Röportaj

Kurban değil lider olun

İşaret parmağımız havada sürekli dışarıyı azarlamak yerine hayatımızın sorumluluğunu alıp yolculuğun keyfini çıkarma vakti geldi.

Yazı: Yaprak ÇETİNKAYA

Çoğumuzun hayalinde bir Ege kasabasına gidip yaşamak var ama bunu gerçekleştiren az sayıda insan da kısa zamanda sıkılıp geri dönüyor. Çünkü kişisel liderlik konusunda eksiğiz, kendimizi yeterince tanımıyoruz ve “Her şey mümkün olsa nasıl bir hayat yaşamak isterdin?” sorusuna hızlıca vereceğimiz net bir cevabımız yok. Potansiyellerimize ulaşamıyoruz. Negatifte kaldıkça kurban oluyoruz. Kendimizi en güçlü hissettiğimiz yerde bile bir de bakıyoruz ki asıl kurban bizmişiz. Peki biz değilsek lider kim? Hayatımızın direksiyonunda biz oturmuyorsak şoförlüğü kim yapıyor? Ehliyeti nasıl alacağız? “Hayatın Direksiyonuna Geç” kitabının yazarı Kemal İslamoğlu şöyle diyor: Eğer direksiyona geçebilirseniz ateşin üzerinde bile yürüyebilirsiniz.

Hayatımızı kim yönetiyor? Direksiyonlarımızda kim var?
Kendimiz yokuz. Otomatik pilot var. Otomatik pilot ise korkularımız, endişelerimiz, bugüne kadar işe yaramayan kısıtlayıcı inançlarımız. Gerçekte olduğunu zannettikleri, inanmayı tercih ettikleri ama o her ne ise gerçek potansiyelin çok altında olan bir kaynak var.

Herkes mi bu durumda?
Şahsi gözlemime göre evet. Haftanın beş günü büyük şirketlerin beyaz yaka çalışanlarıyla bir aradayım. Bugün buraya büyük bir şirketin takım koçluğu çalışmasından geliyorum. Bu insanlar Türkiye ortalamasının üstünde bir eğitime ve gelire sahip olmalarına rağmen onlarda da aynı şeyleri görüyorum. İnsanların yüzde 95’i parmak dışarıda konuşuyor, şikayet ediyor. Benim onlarla tartıştığım konu şu; dert ettikleriniz ilgi alanınız mı, etki alanınız mı? İnsanlar genelde ilgi alanını dert ediyor, enerjisini buraya harcıyor. Yönetim şöyle olsaydı, başbakan böyle davransaydı… İnsanlar yüzde 95 kurban modunun dışına çıkamıyor. Halbuki etki alanı dert edilse kişi kendi hayatının direksiyonuna geçecek.

Etki alanı derken neyi kastediyorsunuz?
Mesela şu an siyaset hakkında akşama kadar karşılıklı konuşabiliriz, ne olacak bu memleketin hali diye… Konuşur konuşur sonra da ayrılırız. Ama sadece konuşmak yerine gidip bir sivil toplum kuruluşuna ya da bir siyasi partiye üye olmaya çalışıyorsam, ilgili mercilere gidip şikayetim şu, şunun yapılmasını istiyorum diyorsam kendi etki alanım içinde bir şeyler yapıyorsam, bıdı bıdı yapmıyorsam artık boş konuşmuyorumdur.

Kendi hayatımızda bu etki alanı neler olabilir?
Rahatsız eden konunun sizi niye rahatsız ettiğini düşünmek örneğin… Ben öğretmenlerle çalışıyorum. Onlar istediğinde fırsatım oldukça ücretsiz eğitim veriyorum çünkü benim ilkokul öğretmenim dünyada sahip olunacak en kötü öğretmendi. Tabii diğer bakış açısı ile iyi ki öyleydi, şu an burada olmamda çok büyük bir katkısı var. Bütün öğretmenlere yardım etme sebebim de bu yüzden. Meselenin bizi neden rahatsız ettiğini bilirsek belki de rahatsız etmesini engelleyeceğiz. Yani ilk adım derdimizin neden dert olduğunu bilmeliyiz, ikinci adım ise bu derdin çözümünü araştırmalıyız. Hayatın direksiyonunda olmak probleme değil, çözüme odaklanmak demek.

Yani probleme odaklandığımızda kurban konumunda oluyoruz öyle mi?
Aynen öyle… Her zaman dört zehirden bahsediyorum; suçlama, eleştiri, aşağılama ve duvar örme. Bu dört zehrin olduğu yerde kurban da vardır. Bu bölümü kitaba sığdıramadım ama eğitim videolarımda var. Çocuğunuzla, eşinizle, öğretmeninizle, doktorunuzla ilişkinizde bu dört zehirden herhangi biri varsa burada kurbanlık hali vardır. En basit örnekle, ben size “Bu kotun üzerine de bu gömlek mi giyilir?” dediğimde suçlama, eleştiri vardır. Oysa “Bu kotun üzerine şunu giyseydin daha iyi olurdu” deseydim geribildirim yapmış olurdum. Ben suçlayınca siz ne yaparsınız? Savunmaya geçersiniz. Savunma da aynı suçlama gibi kurbana düşmeye neden oluyor. “Ben aslında bunu demek istedim” gibi savunmalar kurbanlık hali… Bu ikisi devrede kaldıkça bir süre sonra üçüncü zehir devreye giriyor: aşağılama, hor görme… “Sen bu raporu nerenle yazdın ya, okumamı mı bekliyorsun?” gibi bir tarz. Oysa karşınızda bir insan var. Bu arada bu zehir sadece ilişkilerimize değil kendimize zarar veriyor. Kendinize yaptığınız ağır eleştirileri düşünün. “Yine mi beceremedin? Sen adam olmazsın. Daha çabuk olsana… Bak yine unuttun” gibi kendi kendimize söylenmelerimiz… Ben 20 sene böyle yaşadım biliyor musunuz, böyle bir adamı onca yıl yanımda farkında olarak taşıdım. Otomobilde giderken sağ tarafınızda böyle biri otursa 100’üncü kilometrede indirirsiniz onu aşağı… Ama bu halimizle yıllarca yaşıyoruz. Dördüncü ve son olarak bu zehirler arasında bizi uçuruma en çabuk götüren, kronik rahatsızlıklara sebep olan ise duvar örme… Aynı evde günaydınları olmayan, tek ortak noktaları çocuk olan çiftler mesela… Birbirlerine duvar örmüşler, ilişki yok. İşyerinizdeki insanlarla, komşularınızla duvar örebiliyorsunuz. Duvar ören kişi kurban olduğunun farkında olmuyor. Kurban olmak her zaman “ezilen” olmak değil. Ezik olmaya neden olan da kurban aslında…

“Her zaman dört zehirden bahsediyorum; suçlama, eleştiri, aşağılama ve duvar örme. Bu dört zehrin olduğu yerde kurban da vardır.”

En basit örnek, gazetelere konu olan insanları eleştirmeye başlıyoruz, “Bir insan nasıl böyle bir şey yapar?” gibi… Bunu yaparken aslında kurban biz miyiz?
Biz kurban deyince ezilen tarafı algılıyoruz. Oysa etrafındakilerin uyarılarını dikkate almayan, onları sindiren, kötü davranan, aşağılayan, küfür eden, trafikte magandalık yapan, havaya kurşun sıkan, eşine şiddet uygulayan ve benzeri davrananlar da kurbanlardır. Önce kurban durumunda olduğumuzu fark etmemiz gerekiyor. Birçok insan bunun farkında değil. Hiç fark edilmeyen başka bir durum; sorulmadan yardım eden. “İşini yetiştiremiyorsun galiba, sana yardım edeyim mi?” diyen de kurbandır.

Kurbandan nasıl çıkacağız?
Yaşamın dört ana süreci var. Kurban, güçlenme, teslimiyet ve ilham ile aksiyon almak. Önce fark edip acısını çekmeliyiz. Birçok insan kurban durumunda olmaktan bilinçaltında keyif alıyor. Kurtarıcısı, işkenceci, ezilen; hangisindeysek bu davranışımıza acı yüklememiz lazım. Yani “Bir dakika ya, ben ne yapıyorum? Ben buna layık değilim. Karşımdaki buna layık değil” gibi… Sonra kendimizi yakalamak. Değişim bugünden yarına olmuyor tabii, adım adım oluyor. Sıklıkla yaptıktan sonra yakalamaya başlıyoruz. Yakalamak acıyı şiddetlendiriyor biraz. Sonra tam yapmak üzereyken yakalıyoruz kendimizi ve durup bir davranış değişikliği yaratıyoruz. Sonraki adımda bu bir seçenek olduğunda yakalıyor ve bu yolu seçmiyoruz. Sonra düşünce aşamasında yakalıyoruz ve bir süre sonra yapmıyoruz. Artık seçenek olarak aklımıza dahi gelmiyor.

Kemal İslamoğlu

Kemal İslamoğlu

Eğitimlerde cam veya ateş üstünde yürüme, boğazla ok kırma, elle tahta kırma gibi çalışmalar yaptırıyorsunuz. Bunların kurban rolünden çıkmakla bağlantısını anlatır mısınız?
Kitapta yazanlar, bu röportajın satırları hep entelektüel unsurlar. Okumakla olsaydı kütüphaneciler dünyanın en akıllı, en zengin insanları olurlardı. Sadece okumakla değil, uygulamakla da oluyor. İnsanların halilazırda potansiyellerinin ötesine geçmelerine engel olan ne? Kişi önce kendine şunu sormalı: “Zaman, mekan, para, aile sıkıntım olmasa nerede olurdum, nasıl yaşardım?” Bu soruyu herkes kendine sormalı. Bu soru insanın çırılçıplak kalmasını sağlıyor. Kurbanlar bahane üretir. Ama ilham ile aksiyona geçenler kafaya ve gönüle aynı şeyi koyup aksiyona geçerler. “Ben bunu yapabilirim ama ne engel oluyor?” diye sormak gerekiyor. Aslında bu oklar, camlar birer metafor. Kimisi ateşle yürüyüşten hiç etkilenmez, oktan etkilenir. Hayatta da herkesin ateşi, oku farklıdır.

O metafor uygulanırken insanın çekirdek inancında etki yaratıyor mu? Kişiyi değiştiriyor mu?
Eğitimlerimden birinde dört senedir aynı işte olan kişi tahta kırdı, altı gün sonra mail attı ve teşekkür etti. Senelerdir yüzüne bakmayan yöneticisi ondan özel toplantı istemiş, maaşı artmış ve beş farklı yerden iş teklifi almış. Bütün bu süreç ona bir kapı olmuş. Çekirdek inancı değişmese bunlar olmazdı. Herkesin dağı farklı, yolculuğu farklı tabii… Yılladır geleceğiz deyip gelmeyenler olduğu gibi daha kitabı bitirmeden eğitime başlayan da var. Kimin ne zaman nasıl faydalanacağı belli olmuyor.

Siz hayatın direksiyonuna çok erken geçmemişsiniz. İkizleriniz olduktan sonra direksiyona geçtiğinizi söylüyorsunuz.
Hepimizin hayatında belli dönemler var. Ortamımızı değiştiren veya kimliğimizi baştan yaratmaya yardımcı olan olaylar var. Kimlik kaybı depresyona neden olabilir. Ben de baba olduğumda hazır olmadığım bir kimlik kazanmıştım. Benim için çok ciddi bir kırılma noktasıydı. Baba olmadan 10 yıl önce de eğitimlerde bu kimlik değişimini anlatıyordum. Ama anlatmakla bunu içselleştirmek çok farklıymış. Bugün bile ben babalık duygusunu tam olarak içselleştirmiş değilim çünkü babalık hakkında daha öğrenmediğim çok şey var.

Hayatınız boyunca hep bu işle mi uğraştınız?
Aslında ben makine mühendisiyim. Stajdan attılar beni. İyi ki atmışlar. Hayatım değişti. Mühendisliği bitirdim ama aklım hep farklı bir alandaydı. Sonrasında eğitim alıp, eğitim verdim. Çok okumaya başladım. Kurumsal hayattan ayrıldım. Türkiye’ de halka açık tek eğitim şirketinde çalışmaya başladım. Orada daha çok davranışsal eğitim veriyordum. Ama severek eğitim vermediğim bir konu olduğu için oradan ayrılma ihtiyacı duydum. 2012’de yolumu ayırdım ve yalnız başıma devam ettim. Şu an birlikte çalıştığım Şapka Danışmanlık’a da eski öğrencilerimden Müge Çevik davet etti. Ben karar aldım, ayrıldım ve önüme yeni bir fırsat çıktı.

kurban-degil-lider-olun-3

Sevgi tanımımız hatalı
Eğitimde, “Sevgi ve bağlılık ihtiyacını ne zaman giderirsiniz?” diye soruyorum. 500 kişinin yüzde 75’i “Hem bir şeyler verip, hem de alınca” cevabını veriyor. Yüzde 20’si alınca diyor. Çok az olan ise verince diyor. Oysa sevgi ve bağlılık sadece verince hissedilir. Alınca hissedilen özel hissetmektir.

Kendimizle yüzleştik, acı çektik. Peki bundan sonraki aşamalar neler?
Klasik söylem: Farkındalık çok önemli. Ama o farkındalığı aksiyona dökmezsek hiçbir işe yaramıyor. Mesela kitabı okumak tek başına bir işe yaramaz. “Kitabı her açtığımda bir şey öğreniyorum” diyen okuyucularım da var. Eğitim esnasında tahta veya cam kırmak bir aksiyon, hayatta da olmalı. Aksiyona dökülmemiş farkındalık pişmanlıktır. Kilo vermemiz gerektiğini biliyoruzdur ama hiçbir şey yapmamışızdır, pişman oluruz. Hayatımızda pişmanlık dediğimiz her şeye dönüp tekrardan bakmak gerekiyor.

Teslimiyet neden üçüncü aşama da ikinci değil?
Çünkü farkına varmadan kabullenemeyiz. Güçlenip, farkına varıp kabullenebiliriz. Kabullenmekle teslimiyet, tevekkül aynı şey aslında… Burada çok ince bir çizgi var yalnız. Kaderi kastetmiyoruz. Her şeyi kadere bağlayanlar da kurban durumuna düşüyor. Kaderde pişmanlık, güçsüzlük vardır; bütün gücünü teslim ediyorsun. Kişinin başına her ne geliyorsa onun sorumlusu kendisidir ama suçlusu değildir. Üçüncü aşamada pasif kabullenme oluyor. Dördüncü aşama ilhamla aksiyon almaktır. Yani her şeyde mana aramaktır. Biz hep “ne ve nasıl” diye soruyoruz. Bu soruları cevaplamak çok kolay… Asıl sorulması gereken soru “niçin”dir. İnsanlar genellikle kurban ile güçlenme arasında gidip geliyorlar. Bazen pasif kabul ediyor ve direnç geliştiriyorlar ve son aşamada korku ile aksiyon alıyorlar. Ama pozitiften hareket ettiğinizde korku değil ilham ile aksiyon alırsınız. “Şunu yaparsam şu kadar para kazanacağım” değil de, “O kadar para kazanan ben ne olacağım? İş adamı kimliğime, eş kimliğime, evlat kimliğime ne sağlayacak” diye bakarsınız. “Niçin”i bilince “ne” ve “nasıl” o kadar önemsiz kalıyor ki… Nasıl kilo vereyim, hangi doktorla çalışayım dünyanın en kolay soruları. Sen yeterince istersen mutlaka yolunu bulursun. Yeterince istiyor musun? Niçin istiyorsun? Onun cevabını bulursan yaparsın zaten. Kişi dört-altı seanstan sonra bana hala ihtiyaç duyuyorsa ben işimi iyi yapmıyorum demektir. Kurbandadır hala, iş sohbete döner. Biz dost arkadaş olalım tamam ama bunu profesyonel yapmam ki ben. İlerlemesi gerekiyor. Bana bağımlı olmamalı. Kendi kaynaklarıyla temas edip aksiyona geçmeli.

Siz artık her konuda direksiyonun başında mısınız?
Değilim. Mesela artık çok azalmakla birlikte çocuklarımla ders çalışırken öfke kabarması yaşayabiliyorum. Çocuğun o an aklı orada olmayabilir ve benim onlara verdiğim tepkiler, ben o yaşta aynı durumdayken ailemin bana gösterdiği davranış şekliyle aynı. Maç izlediğimde de öfkelenebiliyorum. Aslında öfke de kurbanlık göstergesidir. Demek ki o anda benim o duyguya ihtiyacım var. Bazen de ağlamaya ihtiyacım oluyor ve o zamanlarda kendimi hiç sıkmadan ağlıyorum.

kurban-degil-lider-olun-4

Bizi çok öfkelendiren, alanımıza girmeye çalışan kişiler olduğunda kurbana düşmemek için ne yapabiliriz?
Duygusal okur-yazar olacağız, duygumuzun farkında olacağız. Sonra gücümüzü kontrollü kullanacağız, karşımızdakinin bir insan olduğunu unutmayacağız. Sorumluluk alacağız ve kullanacağız. “Seni anlıyorum ve sana şu kadar tolerans gösteriyorum ama…” diye düşündüğümüzü nazik ve cesurca söyleyeceğiz. Cesaretin c’si yoksa geriye kalan esarettir. Eğitimde tahtayı kırarken var olan enerji, cesaret sizde her zaman var ama onu kullanmıyorsunuz. Bunu fark etmelisiniz.

Hayatımızın direksiyonuna geçtiğimizi nasıl anlarız?
Üç soru sorun. Yaşadım mı? Sevdim mi? Fark yarattım mı? Bunları cevaplarken kendinizi huzurlu ve keyifli hissediyorsanız tamamdır.

İHTİYAÇLARINIZI NASIL KARŞILIYORSUNUZ?
Kitapta, altı temel ihtiyacın her insanda olduğunu ama sıralamasının değiştiğini söylüyorsunuz. Bu sıralama neyi gösteriyor?
İlk iki sıraya koyduğumuz ihtiyaçlar kendi yarattığımız kaderimizdir. İlk ikiyi değiştirirsek yaratımımızı değiştiririz. İhtiyaçlar şunlar; konfor, farklılık, sevgi, özel hissetmek, büyümek, katkı sağlamak. İlk dördü temel ihtiyaçlar, geriye kalanlar ruhsal ihtiyaçlardır; büyümek, gelişmek ve katkı sağlamak. Hayat kalitemizi belirleyen şeylerden biri bu ikisi arasındaki yüzdedir. Örneğin bir insanın konfor ihtiyacı ne kadarsa, stresi de o kadar artar. Bu altı ihtiyaca ulaştığımız dört tane de araç var; hissi iyi ve senin için de herkes için de iyi; hissi kötü ama senin için de herkes için de iyi; hissi iyi ama senin için de herkes için de kötü; hissi kötü ve herkes için kötü. Örneğin sigara içmenin hissi sizin için iyidir ama sizin için de herkes için de kötüdür. İki kişi düşünün, birisinin birinci ihtiyacı konfor, ikinci ihtiyacı özel hissetme. Ama bu ihtiyaçlarını daha çok üç ve dördüncü araçlarla gideriyor. Yani hissi iyi ama diğerleri için kötü ya da hissi kötü ve herkes için kötü. Diğer adamın ise birinci ihtiyacı katkı sağlamak, ikinci ihtiyacı sevgi… Bu adam ise birinci ve ikinci araçlarla gideriyor bu ihtiyaçlarını. Bazen kendi için hissi kötü olsa da her zaman bütün için iyi olanı kullanıyor. Ne gibi farklar görünür? Eğitimde bu örneği verdiğimde birinci kişinin kontrolcü ve egosunun yüksek olduğunu söylüyorlar. İkinci kişinin ise daha verici olduğunu, daha çok alan açtığını ve daha uzun vadeli düşündüğünü söylüyorlar. Ben bu kişilere gerçek hayattan örnek verdiğimde ise şaşırıyorlar çünkü cevapları yanlış çıkıyor. Burası işin sürprizi, dünyaca ünlü isimlerin kim olduklarını söylemeyelim.


Pozitif Dergisi 2015/01

Yorum Ekle