Eşikteyiz… Yeni bir dünyaya geçiyoruz. Köprünün bir tarafında ekonomi ile insanların sistemde tutulduğu, savaşların olduğu, kimsenin özgürce yaşayamadığı dünya; diğer tarafta ise sevgi, şefkat, merhamet ve coşku var.
Yazı: Yaprak ÇETİNKAYA
Dönüşümsel Yaşam Koçu ve Regresyon Terapisti Zekiye Olgaçay ile nisan ayı başında Zihin Ruh Beden Festivali’nde karşılaştık. Oradaki seminerinde kendinisi dinleyemedik ama festivalin bitiminden hemen sonra tekrar bir araya geldik. Bize neler oluyor, ülkemizde durum nedir, dünyada neler değişiyor derken Lady Diana’dan Pakistanlı Malala’ya; 1999 Ağustos depreminden İkiz Kuleler’e kadar birçok olayın dünyaya etkilerini konuştuk. Bireysel hayatlarımızdan başlayıp büyük resme baktık.
“Kahramanın Yolculuğu” adını verdiğiniz bir workshop’unuz var. Nedir kahramanın yolculuğuna çıkmak?
Kendi içindeki kahramanı bulmak, ona ulaşmak ve dokunmaktır. Bu yolculuğa çıkmak bir kahramanın yolculuğu çünkü oldukça zorlu bir süreç. Bireysel olarak kendi karanlığını dönüştürmek bir insanın yapabileceği en zor, en önemli ve aslında burada olmasının sebebi olan yolculuk.
“Şu anda bize özgürleşme şansı verilen bir dönemde yaşıyoruz. Ben buna “Spiritüel Rönesans” diyorum. İnsanlık bu geçişi yapabilecek aşamaya geldi, uyanabilecek kadar olgunlaştı. Rönesans’ın kelime anlamı yeniden doğuştur. Herkesin ancak kendi üzerinde yapabileceği bir değişimden bahsediyoruz.”
Hediyesi de çok güzel olmalı bu yolculuğun…
Aynen öyle çünkü başka bir oluş haline, gerçek özgürlüğe ulaşmak demek. Gerçek özgürlük kavramı da çok anlaşılabilir değil herkes için. Çok derin bir özgürlük boyutundan bahsediyoruz. Tekamül, evrimleşme, aydınlanma, dünyanın geçtiği yeni boyutta varabileceğimiz bir özgürlük. Şu an çeşitli noktalardan sisteme bağlıyız, “plugged”ız. Bu sistemden çıkmak, “unplugged” olmak aslında gerçek özgürlük…
Bu matrikse nasıl bağlı kalıyoruz?
Çeşitli inanç sistemleriyle, endişelerle, korkularla, “yapamam”larla bağlıyız. Bu sistemi ayakta tutan piramitsel yapıyla bağlıyız. Bu havuzun içine doğduğumuz için özgürlüğümüz kısıtlanmış durumda ve gerçek potansiyelimizi yaşamıyoruz. Bunun yarattığı dünya da ortada; savaşlar, açlık, yoksulluk… Bazı konuların farkındayız bazılarının değiliz.
Neden buradayız peki?
Bu aslında bambaşka bir seminer konusu… Anlatmak buraya sığmaz ve belki de buradan anlaşılmaz. Ama bunu bilmek, bilmemek önemli değil… Buradan çıkışın, özgürleşmenin tek yolunun içindeki ışığı, sevgiyi, şefkati, iyiliği büyütmek, yani gölge tarafını, karanlığını dönüştürmek ve bunu yaymak olduğunu bilmek yeterli. Şu anda bize özgürleşme şansı verilen bir dönemde yaşıyoruz. Ben buna “Spiritüel Rönesans” diyorum. İnsanlık bu geçişi yapabilecek aşamaya geldi. Uyanabilecek kadar olgunlaştı. Rönesans’ın kelime anlamı yeniden doğuştur. Herkesin ancak kendi üzerinde yapabileceği bir değişimden bahsediyoruz. Dünyada gördüğümüz her şey kendi iç dünyamızın yansıması… Dünyamızı değiştirmek için kendimizi değiştirmemiz gerekiyor. Bu gerçekliğe yeni uyanıyoruz. Neden şimdi? Dünyaya baktığımızda uyanışın 1950-60’larda tek tük başlayıp, 80-90’larda hız kazandığını görüyoruz. Türkiye’de ise daha önce bireysel uyanışlar varken kitlesel olarak depremden 6 ay sonra, 2000’ler itibarı ile başladı. Çocukluğumdan beri hep “Neden buradayız?” sorusunu soruyordum. “Matrix” filminde denildiği gibi ne aradığımı bilmeden bir arayış halindeydim. Yolun bana açılmaya başlaması ve benim keşiflerim de depremden sonraya denk geliyor.
Böyle olaylar nasıl etkiliyor insanlığı?
En önemli olaylardan biri de Lady Diana’nın ölümüydü. Orada bir kalp açılıyor. İnsanların gerçekliğinde bir çöküş oluyor ve hayatı yeniden değerlendirme ihtiyacı doğuyor. O olayda insanların kalbi sevgi ve şefkat ile bir kişiye yöneldi, dünya üzerinde bir sevgi enerjisi oluştu. Tıpkı toplu meditasyonlar gibi… İdealize ettiğimiz materyal dünya, statüler, prestij, markalar; hepsinin zirvesinde yaşayan ama aslında sevgiden mahrum kalmış bir hayat gördük. Her şeye sahip bir insanın sevgisizlik içinde olması tüm gerçekliğimizin temelindeki bir semboldü. Zarafeti, güzelliği ile tam aşkı bulmuş görünürken, zenginliğin, şöhretin ortasında, papparaziler eşliğinde trajik ölümü herkesi derinden sarstı. 11 Eylül İkiz Kuleler felaketi de çok önemli bir açılımdı. New York gibi paranın zirvesindeki bir şehirde iki zirve çöktü gözümüzün önünde… Ve gerçekliğimiz çöktü. Biz fark etmesek de, üzerine düşünmesek de depremde de kalp açılımları yaşadık. Niçin yaşadığımızı sorgular olduk. İyi oku, iyi iş bul, evlen, bir hafta iyi bir yerde tatil yap… Hepsi bu kadar mıydı? Bunlar kötü istekler değil, zaten herkesin en doğal hali ile her an yaşamaya açık olması gereken şeyler. Ama bunları yaşamak için hayatı kölelik sistemine çevirmekte sorun. Bu sorgulama yolculuğuna çıkmak da “Ben kimim, neden bu dünyadayım?” sorusunu sorduruyor. İşte bu da kahramanın yolculuğu oluyor.
“Kendi karanlığını dönüştürmek” dediniz. Karanlıktan neyi kastediyorsunuz?
İki duygu var; biri sevgi, biri korku… Diğer bütün olumsuz duygular korkunun, olumlu duygular ise sevginin altında yer alıyor. Korkunun altında yer alan bütün olumsuz duygular aslında karanlık tarafın duyguları… Adeta birer bilgisayar programı gibiyiz. Bu duygular bizim programımıza kodlanıyor ve bize de dünyamıza da zarar veriyor. İçimizde olan her şey bir sinema perdesine yansır gibi hayata yansıyor. Bir ayna gibi düşünün. Aynaya bakarken ne yapıyoruz? Saçımızı düzeltiyoruz, makyajımızı düzeltiyoruz. Ama aynayı dövmüyoruz saçımızı düzeltmek için. Eğer saçı düzeltmek için aynaya vurursak bir süre sonra öfkeleniriz çünkü çaba sarf ediyoruzdur ama işe yaramıyordur. Niye? Çünkü o sadece yansımamız… Oysa dönüp kendimizi düzeltmeliyiz. İşte dünya aynayı döven insanlarla dolu… Sürekli, “O yaptı, onun yüzünden” deyip duruyoruz. Aslında karşı tarafı suçlarken parmak hep kendimizi gösteriyor.
“Şu anda bize özgürleşme şansı verilen bir dönemde yaşıyoruz. Ben buna “Spiritüel Rönesans” diyorum. İnsanlık bu geçişi yapabilecek aşamaya geldi, uyanabilecek kadar olgunlaştı. Rönesans’ın kelime anlamı yeniden doğuştur. Herkesin ancak kendi üzerinde yapabileceği bir değişimden bahsediyoruz.”
Kim yazdı bu programın kodlarını?
Ortak bilincimizden gelen doğrular, inanışlar ile bireysel aile kodları ve atalardan gelen konular… Örneğin ailede birkaç nesil önce yaşanan ve saklanan bir olay orada kitleniyor ve ailenin genetik hattında devam edip birinde ortaya çıkıyor. Ayrıca öğretmenler ve toplumun diğer fertleri… Örneğin “Sen beceriksizsin” diyen bir öğretmen… Bir taciz olayı… Regresyonda çalışmalarında kişinin bazen hayal meyal hatırladığı, bazen tamamen sildiği bir olayın bütün hayatını nasıl etkilediğini görüyoruz. Örneğin hayatı boyunca belli tip kadınlardan kazık yiyen, bu yüzden acı çeken bir kadının regresyon çalışmasında konunun sarışın olan yengesiyle yaşadığı bir olaydan kaynaklandığı ortaya çıkıyor. Adeta o program yazılmış ve ömür boyu görevini yerine getiriyor, ta ki temizlenene kadar. Bu şekilde o kadar çok kaydımız var ki…
Bahsettiğiniz özgürlük halinden ne anlamalıyız?
Kendi içimize dönüp bunları adım adım hayat boyu dönüştürdükçe özgürleşiyoruz. Terk edilmiş bir ev düşünün. Uzun zamandır temizlenmemiş ve siz oraya yerleşmek istiyorsunuz. Ne yaparsınız? Önce kabasını alırsınız. Odadan odaya sırayla gidersiniz. Temizledikçe ev nasıl pırıl pırıl olursa siz de kendinizi temizledikçe pırıl pırıl oluyorsunuz. Bu arada siz içeriyi temizledikçe dışarısı yani yansımanız da temizleniyor. İçeride kaos bitince, dışarıda da bitiyor.
Yani ne yapacağız? Temizlik neyin karşılığı bu hayatta?
Her gün kendi üzerinizde düzenli çalışmanız… Her gün meditasyon yapmak, doğaya çıkıp yürümek, nefesler almak, kendi kendinize kalmak, akşam eve döndüğünüzde o gün yaşadığınız olumsuz konuların sizdeki ucunu bulup onu dönüştürmek… Bırakabilmek, affedebilmek. Her gün minnettar olduklarımızı söylemek, şükranlarımızı ifade etmek… Bunları düzenli yaptıkça güçleniyor, kendi pozitif tarafımızı besliyoruz.
Bu yolculukta hızlı ve mucizevi beklentileri olan insanlar var. Belki de “Secret” kitabının yanlış anlatılması ya da anlaşılmasından dolayı….
“Secret”ta yazan her şey doğru… Ama o saf, arınmış hale gelmek, istediğiniz şeyi saf bir yerden, dünyanın hayrına isteyecek ve yaratacak hale gelmek emeğin kendisi… Bu bir süreç… Herkesin de bir hayat planı var. Bazı insanlar çok kolay tezahür ettirebiliyorlar. Bazıları bir şeyi tezahür ettiriyor, diğerini ettiremiyor. Çünkü tezahür ettiremediğimiz alanda mahrum bırakıldığımız şey aslında bizim üzerinden öğrendiğimiz konu. Onu yaratmaya çalışırken geçirdiğimiz süre, dönüştüğümüz hale gelmemiz için gerekli… O bir sebepten dolayı olmuyor. Bu da geçmiş hayatlardan, kontratlardan gelen bir etki… Ki aslında yeni enerjilerle artık yavaş yavaş kontratlar da bitiyor. Arınma vakti geldi.
Neler oluyor şu anda dünyada?
Eşikteyiz… Yeni bir dünyaya geçiyoruz. Bir köprü düşünün; bir tarafında eski dünya var; ekonomi ve para ile insanların sistemde tutulduğu, savaşların olduğu, kimsenin özgürce her an coşku hissederek yaşayamadığı dünya… Diğer yanda yeni bir dünya oluşuyor. Bu nasıl olabilir henüz anlayabilecek kadar evrimleşmedik. Elimizde bir akıllı telefon ile 500 yıl önceye gittiğinizi düşünün. İnsanlara telefondan sosyal medyaya girmeyi anlatmaya çalışın. O insanların o zaman bunu anlayabilmek olasılığı yok. Şimdi oluşan yeni dünya da bugünden çok ötede bir bilinç… Oraya geçiyoruz, köprünün üzerindeyiz. Kendi üzerinde çalıştıkça uyanmaya başlayanlar bu köprüden vaat edilen bu yeni dünyaya; barışın, sevginin, paylaşımın hüküm sürdüğü bu dünyaya doğru ilerliyor.
Bu yaklaşımları, kişisel gelişim konularını eleştirenler henüz hazır olmayanlar diyebilir miyiz?
Aynen öyle… “Nedir bu zırvalıklar?” dedikleri konu aslında bir devrim. Ama tabii ki uyanmamış insanlar tarafından böyle görünüyor. Bugün birçok kişinin merak ettiği, katıldığı, faydalandığını anlattığı, gazetelerde röportajları yapılan bir konu haline geldi. Komedyenlerce kullanılıyor olması da ne kadar yaygınlaştığının bir göstergesi… Bu süreçte bu konulara tamamen kapalı insanların hayatında bir olay oluyor ve kendi “İkiz Kuleler”i yıkılıveriyor. Kendi tutunduğu gerçeklikleri yerle bir olup onu zorladığında -ki daha çok acıyla öğrendiğimiz için genelde acı olaylar oluyor- bu yolculuğuna çıkıyor. Bir hastalık, bir kayıp, kişinin artık bildiği yöntemlerle çözemediği bir sıkıntı, “Bir de bunu deneyeyim” dedirtiyor ve yolculuk başlıyor. Özellikle dirençli kişilerde bu şekilde gelişiyor.
Hiç uyanmak istememek de bir seçim değil mi?
En derin uykunuzda mışıl mışıl uyuyorsunuz ve hatta çok güzel bir rüya görüyorsunuz. Bir başkası için ise çoktan sabah olmuş. Hava mis gibi. Uyanmış, kahvaltısını etmiş, güne başlamış. Arkadaşı da uyansın ve kendisine katılsın istiyor ve onu dürtüyor. Ama arkadaşının saati farklı… Uyandırılmak istenince kızıyor, sinirleniyor, azarlıyor hatta. Ama o sırada kabus görüyorsa uyandırıldığı için mutlu da olabilir. Yani herkesin gün doğumu, uyanma saati farklı. Uyananların sayısı günbegün artıyor. Şu anda olaylar bizleri zorluyor, neden? Uyandırmak için dürtüyorlar da ondan. Mecburen uyanıyoruz.
Uyanmamak da bir seçim ise onları da yargılamamak gerek o zaman…
İster uyanmamışı ister uyanmışı yargılayın, yargı yargıdır. Senin de uyanmamış yanın vardır ve kendi uyanmamış yanını yargılıyorsundur aslında. Uyanmamış kişiye daha şefkatli yaklaşabilirsiniz ama… Çocuğunuza kızıyor musunuz hala neden yürümeyi öğrenmedi diye. Daha yürüme yaşı gelmedi çünkü… Günün sonunda hepimiz insanız ve her şeyi aşmış değiliz.
Dünyada hala şiddet, savaş, açlık var. Şiddet artıyor gibi görünüyor. Bu güzel dünyaya inanmak zorlaşıyor.
Evet, gün doğmadan önce en karanlık andır. Bizi ele geçirmeye çalışan bir canavardan kaçıyormuşuz gibi düşünün. Uzun zamandır onu yenmek için plan program yapmışız ve saldırmışız. O ne yapar? Daha güçlü şekilde geri saldırır. Hele ölmek üzereyse can havliyle saldırır. Tıpkı onun gibi şu anki durum.
Yani geçişin göstergesi mi bu zorlayıcı olaylar?
Işık arttıkça karanlığın da gücünü artırmaya çalışması bu. Her şey daha kötüye gidiyor gibi görünürken aslında diğer tarafta inanılmaz güzel şeyler oluyor. Yeni doğan çocukların DNA’ları bambaşka. Pakistan’da kız çocuklarının eğitimi için Taliban tarafından vurulup ölümden dönen Nobel Barış Ödülü alan Malala Yusufzay buna olağanüstü bir örnektir. O yeni dünyanın çok önemli sembolüdür. Zaten yaşının çok ötesinde konuşuyor. İnsanın nutku tutuluyor onu dinlerken. Öyle büyük bir sevgi alanından geliyor ki kendisini vuranlara kızgın olmadığını söylüyor. Şu anda o nesilde doğan çocuklar, oluşmakta olan yeni dünyanın inanılmaz örnekleri. 2000’den sonra doğan çocukların farklı olacağı zaten söyleniyordu.
Hatta kendi çocuklarımız şaşırtıyor bizi günlük hayatlarımızda değil mi? Ne yiyor ne içiyor da böyle oluyorlar diyoruz.
Onlar bizden daha bilgeler, daha sevgi dolular ve daha az kodlanmış halde geldiler. Bizlerin yaptığı dönüşüm onlara yol açtı. Önce 70’lerde İndigolar doğmaya başladı. İndigolar daha devrimci ruhlular. Onlar düzeni yıkmaya geldiler. 90’larda daha sevgi dolu olan Kristal Çocuklar gelmeye başladı. Tıpkı Malala gibi… Şimdi artık psişik güçleri yüksek Gökkuşağı Çocuklar’ın öncüleri gelmeye başladı. Tabii her doğan çocuk böyle değil, dozları var.
Bir tarafta ülkemizde kutuplaşma ve şiddet artıyor. Diğer tarafta böyle umutlu gelişmeler var. Moralimizi bozmamak için bakış açımız nasıl olmalı?
Her şeyin yansımamız olduğunu anlayıp affedebilmemiz gerekiyor çünkü her şiddetin arkasında acı var.
Günlük hayatımızda neler fark edebiliriz bu anlamda?
En temel dürtümüz varlığımızı sürdürebilmek. Bunun için temel ihtiyaçlarımız var. Öncelikle onları karşılıyoruz. Sonra daha iyi bir ev, otomobil, yaşam… Ancak bunlar için kendi gerçeğimizden ödün verebiliyoruz. Sevmediğimiz işe ya da zengin kocaya para için tahammül edebilmek… Kendi başaramadığımızı çocuğumuzda görmek için onu istemediği bir mesleğe zorlamak… Çıkar için patrona hep haklı olduğunu söylemek… Yani için ve dışın bir olmaması… Herkes bireysel hayatında bunları yapıyor çünkü sistem bunun üzerine kurulu. İçin ve dışın bir olması ise kendi gerçeğinde hareket etmektir.
KORKUYORSAN YANLIŞ GİDEN BİR ŞEY VAR DEMEKTİR
Şifa kelimesinden de rahatsız olanlar var?
Yeni bir dünya yaratıyoruz ve yeni dünyanın alternatif yöntemleri var. Bizim kültürümüzde şifa kelimesinin üzerinde olumsuz kodlar var. Belki başka bir kelime kullanılsa böyle olmayacak. İngilizce’de “healing” olarak geçiyor ve olumsuz kodlar taşımıyor. Bu yeni teknikler birer iyileşme ve arınma yöntemi… Ve çok hızlı sonuç veriyorlar.
Dönüşümden çekinen insanlara rastlıyor musunuz? Evliliğim bozulur mu, hayatım alt üst olur mu, dibe vurur muyum diyenler…
Evet ama eğer korkuyorlarsa zaten bunların olacağını bildikleri için korkuyorlardır. Niye evliliğinin bozulmasından korksun? Çünkü aslında orada yanlış giden bir şey olduğunu biliyor. İçinde yüzleşmediği gerçekler var. Korkulan bir durum varsa orada iyileşmemiş bir yön vardır. Özgürlük işte ne olursa olsun, korkusuzca kendi gerçeğini yaşamaya müsaade etmektir. Korku güçlü bir duygu. İnsan korkuyor tabii ama korkuya rağmen hareket etmeyi seçmemiz gerekiyor. İşte bu nedenle Kahramanın Yolculuğu… Korkuya rağmen o adımı atabilmek.
Bütün bunlardan sıyrılınca dağda keşiş gibi yaşamak gerekir gibi geliyor insana…
Evet öyleymiş gibi geliyor. Ama zaten adım adım ilerlemek gerekiyor. O yüzden bu bir yolculuk. Hoşlanmadığı adamla finansal sebeplerle evli olan kadın “Ben neyi, nasıl yapacağım peki?” dediğinde, “emek” giriyor devreye.. Eğitimi yeterli değilse tamamlaması, iş bulup çalışması, standartlardan vazgeçmesi… Hepsi bir seçim. Paulo Coelho’nun “Simyacı” kitabındaki çobanın öyküsündeki gibi… Simyacının duyduğu çağrı aslında hepimizde var.
Çağrıyı duyduk, takip etmek arzusundayız ama elimizden tutulsun istiyoruz. Doğru rehber nasıl seçilir ve o rehberle nereye kadar birlikte yürümek gerekir?
Yine içsel sesinizi dinlemelisiniz. O kişiyle birlikteyken ne hissediyorsunuz? İyi geliyor mu size? Ayrıca o kişinin iyi bir eğitmen, iyi bir rehber olabilirken kendi hayatında hala çözmediği karanlık yanları olabileceğini de kabul etmelisiniz. Hiç kimseyi putlaştırıp daha yüksekte görmemek gerekiyor. O da hala insan.. Sadece biraz daha erken uyanmış, yürüdüğü yol kadar size yol gösterebilir. Eğer manipüle edecek biri çıktıysa karşınıza orada da deneyimlemeniz gereken bir şey var demektir.
Pozitif dergisi okuyucuları için son sözünüz ne olur?
Herkesi yolculuğa davet ediyorum. Ne kadar korkutsa da, ne kadar emek gerektirse de karşılığındaki ödül için, gün ışığı için, ruhunuza kattığı pozitif duygu için değer. Bu yolculukta zorlanma ve olumsuzluktan güzel duyguların çoğaldığı bir yaşama geçiyorsunuz. İlk aşık olduğunuz andaki coşkuyu hatırlayın. O coşkuyu sadece var olduğunuz ve bu dünyada olduğunuz için hissettiğiniz bir hayat düşünün. Aşk yorucu bir duygudur. İnsan olarak onu taşıma kapasitesinde değiliz ve adeta kaptan su taşıyor gibi olur aşıkken. Şimdi taşırmayan bir kaba dönüşmeye çalışıyoruz. Ancak o zaman bu coşkuyu devamlı hissederek yaşayabiliriz. Ve böyle bir dünyada yaşıyor olmaktan daha önemli bir şey yok bence. Bu yol oraya götürüyor ve bu her şeye değer…
“Kendi gücünü kullanmak” tam olarak ne demek? Hangi güç, nereden geliyor?
Bir şeylerden korktuğunuz için bir durumu idare etmek değil, ne olursa olsun kendi özünüzden hareket etmek demek. Bir işe, bir eşe tahammül etmemek demek. Kendi gerçeğinden hareket etmek sizin için de sizinle ilgili herkes için de hayırlı olacaktır. Kendi gücünü kullanan kişi çok sakin ve dingindir. Çok özgürdür çünkü korktuğu bir şey yoktur dışarıda. Varsa bile korkusuna rağmen hareket ediyordur. Örneğin Güney Afrika’nın ilk siyahi lideri Nelson Mandela senelerce hapiste kalmayı göze alarak siyahların ezilmesine karşı çıktı. Gücünden hareket etmenin ne demek olduğunu gösteren isimler arasında Atatürk çok önemli bir örnektir. Her şey ve herkes ona karşıyken kendi gücünden hareket etti. Tabii ki indigoların yaptıkları gibi düzeni yıkmak için devrimler gerekti ama arkasından gelen büyük bir sevgiydi. Mandela da hapisten çıkarken der ki, “Ben buradan öfkelerimi yanımda taşıyarak çıkarsam hapishaneyi de yanımda götürmüş olurum. Hepsini içeride bırakıyorum ve dışarı adımımı öyle atıyorum.”
Pozitif Dergisi 2015/02