Sonbaharı doğayla baş başa tarihin kokusunu içinize çekerek geçirmek istiyorsanız Kemaliye ya da diğer adıyla Eğin doğru bir tercih olabilir.
Yazı: Nuray OKUTUCU
19’uncu yüzyılın ilk yarısında, o zamanlar henüz çiçeği burnunda bir subayken, Osmanlı ordusunda eğitimci olarak görev yapan Almanların efsanevi komutanı Helmuth Von Moltke, kaleme aldığı Türkiye hatıralarında Erzincan’ın ilçesi Kemaliye için “Asya’da gördüğüm en güzel yer” der ve bu ifade buranın güzelliğinin sığdırılabildiği en doğru tanımların başında geliyor. Doğuda Munzur batıda Sarıçiçek dağlarına yaslanan, Fırat’ın kolu Karasu nehrinin hayat verdiği bu dört mevsimi renk zengini vadide, yeşilin binbir tonuyla uyanan doğasıyla ilkbahar ve altın yapraklarla kaplı yamaçlarıyla sonbahar buraya seyahat için en güzel zamanlar… Yalçın kayalıklarından pınarların çağladığı yörenin ilk adının, Roma dilinde memba anlamına gelen Egon olduğu biliniyor. Türkler bu topraklarla tanıştıklarında, buraya “Cennet gibi güzel bahçe” anlamına gelen Eğin adını veriyor. 1922 yılına gelindiğinde ise Atatürk, aynı zamanda güzel insanlar cenneti de olan bura halkını, “Kemale ermiş insanlar” anlamındaki Kemaliye adıyla onurlandırıyor.19’uncu yüzyıl sonrası mimari dokunun günümüze aktarılabildiği nadir kentlerden biri olan Eğin, nehirden itibaren setlendirilerek yükselen vadi üzerine dizili bağ ve bahçeleri, yılankavi sokakları, dut, elma, ceviz, çınar ağaçlarını kucaklayan konutlardan oluşan peyzajıyla birçok ressamın fırçasına konu olduğu gibi, aynı zamanda objektifler için de benzersiz kareler sunuyor.
Adım adım Kemaliye
İlçe merkezindeki gezinize, bu coğrafyadaki yaşam biçimlerinden izlerin sergilendiği, 600 kadar esere ev sahipliği yapan Etnoğrafya Müzesi’yle başlayabilirsiniz. Eski bir Ermeni kilisesi olan ve yapım tarihi bilinmeyen bu binanın taş ve ahşap işçiliği dikkat çekici güzelliğe sahip. Bir sonraki durağınız ise bakteriden memeliye kadar taştan fosillerin sergilendiği, Türkiye’nin ilk Doğa Tarihi Müzesi olmalı. Sergilenen fil iskeleti, ziyaretçilerin yoğun ilgi gösterdiği örnekler arasında yer alıyor. Müze ziyaretleri sonrası kilitli taş döşeli dar sokakları takip edip Taşdibi mevkiine ulaştığınızda, sizi tarihin dilsiz tanıkları olan eski konaklar, camiler ve çeşmeler selamlayacak.
“Romalılar, Persler, Sasaniler, Bizanslılar ve Araplar, İpek Yolu üzerinde bulunan bu toprakların kucak açtığı halklardan bazıları… 1100 yılında bölgedeki Selçuklu hakimiyetini, sırasıyla İlhanlı, Akkoyunlu ve Osmanlı hükümranlıkları izliyor. Kemaliyeliler’in yaşam biçimlerinde göze çarpan incelik ve baştacı ettikleri kültür bu medeniyetler geçidinden izler taşıyor.”
Yolun sonundaki Kadıgölü Gözesi, kayaları yırtarak fışkıran ve 1000 m aşağıda Karasu’ya kavuşan, değirmenlerle örülü serin sularıyla başdöndürücü bir güzellik sergiliyor. Kaynağın başında bulunan Orta Camii, buranın güzelliğini taçlandıran nitelikte bir 17’nci yüzyıl Osmanlı dönemi eseri. Başınızı biraz yukarı kaldırdığınızda, yamaçta asılı gibi duran yekpare kaya parçası dikkanizi çekecek. Kasabanın üzerine düşmemesi için zincirle sabitlenmiş, adı türkülere, manilere ve deyişlere konu olmuş olan bu taş, meşhur Zincirlikaya. Hemen dibinde kurulu ve adını bu taştan alan Taşdibi Camii ise camilerin kubbesiz olduğu zamanlardan kalma. Kitabesi 1051 tarihli olan dikdörtgen planlı bu yapı, aynı zamanda Kemaliye’nin en eski camii ünvanını taşıyor.
Gurbetçilik Eğin’in kaderinde var
4. Murat dönemindeki kömür ve odun kethüdalığının buraya verilmesiyle birlikte, o zamanlar adım atmanın özel izinlere bağlı olduğu İstanbul’un kapıları da Eğin’e açılıyor. Fakat bu imtiyaz, göçü engellemek adına sadece evin erkeğine veriliyor, kadın ve çocuklar ise geride bırakılıyor. Haftalarca süren meşakkatli İstanbul yolu da araya duvar olunca, İstanbul’a sıla, Eğin’e beklemek düşüyor ve o gönül titreten Eğin türküleri ve manileri doğmaya başlıyor. Yörenin o zamandan beri süregelen gurbetçilik kaderi ise bir daha da değişmiyor. Tepedeki Mani yolu, Eğinli kadınların bu hasret ve sevda yüklü dörtlüklerinin asılı olduğu bir yürüyüş yolu. Eğin’de hasreti anlatan bir başka yer daha var ki o da Eğinli’nin uzaktakine biraz olsun yakınlaşabilmek için, geçit vermez sarp kayaları kazma ve kürekle delmeye kalkışarak yarattığı destansı Taşyolu. 1870’lerde başlanan ve harcında çoklukla Eğinlilerin azmi ve teri olan 8,5 km’lik yolun yapımı tam 132 yıl sürüyor. 2002 yılına gelindiğinde Eğin’i Divriği’ye bağlayan bu geçit ile İstanbul ve Ankara yolu artık 220 km kısalmış. Uzunlu kısalı 17 tünelden oluşan bu yolda ilerlerken, tünellere dinamitle açılan doğal aydınlatma pencerelerinden, büyüleyici Karanlık Kanyon manzaralarıyla birlikte, size yazar Lütfi Özgünaydın’ın Taş Yolu-Eğin Öyküleri eşlik ediyor. İki yanda 9 km boyunca aralıksız uzanan ve yüksekliği 500 metreyi bulan kayadan duvarları, bu duvarlardan köpük köpük süzülen kaynak suları, yer yer 2-3 metreye kadar daralan vadi tabanı ve ortasından telaşsız akan Karasu nehri ile Karanlık Kanyon dünyanın sayılı kanyonları arasında gösteriliyor. Adını, güneş ışığının bile ulaşamadığı dar koridorlardan alan bu kanyonda yapılan tekne gezilerinden birine katılarak, huzurun ve dinginliğin tadını çıkarabilirsiniz. Hatta eğer şanslıysanız geziniz sırasında bu dimdik yamaçlarda özgürlük dansı yapan dağ keçilerinden birini bile izleyebilirsiniz.
KAPI TOKMAKLARI DERIN ANLAM TAŞIYOR
Geçmişin zengin kültürü, mimari kimliğin de şekillenmesinde büyük rol oynamış. Dünya kültür mirasına aday gösterilen kentin, kültürel varlık listesinin en başında tarihi evleri geliyor. Arazinin eğiminin belirleyici faktör olduğu evler, her katın bağımsız olarak dış cepheye açılabildiği, düşeyde yükselen, genellikle iki-üç katlı plan düzeninde inşa edilmiş. Ustalıklı bir taş ve ahşap işçiliğinin sergilendiği bu evlere özgünlük kazandıran detayların başında kentin simgelerinden de biri olan demir kapı tokmakları geliyor. Aslında bir nevi “ev hali”nin arzı olan ve 40 farklı durumu simgeleyen motiflerden lamba, ocağın sönmesin; kuş, gurbette yakını olan ve haber bekleyen; şaman kültüründen kalma yılan, şeytanın o eve giremeyeceği; akrep ise o evlerde cinin, şeytanın barınamayacağı anlamını taşıyor. Çıkardığı seslere göre ise, tokmaklardan büyük olan ve “tok tok” sesi veren tokkirik, gelenin er kişi; küçük olan ve “şık şık” sesi veren şıkkirik ise gelenin hatun kişi olduğunu anlatıyor. Dış cephe eteklerindeki dantelalı ahşap kaplamalar, prizmatik cumbalar, her katta ayrı bir tarzda tasarlanmış pencereler ve mıhlı kapılar ise evlere zarafet katan diğer ayrıntılar arasında. Birbirlerinin manzarasını ve güneşini kapatmayacak şekilde konumlandırılmış evlerin yüzleri ise Fırat’a dönük. Yağışlardan korumak için galvanizli oluklu saç giydirilmiş teneke görünümlü evleri saymazsak, geleneksel konut dokusunu oluşturan orijinal örneklere ilçe merkezi ve civar köylerin hepsinde rastlamak mümkün.
Kanyonun bir başka özelliği ise doğa sporlarına ev sahipliği yapması
Efsane vali merhum Recep Yazıcıoğlu’nun rafting ve su kayağını Fırat’la tanıştırmasıyla atılan tohumlar çok kısa sürede filizleniyor ve kanyon doğa sporları cennetine dönüşüyor. Valinin anısını yaşatmak amacıyla 2004’ten beri her yıl haziran ayı sonunda düzenlenen uluslarası doğa sporları şenlikleri, Base Jump’tan kaya tırmanışına, kanodan rafting’e, su kayağından yamaç paraşütüne kadar olan geniş bir yelpazede adrenalin tutkunlarını buluşturuyor.
Orda bir köy var uzakta…
İlçenin görülmeye değer bir başka güzelliği ise merkeze bağlı şirin köyleri. Bu köylerin en bilinenlerinden biri olan Sırakonak eski adı ile Peğir, Kemaliye’yi kuşbakışı seyreden bir konumda kurulu. Köye adını veren Peğir deresi üzerinde kurulu iki değirmen, Anadolu’da sayısı her geçen gün azalmakta olan tarihi su değirmenlerinin en güzel örneklerinden. Değirmen gezileri sonrası Apçaağa köyüne uzanan patikayı takip ederek, Peğir deresi boyunca uzanan kavakların ıslıkları ve ayaklarınızın altına serilen nefes kesici manzaraların eşliğinde yapacağınız yaklaşık bir saatlik yürüyüş ruhunuzu kesinlikle yenileyecek. Apçaağa, Ahmet Kudsi Tecer’in “Orda bir köy var uzakta, O köy bizim köyümüzdür, Gitmesek de tozmasak da, O köy bizim köyümüzdür” dizeleriyle başlayan şiirine esin kaynağı olmuş olan köy. Gittikçe birbirine benzemeye başlayan şehir ve beldeler yaratan küreselleşme rüzgarına, kendi kendisini sit alanı ilan etmiş olarak karşı durmaya çalışan köy, aynı zamanda yerel örf ve adetlerini de en iyi şekilde koruyarak marka belde olma yolunda hızla ilerliyor. Bozulmamış tarihi dokusuyla zamanın durduğu hissi uyandıran bu özel köyde yapacağınız gezinti sonrası, tepede Kayabaşı parkında bulunan vadi manzaralı Taş Kahve yorgunluk çıkarmak için birebir.
Yöresel mutfağa aşık olacaksınız
Yörede mutfak zenginliği de öne çıkıyor. Kökü Yavuz Sultan Selim döneminde buraya verilen et kethüdalığına dayanan et konusundaki uzmanlık mutfağa da yansımış. Etli yemekler arasında başı çeken, kavurma, kuru soğan ve yumurtayla yapılan “mıhla” tadıyla damakları fethediyor adeta. Eğin’in dağlarında ilkbaharda yetişen 20-30 cm genişliğindeki dev “çaşur” mantarıyla yapılan ızgaralar, kenger, kiriş gibi yabanıl otlarla yapılan sulu yemekler ve çeşni olarak kullanılan 120 çeşit ot karışımı zetrin mutfağın yıldızları arasında sayılıyor. Dutluk Eğin’de, duttan yaratılan özel tatların da kuşkusuz ayrı bir yeri var. Dut kurusu ve cevizin dibekte en az üç bin kere dövülmesiyle yapılan bir tür macun olan lök, löke badem, bal ve şeker eklenerek yapılan beşateş, dut pekmeziyle hazırlanan cevizli sucuk oricik gibi tatlar, Kadıgölü’ndeki tarihi medrese binasının alt katında bulunan Lökhane’de yaşatılmaya devam ediyor.
Buraya karayolu ve demiryolu ile ulaşım mümkün olduğu gibi, Elazığ, Erzincan ve Malatya havalimanlarından ortalama 2,5 saatlik bir karayolu yolculuğu sonrası da ulaşmak mümkün. Kemaliye, uzun uzun yolları aşmaya değen daha nice güzellikleri ile sizleri bekliyor .
Pozitif Dergisi 2013/03