Röportaj

Teslimiyet yolunda yaralı bir ceylan

Bir dönemin önemli siyasi figürlerden biriyken şöhreti, malı ve mülkü elinin tersiyle itiyor Prof. Dr. Mim Kemal Öke… 1990’da dünyaya gelen Down sendromlu kızıyla hayatında yepyeni bir sayfa açıyor. Bugünlerde o ünlü bir siyaset bilimci ve akademisyen değil, ‘Nazlı’nın babası’ olarak tanınıyor ve bundan da çok mutlu!

YAZI: Ayşegül Uya nık Örnekal

teslimiyet-yolunda-yarali-bir-ceylan-1Prof. Dr. Mim Kemal Öke’yi nasıl bilirsiniz?
Robert Kolej’in ardından Cambridge Üniversitesi’nde alınan diplomalar, Türkiye’nin en genç profesörü unvanı, kalın çerçeveli gözlükleri, koyu renk takım elbisesi ve önceleri neredeyse hiç olmayan saçlarıyla ekrana çıkan aksi bakışlı, belki de biraz züppe bir adam hatırlıyorsanız, tüm bunları unutun. Yaklaşık 25 yıl önce hayatına giren Down sendromlu kızı Nazlı ile hayatı yeniden şekillenen Öke, artık kızı gibi özel çocukların yaşama katılmaları için çalışıyor. Ama şimdi filmi geriye sarıp, bu noktaya nasıl geldiğini kendisinden dinleyelim. Nazlı’nın doğumunu bir kırılma noktası olarak ifade eden Mim Kemal Öke, “Nazlı’dan önceki yaşamıma baktığımda her zaman aradığım bir şey olduğunu fark ediyorum. İlk başta insan bunu adlandıramıyor, ne olduğunu bilemiyor. Ama bir şekilde içinde bir boşluk hissediyor. O boşluğun dolması için çeşitli yerlere kanalize oluyor. Bu bilimsel yaşam, entelektüel gayret, sanat ve kültürel etkinlikler olabiliyor. Ama en büyük eksikliğin kendi içinde olduğu, bunu doldurmak için de yine kendinin bir gayret göstermesi gerektiği ise gerçekten ilginç bir konu. Çünkü bence önemli olan insanın hayatta yaşarken Allah ile birlikte olması gerektiği… ‘Tanrı’dan geldik, Tanrı’ya döneceğiz’ deniyor ya, Beyazid-i Bestami Hazretleri ‘Peki arada ne yapıyoruz?’ diyor. İnsanın bunun farkına varması önemli. Herkesin kişisel gelişim çizgisi içinde, eğer ki bir arayış içerisindeyse bu dünyada gönlüne Yaradan’ın girmesi gerekiyor” diyor. İşte bu arayışların içinde kaybolmak üzereyken çok önemli kavşakta hayatına Nazlı giriyor. Öke, geçtiği bu dönemi sırat köprüsüne benzetiyor: “Türkiye’nin en genç profesörü diyorlardı bana. Gazetelerde, televizyonlarda Turgut Özal’ın prensleri içinde adım geçiyordu. Siyasette aktif rol alacak denilirken bir anda kendimi kaptırıp, müthiş bir kibir içerisinde kalabilirdim. Ailem dağılabilirdi, yanlış yollara sapabilirdim, harama el uzatabilirdim ama bir anda Nazlı dünyaya geldi. Hem de tüm hayatımızı kapsayacak şekilde… Ya onu böyle kabul edecektim ya da bu hayattan kaçıp gidecektim ki buna intihar da dahil!”

Sırat köprüsünden geçiyor
Kızının Down sendromlu olarak dünyaya gelmesi onu çok sarsıyor. Öyle ki canından, kanından olsa da evladını bir kez dahi kucağına almıyor. O çok kritik kavşakta, bir cuma günü namaz kılmak için camiye gidiyor. Gündüz vakti, adeta gerçeğin bir illüzyonu beliriyor karşısında. Sarp bir kayalığın ucunda kalmış buluyor kendini. Karşı tarafta ise bir genç kız ona elini uzatıyor “Baba” diyerek. O tarafa geçmesiyle kendine gelen Mim Kemal Öke’nin hayatının belki de en önemli dönemi böyle başlıyor. Doğduğu günden beri hiç yanına sokulmadığı kızına onuncu günde sarılıp, bağrına basıyor ve bir daha da hiç bırakmıyor: “O günden itibaren Nazlı hayatımın her safhasına girdi. Anladım ki kendi metafiziksel derinliğinin idrakine varmayan ve bunu doldurmayan insanlar bu dünyada mutsuzluğa mahkum oluyor. Nazlı da bana bunu, insan olduğumu ve insanın yalnızca bedenden, entelektüelizmden ibaret olmadığını hatırlattı! Mutlaka bunların ikisi de çok önemli. Ama asıl dikkat etmem gerekenin ruh olduğunu, ruhun yücelmesi için gayret etmem gerektiğini ve bu sayede insan olabileceğimi öğretti. Ve buna bir engelli çocuk vesile oldu.”

Halden makama geçememek
Kızını olduğu gibi kabul etse de aslında benzer bir dönemden daha geçmişti Mim Kemal Öke… Oğlu Alihan’ın tedavisi sırasında da tekamül süreci yaşadı. Ama o günlerdeki farkındalık düzeyi bunu sürdürmesine yetmedi. Kendini eleştirmekten hiç çekinmediğini söyleyen Öke, “Kendini eleştiren insanlar başkalarını eleştiremez. Ayrıca kendini rahat eleştirenler, belli bir tekamül çizgisinde daha rahat ilerler. Söylesenize bana ‘Sen oğlunda bu aşamayı geçirmişsin, Nazlı geldiğinde neden şaşırıyorsun?’ Nazlı neden geldi, demek ki tekamülüm tam bitmemiş, tam teslim olmamışım. Öncesinde Yaradan’a teslim oldum, bitti, oğlum iyileşti ve unuttum! Demek bu halim kalıcı olmamış. Tasavvufta buna ‘hal ve makam’ deniyor. Hal olarak gelmiş, gitmiş içinde bulunduğum durum ama makama ulaşamamış. O zaman sen iyi bir silleyi hak ediyorsun. Al sana Nazlı!” diyor.

Bakış açısını değiştirmek gerek!
Nazlı’nın varlığı onun için sınav içinde sınavdı adeta. Evet, kızının özel durumuna karşın onu kabullenip, bağrına bastı ama nasıl? Öke o günlerde ona çok mantıklı ve masumane gelse de aslında birer hata olarak gördüğü davranışlarını şöyle anlatıyor: “Maddi ve manevi olarak tüm varlığımızı seferber ettik. Onu hayatımızın en önemli noktası haline getirip, odaklandık. Ardından normal bir anaokuluna, iki dil öğrenilen bir ilkokula gönderdim. Matematik öğrensin, spor yapsın, sanatla ilgilensin istedim. Tüm bunları yaptım çünkü onu normalleştirmeye çalıştım. Aslında bu onu mevcut haliyle kabullenmediğim anlamına geliyordu.” Yaptığı hataların başında Nazlı’yı normalleştirmeye çalışmak olduğunu söyleyen Öke, sonrasında bakış açısını değiştirerek yaşama kızının gözünden bakmaya başlıyor: “Ben neden böyle davranıp, seni bizim tarafa çekmeye çalışıyorum. Bir kez de ben senin tarafına geleyim, bakalım nasıl bir dünyaymış? İşte tasavvufta tüm kapılar o zaman açıldı benim için. Çünkü Allah hiçbir zaman defolu bir ürün yaratmaz! Onun da bir hikmeti vardır. O zaman dünya toz pembe görünmeye başladı bana, çok mutlu olduk, iyi anlaşmaya başladık. En sonunda da Nazlı bana ‘İyi ki yaptın baba, yeter artık. Biz birbirimizi anlıyoruz. Niye bu kadar uğraştın’ dedi.”

“Kalp öyle bir şey ki insanın kalbine yedi kat sema sığar, daha da var mı der! Tasavvuf eğitimine girdiğinizde de kalbiniz genişler, derinleşir.”

teslimiyet-yolunda-yarali-bir-ceylan-4

En güzel sıfatı ‘Nazlı’nın babası ’
Bu kabullenişin ardından artık taşlar yerine oturuyor, Nazlı ve babası daha mutlu bir yaşam sürüyor. Ancak bir süre sonra tüm uğraşlara rağmen toplumdan uzaklaşmaya başlayan Nazlı’ya majör depresyon teşhisi konuluyor. Mim Kemal Öke vakit kaybetmeden bu konuda neler yapabileceğini araştırdıktan sonra ritim terapisiyle tanışıyor. 50 yaşından sonra davul çalmaya başlayan Öke, terapiler onlara yetmeyince Türkiye’nin en ünlü ritim ustalarından ders almaya başlıyor. Ardından ikili Türk sanat müziği, Türk tasavvuf musikisi ve Türk halk müziği korolarına katılıyor. Katıldıkları gruplarda herkes Nazlı’yı çok seviyor. Öyle bir hal alır ki içinde bulundukları durum artık o Mim Kemal Öke değil, ‘Nazlı’nın babası’ oluyor.

teslimiyet-yolunda-yarali-bir-ceylan-3

Sıra yeni Mim Kemal’ler yetiştirmekte!
Kızıyla tecrübe ettiği ritim terapisinin Down sendromlu çocuklardaki etkisini daha fazla kişiye ulaştırmak isteyen Mim Kemal Öke, bir bilim adamı olarak araştırmalarını ve denemelerini sürdürüyor. Ritim, söz ve raksın olağanüstü bir terapi gücüne sahip olduğunu fark etmesi üzerine Düşler Akademisi’nde gönüllü olarak çalışmaya başlıyor. Orada onlarca gencin yaşamına dokunan Öke, bu yıldan itibaren ise Anadolu’nun dört bir köşesinde yeni Mim Kemal’ler yetiştirmek için kolları sıvıyor: “Ritim terapisini daha fazla kişiye öğretmem gerektiğini düşünüyorum. Gelen davetler üzerine her hafta sonu İstanbul dışında seminer ve workshop’lar düzenliyorum. Bu gençlere sanat terapisi, ailelere de psikolojik destek yani tasavvuf öğretiyorum. Çünkü bu kadar ağır yükü kaldırabilmenin yolu çok iyi bir sabır eğitiminden geçiyor. Anne-babalara çocuklarını sevmeyi öğretiyorum.” Kendini dur durak bilmeyen bir hiperaktif adam olarak tanımlayan Mim Kemal Öke son olarak da kızıyla iki yıldır atla terapi yapıyor. Hipoterapinin engelli çocuklara iyi geldiğini belirten Öke, zaman zaman bu konuda da gönüllü çalışmalarda bulunuyor.

“Ben Nazlı’ya normal insanların arasına girmen gerekiyor, seni onun için hazırlamalıyım derken o beni sıra dışı insanlar arasında, daha yüksek bir ruh seviyesine getirdi. Böylece ikimizin yolculuğu ve eğitimi bir araya geldi. Adeta Hazreti Mevlana ile Şems gibi… Biz bir seyahate çıktık ama o günlerde nereye gittiğimizi bilmiyorduk.”

teslimiyet-yolunda-yarali-bir-ceylan-6“Tam teslimiyeti oğlumda yaşadım”
Aslında Nazlı’yla başlamış gibi gözükse de onun bu hayattaki sınavı oğlu Alihan’ın aort tıkanıklığı teşhisi ile başladı. “Aradan geçen yıllarda ne değişti de tekamül yolculuğunuz sekteye uğradı?” diye sorduğumuz Mim Kemal Öke şunları söylüyor: “Bu öyle bir yolculuk ki o sırada bazı işaretler çıkıyor karşınıza. İşaretleri okusanız da belki de sizin onu kavrayabilecek kapasiteniz, basiretiniz yoktur. Buna tasavvufta fehmetmek denilir. Dolayısıyla oğlumun hastalığı sırasında göremedim bunları.” Oğlu Alihan’ın hastalığını tek çarenin ameliyat olduğu kararı verilene dek bilmeyen Mim Kemal Öke, bu tedaviyi yaptırmak için tüm varını yoğunu satar. Satılanlar içinde eşinin takılarından tutun, belki de bir daha toplanması çok zor olan kitap koleksiyonu da vardır. İlk sınavın arifesinde tedavi için İngiltere’ye gider Öke ailesi. “O zamana dek imanlı bir insandım ama tam teslimiyet ve idrakinin gelmesi doktorla konuşmam sonrasında oldu” diyen Öke, “Ameliyattan önce oğlumun doktoru elinde bir belge ile geldi ve bunu imzalamam gerektiğini söyledi. Metinde ameliyatın sonucuna göre Alihan’ın 40’ta 1 ölme ihtimali olduğu, 25’te 1 de felç olup, beyin fonksiyonlarını yitirebileceği yazıyordu. Bu andan sonra dönüşümüz olmayacağı için kabul ederek ameliyat kararını aldık. Oğlumuzun hastalığını ilk günden beri bilen, benden gizleyerek tüm sıkıntılara tek başına göğüs geren eşim artık kendinde değildi. Artık tüm sorumluluk benim omuzlarımdaydı. Alihan’ı odadan çıkartmadan önce birkaç dakika izin istedim görevlilerden. Odada baş başaydık. Gözlerimden sicim gibi yaş akıyordu ve ellerimi açıp, ‘Allah’ım sana teslim, sonuç ne olursa olsun kabulümdür’ dedim. O benim Allah’a tam teslimiyet noktam oldu. Sonrasında çok rahattım. Bekleme salonunda eşim perişan bir haldeyken ben ona Türkiye’nin nasıl kurtulacağını anlatıyordum. Ardından doktor gelip, geçmiş olsun dedi. Oğluma ‘Bisküvi’ diyordu. ‘Tonton bisküvi gayet iyi, birazdan içeri alacağız yoğun bakımda bakarsınız’ dedi. Birkaç adım attıktan sonra dönüp yanıma gelerek, ‘İnanç yapınızı bilmiyorum, belki beni yadırgayabilirsiniz ama bu ameliyatta ellerim öyle bir çalıştı ki benim değillerdi. Ameliyatı ben değil, başka birisi yaptı benim yerime” dedi. Aslında ben kimin yaptığını biliyordum…”

Mim Kemal Öke’nin hayatına ilişkin Fa tih vural ile ya ptığı nehir söyleşi, ‘Yaralı Ceylanlar Ku lübü’ adıy la kitap oldu.

“Siyasete kırgınım”
Basında Mim Kemal Öke’nin kızıyla ilgilenmek için her şeyden elini eteğini çektiği, adeta kızına adanmış bir yaşam sürdüğü yer alıyor. Oysa yazılanların aksine Öke o günlerde de çalışmaya, üretmeye devam ediyordu: “Üniversitede öğretim üyesiydim, kitap yazıyordum ama elbette bu konuda… Televizyonu ise 2005’ten sonra Nazlı için yaşamımdan çıkarttım. Politikanın içinde olmamamın nedeniyse siyaset kurumuna duyduğum büyük hayal kırıklığıydı… Bu işin ilmini okumuş, çalışmış, demokrasiyi, dış politika sorunlarını anlatmış biri olarak bir arpa boyu ilerlenmediğini gördüm. Bunları neden yaptım demiyorum, feda olsun ülkeme ama siyasetle uğraşmak yerine 25 çocukla ilgilenip, onların hayatlarına mutluluk sağlamak istedim.”
Pozitif Dergisi 2015/05

Yorum Ekle