metal yükselen yin’dir, ağaç yükselen yang’dır. Bunu böyle görünce şunu fark ediyorsunuz. Hayatınızdaki her şey iki ayrı kutuptaki çekimdir. Bunların birbirine dönüşmeye çalışmasıdır. Mesela siz bir işe başladınız ya da iş kurdunuz. Adım adım ilerliyorsunuz. Bu adım adım ilerleme süreci yin ile yang arasındaki geçiş sürecidir. Diyelim ki şirketinizi çok iyi bir yere getirdiniz ve çok iyi bir fiyatla satmayı becerdiniz. Yang fazına varmış olursunuz. Doğal olarak süreç durmadığı için buradan aşağı dönmeye başlıyor ve sizi dip noktasına getiriyor. Bu kaçınılmaz.
Bu çok moral bozucu değil mi?
Eğer hayatınızı dengeli ve tutarlı yaşar, aşırılıkları törpüler, ihtiyaçlar ölçüsünde yaşar ve halinizden memnun olma halini yakalarsanız- ki bu zor ama kıymetli- beklentisizleşmeye başlarsınız. Kendiliğinden, dış koşullara bağlı olmaksızın mutluluk hali yaşarsınız. Uçlar birleşmeye başlar. O zaman birlik, tamlık duygusu yaşarsınız. Tüm bunlar zaten bütün felsefelerde ve dinlerde anlatılıyor. Taoculuk sadece bunu akıl almaz derecede sistematik hale getirmiş bir ekoldür. Siz zaten o durumuna geldiğiniz an kaçınılmaz olarak hiçlik durumuna, ermişlik durumuna gidiyorsunuz.
Ermişlik deyince… Tapınaktaki bir ermişi düşünmek gerekmiyor değil mi?
Tabii ki hayır… Anadolu’da bu şekilde yaşayan birçok insan var. Mesela biri simitçi… Anlattıklarını tanık olanlardan dinliyorum. Taoculuk’un anlattığı gerçeklik kavramını kendi kelimeleri ile birebir anlatıyor. Diyor ki; “Terk et, terk et, terk et ve terki terk et…” Mesela neyi terk edeceksin? Örneğin bir şey satın alırken ihtiyacınız var mı? Yoksa terk edin, almayın. Bir şey yiyeceksiniz, karnınız aç mı, canınız onu çekiyor mu? Çekiyorsa bir buçuk porsiyon yerine yarım porsiyon yiyin, muhtemelen yetecek ama gözünüzü doyurmak için fazlasını yiyorsunuz. Bunu terk edince ölçülülük başlıyor.
Geleneksel yöntemleri çabuk mu tüketiyoruz?
Bugün kısmen gerçeği anlamak, burada ne yaptığımızı sorgulamak kısmen de Batı felsefesinin aslında satabilecek ürünler konusunda elinin sıkışmasından dolayı Çin felsefesine yaklaşma var. Çünkü Çin felsefesinde bir usta geliyor, size bir çalışma öğreteceğini ve üç yıl boyunca her gün yarım saat sadece ayakta durmanız gerektiğini söylüyor. Kaç kişi bunu yapar? Hiç kimse… Oysa bir Çinli ya da Hintli bunu yapabilir. Batı’da insanlar bu çalışmaları kolaya indirgiyor. Kolay ancak biz zihnimizi kullanmaya çok alışkınız oysa izleyici kalmak gerekiyor. Zihni kullanınca yüzde 100 hastalanıyoruz.
“Modernize edilen her şey binlerce yıllık bilgilerin yepyeni hali ile çağa uydurulması… Bu ne yapıyor? Sadece gelişim için gereken zamanı ve dönüşümü gerçekleştirmeden ilerlemeye kalkmamıza neden oluyor. Doğamızla oynuyoruz. İçimizde bizi en iyi halde tutmak için tasarlanmış yaratılmış olan bu sistemi bozuyoruz. Zihnimizle, isteklerimizle, mucizeler gerçekleştirme arayışımızla bozuyoruz. Enerjimizi bozuyoruz ve bunu düzeltebilecek birikime sahip insanlar bu topraklarda pek yok.”
Size başvuran bir danışan üzerinden örneklerle neler yaptığınızı anlatır mısınız?
Örneğin karşımızda yerinde duramayan bir insan var. Onun öncelikle sakinleşmeye başlaması gerekiyor. En hızlı ne ile sağlayabiliriz? Egzersiz ve beslenme ile. Daha çok durağan şeyler çalışmalı bu durumda. Aksi takdirde karşımızdaki kişi huzursuz olacak. Durması gerekiyor. Sadece durmak… Hiçbir şey yapmadan… Kendini buna alıştırmayı öğrenmesi gerekiyor. İşte o zaman enginlik başlıyor. Bir yere yetişme kaygısı kayboluyor. Yürümek çok çok iyi geliyor. İzleyerek yürümeyi öğrenmeli bu kişi. Bir süre sonra hiperaktiflik sadece gerekli yerde ortaya çıkıyor. Yani güçlü yanlarını dengelemeyi öğrenmiş oluyor. Bu kişi her konuda ölçülü olmayı öğrenmeli. Zihni çok hızlı çalışıyor, çok çabuk eyleme geçiyor. Boş kalınca kaos yaşıyor. O an hemen bir şey yapması gerekiyor çünkü onun için durmak kadar zor bir şey yok. Ama bir kere durmanın keyfine varırsa daha çok keyif alacağı bir şey de olmayacak. Durmaya başladığında önce bedenini unutuyor, sonra anıları gözünün önünden akmaya başlıyor. Sonra onlar da çözülüyor. Hala orada, herşeyin farkında ama garip bir şekilde merkeze doğru çekiliyor. İşte tüm bunlar ayrıştırdığında gerçek halinizin ne olduğunu bilmeye başlıyorsunuz. Oturup unutuyorsunuz yani terk ediyorsunuz, terki de terk ediyorsunuz. Siz de boş kaldığınızda birkaç dakika bile olsa bir şey yapmamayı deneyin. Emin olun zihniniz panikle bir şey yapmaya zorlayacak sizi. Bir izleyin bakın, zihniniz bunu niye yapıyor? İçinizdeki bıcır bıcır konuşan endişeyi izlemeye başladığınız an sükunet başlıyor. İçinizdeki ses yakalanmamak için size sürekli bir şeyler yaptırıyor, kendinizi sürekli oyalıyorsunuz. Ama içinizi dinlemeye başladığınız, sakinleştiğiniz zaman birden “Bunu yapmaya ihtiyacım var mı?” sorusunu sormaya başlıyorsunuz. Ve sonra yapmaktan vazgeçiyorsunuz. Bir yere gideceksiniz, gitmemenizin de mümkün olduğunu fark edip gitmiyorsunuz. Bunu yapmazsam mutsuz olurum fikrinin dışına çıkmayı başarıyorsunuz. O andan itibaren de artık kimse size gem vuramıyor, sizi kontrol edemiyor.
Başka hangi çalışmalar var?
Danışana özel bir program hazırlıyoruz. Herkes farklı bir dünya, hepimizin kendine özgü bir sisteme ihtiyacı var. Bunu özel terzi gibi düşünebilirsiniz. Size özel dikilen bir elbisenin size tam oturması ile fabrikasyon bir kıyafetin üzerinizde durması gibi farklı. Kimimiz için hızlı ve tempolu çalışmalar yapılması gerekirken, kimimiz için daha sakinleştirici egzersizlere ihtiyaç var. Adım adım belli bir program izliyoruz. Programın da bir matematiği var. Nasıl bir enstrüman çalmak için enstrümanı tanımak, yapabilirliklerini anlamak gerekiyor ve adım adım çalışma yaparak arzu ettiğimiz melodileri çalma düzeyine geliyoruz, bu da aynı. Önce enstrümanı tanıyoruz. Yapabileceği sınırları görüyoruz, düzenli çalışıyor ve bir hedefe doğru ilerliyoruz.
Uzun soluklu bir çalışmadan mı bahsediyoruz?
Sabır varsa kolay oluyor bu süreç. Bir gelişimin olmama ihtimali yok. Uygun koşullarda toprağa diktiğiniz tohum nasıl meyve veriyorsa onun kadar doğal. Ama düzen şart… Bunları yaparken belli deneyimle ve gözlemle edinilmiş veriler ile değerlendiriyoruz. Mesela bir çalışmanın en net etkileri 120’nci günde ortaya çıkıyor sonra sabitlenme süreci oluşuyor. Yani bir basamak çıkıyorsunuz ve çalışmaları bıraksanız bile artık geri inmiyorsunuz. Ama maksimum etkiyi görmek beş seneye kadar gidebiliyor. Çok büyük sabır gerektiriyor.
AZIZ AZAD DURAL KIMDIR?
Qi Gong Eğitmeni ve Danışmanı Aziz Azad Dural, yaklaşık 22 senedir Uzakdoğu çalışmaları yapıyor. Savaş sanatları ile yedi yıl ilgilendi, iki sene kesintisiz savaş sanatları çalıştı, ardından Qi Gong ile tanıştı. Mantak Chia’nın o zamanlar Türkçe’ye çevrilmiş İçsel Gülümseme, Mikrokozmik Yörünge Meditasyonu ve savaş sanatları, sağaltıcı ses çalışmalarını yaptı. 1999’da birçok Qi Gong çalışmasını bir araya getiren 100 Gün çalışmalarına başladı. Ardından Cem Şen’in İstanbul’da bu egzersizleri baz aldığı eğitimlerine başladı. 2002 yılında Türkiye’ye gelen David Verdesi ile çalışan grupta yer aldı. 2009-2010 yıllarına kadar kendisi çalıştı, dersler verdi. 2010-2012 arasında yine Cem Şen’in açtığı genel Qi Gong eğitimlerine katıldı. Yurt dışı eğitimlerinde de bulundu. Bir süre önce Emei Linji okulunun büyük ustası Fu Wei Zhong ile İstanbul’da çalıştı. Hem eğitim veriyor, hem tedaviye dönük egzersiz hem de şifa çalışması yapıyor. Enerji blokajlarını açan masajlar ya da belirli formlarda egzersizler yaptırıyor. Önce danışanın bilgilerini alıyor, üzerinde çalışıyor ve kişiye özel sonuçlar çıkarıyor. Daha hızlı verim alabilecek bir şekle oturtuyor. Modernleştirilmiş değil tümüyle geleneksel çalışmalar yaptığının altını çiziyor.
Pozitif Dergisi 2013/02