Röportaj

Purana Alp: Hırslarını bırakıp kalbinin peşinden giden adam

30 yaşında Türkiye’´nin en başarılı genç iş adamlarından biriyken her şeyi geride bırakmaya cesaret etti. Kalbinin sesini dinledi, hırslarını terk etti, ruhunun farkına vardı, adının önüne “Purana’” ismini ekledi, derken bambaşka bir dünyanın kapısını açtı. Şimdi kendi dünyasında çok sakin bir hayat sürüyor. Türkiye’´de spiritüalizm denince akla gelen ilk isimlerden biri olan Alp Ekşioğlu, yine başka bir ilke imza atmaya hazırlanıyor. Türkiye’´nin en büyük yoga ve meditasyon köyünü Bodrum Karakaya’´da kurmayı planlıyor.

Yazı: Ruken Akbay GÜRTAŞ

purana-alp-hirslarini-birakip-kalbinin-pesinden-giden-adam-2
Spiritüel yaşam nedir? Türkiye’de ne kadar yaygın? Hangi eğitimler veriliyor? Hindistan’dan Türkiye’ye uzanan yolculuk ne kadar zamandır sürüyor? vs… gibi tüm sorularımızın yanıtlarını ararken karşımıza hep tek bir isim çıktı. Spiritüel yaşamla ilgili Türkiye’ye birçok ilki getiren ve aracı olan Alp Ekşioğlu. Şimdi kendisi Bodrum’da gözlerden uzak sakin bir yaşam sürüyor. Hindistan’daki atmosferi burada da yaratabilmek için Karakaya’da Türkiye’nin en geniş kapsamlı yoga ve meditasyon köyünü kurabilmek adına çabalıyor. Kendisi ile hayata mola verdik, ruhuna açtığı kapının sırlarını öğrenmeye çalıştık.

Alp Ekşioğlu kimdir?
1967 İstanbul doğumluyum. Saint Benoit Lisesi’nin ardından Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okudum. Babam KOÇ Holding’in eski CEO’larındandır. Tahmin edebileceğiniz gibi ben de iş hayatında babamın izinden gittim, mezun olduktan sonra hemen borsaya girdim. Başarılı, genç bir iş adamı olarak yol aldım. Bir evin içindeydim, bir rüyanın peşine kapılmıştım. O rüyanın içinde görüyordum kendimi. Fakat rüya sürdükçe içinden çıkılmaz bir kabusa dönüyordu. Sonra bir gün kendi kendime bir baktım ki lüks görünen şeylerden kurtuldukça özgürleşme imkanımız artıyor. Tam bunları düşünürken asıl hikaye eski eşimin evlilikten sıkılıp Hindistan’a gitmek istemesiyle başladı.

Hayatınız nasıl değişti?
Borsa’da çalışmaya devam ederken eski eşimle Hindistan’a gittik geldik. Sonra boşandık ben İstanbul’da şirket kurdum. Kurarken de ortaklarıma “Ben iki yıl sonra yokum” dedim. 30 yaşındaydım ve Hindistan’da gezerken beni çok etkileyen bir yoga okulu gördüm. Agama Yoga’yı daha sonra Türkiye’ye de taşıdık. Kendi kendime ‘Bu işin matematiğini yapmışlar’ dedim. O anda öyle hissettim. Döndüğüm zaman çakralarım açılmıştı, kalp çakram öyle bir açılmış ki devamlı Maria Magdalena’nın hikayesinde gidip geliyordum. Öyle takıldım ki hikayeden kurtulamıyordum. Maria Magdalena etrafta neşesiyle ve enerjisiyle dolaşan bir kadın. Bir gün İsa, milletin önünde konuşurken birden bire kadını getirip önüne atıyorlar İsa’yı sıkıştırabilmek için. Diyorlar ki bu kadın aileleri bölüyor, kocaları kandırıyor, çocuklar sokaklarda kalıyor, kültürümüzü ve aileleri korumak için bu kadını cezalandırmamız (Recm – Yahudilik ve Müslümanlık’taki taş atarak öldürme cezası) lazım. İsa’da diyor ki: ‘Yapmanız lazımsa yapın ama tek bir ricam var. Aranızda ilk taşı atacak olan hiç günah işlememiş olsun’ diyor. Bu hikaye bana çok dokundu. Hem herkesi yargılıyoruz, hem hiçbirimiz temiz değiliz ama esasında da hepimiz temiziz. Bu hikaye çok kolaydır, kafanda bir anda çözersin ama kalbinde çözmek bir enerji daha fazlasını istiyor. Çünkü daha fazlası olduğunu biliyor. Öyle bir hal aldı ki hiç adetim olmamasına rağmen anne ve babama gidip: ‘Böyle bir şey var içimde ve ben bunun yanıtını bulamadığım sürece rahatlayamayacağım, Hindistan’a yeniden dönmem lazım’ dedim. Giderken üç haftalık bilet almıştım. Ama daha fazla kalacağımı biliyordum, üç hafta sonra altı aylık vize aldım.

Alp Ekşioğlu, eşi Melania ve oğlu Kaya Ekşioğlu.

Alp Ekşioğlu, eşi Melania ve oğlu Kaya Ekşioğlu.

Hindistan’da neler yaşadınız?
Hindistan’da orayı burayı gezerken Osho’yu buldum. Osho’yu bulunca orada çok değişik bir şey bulduğumu düşündüm. Bu arada sırf Osho’yu buldum diye diğerlerinden de vazgeçmedim. Agama Yoga’ya ve Goenka Vipasana’ya da devam ettim. Derken bambaşka bir hayat başladı benim için. Tabii bu hayatın başlaması kolay olmadı. Hala şirketin yönetim kurulundaydım. IMKB’de ilk 20’de yer alıyorduk. Satın alma paramızı üç altı ayda geri almıştık. 1997 yılında 1 milyar dolar ciro yapmıştık. Çok da güzel bir ekiptik fakat gittikten sonra şirkette problemler çıktı. Ben geri gelmek istemiyordum ve şirket dört sene içinde kapandı. Ben ondan sonra borsaya bir daha girmek istemedim. 32 yaşındaydım ve bir şey yapmam lazım diye düşünüyordum. Bir sürü trainingler yapmıştım. Sonra hem İstanbul’a hem Bodrum’a bunları getirdim. 2000 yılında Karakaya’yı, 2002 de de İstanbul Kun’u açtık. Aynı yıl Owo da açıldı. Owo da bize benzer işler yapmaya başladı. Kendimize göre ufak ayrımlar yapmaya çalıştık. Çekiştik, arkadaş olduk falan ama onlar için de bizim için de bir araya gelmek en iyisi oldu ve sonunda Owokun olduk. Ortağım Fulya Eğilik ile beraber çalışmalarımızı hala sürdürüyoruz.

Bu yolculukta her zaman kalbinizin sesini mi dinlediniz?
Ben hayal kurmaya bayılırım. Daha “Secret” isimli kitabı okumadan önce bile… Eskiden de farkındaydım. Neyin hayalini kursam bir süre sonra oluyor. Sadece biraz şekil değiştiriyor. Mesela ilk hayalim Bodrum’da küçük bir yarımadaydı. Yarımada olmadı ama herkesin bayıldığı bir arazimiz oldu.

Purana ne demek?
Eski – kadim demek. Hindistan’da katıldığım meditasyonlar ve gruplardan sonra bu ismi aldım. Bu, sadece anne babanın, doğduğun çevrenin verdiği kalıplardan sıyrılma şansın olsun veya fark et diye veriliyor. Eşim Melania diyor ki “Sana Alp dedikleri zaman hakikaten başka bir adamsın, Purana olduğun yerlerde bambaşka bir adamsın. Purana çok daha yumuşak, sabırlı, anlayışlı. Alp ise tam bir Karadenizli, daha sert. Ben Purana’ya aşığım. Diğeri de olduğu için memnunum. Çünkü bu projeye Purana giremezdi, ancak Alp girerdi. Bu kadar rahat yaşarken böyle bir projeye girmek başka bir enerji istiyor. Farkı fark edebilmek çok önemli. Bir tek oğlum var. Adı Kaya. İkinci çocuğumuzun doğmasına çok az kaldı. Onun adını henüz bilmiyoruz ismini koyabilmek için görmemiz lazım. Görmeden isim koymayı denedik ama olmadı. Herkese ismini, isminin anlamını soruyorum. İsimle anne babanın çocuğa gizli bir mesaj verdiğine ve çocuğun aldığına da inanıyorum.

İlk çocuğunuzun doğum süreci nasıl gerçekleşti?
Türkiye’deki sezaryen oranı beş yıl evvel korkunçtu. Eşim Melania sezaryen yapmak istemediği için ve biraz da Avustralya’da tanıdıklarımız olduğu için orayı tercih ettik. Avustralya’ya gittik. Tabiatın içinde 2 odalı bir doğum evinde sadece ebeyle doğurduk. Hiç aşı olmadı Kaya. İlk doğumumuz tamamen doğal olsun diye dağ başına gitmiştik. Bu doğum burada olacak çünkü Melania’nın güvenebileceği bir doktoru var. O yüzden ikinci doğumu Bodrum’da evimizde gerçekleştirmeyi hayal ediyoruz.

Nasıl besleniyorsunuz?
Bende iki yıl önce şeker hastalığı tespit edildi. O zaman bu zaman ilaç almayı reddettim. İyi besleniyorum. Raw food yani çiğ beslenme diye bir yöntem var. Ben bu çiğ beslenmeyi damardan yaşamışlardan biriyim. Çünkü iki sene önce check up’a gittiğimde ‘Alp bey, şekerinize bakalım’ dediler. Şekerim 150 mg/dl çıktı, bir daha baktık 200 mg/dl, bir daha baktık 400 mg/dl. ‘Ben bir daha gelmeyeceğim’ dedim. Öyle bir haldeyim ki 20 saat uyumaya başladım. Şeker hastalığı var denince bir şok yaşadım… Sonra hemen ‘O ilacı al, bu ilacı al’ dediler. Sonra bir diyetisyene gittim ‘Şarabı da iç, ekmeği de ye ama hapını al’ dedi. ‘Ama bunlar zarar veriyor’ dedim. En son bunların zararını kessin diye ilacı veriyorlar. Sonrasında İsrail’de raw food workshop’una katıldım. 3 günde şekerim 70 mg/dl oldu. Ondan sonra da çiğ beslenmeye devam ettim. Bir yıl raw food yedim. Kendi sebze meyve bahçemiz var. Buğdayımızı organik bir yerden alıyoruz. Kendi tavuklarımız var. Eğer tavuk yiyeceksek kendi köy tavuklarımızı tercih ediyoruz.

“Ben hayal kurmaya bayılırım. Daha “Secret” isimli kitabı okumadan önce bile… Eskiden de farkındaydım. Neyin hayalini kursam bir süre sonra oluyor. Sadece biraz şekil değiştiriyor.”

Bunların dışında ne yiyorsunuz? Çocuğunuzu nasıl besliyorsunuz?
Ne istiyorsa yiyor. Genelde en istemediğimiz hikaye sütlü ürünler ve biraz da beyaz ekmek. O kadar baskı kurmuyoruz. Baskı ile mutluluğun bir ayarı var. Ama şunu unutmamız gerek ki çocuk seni görüyor ve onu istiyor. Oturup da oğlum sana düzgün yedirdik de ben hamburger yiyorum olmuyor. Babasının bir kere bile yediğini görse bitti. Bizim sebze bahçemiz var. Ben şu an yüzde 99 çiğ besleniyorum. Eşim yüzde 70-80 çiğ besleniyor. Hamile olduğu için biraz daha zorlanıyor. Yoksa o da çiğ beslenmeyi çok seviyor. Kaya, çiğ de yiyor ama ne isterse onu da yiyor. Eğer taze, köyden çıkma balık bulursak onu da yiyoruz. Çünkü geri kalan her şeyde bir hormon, bir antibiyotik bulunuyor.

“Egosuzluk diye bir şey olduğuna inanmıyorum. Egom yok diyenlere aklım çıkıyor. Egonun ancak farkına varabilirsin tek yapacağın bu olabilir.”

Bodrum’da bir gününüz nasıl geçiyor?
Genelde ailecek erken yatıyoruz ve güne erken başlıyoruz. Uyanınca meditasyon yapıyorum ve haftada birkaç gün yürüyerek aşağı köye iniyorum. 90 yaşlarına yakın Arif amcam var. Çok iyi arkadaşız. Her sabah bana Gümüşlük ile ilgili tarihi hikayeler anlatıyor. Oğlumu okula bırakıyorum bazı günler…. Oyun oynuyoruz birlikte. Oğlum kayalara tırmanmaya bayılıyor, beraber tırmanıyoruz . Bazen sebze bahçesi günleri oluyor. Benim genelde yaptığım iş bahçedeki otları yolmak. En ciddi işlerden biri de odur. 1,5 senedir kalan bütün boş vaktimi de proje alıyor.

purana-alp-hirslarini-birakip-kalbinin-pesinden-giden-adam-4“Babam birkaç sene önce bana ‘Alp şu sarılmayı bize hatırlatmakla ne kadar iyi yaptın’ dedi. Benim için yapacak başka bir şey kalmadı. Bir yerden milyonlar kazansam o kadar mutlu olmazdım. Yani sonuçta hepimiz aynı yerdeyiz. Kalbi takip edene yol, kısmet, her şey geliyor. Ama kalple bilmeyi sağlamak birazcık meditasyon gerektiriyor.”

Bodrum’daki projenizden bahseder misiniz?
Eskiden Karakaya meditasyon kampımız vardı. Çok daha dar anlamda Osho workshopları yapılıyordu. Gelenler çadırlarda veya ağaç kulübelerde kalınıyordu. Yine de her şey güzeldi. Bir sürü insan da ruhsal anlamdaki ilk deneyimlerini bu kampta yaşadı. Ama şimdi yapmaya başladığımız hikaye daha büyük. Tabii hayırlısıysa olsun. Mantram bu; hayırlısıysa olsun. Bodrum’da 10 dönümlük üç tane arsamız var. Bunların hepsi çok ufak bir vadide. Bir arsadan bir arsaya yürümek üç buçuk dakika. Ötekinden ötekine oğlum Kaya’nın yürüyüşü ile beş dakika. Birbirlerine komşu arsa denilebilecek kadar yakınlar. Bunların birinde hiç çimento kullanılmadan, kireç ve toprakla yapılmış bir bina da var. Yeni taş evlerimizi de aynı prensiple yapıyoruz. Bu çok önemli bir detay. Hiçbir kimyasal boya kullanmayacağız, her yere işlenmemiş ağaç koyacağız. Bu deprem yönetmeliğiyle yapabileceğimiz en doğal evleri ve ortamı yaratmaya çalışacağız. Adım adım gideceğiz. Elektriğimizi güneşten kendimiz üretmek istiyoruz. O kadar insan için belki sebzeyi sağlayamayabiliriz ama suyumuzu yağmur sularından toplamak istiyoruz. İlk adımda yapmak istediğimiz işler bunlar. Kendi kendine yeterli bir yer olmasını hayal ediyoruz.

“Normal hayatın içinde hayat bize ölüm, iflas gibi büyük şeyler getirdiğinde bunu yaşıyoruz. Hımbıllık diyeceğim buna. Yani öyle oluyorsun ki omuzların düşüyor, önünden kızdığın insan geçse ağzını açacak halin kalmıyor. Bu hayatın getirdiği bir durum, hepimiz yaşamışızdır. Ya bir aşkta terk edildiğimizde ya da işten kovulduğumuzda. İşte burda bir yön seçmek gerekiyor. Benim yönümde ateşin içine girip yanacağım, daha temiz ve berrak çıkacağım demek vardı.”

Gümüşlük Karakaya’daki
kampta gün bir başka batıyor.

Kamp gibi mi olacak?
Hayır, kamp gibi değil. Normal taş binaların içinde bir pansiyona gelmişsin gibi hissedeceksin. Ortada bir hall olacak. Orada her gün yoga, dört beş tane meditasyon olacak. İsteyen biri 15 gün kalabilecek ya da bir saat uğrayıp yoga, meditasyon yapıp çıkacak. Kimbilir belki kimileri etrafında bir yere de taşınabilir. Hatta şunu da söyleyeyim sadece meditasyon gibi düşünmeyin. Kitap yazmak isteyen de gelebilir. Çünkü bu tip yerlerin özelliği şu; farkında insanlar var. Farkındalık her zaman saygıyı getiriyor. Cihangir Yoga’dan Zeynep Aksoy ve David Cornwell, Aile dizimi ve Sanat terapinin önemli isimleri Svagito, Feride Gürsoy ve Meera projemizin bir parçası. Terapi grupları, yoga ve meditasyon, doğa yürüyüşleri, sanat grupları ve alternatif yaşamla ilgili eğitimler olacak. Bir rüyamız da yoga, meditasyon, aile, çocuk, dans festivalleri yapmak. Hepimiz bu yollarda gördüğümüz deneyimlediğimiz veya kendimiz için deneyimlemek istediklerimizi paylaşıyor olacağız.

“İstanbul’da, borsada kalsaydım kimbilir ne olurdu ama inanın başarılı bir rüya olmazdı. İnsan hergün kendinden birşeyler vermekle karşı karşıya kalıyor. Şeytana ruhunu satmak deyince insanın karşısına şeytan gelmiyor, sadece bir teklif geliyor. Ben kaçmak için bu çemberin dışına attım kendimi.”

Şimdi İstanbul’a geldiğinizde koşuşturan insanları görünce ne hissediyorsunuz?
Üzülüyorum, çünkü büyük bir çoğunluğun seçmedikleri, kolay kolay değiştirmeyi hayal edemedikleri, otomatik bir hayatı yaşandığını görüyorum. Bu tehlike her yerde var ama İstanbul gibi metropoller bunu tek çare olarak sunuyor. Yoksa İstanbul benim doğup büyüdüğüm ve çok sevdiğim bir şehir… Bir de şunu söylemek isterim ki bir büyülü tarafı da var ki bunu uzaklaşınca fark edebildim… Ben burada doğdum ve büyüdüm. Hakikaten çok arkadaşım var. Bilenler vardır ama son 10 yılın üçte birini Hindistan’da geçirip de geri kalan yarısını da Bodrum’da geçirince enteresan bir durum oluyor. Çok sevilmenize rağmen dört yıl boyunca kimse aramayabiliyor. Uzaklarda yaşadığın için ufalıyorsun ve bunu fark ediyorsun. Çok sordum acaba doğru mu yaptım yanlış mı diye. Hayatımda çok kısa bir süre sonra da bunu doğrulayan bir örnek gördüm. Şimdi İstanbul’a geldiğim zaman İstanbul benim için en keyifli seyahatlerden biri oluyor. Çok seviyorum İstanbul’u. Giderken İstanbul’a yapılan çirkinliklere de isyan ediyordum. Ama her zaman doğayla iç içe olmak çekiyor beni. Bütün spiritüel kitaplar da yazar; insanın mutluluğu daha kolay bulabileceği yer her zaman doğaya yakın yerdir diye. Bu hareketi yaptığım için çok mutluyum. Yani İstanbul’da, borsada kalsaydım kimbilir ne olurdu ama en başında rüya bile olsa inanın başarılı bir rüya olmazdı. Çünkü kimse bunun aksini iddia edemez. Her şey de bundan biraz istiyor. Şeytana ruhunu satmak deyince insanın karşısına şeytan gelmiyor sadece bir teklif geliyor. Ben kaçmak için kendimi bu çemberin dışına attım.

Çemberin içindekileri nasıl görüyorsunuz?
Şu an içinde olduğumuz eğitim sistemleri İngiltere’de 1800’lülerde başladı. Çünkü sanayileşmiş toplumun yetişmiş adama ihtiyacı oldu. Büyük bir keşif değil. Bunun dizayn ettiği eğitimden ne çıkar Allah için. Biz çıkıyoruz Allah’a bin şükür. Ama dünya farklı dönüyor. New York’a git çoğu insan gerçek eğlence ne onu bile unutmuş durumda. Eğlence, şehirdeki en pahalı yer neresi ise oraya gidip içerken bir de şuna bakayım olmuş. Benim bildiğim iyi eğlence dansın içinde kaybolabilmektir. İnsanlar beş bin, on bin, on beş bin yıl evvel heyecanlandığı bir anda kendini nasıl ifade etmiş? Tabii ki hareketlerle… Dans da o anın ilk şekli. Duanın ilk şekli danstır. Varoluşla tekrar bir olmanın ilk şekli ve hala bugün de bana göre en pratik olan şekli danstır. Kendimizle yalnız kalmayı unutmuş durumdayız.

purana-alp-hirslarini-birakip-kalbinin-pesinden-giden-adam-15Farkındalık neden önemli?
Koskoca bir dünya üzerinde aslında hiçbir şey yaşamadan ya da çok ufağını yaşayarak bir ömür geçiriyoruz. Bu da genel olarak doğduğumuz ve büyüdüğümüz ortamda şekilleniyor. Hayatta kalabilmek görülebilmek için belli savunma mekanizmaları ve rutinler oluştuyoruz. Bu bütün hayatımız boyunca (bunun içinde mutsuz da olsak daha rahat ediyoruz) hayatımıza yön veriyor. Herkese ve hayatın bize getirdiği her şeye bu otomatik sistemden cevap vererek ilişki kuruyoruz. Ve bu bizi yeni deneyimler yaşamaktan alıkoyuyor. Onun için farkındalık önemli, tabi farkındalığı ilerletmek ve yaratmak bambaşka bir konu… İnsanlar otursunlar birgün hayallerini yazsınlar. Ben nasıl bir hayatı hayal ediyorum? Yazsınlar, üzerini kapatıp koysunlar. Onu fark etmek çok işlerine gelecek. Bir kaynak, muhakkak ki bir cevap verir, onu da görürler. Orada bir hayat seçerler. O yolu mu seçtin, bu yolu mu seçtin? Eğer sen kalbini seçmişsen bir kapı daha açılır. Kalbi seçmek bizi yeniliğe götürür. Şaka değil, dünyanın en büyük sihri burada duruyor. Kalp, nefreti sevgiye çeviriyor. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi? Bundan büyük bir sihir olabilir mi? Hayallerini yazsınlar. Hayat onlara belki hayalleriyle ilgili bir kapı açar. Seçip seçmemek ellerinde olur en azından. O anda bir farkındalık yaratabilirler.

Aileniz iş dünyasının içinde kaldı, siz farklı bir kapı açtınız. Şimdi ilişkileriniz nasıl?
Çok çok iyi. İlk başta hakikaten herkes tepki gösterdi. Hem de çok ciddi gösterdiler. Fakat hayatta hep böyle oluyor. Bu hepimizin başına gelebilir. Sen kalbini takip ettiğin sürece seni seven insanlar sonunda geliyorlar, görüyorlar, anlıyorlar, kabulleniyorlar. Herkes bunu yaşamıştır hayatında. Hindistan’a gittiğimde ‘hugging terapi’yi görmüştüm. Donmuş adamlar var, öyle bir travma yaşamış ki donmuş. Ne kızıyor, ne gülüyor, ne ağlıyor. Koyuyorsun o adamı grupta ortaya, gidiyor herkes sarılıyor ona yavaşça. Etrafında 30 kişi. Ben bu deneyimimi buraya da taşıdım. Babam birkaç sene evvel bana ‘Alp şu sarılmayı bize hatırlatmakla ne kadar iyi yaptın’ dedi. Benim için yapacak daha da bir şey kalmadı. Milyonlar kazansam o kadar mutlu olmazdım. Yani sonuçta hepimiz aynı yerdeyiz. Kalbi takip edene yol, kısmet, her şey geliyor. Ama kalple bilmeyi sağlamak birazcık meditasyon gerektiriyor.

Alp Ekşioğlu’ndan farkındalık yaratan egzersiz
“Şimdi burada olmak.” Mesela İstanbul’da olduğum sabahlar evden çıkarken kendime hatırlattığım bir farkındalık egzersizi var. Ne zaman korna ya da siren sesi duysam donacağım ve nerede olduğuma bakacağım. Evet vücudum burada ama aklım nerede? Bazen Hindistan’da veya akşam yiyeceğim yemekte bulurum onu. Önce nerede olduğumu tespit ederim sonra aklımı tekrar bu ana getiririm. Korna kendimi uyandırmak için kullandığım bir alarmdan ibaret. Siz kendinize başka bir alarm belirleyebilirsiniz. Bu telefonun sesi de olabilir. Kızmaya, üzülmeye hiç gerek yok. Önemli olan şu egzersizi yapmak. Geri gel, burada ol. Çünkü hayat sadece bu anda akar.”

Pozitif Dergisi 2013/01

Yorum Ekle