Röportaj

“17 yaşındaki halimi yeniden içime soktular!”

Türkiye’de çevre hareketi denince akla ilk gelen isimlerden biri o. Yılların yılmaz mücadelecisi, çevre adamı, avukat Senih Özay… Artık Karaburun’da bir karavanda yaşıyor. An’ın tadını çıkarıyor, farkındalığını artırıyor. Tüm bunları yaparken de yine mücadelesinden vazgeçmiyor. Senih Özay, çıktığı “yol”u ve yaşadıklarını anlattı.

Yazı: Halime SÜREK KAHVECİ

İzmir’deki bürosuna 20 yıl önce, ilk girdiğimde beni karşılayan raflar dolusu kitaplar, dosyalar ve duvara asılmış bir Kızılderili atasözü idi: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde Beyaz Adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak!” Büro, Türkiye’de çevre hareketi denince akla ilk gelen isimlerden biri olan, bu ülkenin toprağını, suyunu korumak için verdiği hukuk mücadelesine her gün yeni bir halka ekleyen avukat Senih Özay’a aitti. Kelimelerini kah uzatarak kah hızlıca üstünden geçerek anlattığı yine bir çevre haberiydi orada bulunma amacım. Ben yeni muhabirdim, pek heyecanlıydım… Aradan yıllar geçti. Senih Özay, hukuk alanındaki mücadelesine ve zaferlerine yenilerini ekledi. Kızı Gupse Özay’ın başarılı oyunculuğu Türkiye’nin bu kez onu “Gupse’nin babası” olarak tanımasını sağladı. İşte bu koca çınar, bir süredir Facebook sayfasında paylaştığı yorumlar, alıntılar ve fotoğraflarla yaşamındaki bambaşka bir değişimi, dönüşümü gösteriyor. Özay, şu aralar yeni aldığı karavanıyla İzmir’in Karaburun ilçesinde, çaydanlıklara diktiği çiçekleriyle, her sabah selamladığı denize nazır, keyifli bir hayat sürüyor. İşte bundan sebep; “Sizinle röportaj yapmak istiyorum!” diye yazdım ve hemen sorularımı gönderdim. Gelen “Elbette!” yazısı olup bazı sorulara verdiği “hahhhaaahha” cevapları sadece birer harf olsa da ben onların arkasındaki sesi duydum, kahkaha atarken kapanan gözleri gördüm. Sizi Senih Özay ile baş başa bırakıyorum…

17-yasindaki-halimi-yeniden-icime-soktular-2

Senih Özay, Bergama köylülerinin siyanürlü yöntemle altın çıkarılmasına karşı verdiği mücadelenin en büyük destekçilerinden biriydi.

Facebook hesabınızda çok güzel şeyler paylaşıyorsunuz. Anda kalmaktan, farkında olmaktan bahsediyorsunuz. Ne oldu size?
Ben sözcüklerime, dilbilgisine çok önem verirdim. Şimdi içimden, kendimden baktım ve gördüm ki meğer ben nice nice söylemek istediğimden farklı sözler söylemişim. O nedenle artık sözcüklerle ilgimi kestim. Pek sözcükleri dinlemiyorum çünkü sözcüklerin arkasını görebiliyorum. Sadece 40 yıllık bir avukat olsaydım, “farkındalık çalışması” sırasında 17 yaşındaki halimi yeniden içime alamazdım. Ustamın (Esra Dereobalı) gözbebeğinde “17 yaşındaki Senih Özay”ı gördüm. Salihli’deki üzüm kelterlerini (üzüm salkımlarını taşımaya yarayan bir tür büyük sepet) taşırken ve Bandırma üzümünü yıkarken, uzun kollu, kareli, kolları kıvrılmış gömleğimle kendimi gördüm ustamın gözbebeğinde ve o halimi içime sokarak tazelendim.

17-yasindaki-halimi-yeniden-icime-soktular-3

Çevre mücadelesi için yola çıkanlar kimi zaman mahkeme salonlarında kimi zaman bir ateşin başında bir araya geldi.

Kendinizle ilgili neler keşfettiniz? Nelere şaşırdınız?
“İnsanın Mars’a gitmesi, kendiyle yüzleşmesinden daha kolaydır” diye Gustav Jung’un sözünü ustam Esra Dereobalı benim içime geçirdi. Ben “yol”a girdim. Bir materyalist olarak, Marksist olarak, Marksistlerin avukatı olarak ideolojinin özüne uygun; bencil olmamak üzere, dışımla ilgili, toplumla ilgili, siyaset yolculuğundan geliyorum. Ben aslında, bencillikle önceliği karıştırmışım. Şimdi artık önceliği kendime vermekten ne utanıyorum ne sıkılıyorum. Bugüne kadar “teleskopvari” gidişatım vardı. İşte şimdi “mikroskopvari” özüme dönüşüm, bakışım oluştu. Eskiden -40 yıllık avukatım ben- “Tecrübeliyim” derdim. Şimdi demiyorum. Eğer dersem o zaman kalbimle bağlantımın kesildiğini hissediyorum. O zaman inanmam, sevmem, ruhum, bağlantım kesiliyor. Zihin bana çörekleniyor. Farkındalık yolu benim yaşantıma da biraz uygun düştü galiba. Artık böyle duyguların, düşüncelerin ilgilisi, takipçisi olmaya başladım. Hem de hukuken… Bakın mesela Fransa’daki 76. Film Festivali’nde İranlı oyuncu Leyla Hatami’nin Festival Komitesi başkanı 83 yaşındaki bir bayı yanaklarından öptüğü için ülkesinin hukuku, siyaseti, toplumsal geleneği, pozisyonu itibariyle kamçılanma ve hapis cezası girişimlerini görünce harekete geçebiliyorum. Eskiden yaşı olan yaşlı bir adamdım şimdi ise yaşı olmayan bir adamım… Kırılırdım, afettmeme huyum vardı. Ortaokul ve hukuk 1. sınıfta ayrı iki arkadaşımla, Özcan ve Metin ile yumruklaşmamı hatırladım. Neredeler, bulamam ama onlara ruhen seslendim, onları da affettim… Yıllardır bu yükü taşıdığım için kendimi de… Kendimi gerçekleştirme ve kendimle barışma derdine düşmüşüm. Yargılayıcı bir insanımdır. Artık bu yargılayıcılığımı kaldırma yolundayım… Farkındalık içinde yüzüyoruz diye çok önemli kilometre taşı olan Marksizmi ıskalamış değilim. Hayatımız boyunca öğrenilmiş ya da öğretilmiş bilgiler sayesinde avukat, doktor, mühendis gibi bir şeyler olduk. İşte bu beyaz yakalıların daha çok, biraz dışarıya çıkması, sınırların dışına taşması farkındalığı getiriyor. Sınırların dışına çıkmak dikkat çekiyor, beğeniliyor ya da yadsınıyor. Ben artık konuşmuyorum, dinliyorum daha çok. Konuşurken de şuna dikkat ediyorum: Söylediğim doğru ama ben konuşmamda nazik miyim? İkincisi benim bu konuşmayı yapmam gerekli mi? Buna göre durumum, sükunetim, kavramlarım oluşuyor. Ben hayatım boyunca aceleci bir kişiydim. Babam bana ne kadar çok acelecilik nutku çekmişti. Şimdi ondan sıyrılmam sözkonusu.

17-yasindaki-halimi-yeniden-icime-soktular-4

Senih Özay, toplantılarda kah konuşmacı oldu kah dinleyici.

Okuduğunuz her şeyi uygulayabiliyor musunuz?
Farkındalıkçıların; beden-ruh-zincir üçlüsünün arasındaki makasın açık olmaması tezleri var ya… Bu makası dar tutmak için deliriyorlar ya… Beceren de nadirattan sanırım. Ben mesela makasımı kapatamam. İstemiyorum… O zaman Tanrı filan olurum. Bana ne? Ben; ben olmak, az zaaflarımla yaşamak istiyorum. “Makası dar tutacağım, sıfırlayacağım diye kendime yalan söylemek istemiyorum. Elbette ki zaaflarımızı azaltıyoruz ama sıfırlayamam. Bir değişime uğradığımı kabul ediyorum. Artık Kenan Evren duruşmasına gitmiyorum. Çünkü karar verecekleri gün mahkemesi kaldırıldı. Çünkü halkımız, solcuların çok büyük bir kısmı; darbenin, sembolik de olsa yargılanmasına hevesli değil. İki ihtiyar deyip durdular. Bu konularda üniversiteler, bilimadamları, barolar hiç sıcak bir ilgi içinde olmadılar. Bundan sonra da çıkacak olan kararı Karaburun’da karavanımda, radyodan dinlerim deyip, mahkemeden çıktım. (Onun Karaburun’da dinlediği mahkeme kararı, 1980 darbesini yapanlara müebbet hapis cezası oldu.) O yeni sivil denen mahkeme verecek muhtemelen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası… Ama hukuki ve siyasi sonucu olmayacak. Keşke farkındalık da hukuki siyasi alana yoğunlaşsaydı…

17-yasindaki-halimi-yeniden-icime-soktular-5Karaburun sahilinde sabah keyfi…
Davranışlarınız değişti mi? Kendinizde yeni neler görüyorsunuz?
Mesela bak şöyle şeyler de olmaya başladı. Şafakta uyanmalar, kanatlanıyormuş gibi tazelik duygusu, öğlenleri bir derin düşünme durumları, akşamları karavana çekilip gece yüreğimle uyumak gibi yeni huylarım oluşmaya başladı. Mesela eskiden taraf tutmacıydım, taraf tutardım. Yani gözü yumuk değildi belki ama taraf tutucuydum. Şimdi ise “Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma!” sözünü hatırlayarak olaylar ve durumlar karşısında, bireysel süzgeç yaparak, adalete gidiyorum… Toplumsala geçiyorum… Deniz kenarında yoga minderi, seccadesi ile oturduğumda, lotus oturuşunu yaptığımda yani hiç bilmediğim şeyler yapıyorum, tabii ki bunlar kötü şeyler değil… Başparmağımla, işaret parmağımı her ikisini de birleştiriyor diz bölgemde tutuyor ve dörtlü nefes alıyorum, sekizli nefes bırakıyorum, bu sırada ommmmmmm diyorum… Ha ha ha !

17-yasindaki-halimi-yeniden-icime-soktular-6

Senih Özay “Ağzımı Hayır’a Açtığım Davalarım” adlı kitabı
için düzenlenen imza günlerinde okuyucuları ile de buluştu.

“Mutlu hayat, farkındalıkla başlar!”
Senih Özay ile konuşup onun “17 yaşımı gözlerinde gördüm” dediği, usta bellediği Esra Dereobalı’ya birkaç soru sormadan olmazdı elbette. Dereobalı ile Senih Özay hakkında konuşurken, günümüz “modern” insanın açmazlarına da değindik… Hacettepe Üniversitesi’nde çocuk gelişimi üzerine eğitim alan Esra Dereobalı, meslek yaşamına zihinsel engelli çocuklar üzerinde çalışarak başlamış, ardından kendi terapi merkezini kurmuş. Gelişim psikolojisi, nöropsikoloj, bilişsel dil terapileri üzerinde araştırmalar sonucunda zihinsel engelli çocuklarda ülkemizde kullanılan programlarda yetersizlik olduğunu fark edip yeni programlar geliştirmiş. Halen İzmir’de Pembe Bağcık çatısı altında danışmanlık hizmeti veren Dereobalı, 2012’den itibaren yüksek şifacılık eğitimi, TetaHealing Institute of Knowledge (TetaHealing Bilinçaltı Psikoterapi Programı), Tune Uygulayıcılığı Sertifika Programı, Reiki, Rashiba, Regresyon Terapi eğitimlerini tamamladıktan sonra bu eğitimleri kendi mesleki alanıyla birleştirip daha bütüncül yapıda bir terapi ve yaşam destek atölyesi çalışmalarına başlamış. Dereobalı ile kısa sohbetimiz şöyle…

17-yasindaki-halimi-yeniden-icime-soktular-8

Karavanın ön tarafına kurulan masasında dostlarını ağırlayan Özay’ın kapısı misafirlere hep açık… 

Kişisel dönüşüm, kişisel gelişim son yılların çok moda kavramları. Modern çağın insanları niye böyle bir “alana” ihtiyaç duyuyor?
İnsan hırsları uğruna doğal yaşamdan koptu, kendi özünden uzaklaştı, daha rahat yaşamlar için sistemler kurdu. Sandı ki bu sistemler insanoğlunu mutlu edecek. Oysa şimdilerde fark ediyor ki, sistem insanın mutsuzluğundan besleniyor. Yani siz doğuyorsunuz ve bir anda rekabete itiliyorsunuz. “Kimin çocuğu daha çabuk konuştu? Daha çabuk yürüdü?” ile başlayan yarış, “en iyi iş, en iyi aşk, en iyi araba” diye devam ediyor. Kimse sizi süreçten keyif almaktan bahsederek büyütmüyor. Hedefler hiç bitmediğinden insan asla yeterince iyi hissedemiyor, kendini eksik bırakıyor. Sistem de bundan besleniyor. Oysa insanı mutlu edebilecek tek şey kendi özü ve dinginliğidir. Kendine giden yolda tek engeli ise yine kendisidir.

17-yasindaki-halimi-yeniden-icime-soktular-7

Özay, “Günlerimi okuyarak, yazarak, üreterek geçirmekten mutluyum” diyor. 

Senih Bey hakkında bir soru sormak istiyorum. Sanırım ona bu konuda “hocalık” yapıyorsunuz? Eski ve yeni “Senih Özay” hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Ben hoca denmesinden hoşlanmıyorum… Hocalık bir mertebe işi oysa farkındalıkta, dualiteyi ortadan kaldırmak üzerine çalışıyoruz. Senih Özay ile daha eskiden tanışıklığımız olsa da İZTANDER (İzmir Tanıtım Derneği) çalışmaları sırasında, sağlık problemlerindeki artış ve hayata dair ciddi yakınmaları olduğu bir dönemde çalışmaya başladık. Hem beden terapi hem farkındalık atölyesi kapsamında çalıştık. Ancak bazı köklü bilinçaltı kodları ile ikinci etapta regresyon çalışmalarıyla devam edeceğiz. Her şeyden önemlisi artık daha tatminkar ve mutlu bir hayat sürdüğüne eminim. Enerjisini değiştiremeyeceği olaylar için harcamıyor mesela. Hep hayali olan bir hayatı yaşamaya cesareti var. Bedensel olarak daha az ağrısı var; şekeri ve kilosu kontrol altında, hayata artık daha gülümseyerek bakabiliyor. Bu insan hayatının verimliliğini artıran bir durumdur. Çünkü mutlu hayatlar farkındalıkla başlar.

Siz bu tür farkındalıklar yaşarken gündelik hayat yerinde durmuyor. Olayları değerlendirmenizde farklılıklar oluyor mu?
Gezi olaylarına bakışım bile farklı yoruma götürebiliyor beni. Hükümet antidemokratik yapı içinde diye insanların büyük bir grubu korkuyorlar; “Bize baskı geliyor galiba!”, “Mini eteğim baskı altına giriyor galiba!”, “Biram baskı altına giriyor galiba!”, “Özel yaşamım baskı altına giriyor galiba!” diye bir kabarma var. Şimdi bu kabarma hükümeti hizaya getirme konusunda bir hareketlilik getirir mi? Getirir… Getirdi mi? Getirdi… Ama devrim olacak sananlar çıktı. Gezi yıldönümü ve muhtemel dirençler için 45 yıldır tanıdığım Prof. Engin Geçtan’ı okuyordum. Ülke insanının, olayları merak etmemek, hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmak konusunda; ‘biçimsel devlet’ gücüne soru sormadan biat etme eğilimini görebiliyoruz… Bergama olaylarından da biliyorum… Fakat Engin Hoca’nın bir tespiti var ki dehşet… ABD’de beynin en alt katmanını “R- kompleksi” diye bulmuşlar. Ve bu, insan ve sürüngenlerde “Bir liderin peşinden sualsiz gitme” eğilimi imiş… Şimdi, Allah aşkına bu durumda sosyalizm gelse ne yazar, nasıl yazar? Çünkü R-kompleksten çıkıp limbik sisteme ve kortekse geçmek lazım ki bu artık bence farkındalıkla buluşma ile olur. Çare, gelişme sanki…

Peki karavan maceranız nasıl başladı?
İçimde varmış… Dedeli, nineli, bol yengeli aile kafamda çakılıymış. Onun yerine enayi apartmanlarda yaşadıktan sonra bu, Karaburun’da, yeni limanda Ata Soyak diye akrabamın minik otelinin bir odasına dönüştü… Bir ara da Bali adasında küçücük ev hayaline dönüştü… En son hocam Esra Dereobalı’nın darbesi ile “Karavanda yaşayabilir misin ki? Yumurta pişirebilir misin ki?” olunca soru, kendimi Adapazarı’nda karavan satın alırken buldum… Okumalar yaptırıyor, çiçek ektiriyor, yılanla, kirpiyle tanıştırıyor. Sivrisinek öldürtmüyor, çiçek ekmek üzere güzel çaydanlık toplatıyor… O nelere kadir…

Bu farkındalık sürecinde sizde meydana gelen fiziksel değişiklikler -Facebook’ta yazdıklarınızdan hatırlıyorum, şekerim daha düzenli kilo verdim diyordunuz- neler oldu? Ruhsal açıdan meydana gelen değişikliklerde eklemek istedikleriniz var mı?
Fiziksel değişikliklerim… Hah haa… Şekerim, bilimciler zorlansa bile bende adeta “emrederek” yenme rüzgarı oluştu. İçime “17 yaşındaki beni davet” mektubu yazıldı. Bir kısmı da bedenime girdi şu an…

Sizdeki bu değişime çevrenizden, yakın ya da uzak nasıl bir geri bildirim geldi? Ne dediler?
Genel sekreterim Cemile’ye sordum, değişimime ne dediğini. “Sakin oldun, huzurlu oldun. Teşekkür etmeyi bilmezdin, şimdi sık duymaya başladık. Yüksek sesin yok artık; az konuşuyor, çok dinliyorsun. Anlayışlılığın arttı, daha sevgi dolusun ve mutlu görünüyorsun sürekli” dedi, kelimesi kelimesine. Genç arkadaşım Tolga da “Bu farkındalık yolculuğu başladığından beri en büyük endişem Senih Abi’nin kim olduğunu unutmasıydı. Lakin baktım, anladım ki adam aynı adam; mücadeleci, her şeyi sorgulayan ama bu sefer dingin… Bakış açısı çok genişlemiş… Başka birine dönüşmemiş” dedi. Emine arkadaşım da “Başka bir boyuta geçtin! Giderek bizden daha gençleşiyorsun! Karavanda seni ziyaret ettiğimde sendeki enerjiyi Karaburun’a ve yaşadığın yerin etkisine bağlamıştım. Ancak Alsancak’ta sokakta, İzmir merkezde gördüğümde de ışıl ışılsın. Sabırsızlığın oldukça azaldı. Karavanında büyüttüğün sarı sabır çiçeğine uygunluğun giderek artıyor. Aranızda ruhsal bir paylaşım olmuş. Bilgi ve esprilerinle hatta kendinle dalga geçebilme yeteneğinle bizlere öğretiyorsun. Aslında en çok sen gülüyorsun. Senin sayende bu yolun öğrencileri arasında yer alma arzusunu duydum” dedi. Oğlum diyor ki: “Baba bu kız, bacım Gupse seni çözmüş… İyi izliyo seni. Zaten o da epey burnunu sokmuş… Bayılıyor karavana… Gelip kalacak…” Ama dur! Füsun diye bir arkadaşım telefon ederek bendeki değişimi gözlediklerini, benim kanser olmuş olabileceğimi dillendirdiklerini söyledi. Bayıldım, güldüm, sevindim.. “Yok yok” dedim. “Olursa da hoş geldi sefa geldi” dedim. Günümüzde yaşanan birçok çatışma var, farkındalık penceresinden baktığınızda bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeni halimle de hala 1950 haziranında mesafe uzak, uçak pahalı diye milli takımı Brezilya’ya göndermeyen devletimize, üç ay sonra bir tabur askeri Kore’ye savaşmak için yollayan, yol masraflarını Hazine’den ödeyen devlete kötü bakmaya devam ediyorum…

Pozitif Dergisi 2014/03

Yorum Ekle