Günümüzde sağlıklı beslenme kavramı, günlük alınacak öğün ve bu öğünlerin porsiyonları ile sınırlı değil. Artık gıdanın peşinden gitmenin zamanı geldi. Tükettiğimiz her gıdanın içeriğine dikkat etmemiz gerekiyor. Bunlardan biri de yaşamın temel taşlarından olan tuz…
Yazı: Yaprak ÇETİNKAYA
Anne karnında hayatımız tuzlu su ile başlıyor. Hücrelerimizin içi ve dışı tuzlu sudan oluşuyor. Vücudun tüm fonksiyonları için tuz gerekiyor. Ama diğer yandan tuzdan çok korkuyoruz. Birçok sağlık probleminin sorumlusu olarak onu görüyoruz. Sizce de burada bir çelişki yok mu? Diğer yandan ise son yıllarda aslında sofralarımızda kullandığımız tuzun gerçekten çok masum olmadığını öğrendik… Ve başka alternatiflerimiz olduğunu da… Ama o kadar çok alternatif var ki hangisine güveneceğimizi şaşırdık. Kaya tuzu mu, deniz tuzu mu, Himalaya tuzu mu? Tüm bu sorulara yanıt ararken karşımıza Ünal Güner çıktı. Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Bölümü’nden mezun olan Güner, daha sonra Sağlık Bilimleri üzerine yüksek lisans yapmış ve 2008 yılından beri Himalaya tuzu üzerine çalışıyor, danışmanlık veriyor. Ünal Güner söze, “Kilo vermenin ve selülitten kurtulmanın ilk yolu tuz kullanmaktır” diyerek başlıyor ve yıllardır tuz kullanımına dikkat çeken bizleri şaşırtıyor. Bu nasıl olabilir? Güner açıklıyor: “Tuz rafine edildiği günden beri kafamızda bir karmaşa var. Aslında tuz hayatın kendisidir. Hayatımız anne karnında tuzlu su ile başlıyor. Hücrelerin içi yani biz tuzlu sudan oluşuyoruz. Hücre içindeki iletişim de tuzlu suyun hareketi ile oluyor. Tıpta buna sodyum-potasyum dengesi deniliyor. İnsan her aktivitesinde tuz kaybediyor; gözyaşı ile, idrar ile, ter ile. Hormonlarımız, tüm vücut sıvılarımız tuzlu su… Tuz kullanması yasak olanlara diyorum ki, ‘Neden hastaneye gittiğinde bilinci kapalı bir insana şekerli su değil de tuzlu su bağlanıyor?’ Şaşırıyorlar. Evet tuzlu su ama rafine tuz değil. Serum üreten şirketler tuz madenleriyle özel anlaşma imzalıyor ve elle çıkarılmış, kristal tuzlardan serum hazırlıyor çünkü kristal tuz hücre içerisine geçişi kolaylaştırıyor. Bu geçiş ne kadar kolaysa vücudun enerjisi de o kadar yüksek oluyor. Rafine tuz ise tıpkı yapay tatlandırıcı gibi tuz tadı veriyor ama vücutta işlevsiz kalıyor.”
Hangi tuz?
Rafine tuzdan uzak durmamız gerektiğini biliyoruz. Şimdi neden Himalaya tuzunu tercih edebileceğimizin yanıtlarını bulma vakti… Himalaya tuzu, kristal tuz grubuna giriyor. Kaya tuzlarının yüksek basınç altında, kristalleşerek adeta elmaslaşmasıyla oluşuyor. Sağlık için en yüksek etkiyi Himalaya tuzundan elde edebileceğimiz söyleniyor. Kristal tuz ülkemizde çok az bulunuyor. Bir diğer seçenek olan kaya tuzu ise çıkarılma şekli nedeniyle risk taşıyor. Bu hassas tuzun çıkarılma şekli sağlıklı olup olmamasını etkiliyor. Ülkemizde dinamitle patlatılarak çıkarılması bu tuzun kirlenmesine neden oluyor. Öte yandan temizlik kavramını beyazlıkla karıştırıyoruz ve bembeyaz tuzu temiz sanıyoruz. Oysa kimyasallarla yıkanıp bembeyaz olan tuz da değerini kaybediyor. Tıpkı çamaşır suyu ile yıkanmış gibi… Düzgün çıkarılan kaya tuzları ise sağlığımız için oldukça faydalı. Kaynak tuzları ise İç Anadolu bölgemizde bolca bulunan zengin mineral içeriği olan tuzlar ve tuz dağlarından akan temiz kaynak sularının buharlaşması ile elde edilen bu tuzlar, elle kolayca ufalanarak kullanılıyor. Elle toplanan ve rafine işlemine gerek bırakmayan bu tuzlar, yerel tuzlar içinde en çok önerilen grubu oluşturuyor. Bir diğer seçenek ise deniz tuzu… Zaten Himalaya tuzu dahil tüm tuzların kaynağı deniz. Ancak Ünal Güner şunu soruyor: “Bugünkü denizlerin suyunu içer misiniz? Hayır. O zaman tuzunu da kullanmayın. Beyaz olması sizi aldatmasın. Çamaşır suyu da beyazlatıyor.”
Rafine tuz ne yapıyor?
Rafine yani yapay tuz yediğimizde vücut oynadığımız oyunu kabul etmiyor ve bu tuzu hücre içerisine almıyor. Görevi vücutta su tutmak olan tuz bunu yapamıyor ve hem su hem de tuz kaybı meydana geliyor. Artık iki-üç yaşındaki çocukların dahi vücudunda selülit var. Oysa onlar ne kahve içiyor ne de dengesiz besleniyor…
Himalaya tuzu nasıl oluştu?
Himalaya tuzunun, Himalaya dağlarından çıkarılıyor oluşu sizi yanıltmasın, o da denizden geliyor. Ünal Güner, Himalaya tuzunun oluşumunu şöyle anlatıyor: “Dünyanın oluşumu sırasında yoğunlaşan yerküre soğuma sürecine girdi. Yağmurlarla yeryüzüne inen su, tüm yerküreyi yıkayarak günümüzün denizlerini oluşturdu. 300 milyon yıl önce yer kabuğunun hareketleri ile iç denizler kurudu ancak suyun topraktan getirdikleri orada kaldı. Afrika kıtasından kopan bir parça, 3 milyon yıl süren bir yolculuktan sonra Asya’ya, bugünkü Hindistan’a çarptı. Arada sıkışan bu kurumuş denizlerin geride bıraktıkları iki kara arasında sıkıştı. Bu sırada Himalaya Dağları oluştu. Dağları oluşturacak etkiyi yaratan yüksek basınç ise buradaki tuzları kristalleştirdi. İşte bu tuzu kıymetli yapan da o yüksek basıncın etkisi altında kalmak oldu. Tıpkı kömür ve elmas arasındaki fark gibi. İkisinin de foton dizilimleri aynı olsa da elmasın gördüğü yüksek basınç onu sert, şeffaf ve kıymetli yapıyor. Tuzun elması da Himalaya tuzu… ”
Tuz lambaları ve tuz odaları
Tuz danışmanı Meltem Güner ise, tuz odalarının hikayesini şöyle anlatıyor: “1700’lerde dahi tuz mağaralarının kullanıldığı ancak sonra unutulduğu biliniyor. 2. Dünya Savaşı’nda Hitler’den kaçan Polonyalılar tuz mağaralarına saklanıyor. Bu sırada astımı, öksürüğü, nefes darlığı olanların iyileştiğini görüyorlar. Dışarı çıkabildiklerinde ise hastalıklar hava şartlarına göre yine ortaya çıkıyor. Bugün dünyada artık yapay tuz mağaraları oluşturuluyor. Tuz nemi emme özelliği sayesinde nemle birlikte ortamdaki bakterileri, mantarları, elektrik yükünü ve radyasyonu da emiyor. Bu odalar şehrin ortasında adeta bir vaha oluyor. Tuz odalarına gelemeyenler ise tuz lambalarını, aplikleri ya da tuz yataklarını kullanıyor.”
Hangi Himalaya tuzu?
Dünyanın yenilebilen tek kristali olan Himalaya tuzunun üç tipi satılıyor. Bunlardan bir bölümü kendiliğinden beyaz olan tuz. Himalaya tuzunun yüzde 85-90’ı ise pembe… Tuza pembe rengi veren demir minerali ve demir çoğaldıkça pembeleşiyor. Üner, çok koyu pembelerin ise killi toprak içerdiğini ve bunların dekorasyonda kullanıldığını vurguluyor. Yani Himalaya tuzunda da beyazlık arttıkça o kadar iyi ancak bu beyazlığın kimyasallarla yapılmamış olması gerekiyor. Aksi takdirde rafine tuzdan bir farkı kalmıyor. Aynı şekilde “iyot eklenmiş” ibaresi de tuzun rafine olduğunun bir ispatı. Bu nedenle gerçek Himalaya tuzunu güvenilir firmalardan almak, beyaz olanların ışık geçirgenliği olmasına, pembe olanların ise pembe-beyaz renge sahip olmasına dikkat etmek gerekiyor. Himalaya tuzu dünyaya ve ülkemize Pakistan’dan geliyor. Hindistan, Çin ve Tibet dışarıya tuz vermiyor. Özellikle Çin, dışarıdan tuz da almıyor. Ancak Pakistan’dan geliyor olması Himalaya tuzunun sağlıklı olduğunu göstermiyor, yine firmanın güvenilirliği önem taşıyor.
Ne kadar kullanılmalı?
Hücre arasındaki iletişimi sağlayan tuzlu su olduğu için vücuttaki elektrik de böyle oluşuyor. Hücreden su çıkıyor, tekrar giriyor ve bir hidroelektrik santral gibi bizim elektriğimizi sağlıyor. Bunun için de günlük tuz ihtiyacımızın karşılanması gerekiyor. Böbreklerin günde ortalama altı gram tuz atabildiği biliniyor ve tüketimi buna göre dengelemek gerekiyor. Ancak spor yapanların, yoğun ders çalışanların, bilgisayar karşısında yoğun çalışanların daha çok tuza ihtiyacı bulunuyor. Himalaya tuzu yakıcı olmadığından kullanım miktarı arttığında yemeğin tadını bozmuyor, vücuda zarar vermiyor. Ünal Güner, “Toprağın en kıymetli elementlerini barındıran tuzun içinde altın dahil 84 mineral eser miktarda bulunuyor. Vücut için en kıymetlisi ise korkulacak bir mineral olduğu sanılan sodyum… Rafine tuzu hayatınızdan çıkartın, canlı su ve gerçek tuzu hayatınıza alın, daha formda olacaksınız. Çünkü vücut açlıkla susuzluğu karıştırıyor. Siz uzun süre su içmek isteyip içmediyseniz bir süre sonra acıkıyorsunuz. Vücut enerji istiyor çünkü… Enerjiyi vermediğinizde bu sefer katı gıdaya yöneliyor. Katı gıdaları tüketmek ise vücut için çok yorucu… Bütün enerji sindirime gönderildiği için insanların karın bölgesi şişiyor, hazım problemleri oluyor, yağlanma hızlanıyor. Doğru su ve tuzu tüketenler ise günde iki kez yedikleri katı öğün ile tam ve sağlıklı olarak doyabiliyor” diyor.
Yaşamın her alnında tuz var
Ünal güner’in eşi meltem güner de tuz danışmanlığı yapıyor ve bu işi seçmesinin nedenini “Tuz aşkına düştüm diyerek açıklıyor.rafine tuzun zararlarını insanlara anlatmak konusunda gönüllü olduğunu belirten meltem güner,”Ben sağlıklı tuz kullanayım,başkası ne kullanırsa kullansın demeyi doğru bulmuyorum.Vatanseverlik diğerlerinin kullandığı tuzla da ilgilenmektir çünkü sağlığımız bozulduğunda birbirimizin bütçesinden yiyoruz ama farkında değiliz”diyor.
IŞIK SUYUNU İÇİN
Halit kristalleri ile hazırlanan ışık suyu ile içtiğiniz suyu zenginleştirebilirsiniz. bir-iki parça kristali cam kabın içine koyun,üzerine geçecek kadar temiz su ekleyin ve iki saat bekleyin.Kristaller bu sürede yüzde 26 eriyecek.Bu karışımdan her bardağınıza bir çay kaşığı ekleyerek kullanabilirsiniz.Börek yetmezliği veya yüksek tansiyon hastalığınızın varsa bir-iki damlayı geçmeyin
ATEŞİ DÜŞÜRÜYOR
Soğuk algınlığınız,cilt rahatsızlıklarınız(sedef,egzama,kaşıntı)varsa,
çocuklarınızın ateşini düşürmek istiyorsanız himalaya tuzunu banyonuza ekleyebilirsiniz.Ilık suya pembe Himalaya tuzu koyun ve çocuğunuzu içine yatırın. Vücut tuzu ve suyu emecek,çocuğunuz rahatlayacak.
DİNLENDİRİYOR NEMLENDİRİYOR
Çok yorgunsunuz,soğuk algınlığı olmak üzeresiniz ya da streslisiniz.Bir küvetin içine bir kilo Himalaya tuzunu koyun ve küvette 20-25 dakika uzanın.Arada başınızı da içine sokun.Çıktığınızda duş almayın.Hem cildiniz nemlenecek hemde ruhunuz sakinleşecek çünkü anne karnı ortamı yaşıyor olacaksınız.Cilt nemlendiricisi olarak banyo sonrası kullanılan tuz sabunlarını da tercih edebilirsiniz.
SELÜLİTE KARŞI
Pembe Himalaya tuzunun en ince formunu biraz yağ ile karıştırıp selülitli bölgenizi haftada iki kez ovun.Diğer yandan bol bol canlı su için ve şekeri hayatınızdan çıkarın.
Pozitif Dergisi 2014/02