Beslenme

GDO’lardan kurtulabilecek miyiz?

Genetiği Değiştirilmiş Organizma konusu dönem dönem parlıyor, sonra aynı şekilde gözardı ediliyor. Mısırla birlikte gündemimize giren ancak gidişatı konusunda belki de yeterince ilgilenmediğimiz GDO’lar üzerine oluşturulan yeni yönetmelik dernekleri, sivil toplum kuruluşlarını ayağa kaldırdı. Bu yönetmelik analiz edilen ürünlerde binde 9’a kadar GDO’da “bulaşıklık”a göz yumuyor. Peki nedir bu bulaşıklık mevzusu? Hangi ürünleri etkileyecek? Biz nasıl etkileneceğiz? Daha da önemlisi aslında bizim GDO’ya ihtiyacımız var mı?

Yazı: Deran ÇETİNSARAÇ

gdolardan-kurtulabilecek-miyiz-2

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, ekolojik tarımı yaşamı ve ekolojik ürünleri hayatımıza sokan bir sivil toplum kuruluşu. Bu derneğin adını duymamış olsanız bile sayısı 15’i aşan ekolojik pazarları duymuşsunuzdur. İşte Buğday Derneği, şüphe duymadan masanıza koyabileceğiniz ekolojik ürünlerin satıldığı bu pazarların ilk örneğini sekiz yıl önce Şişli’de kurarak ekolojik ürünlerin hem yaygınlaşmasını hem de çeşitlenmesini sağladı. Yakın zamanda dernek, GDO yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar konusunda bir bildiri yayınladı. Bildiride, GDO’lar konusunda “GDO’lar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik”te bir değişiklik yapıldığı ve ülkemize giren ürünlerde binde 9’a kadar GDO’ya göz yumulacağı belirtiliyordu. Felaket tellallığı yapmadan önce bu konuda fikir sahibi olan Buğday Derneği’nin kapısını çaldık. Derneğin Koordinasyon Kurulu Üyesi Oya Ayman’a sorularımızı sorduk. Derneğin yayınladığı bildiride, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın “GDO’lar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik”te yaptığı değişiklik sonucu, analiz edilen ürünlerde, binde 9’a kadar GDO’ya “bulaşıklık” değerlendirmesiyle göz yumulması kararının, yeni soru işaretlerini beraberinde getirdiği yazıyor. Oya Ayman, bu ibareyi şu şekilde açıklıyor: “GDO bulaşanı olan ürünlerde, bulaşan olarak tespit edilen genlerin Biyogüvenlik Kurulu’nca onaylanmış olması durumunda ürünler onay amacına uygun olarak kullanılabileceği söyleniyor. Biyogüvenlik Kurulu’nun gıda için GDO ithaline ilişkin bir izni söz konusu değilken, Bakanlığın bu tür ucu açık yorumlara yol açacak bir yönetmelik yayımlaması, gıda güvenliği açısından endişe verici sonuçlara yol açabilir. Ne yazık ki gıda sektöründe açık kapılar çok fazla. Denetim çok az. Ne yazık ki hepimiz bir şekilde yaşamımızı sürdürmek için beslenmek zorundayız. Bu etkilere sürekli maruz kalıyoruz. GDO bunun en uç ve en korkunç hali. Çünkü bilmeden en çok maruz kalabileceğimiz ve bilgilendirilmediğimiz noktalardan konulardan bir tanesi… Çünkü GDO’yu bilebilmek, bir üründe GDO’nun farkına varabilmek de çok zor.”

gdolardan-kurtulabilecek-miyiz-3

Bir üründe GDO olup olmadığı ancak laboratuvar ortamında anlaşılabiliyor. Yani pazara gittiğinizde domatesin veya biberin orası burası yamuksa bu durum, onun genetiğinin değiştirildiği anlamına gelmiyor. Hatta Ayman, organik ürünlerde bile tipinden dış görünüşünden organik olup olmadığının anlaşılamayacağını belirtiyor. Üstelik bu tahlili her laboratuvar yapamıyor. Emin olabilmek için tek bir yönteminiz var, o da organik ürün sertifikasına bakmak. Çünkü organik sertifikalı ürünlerde GDO yasak. Ayman, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndan alınmış organik ürün sertifikasının bulunduğu ürünlerin güvenilir olarak düşünebileceğimizi olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Üzerinde Tarım Bakanlığı’nın ekolojik tarım logosunun bulunması gerekir. Sertifikasının olduğu bütün ürünler güvenilirdir. Ancak bu yeterli değil. Ürünün etiketinde Kontrol ve Sertifikasyon Şirketi’nin de logosunun olması gerekiyor. Yani organik ürün alırken iki logoya birden bakmak gerekiyor.”

gdolardan-kurtulabilecek-miyiz-5

GDO’nun insan vücuduna etkisi
Eğer vegan değilseniz hayvansal herhangi bir üründen GDO’nun etkisine maruz kalabilirsiniz. Peki bu etki nedir? Oya Ayman, bu konuda yapılmış bazı araştırmalar olduğunu ancak bu etkinin hala tam olarak bilinemediğini söylüyor ve ekliyor: “Bu etkinin ne olduğunu bilmiyoruz; tarım ilaçlarında bile zehirlenmelere kadar varan yan etkiler bulunuyor ama tercih hakkına sahipsiniz. Oysa ki GDO konusunda böyle bir tercih hakkına sahip değilsiniz. Dolayısıyla GDO’yla beslenmiş bir hayvanın etini yemiş, sütünden içmişseniz bunun sizde nasıl bir etkiye neden olduğunu bilemezsiniz. Genlere yönelik bu müdahalenin hayvanların ve dolayısıyla da bizim genlerimizi nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz. Bu nedenle GDO için “sadece hayvan yeminde” ya da “binde 9’luk bulaşıklığa izin” gibi kapıların açılması o kapıdan başka musibetlerin girmesine de neden olabilir. Sonuç olarak GDO’ların tamamen yasaklanması gerekiyor. Bildiğiniz gibi yönetmelik, bebek mamasında kullanılmasına izin vermiyor, deniliyordu ancak bir bebek maması markasında GDO kullanıldığı tespit edildi. Tespit edilmesi denetleniyor anlamına geldiği için sevindirici bir haber olarak görülebilir. O zaman bebeğinize o mamadan yedirmezsiniz, peki ya anne sütü? Anne GDO’lu yemle beslenmiş hayvann etinden veya sütünden beslendiğinde, bebek de onun sütüyle besleniyor.”

gdolardan-kurtulabilecek-miyiz-4

BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ?
Türkiye’ye Kanada’dan yeşil mercimek ithal edildiğini…

Patent alan ürünler incelenemiyor
GDO’lu ürünlerin insan vücuduna etkilerini daha iyi anlayabilmek için Ayman konuyu bir örnekle açıklıyor: “Diyelim domateste GDO var (hemen bunun sadece bir örnek olduğunu söylüyor, domatesler GDO’lu olarak anlaşılmasın diye uyarıda bulunuyor); sizin de fındığa alerjiniz bulunuyor. Zararlı böceklerden etkilenmemesi için domatese bir fındık geni yerleştirilmiş. Yerleştirilme sebebi de fındıktaki genin böceklere karşı dayanıklı olması; bu geni aktararak domatesi de zararlı böcekten korumayı amaçlıyorlar. Böylece domates yediğiniz zaman aslında fındık da yemiş oluyorsunuz ve eğer fındığa alerjiniz varsa sağlığınızdan olabiliyorsunuz.” Ayman, alerji deyip geçmemek gerektiğini bazı gıda alerjilerinin ölümle bile sonuçlabileceğini belirtiyor. Sadece bunun bile GDO’nun tamamen yasaklanması için geçerli bir sebep olduğunun altını çiziyor. Üzerinde durulması gereken başka bir konu ise GDO’lu tohumların biyolojik çeşitliliğe verdiği zarar. Bu tohumlar rüzgar ya da başka etkenlerle yayılarak çevre arazilerdeki ürünlerle tozlaşabiliyor ve çiftçiler GDO’lu tohum ekmedikleri halde GDO şirketlerinin patent davalarıyla karşılaşabiliyorlar. Türkiye’de GDO’lu tohum ekmek yasak olduğundan bu konuda şanslıyız ancak GDO üreten firmalar patent aldıkları ürünlerin araştırılması konusunda da belli yasaklar getirebiliyorlar. O gen için patent aldığı ve patent alınan ürünün de denetimden muaf olması. Yani yine aynı örnekle domatesin geni değiştiriliyor ve A107 diye bir gen olarak patentliyorlar. Bu durumda kimse söz konusu GDO’lu ürün üzerinde araştırma yapamıyor. Bu nedenle GDO’lu ürünlerin sağlığa etkileri konusunda test yapılması ve negatif çıkan sonuçların yayınlanması engellenebiliyor. Oluşan bu karanlık tablo ve senaryo konusunda Ayman, hemen gerekli açıklamayı yapıyor: “Bunlar henüz Türkiye’de maruz kaldığımız şeyler değil ama bu senaryonun yolunu açmamak lazım. Binde 9 denilen bulaşıklık ibaresi bundan sonra gıdada da kullanılabileceğinin kapısını açıyor. Üstelik çıkan haberler insanları çok fazla endişelendiriyor. Bu tarz ibarelerle tüketicinin kafasını karıştırmak ve yasal boşluklar yaratmak yerine GDO’nun tamamen yasaklanması gerekiyor.”

%100 Ekolojik Pazarlar
Doğa ile uyumlu bir yaşam, ekolojik bütüne saygılı bir toplum hayali ile kurulan Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin bu yöndeki dönüşüme kazandırdığı %100 Ekolojik Pazarlar projesinin Türkiye’de de ilk örneği olan Şişli % 100 Ekolojik Pazar sekizinci yaşını doldurdu. Şişli’deki pazar, ekolojik sertifikalı ürünlerin sağlıklı ve güvenilir bir model ile tüketiciye kısa yoldan ve uygun koşullarda ulaşmasına olanak sağlayan, ekolojik pazar projelerinin ilk halkası. Kartal, Bakırköy, Beylikdüzü, Küçükçekmece ve İstanbul dışında da Samsun, Konya, Kayseri, Burhaniye ve Seferihisar’da %100 ekolojik pazarlar açıldı. 2006 Haziran’ında 48 tezgahta 25 üretici ve esnafla başlayan Şişli’reki ekolojik pazarlar, bugün 300’e yakın tezgahta, 70 üretici ve esnafla büyümeye devam ediyor.

GDO’ya ihtiyacımız yok aslında!
Buğday Derneği, özellikle bir konunun daha üzerinde duruyor; bu da aslında ülke olarak GDO’ya ihtiyacımızın olmaması. Türkiye, bereketli tarım topraklarına sahip bir ülke. Ayrıca çok çeşitli yerel tohum zenginliği ve biyolojik çeşitliliği de topraklarında barındırıyor. Meracılığın desteklenmesi ve iyileştirilmesiyle ülke GDO’ya hayvanların yemle beslenmesine daha az ihtiyaç duyar hale getirilebilir. Hayvanların merada otlaması hem hayvanların refahı, hem de hayvansal ürünlerin besin değeri ve lezzeti açısından önemli. Hayvan yemi hazırlamak için protein, yağ ve vitamini ayarlanmak zorunda. Bir de hayvanlar bu yemi yesin diye kapalı ortamlara kapatılıyor. Oysa ki merada otlayan hayvan tüm gerekli şeyleri doğadan alabiliyor. Ayman, doğru tarım politikalarıyla ithal mısır yerine kendi yerli mısırımızın da yeterli olacağını söylüyor ve ekliyor: “Hayvan yeminde mısır çok fazla kullanılıyor. GDO üreticisi olan ABD ve Arjantin gibi ülkelerden ithal ettiğimiz mısır ise o kadar fazla değil. En çok Rusya’dan alıyoruz o da GDO’suz mısır üretiyor. Ayrıca Rusya’da tüketici haklarından sorumlu federal kurum, genetiği değiştirilmiş mısırın kansere yol açtığını ileri süren araştırmayı takiben genetiği değiştirilmiş mısırın kullanımını ve ithalatını askıya almıştı. Biz de mısır üretimi konusunda oldukça iyi durumdayız. Yani bu anlamda bizim aslında yem ithaline ihtiyacımız yok. O zaman bunun neden yapıldığını oturup bir sorgulamak lazım. Orası bir soru işareti; niye bu kanunlar çıkartılıyor?” Bu yönetmeliklerin çıkış sebebi olarak uluslararası şirketlerin dayatması görülüyor. Ayman, uluslararası arenada gıdanın giderek petrolün yerini aldığını, çok önemli bir silah olduğunu belirtiyor ve gıda bağımsızlığının önemine dikkat çekiyor.

Geçmiş yıllarda Greenpeace Türkiye’nın GDO ile ilgili “Yemezler” kampanyası olmuştu. Gıdada GDO kullanımıyla ilgili olarak şirketler, 2012 yılında kamuoyundan gelen tepkiler nedeniyle, Biyogüvenlik Kurulu’na yaptıkları başvurularını geri çekmişlerdi. Yönetmelikte yapılan binde 9’luk bulaşıklığa izin verme konusundaki değişiklikten sonra “Yemezler” kampanyası yeniden canlandı.

gdolardan-kurtulabilecek-miyiz-6

Ekolojik tarım desteklenmeli
“Ne yapılması gerekiyor?” sorusunun cevabı ekolojik tarımı desteklemekte yatıyor. Doğa dostu tarımı benimseyecek yöntemler ve yolların uygulanması önem taşıyor. Tabii çiftçinin de bu anlamda bilgilendirilmesi gerekiyor. Ayman, hem tarımın hem de hayvancılığın yani meraların iyileştirilmesi için inşaat, termik santral gibi bir takım büyük çaplı projelerden vazgeçilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Bireysel olarak da bilgilenme konusunda daha aktif olunması öneriliyor. Yani satın aldığımız gıda nereden geliyor? Nasıl yetiştiriliyor? Bu hayvan ne ile besleniyor? Bu soruların cevaplarına ulaşmak eskisi kadar zor değil. Ulaşılamılıyorsa da gıdanın küçük üreticiden alınması seçeneği devreye giriyor. Günümüzde doğrudan üreticiden gıdayı alabildiğiniz pek çok sistem mevcut. Ayman, bu konuyla ilgili şu önerilerde bulunuyor: “Bir gıda, kozmetik veya tekstil ürününün içerisindeki kimyasal maddeleri ve bu maddelerin insan sağlığına etkilerini araştırmaya başladığınızda bütün günü bilgisayar başında geçirebilirsiniz. Bir süre sonra o kadar karamsarlığa düşersiniz ki vazgeçebilirsiniz. Bu yüzden evinizde yiyeceklerinizi kendiniz yapmayı deneyin. Turşunuzu, salçanızı veya ekmeğinizi yapabilirsiniz. Evde üretilmiş gıdaları kullanmak her zaman sizi bu tür araştırmalar yapmaktan alıkoyar, kurtarır. Sadeleşin… Evimizde ne kullanıyoruz? Mesela siz bakkaldan gidip glikoz alır mısınız? Veya marketten gidip monosodyum glutamatı alışveriş sepetine atar mısınız? Yapmazsınız ama mutfağınızdaki bulunan şeker ve tuzu bilirsiniz, birlikte bu maddeleri almış oluyorsunuz. İçeriğinden çok emin olmadığınız ya da içeriğinde yazanların bir sürü yabancı kelimelerle dolu olan şeyleri almamak önemli bir koruma sağlayabilir.” Bir diğer yöntem de üreticiyi tanımak. İstanbul’da belki bunu yapmak zor ama mesela küçük şehirlerde, kasabalarda uygulanması daha kolay. Diyelim Niğde’de oturuyorsunuz; salça üreticisiyle pazar yerine gidip tanışabilirsiniz. Ayman, çiftçiyi tanımanın ve onun nasıl ürettiğini bilmenin önemli olduğunun altını çiziyor ve ekliyor: “Çiftçiyle tüketici arasında bir güven ilişkisi vardı ve biz bunu kaybettik. O yüzden hiçbir şeye güvenemez olduk. İnsanlar organik sertifikaya bile güvenmiyor ve sürekli bir çapanoğlu arıyor… Hiçbir şey güvenilir değil ancak güvenmiyorsanız o zaman taşın altına elinizi sokacaksınız. Bu kadar basit!”

“Bir kişi bile çok şeyi değiştirebilir, ‘Gıdamda GDO istemiyorum’ diye kampanya başlatabilir. Bu anlamda artık hepimiz birey olarak taşın altına elimizi sokup bir şeyleri değiştirme, dönüştürme anlamında adım atmalıyız çünkü bu hepimizin sorumluluğu.”

gdolardan-kurtulabilecek-miyiz-7

Çiftçiyi tanımak için yollar var
Çiftçiyi, üreticiyi tanımak için kullanılan bazı yöntemler bulunuyor. Bunlardan biri BÜKOOP (Boğaziçi Mensupları Tüketim Kooperatifi). BÜKOOP bünyesinde bir sistem başlatıldı ve doğa dostu ürün yetiştiren üreticiyi tüketici ile buluşturuyor. Kooperatife üye olanlar doğrudan üreticiden ürün satın alıyor ve böylece üreticiyi de desteklemiş oluyorlar. Bu tür kooperatiflerde üyeler, aylık ya da haftalık olarak sunulan sipariş listelerinden alacakları ürünün kimler tarafından nasıl, hangi şartlarda yetiştirildiğinin de bilgisine ulaşabiliyorlar. Böylece siz çiftçiyi araştırmak durumunda da kalmıyorsunuz. Ayman, nasıl kendi sisteminizi oluşturabileceğinizin yolunu da anlatıyor: “Bir sitede mi yaşıyorsunuz? Sitenizde gıdası konusunda endişe duyan insanlar bir araya gelip çiftçileri araştırabilirsiniz. Aranızda iş bölümü yapıp sitenin gıda ihtiyacını belirleyebilirsiniz. Kendi sertifikasyon sisteminizi oluşturup, ki buna katılımcı sertifikasyon sistemleri deniyor, site olarak alışverişinizi belli üreticilerden yapabilirsiniz. Kendi sertifikasyon sisteminizde “yerli tohum istiyorum”, “kimyasalla ilaçlanmış ürün istemiyorum” veya “kimyasal gübre istemiyorum” gibi kriterler koyabilirsiniz. Böylece çiftçiyi de doğrudan desteklemiş olursunuz.” Küçük üreticilerin yani çiftçilerin günümüzde maliyetlerini karşılayabilmesi çok zor. Ürünlerini aracı firmalara düşük fiyatlardan satmak zorunda kalıyorlar. Bugün marketlerden beş liraya alınan bir sebzeye ödenen ücretin büyük kısmı aracıya gidiyor; çiftçiye değil… Çiftçi desteklendiği zaman onun gelir ve refah seviyesi de desteklenmiş oluyor. Bu sayede çiftçinin toprağını terk edip göç etmesi de engellenmiş oluyor. Çok yönlü bir etkileşim ve katkı olduğu düşünülüyor. Başka bir sistem ise Çanakkale’de bulunan ÇAYEK. Buğday Derneği ve ÇAYEK’in ortak projesiyle tüketici ve üreticiler bir araya getirildi ve tüketicilerin doğa dostu tarım yapan üreticilerin ürünlerini satın alarak desteklenmesi sağlandı. Ankara’daki Doğal ve Bilinçli Beslenme Grubu da Anadolu’nun çeşitli yerlerinde doğa dostu tarım yapan çiftçilerle anlaşma yaparak sipariş listeleri hazırlıyor ve üyeleriyle paylaşıyor.

“Bir kişi bile çok şeyi değiştirebilir, ‘Gıdamda GDO istemiyorum’ diye kampanya başlatabilir. Bu anlamda artık hepimiz birey olarak taşın altına elimizi sokup bir şeyleri değiştirme, dönüştürme anlamında adım atmalıyız çünkü bu hepimizin sorumluluğu.”

DÜNYA ORGANIK KONGRESI İSTANBUL’DA YAPILACAK
Üç yılda bir dünyanın farklı ülkelerinde, IFOAM (Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu) tarafından düzenlenen Dünya Organik Kongresi, 13-15 Ekim 2014 tarihlerinde, Buğday Derneği organizasyonuyla, İstanbul’da gerçekleşiyor. Dünyanın dört bir yanından gelecek 1500’den fazla delegenin katılması beklenen kongrede, dünya organik tarımının stratejisi ve yol haritası belirlenecek. Kongrenin teması ve sloganı, İstanbul’un konumu da göz önünde bulundurularak “Organik Köprüler Kurmak” olarak belirlendi. Kongreye organik tarımla uğraşan önemli konuşmacılar da katılacak.

Hayvansal ürünlerden GDO bulaşır mı?
Bu konuda farklı görüşler var; deniliyor ki GDO’lu yem yiyen hayvanın etinden veya sütünden insana bulaşmaz… Ama şöyle bir şey var, genlerden bahsediyoruz. Genetik oynamalar söz konusu. Daha insan DNA’sı tam olarak çözülememiş. Biz insanın genlerini yüzde 100 bilemezken nasıl emin olabiliyoruz geçmediğinden? Biri bana söylesin; nasıl bu kadar eminiz? Yani insan genomundaki genlerin neredeyse yüzde 99’unun işlevinin ne olabileceği dahi bilinmiyor. Bu çözülmemişken biz nasıl “hayır” deyip işin içinden çıkabiliyoruz. Genetiğiyle oynanmış ürün yemiş bir hayvanın genlerinde bu nasıl bir etkiye yol açıyor? Genlerimizi nasıl etkiliyor sorusunu ben cevaplayamam ama eğer kimse cevaplayamıyorsa o zaman o şaibeli demektir. Bir şekilde şüpheli davranmamız gerekiyor. Bilim böyledir; bilinmeyene karşı şüpheci davranır.

Derneğin kurucusu Victor Ananias anısına…
Ekolojik tarım alanında tüm dünyada tanınan ve uluslararası ekolojik tarım kuruluşları tarafından geleceğin beş liderinden biri olarak gösterilen Victor Ananias, 2011 yılında hayata veda etti. Yaşamı boyunca ekolojik yaşam bilgisinin yayılması için büyük çaba gösteren Ananias’ın “Yaşam Dönüşümdür” ve “Ekolojik Dönüşüm Rehberi” kitapları, vefatından sonra yayımlandı. %100 ekolojik pazarlar, TaTuTa (tarım turizm takas) gibi sayısız projede Ananias’ın imzası bulunuyor.

Pozitif Dergisi 2014/03

Yorum Ekle