İstanbul için tarihi ve dini öneme sahip iki merkezi mercek altına aldık. Biri; yüzyıllardır eteğinin dibinden geçen Boğaz’ın serin sularını, ziyaretçilerinin kavrulmuş gönüllerine serperek onları tatlı bir huzur ile selamlayan Hz. Yuşa Tepesi. Diğeri ise; her ayın ilk günü şifa, aşk, iş ve ev isteyenlerin akınına uğrayan Ayın Biri Kilisesi.
Yazı: Nuray OKUTUCU
Doğu ve Batı’nın kaynaşma noktası olan İstanbul, zengin mistik mirasının mozaiğinde yer alan cazibe merkezleriyle, dünya şehirleri arasında ayrıcalıklı bir yere sahip. Camiler, kiliseler, sinagoglar, türbeler, yatırlar, şapeller, ayazmalar ve hatta ağaçlar bu mozaiği oluşturan parçalar arasında ilk akla gelenlerden… Bu yerler insanoğlunun taşıdığı belki de en ağır yüklerden biri olan gelecek kuşkusunu, kutsalla ilişki kurarak hafifletilebildiği ferahlama mekanları… Farklı kültür ve dinden her gün yüzlerce ziyaretçinin akınına uğrayan bu mekanlarda dile getirilen dileklerin konusu ise ortak: Aşk, eş, iş, ev, çocuk ve şifa. İstanbul’daki mistik bir yolculuğumuzun bu sayıdaki durakları İstanbul’un denize en yakın ve en yüksek tepesi olan Hz. Yuşa ile Unkapanı’ndaki Vefa Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması.
Yuşa Tepesi
Yuşa Tepesi, büyüleyici manzarasıyla olduğu kadar, manevi havasıyla da özel bir konuma sahip. Tepenin kutsiyeti, antik çağda üzerinde adına yapılan tapınağın bulunduğu, İyi Rüzgarlar Efendisi Ourios’a kadar dayandırılıyor. Tapınak, uygun rüzgarlar dilemek için Boğaz’a giriş ve çıkışta gemiciler tarafından ziyaret edilirmiş. Bugün Yoros olarak da bilinen tepenin adının Ourios’dan geldiği düşünülüyor. Geçmişi efsanelerle yazılmış olan bu özel tepeyle ilgili bilinen Pagan efsanelerinden birine göre, denizler tanrısı Poseidon ve su perisi Melie’nin oğulları dev yapılı Amykos, Boğaz’ın iki yakasında yaşayan Bebrikler’in kralıdır. Boğaz, Bebrikler ile Tanrıça Athena tarafından inşa edilen gemileriyle bir seferden dönen Argonotlar’ın savaşına sahne olur. Her ne kadar dövüş becerisiyle tanınsa da Amykos, Argonotlar’dan Polluks ile karşılaşmasında yenilen taraf olur ve ölür. Yuşa Tepesi’ndeki mezarın bu dev yapılı insana ait olduğuna inanılır. Bir başka efsaneye göre ise, bundan 3 bin yıl önce devlerin yaşadığı ve Dev Dağı olarak bilinen bu tepede, Hz. Yuşa düşmanlarla girdiği savaşta şehit olur ve bu tepeye gömülür. Hz. Yuşa, Müslümanlık’ta olduğu gibi, Hıristiyanlık ve Musevilik’te de peygamber olarak kabul edilir. Müslümanlar, Kuran-ı Kerim’deki Kehf Suresi’nin 60-65’inci ayetlerine dayanarak, yanında ona eşlik eden biri ile gizemli bir yolculuğa çıkan Musa peygamberin, “İki denizin birleştiği yerde“ buluştuğu kişinin Hızır, Musa peygamberin yanındaki genç adamın ise Yuşa olduğuna inanır. Museviler’e göre ise, Musa peygamberin kız kardeşinin oğlu olan ve onun ardından İsrailoğulları’na peygamber olarak görevlendirilen kişi Yuşa’dır (Yeşu).
Fotoğraflar: Beykoz Belediyesi
Yahya Efendi’nin rüyasına girdi
Tarih boyunca insanların ilgi odağı olmayı sürdüren bu tepenin Türkler için kutsiyeti ise 16’ncı yy’da Hz. Yuşa’ya ait olduğu düşünülen mezarın keşfi ile başlar. Kanuni devrinin ünlü mutasavvıflarından Yahya Efendi rüyasında üç gece üst üste Hz. Yuşa’yı görür. Hz. Yuşa kendisine: “Ben Yuşa peygamberim ve şu tepede yatıyorum, gel yerimi tespit et ve beni ziyaret et” der. Yahya Efendi, belirtilen tepeye gider. Orada rastladığı çoban, mezarın bulunduğu alanı işaret ederek, koyunlarının orada hiç otlamadığını ve asla üzerinden geçmediğini söyleyince, Yahya Efendi iyice emin olur; Hz. Yuşa oradadır. Manevi bir keşifle bulunup yeri kesin olarak tespit edilemediğinden, mezarın etrafını genişçe çevreletmiştir. Osmanlı döneminde buraya genellikle toplu halde yapılan ziyaretlerin, kutsiyeti bakımından cuma günlerine denk getirilmesine özen gösterilir. Beykoz’un kıyıları bu günlerde pazar kayıklarıyla kaplanır, gelen halk, öküz arabalarına binerek tepeye akın eder. Ziyaretçi sayısı her geçen gün artmaya başlar. Öyle ki Padişah III. Selim izdihamdan dolayı yaşanabilecek olumsuzlukları önlemek amacıyla burada mevlit okutulmasını yasaklar.
Denizcilerin piri
Tepenin Osmanlı denizcileri için de özel bir kutsiyeti vardır. Donanma sefere çıkmadan önce önce Boğaz’ı ve denizcileri koruduğuna inanılan ve denizcilerin piri olarak kabul edilen dört manevi bekçiye yönelip dua ederek sefere çıkar. Bu bekçilerden ilki, Beşiktaş sırtlarındaki Yahya Efendi, ikincisi Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdai, üçüncüsü Sarıyer’deki Telli Baba ve sonuncusu da Beykoz’daki Hz Yuşa’dır. Bu inanış günümüzde de devam ediyor, bugün bazı balıkçılar motorlarıyla kıyıya yaklaşıp bu koruyucuların ruhuna Fatiha okuyor. Mucizelere sahne olduğuna inanılan bu kutsal mekanda tüm duaların kabul olunup, tutulan tüm dileklerin çok kısa sürede gerçekleştiğine inanıldığından Yuşa Tepesi, bugün İstanbul’un en çok ziyaret edilen mekanları arasında yer alıyor. Hz. Yuşa, yüzyıllardır olduğu gibi, bugün de eteğinin dibinden geçen Boğaz’ın serin sularını, ziyaretçilerinin kavrulmuş gönüllerine serperek onları tatlı bir huzur ile uğurlamaya devam ediyor. Dilekleri gerçekleşenler ise minnet ve şükranlarının bir tür göstergesi olarak Hz. Yuşa’yı tekrar ziyaret edip, orada bulunan herkese şeker ya da lokma dağıtıyor.
Vefa Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması
Hıristiyanlık’ta aziz ve azizeler adına bağlanmış kuyu ve pınarlar olan ayazmaların en yoğun olarak bulunduğu yerlerin başında, şüphesiz Suriçi geliyor. İkinci durağımız bu bölgede; Unkapanı İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nın tam arkasında bulunan Vefa Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması. Rumca “mübarek” anlamına gelen ayazmaların sularının şifalı olduğuna inanılıyor ve adını taşıdıkları aziz ve azizenin gününde buralar ziyaret ediliyor. O gün yapılan ayin sonrasında aziz ve azizelerin gözyaşları olduğuna inanılan bu kutsal sudan, marazlara şifa için içiliyor, dertlere derman için sürülüyor. Buralarda dua ediliyor ve dilek tutuluyor.
Umutlar tazeleniyor
Halk arasında Ayın Biri Kilisesi olarak da bilinen kilisenin adını, kesin olmamakla birlikte, umutları tazelemenin başlangıcı olarak da kabul edilen ayın ilk gününden aldığı düşünülüyor. Burada ettikleri dua sonucu dileklerinin gerçekleştiğine inananların dilden dile dolaşan hikayeleri ise bu ayazmanın her ayın ilk günü ziyaretçi akınına uğramasına neden oluyor. Diğer pek çok mistik mekanda olduğu gibi buranın da geçmişi kutsal bir rüyayı barındırıyor. Hikaye şöyle; 18’inci yüzyılın başlarında Vefa’da yaşayan Ortodoks bir ailenin kızı olan Maria, bir gece rüyasında Meryem Ana’yı görür. Meryem Ana, evlerinin bulunduğu yerde bir ayazma olduğunu söyler ve buraya bir kilise yapılmasını ister. İşaret edilen su bulunur ve aile kendi imkanlarıyla buraya Hz Meryem’e ithafen mütevazı bir kilise inşa eder. Dilsiz girenleri dillendirdiği, felçlileri yürüyerek çıkarttığı, körleri ışığa kavuşturduğu gibi mucizeleriyle ün salan ayazma, günümüzde en çok evlenme ve çocuk sahibi olma muratları için ziyaret ediliyor.
Niyet anahtarları ile kilit açılıyor
Ayın birinde tam bir panayırı andıran bu ayazmada dilek ritüeli ise şöyle: Dilek dilendikten sonra giriş kapısının hemen sağında bulunan bölümden kutsanmış olan bir niyet anahtarı alınıyor. Ardından, ayazmanın bulunduğu bölüme inilip duvarlarda bulunan çerçevelerin üzerindeki kilitlerden biri niyet anahtarıyla açılır gibi yapılarak, dileğin kabul olması için dua ediliyor. Ayazma suyundan içildikten sonra papazın duasını almak ve onun tarafından kutsanmak için yukarı çıkılıyor ve böylelikle ziyaret tamamlanıyor. İnanışa göre, tutulan dileğin gerçekleşebilmesi için buraya, her ayın ilk günü olmak üzere toplam üç defa gelmek gerekiyor. Ziyaretçilerden bazıları buradan aldıkları niyet anahtarlarlarıyla Şehzade Camii bahçesindeki ulu çınarın altına gidip, dileklerini orada da yineleyebiliyorlar. Ritüelin son halkasında ise, dilekler gerçekleşene dek saklanan anahtarların, yine ayın ilk günü kiliseye giderek iade edilmesi var. Muratlarına kavuşanlar, o gün ayazmada bulunan ziyaretçilere ekmek, bisküvi, leblebi gibi yiyecekler dağıtırak umut tazeliyor.
Fotoğraflar: Hürriyet Arşiv
Pozitif Dergisi 2014/01