Röportaj

“Kendi zamanımızın hapsindeyiz”

Fikir Atölyesi ve Faili Meçhul Kıyak Hareketi’nin kurucusu Tunç Kılınç ‘Sıfır’ romanıyla şaşırtıcı bir yolculuğa çıkarıyor bizleri… Bu yolda kimler kimler yok ki… Jung’dan Einstein’a, Steve Jobs’tan Sezen Aksu’ya, ermişlerden günahkarlara herkes…

YAZI: Aycan Aşkım Saroğlu

Sosyal medyanın bilinen isimlerinden, Fikir Atölyesi ’nin kurucusu Tunç Kılınç’ı herkes 2010 yılında Faili Meçhul Kıyak hareketiyle tanıdı.
Birdenbire sokaklarda insanlar hiç tanımadıkları insanlara gizemli bir şekilde iyilik yapmaya başlamışlardı. Mesela bir kafede bir masaya oturuyordunuz ve masanın üzerinde bir piyango bileti ve bir kart buluyordunuz. Ya da bir sabah arabanızı tam çalıştıracakken arabanızın tertemiz yıkanmış olduğunu fark edip sileceğin üzerinde de aynı kartı okuyordunuz. Üzerinde “Seni gülümsetebildiysem ne mutlu, sen de birine bir kıyak yap, bıraktığın tek iz de bu kart olsun” yazıyordu. Gizemli, eğlenceli, iyilik dolu ve bulaşıcı. Medyada da bir hayli konuşulmuştu… Ancak Pozitif dergisinin sayfalarına konuk olma nedeni ‘Sıfır’ adlı kitabı. Üst düzey yöneticilik kariyerini bir anda sıfırladıktan sonra hayatına yaşam koçu, yazar, fotoğrafçı, gezgin sıfatlarıyla devam eden Tunç Kılınç’ın ‘Sıfır’ı hayata bir anlam arama yolculuğu. Kahraman Ali ile yoldaşı Kido tersten başlayan bir yolculuğa çıkıyorlar. Birer modern zaman Don Kişot’u ve Sancho Panza’sı olarak hayat denen serüvende bize engel olan bütün blokaj değirmenlerini yıkıp, bizi sıfırlamanın mutluluğu ile tanıştırıyorlar. Yolda karşılaştıkları Einstein, Steve Jobs, Randy Pauch, Patch Adams, Sezen Aksu, Süveyda, Erhan gibi ünlü ünsüz bilgelerden hayata anlam devşiriyorlar… Ve okur her köşe başında karşılaştığı birbirinden renkli, eğlenceli ve bilge sürprizle kendi hayatını da sıfırdan yazabilme cesaretiyle dolup taşıyor.

Tunç Kılınç adını birçok insan Faili Meçhul Kıyak Hareketi’yle tanıdı? Biraz ondan bahseder misin ve bu kitapta da faili meçhul kıyak kartı var?
Faili Meçhul Kıyak Hareketi (FMK) tanımadığın birine ufak bir iyilik yapmak ve aslında ona ve kendine bir güzellik yapma fikrinden doğdu… Doğuş tarihi 27 Şubat 2010. Gerçekten çok önem verdiğim ve inandığım bir hareket. Okuduğun bir kitabı dergiyi, içinde kartla beraber bir bankta ya da otobüste unutmaktan, birinin posta kutusuna gelen elektrik faturasını ödemeye kadar giden küçük güzellikler taşıyor içinde. İçinde oyun var, gizem var… Anonim olması beklemeyi ve karşı tarafın sana gebe kalmasını engelliyor. İçinde biraz serserilik var. Yaratıcılığa da açık. Kart sayesinde oyunun bulaşıcı olma potansiyeli yüksek. Bu kitabın FMK hareketine katkısı olmasını çok isterim. Bana ‘Sıfır’ı alan okurlardan bazıları yazmışlar, bu sayede FMK yaptıklarını.

kitap okuyucuya kendi hayatını sıfırdan yaza bilme cesaretini veriyor.

Ahmet İnam’ın “Bir sanat, bir güzellik yaratmaktır aşk, hıyar hamhalat heriflerin işi değildir. Aşk eşittir sevgili değil, iki kişilik de değil çok kişiliktir. Bütün dünyayı düşman belleyip Leyla’yı sevmek değil, Leyla’da bütün insanlığı sevmektir” sözünü kullanmışsınız ‘Sıfır’da. Sizin aşk tanımınız bu mu?
Kitapta sözünü ettiğim, Einstein’ın ‘optik yanılgı’ kavramıyla benzer bir durum aslında. Biz sadece çevremizdeki yakınlarımızdaki insanlara olan sevgimizle hapsetmemeliyiz kendimizi. Bizler 4,5 milyar yaşındaki evrenin çok kısa bir bölümüne gelmiş bir ırkız. Böyle giderse de çok kısa süre içinde de yok olacağız zaten. Bu ufacık dünyaların içinde bizler kendi zamanımızla hapsediyoruz kendimizi bir hapishanenin içine. Çemberimizi tamamen sevdiklerimizden kuruyoruz. Onların başına bir şey geldiği zaman mahvoluyoruz. Halbuki biz bütün dünyayı kucaklayabilecek sevgiye sahip olursak onlardan biri gittiğinde bir tanesi eksilmiş olacak sadece. Tabii ki bunu yapabilmek mümkün değil, bu gidilebilecek bir yol. Ama aşk elbette farklı. Söz gelimi ben Ayşe’ye aşığım diyelim, Ayşe’nin bende yarattığı kimyasal değişiklikle yolda gördüğüm Fatma’nın bende yarattığı kimyasal değişiklik aynı olamaz. Bu hormonlarımla, biyolojimle alakalı. İnsan olmanın gereği olarak aşkın vücudunda yarattığı bir değişim o. Onu yaşamak güzel bir şey ve yaşanmalı zaten ama bu yaşanırken dünyanın bundan ibaret olmadığını da bilmek lazım. Limitleri genişletmeli hatta, o sevgiyi alabiliyorsan ve verebiliyorsan daha çok insana sevgini verebileceğinin bir göstergesi olmalı. Kişinin kendi sevgi potansiyelini keşfetmesi adına çok güzel bir deneyimdir aşk.

kendi-zamanimizin-hapsindeyiz-2

“kişinin kendi sevgi potansiyelini keşfetmesi adınaçok güzel bir deneyi mdir aşk” diyor Tunç kılınç.

‘Sıfır’da kahraman Ali’nin hikayesi herkesin hikayesinin bittiği yerden ölümden başlıyor ve kitapta yaşayanlar kadar ölüler de başrolde bu yüzden. Ölümle yaşamın bu kadar iç içe geçmesi bize ne anlatıyor?
Ölümü de doğum kadar doğal
karşılayabilirsek o zaman hayatımızın her anı değerli olur. Ölümden korkmak demek, yapabileceğin şeyleri yapmaktan korkmak demektir. Eğer sen her anını değerli, zengin, içinden geldiği gibi; içindeki o çocuğu dinleyerek yaşıyorsan zaten o zaman ölümden korkmazsın. Çünkü hayatı büyük bir keyif alarak yaşarsın. Zaten o zaman ölümü tıpkı yaşam gibi doğal bir süreç olarak kabullenmişsindir. Bunu içselleştirebilmek demek müthiş bir hafifleme getiriyor. O zaman en yakınlarını kaybettiğin zaman bile, evet bu normal, doğduğu gibi ölecekti zaten diyebileceksin. “Ah neler yaşayacaktı da yaşayamadı” sözü bana sahte geliyor çünkü onun yaşarken ne hissedeceğini bilemezsin. Tahmin edebilirsin sadece. Ben her günümü gerçekten son günüm, son haftammış gibi yaşıyorum. Şu an son 24 saatim olsaydı yine bu röportajı yapıyor olurdum. Eğer yapmıyor olsaydım, o zaman bunu yapmaya değer bulmadığım için yapmama kararı almışım demektir.

Bir de ‘konforlu uyuşukluk’ meselesi var. Bizi bu konforlu uyuşukluktan uyandırmak için sık sık tokatlar vuruyor kitap…
Elde etmiş olduğun halihazırdaki ortamın sana yetmesi. O konforlu uyuşukluk o kadar kanıksamak ki onun dışına çıkmak gibi bir dürtünün, heyecanın ve motivasyonun kalmaması. Yani aslında örmüş olduğun o konforlu duvarlarla kendine bir hapishane oluşturmuş oluyorsun. Yetmemesi lazım bir şeylerin. Arayış hiçbir zaman bitmemeli. “Elimde her şey var, bundan fazlasına gerek” yok diyorsan o zaman sen yaşlandın. Artık ölümü bekliyorsun, kum saatin ölümü bekliyor. “Ben daha fazla ne yapabilirim” arayışıdır esasında benim dikkat çekmek istediğim.

Ciddi bir gölge kişilik kavramı anlatıyorsunuz. Siz bu kitabı yazarken kendi gölgenizle yüzleştiniz mi?
Kendi gölgemle sürekli yüzleşmeye çalışıyorum zaten. Bir yüzleşme olmasaydı bu kitap da çıkmazdı. Yılların arayışı da bu. Evet yüzleştim, buldum bitti gibi bir durum olduğunu söylemek mümkün değil çünkü insanın hayatına yeni gölgeler de çıkıyor. Bunları her şeyden önce görebilmek lazım, görebildikten sonra da kabullenebilmek lazım, itmemek lazım çünkü bu başkasının suçu değil… Yüzleşmeyi yaptıktan sonra bununla nasıl bir hayat yaşayacaksın ona bakmak lazım. Bunu ne kadar içselleştireceksin, bu senin bir parçan mı olacak, yoksa buradan bir şey mi olacaksın?

“Zaman algısını değiştirebilir misin? Örneğin zamanı mevsimlerden anlasan? Yaş denilen şey de yıl yerine hayatında o ana kadarki tüm dönüm noktalarının toplamı olsa” diyorsunuz.
Senin örneğin 26 yaşında olman benim kafamdaki 26 yaş kalıbıyla bir şeyler söylüyor o kadar. 70 yaşındayım dediğinde benim o güne kadar yaşadıklarımla 70 ne ifade ediyorsa oraya oturtuyorum seni. Halbuki 70 yaşındaki bir adam bana 24 dese o zaman farklı dönüm noktalarından bir 24 olduğu için ben onu hiçbir yere oturtamayacağım. Hiçbir önyargı kalıp girmeyecek onunla karşılaşmama. İşin espri boyutu var burada. “Abi kaç yaşındasın?” diye sorduğunda birisi 40 yaşındayım dediğinde konu bitiyor, oradan başka konuya zıplanmıyor çünkü onun devamı yok. Birisi sana 24 dediği zaman konuşacak 24 tane konu var. Herkesin 24’ü, 12’si ya da 5’i çok farklı olacak.


Pozitif Dergisi 2015/05

Yorum Ekle